Okuyu Yazmanın Yeni Biçimleri
Matbaanın bulunması tarihin seyrini değiştiren bir vaka olarak kayıtlara geçer. Matbuat bu tarihten başlayarak sözlü kayıt ve ifade ortamının yerini almaya başlar. Böylece tarih boyunca metinlerin üretimindeki muhtemel dört aşamadan ikincisine geçiş yaparız. Sözel ve basılı olanın dışında internetle birlikte yaygınlaşan hipermetinler ve yapay zekâ içerikleri son iki aşamayı temsil eder. Her farklı metin üretiminde öncekilere göre tabiatı farklı yeni bir kayıt düzlemi açılır. Fakat yapay zekâdaki ilerlemeler basılı metnin veya matbuatın yok oluş sürecini hızlandıracak gibi görünüyor. Basılı eser yerini dijital olana bırakıyor kuşkusuz. İnternetle birlikte hipermetinler zaten yazılı eserlerin saygınlığını azaltmıştı. Fakat şimdi basılı metnin hikmetinin, ayrıcalığının daha da kaybolması ihtimalinden söz edilebilir. En azından ortalama okuryazarın dünyasında böyle bir değişimin olacağı çok muhtemel. Kitap bir kült nesne gibi değer görecek; okunmak için değil de sergilenmek maksadıyla korunacak bir nesneye dönüşecek, kütüphanelerin vitrinlere dönüşme hızı da artacak gibi görünüyor.
Matbuat, sözlü dünyada vuku bulandan farklı bir kayıt biçimi yaratır. Sözlü bilginin kayıt düzlemini değiştirir. Jacques Derrida’nın yapıtının temel temalarından birisi olarak, sözlü ifade ne kadar yazıya geçirilirse, sahiciliği, inandırıcılığı da o kadar azalır. Sözden uzaklaşan metinlere güven kayboluyor. Satırlar sahici bir kelamın kayıtları olmaktan uzaklaşır sanki. Okuyup yazmak ne kadar kolaylaşır, yaygınlaşırsa ortaya çıkan metin de o nispette kıymetini kaybeder, gerçekle bağını yitirir sanki.
Sözlü kayıt ortamında bilişsel dram kafatasında cereyan eder. Kayıt yüzeyi, ferdî veya müşterek canlı hafızadır. Tipografiden uzak sözel fail tüm bilgileri, izlenimleri, intibaları, hayalleri, duyuları, hisleri, yargıları veya başka verileri aynı zihinsel kapsam içerisinde işleme sokmak durumundadır. Sınırlı bir belleğe kaydedip geri çağırdığı bilgilerle günü geçirir; her seferinde kaydedildiği gibi geri dönmeyen, bir doğaçlama payıyla canlanan mazi parçalarıyla. Öznenin şimdiki hali sürekli geçmişle karışır, canlı metin her seferinde yeniden kaleme alınır. Çok az hacim tutan verinin çevrim içi olduğu böyle bir zihin, doğal olarak ezberlerine, inanç nesnelerine, batıl itikatlarına koşulsuz sahip çıkar. Bir elektronik devrede değil de, beyindeki nörolojik yolaklarda cereyan eden tüm zihinsel, bilişsel fiiller onlara eşlik eden bir inançla doğrulanır.
Onun yerine yazan, düşünen, muhakemede bulunan matbuat, hipermetinler veya yapay içerikler, sözel failin dünyasının yankılarına hapsolmuş kafasını karıştırır. Oradan içeri sayısız muhtemel dünyanın verileri girer. Bir yandan da bu kadar çok yazılı veya görsel-işitsel bilgi ortasında okumaya, düşünmeye, hatırlamaya, yargıda bulunmaya, hayal kurmaya yönelik sabrı ve zamanı tükenir. Her makine insandaki canlı bir işlevin yerine geçerken, bir yandan da ondaki bu yetiyi yok eder. Örneğin bir çamaşır makinesi çamaşır yıkama becerisinde bir gerileme yaratır. Çamaşır yıkamadığı için zamanı artan birisi de genellikle vaktini iyi kullanmaz ve kendisini başka bir makinenin kollarına bırakır. Mekanik, elektronik, dijital makinelerle genişleyen bağımlı bir beden ve zihin kurar kendisine. Bazı bilim-kurgu filmlerde karşımıza çıkan, büyük cüsseli bir makinenin içinde sıvı dolu küçük bir bölmeye yerleştirilmiş saf bir beyin kalır geriye adeta. Bu parçanın temel işlevi makineler arasında bir bağlantı noktası oluşturmasıdır.
Basılı metinlerin, hatta hipermetinlerin, canlı bir yazarı olduğundan pek şüphe etmeyiz. Ancak internette kayıtlı hipermetinler ve görsel-işitsel malzemelerden oluşan büyük veri, son zamanlarda yapay zekâ uygulamalarının yaygınlaşmasıyla beraber kendi içinde çoğalan, kopyala yapıştır bir veri yığını oluşturmaya başladı. Yapay zekâ marifetiyle yığılan içeriklerin yazarı ise bir başka hipermetindir. Böylece büyük veri otopoetik bir çevrimle, içeriği ve biçimi zenginleşmeden genişler. Yapay zekâ uygulamaları ise bu bilgi karmaşası içerisinde gezinen dijital failler sayılabilir; dağınık ve şekilsiz bilgi yığınlarını analiz eden, en ücra sunucularda kayıtlı veri parçaları arasında korelasyonlar kurabilen bir aktör. Dil içindeki tüm kurallı veya kuralsız cümlelere bu bolluk içerisinde tesadüf edebilir. Aynı fail, dijital seyrüseferi sırasında okuduğu metnin semantiğinden ziyade sentaksına bakan bir okuryazardır. Böyle bir akıllı modeli bu durumda verileri başka verilerle ilişkilendiren işlevler toplamı gibi görmek olanaklıdır. Zaten yapay zekânın gelişmesi ardındaki temel etken de öncelikle bu bağlantıları rahatlıkla kurabileceği bir veri okyanusunun oluşmasıdır. Bu gelişmeye koşut olarak veriyi etkin şekilde işleyen donanım ve yazılım altyapıları da belirleyicidir.
Yapay ve İşlevsel
Tüm bu altyapıların etkin şekilde bir arada kullanılmasının temelini işlevselci bakış açısı oluşturur. Herhangi bir yapay zekâ modülü, bir suale verdiği cevapta, yazdığı metinde veya yarattığı resimde insanın zihinsel süreçlerini, dilyetisini tümüyle kopyalayarak çalışmaz. Yapıyı ve yapının parçalarını değil işlevi yeniden üretmek esastır. Sözgelimi basılı metinlerle benzer dilbilgisine, giriş, gelişme ve sonuç tertibine sahip olsa da, yapay zekâ üretimi içerik canlı bir zihnin işlevlerini taklit etmez. Büyük dil modellerinin arkasında çalıştığı, ChatGPT, Gemini, DeepSeek gibi uygulamaların şaşırtıcı görünen başarısı da insanbiçimcilikten kurtulmanın ve işlevselci bakış açısının sonucudur. Örneğin doğal dili derin öğrenme süreçleri içerisinde modele öğretmek için öncesinde denendiği gibi dilbilimcilere başvurulmaz. Bu eğitimler sırasında metin anlamından sıyrılarak formel, simgesel veriler toplamına indirgenir. Naom Chomsky’nin çok önceden öngördüğü şekilde, üretken evrensel bir gramer içerisinde kurulmuş cümlelerle ilerleriz. Okumayı yeni öğrenen bir çocuk da benzer şekilde sözcüğü bazı seslerden, harflerden kurulu semiyotik birimler gibi işitir, görür. Model hangi sözcükten sonra hangisinin geldiğini büyük veride sayısız örnek yardımıyla kendi başına öğrenir. Dilin büyük veride kayıtlı geniş metin okyanusunda bu şekilde ısrarla ve kararlı biçimde eklemlenmesi semantik örüntüyü de bir yan etki gibi üretir. Yapay zekâ tümüyle ezberci bir tedrisat içerisinde yetişen bir talebe gibidir. Büyük veriyi kat eder ve bu sırada ezberinde topladıklarını analiz eder. Dili parçalarına ayırır ve muhtemel tüm kurallı cümlelerin biçimsel inşa bilgisini ele geçirir; isimleri, fiilleri, sıfatları, fiilimsileri, bağlaçları, edatları, zamirleri ve onlar arasındaki tüm muhtemel ilişkileri sınıflandırır.
Böyle metinlerde sentez yapamayan, muhayyilesi çalışmayan, müdrikesi zayıf bir muharrir ile karşılaştığımızı hemen anlarız. Fakat okuma yazma alışkanlıkları zayıf kullanıcılar yine de bu üretim karşısında şaşkınlık yaşayabilir. Yapay zekâ uygulamasının çıktıları, bazı erken gelişmiş çocukların sebep olduğu türden bir dahi çocuk şaşkınlığına yol açar. Üretilen metinler (hatta resimler, videolar), bağlamın anlamından bağımsız gerçekleşen formel üretimlerdir. Sayısız işlemciye dağıtılan biçimler o kadar yüksek çözünürlükte bir araya gelirler ki, en son aşamada belli bir anlam etkisi açığa çıkar. Anlam basit elementlerine kadar ayrışır. Manalı herhangi bir ifade, ses, harf veya piksellerin birleşimi gibi ortaya çıkar. Bu işlem sayesinde yapay zekânın kesikli (discrete) ve sayısal (digital) dünyasından canlı dünyanın süreklilik arz eden maddi manzarası yeniden oluşturulur.
Dijital Cehalet
Yapay zekâ metinlerinin genel olarak büyük veride kayıtlı bilgiler yanında, oradaki etik ve estetik kıymet hükümlerini, önyargılarını da taşıyacağı söylenebilir. İnsan kullanıcının denetimli eğitim mesaileri sonunda böyle önyargılardan kısmen kurtarılabilir. Örneğin cümle içinde artık “bilim adamı” yerine “bilim insanı” diyebilir. Ama eğitimcinin de bilmediği daha örtük yargılardan kurtarılamaz; türcülük ve insanbiçimcilik gibi. Kant’ın apperception dediği en yukarıdaki o zihinsel meleke çalışmadığından, model kendi çıktılarına dönük düşünümsel bir yeti geliştiremez doğal olarak. Kendisine dönen bir muhakeme olmadığında her geçen zaman daha da genişlettiği büyük veride mevcut örüntüleri tekrar edip durur. Modelin bazı sorulara cevaben bir metin yazması istendiğinde, aynı cümle kalıplarını yinelediğini fark edebiliriz. İnternette herhangi bir araştırma da bir süre sonra kendisine gönderme yapan, yeni bir malumata rastlayamadığımız kapalı bir çevrim halini alır. Bu durumun bir sebebi de “bilgimizi artıran” sentetik kabiliyeti yansıtan yazıların artık büyük veriye eklenmemesi olabilir. Mevcut olan da ortalama okuryazar kullanıcıya fazlasıyla yeterli gelir. Veri yığını içerisinde lüzumlu analiz işi uygulamaya bırakılır. Tüm bunların sonunda, görkemli bir malumat yığını altında kesif bir cehalet yüzünü gösterir.
Dijital kültürün yarattığı bir eğilim gereği, tüm bilgilerin büyük veride kayıt altında olduğu dile gelir. Herhangi bir bilgiye erişmek için kafamızı çalıştırmamız gerekmediği gibi kestirme bir sonuca varırız bu durumda. Canlı hafızada malumat tutmadan, tüm hazır bilgileri ve yorumları doğrudan büyük veriden temin etmek yeterli görülebilir. Oysa Baruch Spinoza’ya kulak verirsek, bedenin ve zihnin yetileri, işlevleri arasında bir koşutluk bulunabilir. Örneğin bedensel bir idman yapmadan herhangi bir spor karşılaşmasına çıkmak tavsiye edilmez. Benzer şekilde bilgi işleme alışkanlığı olmayan, verileri türlü zihinsel, bilişsel fiiller içerisinde ele almayan, yargı yetisi bir yana, aklını basit bir aritmetik işlemde bile kullanmayanlar için benzer bir zihinsel hamlık her sahada dikkat çeker. Büyük veri hafızası, yüksek işlem kapasitesi ve etkin algoritmalar sayesinde yapay zekâ bizim yerimize tüm karmaşık hesapları yapar diye düşünürüz. Sadece hangi uygulamaya hangi işlem için başvuracağımız bilgisini belleğimizde tutmamız yeterli olabilir. Benzer şekilde dünyayla etkileşimde bedenimizin küçük bir kısmını kullanırız; gözlerimiz, kulaklarımız ve parmaklarımızdan başka bir uzva ihtiyacımız yokmuş gibi davranırız.
Bizlerin yerine düşünen, kayıt tutan, işlem yapan bir tipografik kültürün yerini dijital olan çoktandır aldı. Basılı metinlerin yerini önce hipermetinler ve şimdi de yapay zekâ üretimi içerikler almaya başladı. Büyük veride biriken malumatlar ve onların sayısız kez yinelendiği böyle metinlerin matbu eserden farkı, canlı bir zihnin sentetik kabiliyetinden yoksunluktur. Bilgiler önünde olmayınca boşlukları doldurmak zorunda kalan, sürekli talimlerle kendisini hazır ve idmanlı tutan bir zihinsel deneyimden yoksunluktur. Bütün bilişsel işlevleri yapay zekâlara terk etmeye başlayan bir kültür ortamında canlı beynin yetisi olan ve Kant’ın dile getirdiği gibi, “bilgimizi artıran” o muhayyel meleke de zamanla körelir. Sentezi yapan muhayyile ya da düşgücü herhangi bir bilişsel işlem yapılmadığında kötürümleşir. Zihnin yetileri ve işlevleri arasındaki o kesişimin sonucu olan sentez aşamasına varamaz; mevcut bilgilerin analizlerinin, kes yapıştır düzenlemelerin ötesine geçmek mümkün olmaz. Doğal yaşam ortamı büyük veri olan yapay zekânın hareketi, en ücra kayıtlar arasında bile gerçekleşebilen bir kes yapıştır metin üretimidir. Üstelik bu işlem kullanıcıya bir çeşit intihal gibi de görünmez. Canlı bir imgelemin ışıltısını sergileyen nadir üretimler de büyük veri yığını altında kaybolur. Tüm metin üretme biçimlerinde bu çevrim içi okuryazarlık bir çeşit kısır döngüye neden olur.
Bir süredir bilim dünyası da, fiziksel, biyolojik, maddi belirlenimleri olan bir dünyayı nasıl sayısal bir alemin diline tercüme edebiliriz gibi bir arayış içinde görünüyor. Son dönem Nobel ödüllerine bakıldığında, genellikle kayda ve ödüle değer araştırmaların birçoğunun yapay zekâ teknolojileriyle ilgili başlıklardan oluştuğunu fark edilebilir. Bu araştırmalar bir bakıma canlı zihnin işlevlerini yerine getirecek yapay zekâlı sistemlerin türlü detaylarına eğilir. Sözgelimi fizikçi fiziksel olmayan bu sanal dünyanın detayları içerisinde kaybolur; fiziğin ufuktan kaybolduğu metaverse bir dünyada mesai yapar.
Ana Görsel: Link