Çevirmenin Sunuşu
John Crowe Ransom’ın içine doğduğu edebi atmosfer çok sert çizgilerle günümüzden ayrılsa da önemli noktalarda Türkçe yazının şu an yaşadığı krizlere temas ediyordu. Avrupa’nın yirmi asırlık edebi geleneği ile arasına mesafe koyma çabası içindeki ABD kültürel dünyası kendi zemini üzerinde yükselen eleştirel bir faaliyete hayati bir ihtiyaç duyuyordu. Henüz köklü bir geçmişi olmayan yeni kıtanın edebiyatı; bağlandığı İngilizce edebiyat geleneğinin yalnızca bir dalı olarak kalmamakta ısrarcı olduğundan, onun için eleştirel faaliyet yalnızca akademik bir araştırma alanı olarak kalamayacak kadar elzemdi; güncel ve çağdaş eserlerin verilebilmesi ve verilen eserlerin değerlendirilmesi bu eleştirel kanalların olgunlaşmasına bağlıydı.
John Crowe Ransom’ın aşağıda çevirdiğimiz makalesinde yaptığı çağrının genel hatlarını belirleyen bu acil ve elzem ihtiyaçtır. Kendisi de üretken bir sanatçı olan Ransom için eleştirel faaliyet İngilizce edebiyat bölümlerinde, tozlu kitapların ve dar odaların içinde Shakespeare üzerine kırkıncı tezlerini yazan veya Dante’nin alegorilerinin hangi tarihsel figürlere atıfta bulunduğunu yetmişinci kez tartışan akademisyenlerin eline bırakılamazdı. Eleştirinin temel faaliyeti; Ransom’a göre, ne tarihçinin pratiğine özenerek edebi eserin ve sanatçının kişisel tarihini aydınlatmak ne de ahlakçı değerler ile eseri bir etiğin değerlerini taşıyıp taşımadığı yönünden incelemekti. Edebi eleştirinin amacı ahlakın da tarihin de ötesinde salt edebi bir amaca hizmet eden bir faaliyet olmalıydı: edebi eserin estetik değerlendirmesini kendine ait terim ve kıstaslara göre gerçekleştirecek bir inceleme alanı olarak tarihten, etikten ve felsefeden ayrı durmalıydı. Ransom elbette bu tezinde edebiyat tarihinin, etik değerlendirmelerin veya felsefenin hiçbir koşulda eleştirel faaliyete koltuk değneği olamayacağını iddia etmiyordu. Ancak edebiyat profesörlerinin ve dolayısıyla öğrencilerin eleştiri adı altında eserlerin estetik değerlerine hiç değinmeden onları yalnızca ahlaki, tarihi veya siyasi yönden mercek altına aldığını ve estetik deneyime dair konuları basitçe “zevk” yahut “beğeni” meselesi olarak nesnel araştırma alanının dışına ittiğini gözlemliyordu.
Oysa fikir öncülerinden olduğu Yeni Eleştiri [New Criticism] fikri eleştirinin nesnel ölçütlerle gerçekleştirilebilecek daha bilimsel bir karaktere kavuşabileceği konusunda diretiyordu. Ransom’a göre eleştiride eleştirmenin okur olarak kavuştuğu öznel deneyimlere ve bu deneyimleri betimleyen kalıp ve sözcüklere yer yoktu. Eleştirmen metnin okur üzerinde uyandırdığı duygulanımlar veya öznel deneyimler üzerine değil (zira bunlar gelip geçici ve şahsidir, aktarılmaları mümkün olsa bile önemsizdir) eserin özerk varlığında değişmez olarak kalan nesnel nitelikler üzerinde durmasını gerektiğini iddia ediyordu.
Ransom’ın; eleştirinin özgün, özerk ve nesnel karakterine kavuşması için verdiği mücadele yalnızca döneminde ve coğrafyasında sürdürdüğü bir mücadele değildi. Modernizmin son demlerinin hızlıca tükendiği bir dönemeçte, Batı uygarlığının geleneksel değer ve ölçütlerine olan inanç yitirilmeye yüz tutmuşken hem Yeni Eleştiri gibi muhafazakar kitleler hem de Rus Biçimcileri gibi ilerici kitleler edebiyatta köhnemiş değerlere sıkı sıkıya bağımlı bir eleştirel kavrayışın sanatın ilerlemesinin önünde felaket derecesine varacak bir engel teşkil ettiğini fark ettiler. Ancak Ransom, Eleştiri A.Ş’de görüldüğü üzere, bu sorunun yalnızca kuramsal çerçevede tartışılarak aşılamayacağının da bilincindeydi. Pratik faaliyetin önemine ve edebiyat kurumlarının yeniden düzenlenmesinin gerekliliğine dair bu bilinç esasında “Eleştiri A.Ş” metnini günümüzde bile geçerli ve güncel kılan başat özellik. Türkçe edebiyatın girdiği kriz ve bunalım dönemlerinin teşhislerinin eleştirel faaliyetin kıtlığında veya verimsizliğinde bulunacağını dillendirmek ancak Amerika’yı yeniden keşfetmek olur. Fakat krizlerin ve bunalımların tahlilini yapmak ile onları çözüme kavuşturacak pratik/devrimci faaliyeti biçimlendirmek yerle gök kadar farklı şeylerdir birbirlerinden. Eleştiri A.Ş’de ileri sürülen tezler ve tahliller, ne kadar uzak bir coğrafyadan ve ne kadar eski bir tarihten gelirse gelsin, bu yeni eleştirel faaliyet açlığını giderecek pratiğe dair yol gösterici olabilir.
Eleştiri A.Ş.
I
Garip ama, öyle görünüyor ki, kimse bize eleştirinin asıl işinin tam olarak ne olduğunu söylemez. Bize bunu söyleyebilecek pek çok eleştirmen var, ama çoğunlukla amatörler. Eleştirmenler neredeyse her zaman amatör olmuştur; en iyileri de dahil. Eleştirmenlik eğitimi almamış, daha çok belirli nitelikler gerektirmeyen bir işi üstlenmişlerdir. Üretimlerinin sonucunda eleştiri olarak adlandırdıkları şeyin gerçek eleştiri olmaması çok muhtemeldir.
Eleştirmenin ihtiyaç duyduğu yetkinliğin bir kısmına sahip gibi görünen üç tür eğitimli icracı vardır. Birincisi sanatçının kendisidir. İyi sanatı gördüğünde tanıması gerekir ancak anlayışı diyalektik olmaktan ziyade sezgiseldir – o şey hakkındaki teorisini pek iyi açıklayamaz. Edebiyat sanatçılarının, dile olan hakimiyetleri dolayısıyla diğer sanatçılara kıyasla kendi sanatlarının daha iyi eleştirmenleri oldukları doğrudur; muhtemelen şu anda sahip olabileceğimiz en iyi şiir eleştirmenleri yine şairlerdir. Ancak herhangi bir sanatçının sanat eseri hakkındaki yorumunun, sanatçının en ince ayrıntısına kadar bildiği ve isterse hakkında kesinlikle konuşabileceği teknik efektlere bağlı kaldığı ölçüde değerli olduğu düşünülebilir.
İkincisi, güzel sanatların işlevi hakkında her şeyi bildiği varsayılan filozoftur. Ancak filozof ağaçtan çok odun görmeye meyillidir çünkü teorisi çok geneldir ve belirli sanat eserleriyle, özellikle de onların teknik efektleriyle tanışıklığı istikrarlı ve samimi değildir. Ya da en azından ben öyle sanıyorum çünkü filozoflar yakın eleştiri yazabileceklerini yazarak kanıtlamış değiller ve onların güzel genellemelerinin bile şüpheye açık olduğunu hissediyorum, zira tikellerin keskin bir incelemesinden çok önceki felsefi birikimlerini oluşturan diğer genellemelere dayanıyorlar.
Üçüncüsü profesör adını verdiğimiz ve eleştirel faaliyetin sorumluluğunu üstlenmek için ihtiyaç duyduğumuz profesyonel olması gereken üniversite edebiyat öğretmenidir. Eleştirmen olarak filozoftan aşağı kalır yanı yoktur ve belki de genel olarak şairden aşağı değildir ama ondan daha fazlasını bekleme hakkımız olduğundan daha büyük bir hayal kırıklığıdır.Edebiyat profesörleri eğitimli olsalar da eleştirel kişiler değildir. Üniversite kadrosunun bu kısmının mesleki hevesi belli ki pek düşüktür. Sanki bilinçli ya da bilinçsiz bir kurnazlıkla, nezih ve resmi sorumluluklarından kaçmanın her yolunu bulmuşlardır; öyle ki, içlerinden birinin hor görülmeden edebiyat verilerini derlemek için bir ömür harcayıp da kendini neredeyse hiç edebi bir yargıya adamaması kolaydır.
Yine de nihayetinde eleştiride akıllıca standartlarının oluşturulmasını edebiyat profesörlerinden, bu ülkede çoğunlukla da İngilizce profesörlerinden umuyorum. Bu onların işi.
Eleştiri daha bilimsel veya daha kesin ve sistematik hale gelmelidir. Bu yüzden eğitimli kişilerin kolektif ve sürdürülebilir çabalarıyla geliştirilmesi gerekir, bu da onun asıl yerinin üniversiteler olduğu anlamına gelir.
Bilimsel: Ama bir tür bilim olmaya çalışan eleştirinin kaçınılmaz olarak başarısız olacağından ve umutsuzluk içinde pes edeceğinden ya da farkında olmadan başarısız olup içi boş ve gösterişçi bir kariyere döneceğinden korkmamıza gerek olduğunu düşünmüyorum. O hiçbir zaman kesin bir bilim olmayacak, hatta kesinliğe yaklaşan bir bilim bile olmayacak. Ancak, eğer bu terim hala fiziksel fenomenlerden ziyade psişik fenomenlere atıfta bulunmaya devam ediyorsa psikoloji de öyle olmayacaktır, aynı şey sosyoloji için de geçerlidir. Pareto, niyetinin tam tersine buna inanmamız için yeter kanıt sağlamış gibi görünüyor. Ekonomi bile öyle olmayacak. Bunlara bilim mi yoksa sadece sistematik çalışmalar mı dediğimiz önemli değil; her birinin etkili olmak için gösterdiği gayretin pekiştirilmesi ve sürdürülmesi gerekir. Bahsettiğim çalışmaların kavrayışı üniversitelerin eline geçtiklerinden beri ölçülemeyecek kadar gelişti, aynı kariyer eleştiri için de mümkün görünüyor.
Amatörlerin ara sıra yazdığı eleştiriler yerine, tüm bu girişimin profesyoneller tarafından ciddi bir şekilde ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Belki nahoş bir mecaz kullanıyorum ama ihtiyacımız olan şeyin Eleştiri AŞ.. veya Eleştiri ltd.şti olduğu fikrindeyim.
Böyle bir fikre karşı esas direnç şu anda profesörlük koltuğunda oturanlardan gelecektir. Ancak bu fikri benimsemesi gerekenler de yine onlar. Bu fikir elbette şahsıma ait özel bir düşünce değil. Eğer çok geçmeden benimsenecek olursa, muhtemelen herkesten önce Chicago Üniversitesi’nden Profesör Ronald S. Crane’in övgüye mazhar olması gerekecektir. Kendisi İngilizce bölümlerinde uygulanmak üzere temel bir politika olarak bunu savunan ilk büyük profesörlerdendir. Önemli bir akademik tarih yazacak olması muhtemeldir.
II
Profesör Crane yakın zamanda akademik çevrelerde İngilizce derslerinin reformu üzerine büyük önem taşıyan bir makale yayımladı. The English Journal‘da şu başlık altında yayımlandı: “Üniversite Edebiyat Çalışmalarında Tarihe Karşı Eleştiri.” Orada, İngilizce çalışmalarında tarihsel alimliğin, azalan verim yasası göz ardı edilerek aşırı derecede kabartıldığını ve vurgunun artık eleştirel olana kaydırılması gerektiğini savunuyor.
Bana göre bu şu anlama geliyor: Geleceğin öğrencilerinin sadece edebiyat hakkında değil doğrudan edebiyat çalışmasına izin verilmeli. Ama bence iyi öğrencilerin yapmak istedikleri her zaman buydu. Şaşırtıcı olan bunun reddedilmesine bu kadar uzun süre müsaade edilmiş olmasıdır. Ancak bu konuda her zaman dost canlısı davranmadılar ve bütün bu mesele pek komik bir tarih sundu
Chicago Üniversitesi’nde sanıyorum Profesör Crane başka isimlerle birlikte şimdilik mütevazı bir programla kendi öğretiminde bu devrimi uygulamaya koymaya başladı. Esasen Aristoteles’in eleştirel görüşlerini uygulamaya sokuyorlar.(Programa ilişkin bilgilerim pek kesin değil.) Sözü geçen üniversite varlıklı bir üniversite, reformasyoncu coşku dalgaları deneyimlemek için çok yaşlı değil ve henüz kötü gelenekler tarafından ket vurulmamış. İngilizce bölümü eski epey bir akademisyenlik tarzına sponsor oldu ancak eleştirel bir yaklaşıma ilk kez arka çıkmıyor. Profesörleri arasında hala nasıl yazılacağını bilen su götürmez bir “alim”e muhtemelen en iyi örnek teşkil eden Robert Morss Lovett var. Belirli bir tarafı tutmasa yahut bir dizi eleştirel ilke benimseme de eleştirel yeteneğe sahip biri. Bölüm şimdi sistematik olarak, akıllıca genel bir edebiyat eleştirisi okulu kuracak olsa akademik standartlara göre olağanüstü bir zafer elde edeceğine inanıyorum. Demek istediğim, ülkenin her yerinden heyecanlı ve parlak genç İngiliz akademisyenler, çalışmalarını yapmak için oraya gitmek istediklerini söyler hale gelirler. Bu ise üniversiteye seçkinlik katacak ve sonuçta diğer birçok kurumun uygulamalarını da derinden değiştirecektir. Profesör Crane’in teoriyi dikkatli bir şekilde sunmasından bile daha değerli olacaktır.
İngilizce profesörleri tarihçilere ya da kelimenin kazandığı donuk anlamıyla “alimlere” karşı ilk kez tavır almıyor. Ancak bunun yaşandığı diğer anlarda çok başarılı olamadılar. Muhtemelen kendileri de tarih araştırmaları konusunda pek bilgili değillerdi, bu yüzden samimi bir endişeyle bu tür meselelerde yargıda bulunmak için yeterli niteliklere sahip olmadıkları söylenebilirdi. Aynı zamanda eleştirel açıdan parlak bir alternatif sunamayacak kadar verimsiz oldukları da söylenebilirdi.
Edebiyat çalışmalarının ortodoks seyrinden yakın zamanda en önemli sapma Yeni Hümanistler tarafından gerçekleştirildi. Bunun benim savunduğum türden bir sapma olmadığını düşündüğüm için üzgünüm; ne de kısaca aleyhinde yorum yapan Profesör Crane’in onayladığı türden bir sapmaydı. Hiç şüphesiz Hümanistler bir sapma gerçekleştirdiler ve tarihsel öğrenme müfredatında edebi tercihlerinin göz ardı edilmesine içerleyen herkes bu yeniliğe minnettar oldu. Ancak uzun vadede bu sapmanın neredeyse içinden çıktığı çalışmalar kadar edebiyat dışı olduğu ortaya çıktı. İçinde serbestiye yer yoktu.
Yeni Hümanistler ahlakçıydılar, hala öyleler; daha doğrusu, tarihçiydiler ve belirli bir ahlak sisteminin savunucularıydılar. Eleştiri, edebiyatın estetik veya karakteristik değerlerini tanımlama ve bunlardan zevk alma girişimidir ancak sanırım Hümanistler “estetik” kelimesinden sıradan tarih bilimcinin ürperdiği kadar ürperirlerdi. Resmi bir Hümanist hiç bu terimle resmi bir biçimde iştigal etti mi? Ben böyle bir şey hatırlamıyorum. “Sanat” terimi biraz daha muğlaktır, onlar da bundan yararlanmışlardır; yüzyıllardır gevşek bir biçimde kullanılan sanat terimi isteyene üst düzey ciddiyeti, üst düzey ciddiyet ise ahlaki öz bilinci, içsel bir denetimi ve nihayetinde Platon ya da Aristoteles’i çağrıştırır.
Bay Babbitt sürekli klasik ve romantik terimleriyle oynamıştır. Bu terimlerin her biri birkaç anlama gelmektedir, dolayısıyla Bay Babbitt romantizme tamamen ahlaki nedenlerle savaş açabilmiştir; ve bunu estetik değil etik bir kaygıyla gerçekleştirmiştir. Bir ahlakçının romantik edebiyata saldırması tamamen meşrudur; örneğin, ilkelerden ziyade duygularla ilgilendiği gerekçesiyle ya da yazarının kendisini gevşek, ölçüsüz, kaçışçı, felsefi olmayan ya da basitçe yeniyetme olarak ortaya koyduğu gerekçesiyle. Böylesi bir ahlaki itiraz muhtemelen geçerlidir; romantik bir dönem, sosyal ve politik çevreye ciddi bir uyumsuzluğa ve bu uyumsuzluğun savunulmasına tanıklık eder ancak eğer hümanistler rıza gösterirse bazen de toplumun ve devletin bireyin ihtiyaçlarını anlayamamasına tanıklık eder. Ancak bir edebiyat eleştirmeni olan Bay T. S. Eliot’ın romantizme yönelttiği suçlama kesinlikle bu değildir. Yanılmıyorsam onunki estetiktir, her ne kadar bunu çok keskin bir şekilde tanımlamaya aldırış etmese de. Başka bir deyişle, edebiyat eleştirmeninin de romantizm hakkında söyleyecek bir şeyleri vardır ve bu şöyle bir şeye varabilir: romantik edebiyatın nesnellik ya da “estetik mesafe” açısından kusurlu olduğu ve yapısının zayıflığının bu kusurdan ileri geldiği; romantik şairin estetik tavrı tam olarak gerçekleştirmediği ve saf bir sanatçı olmadığı. Ya da başka bir şey de olabilir. Bir ahlakçı bir eseri onaylamamak zorunda kaldığında, edebiyat eleştirmeninin de onu onaylamaması gerektiğini söylemek oldukça aceleci bir yaklaşım olacaktır.
Hümanist sapmanın yarattığı heyecanın ardından, şimdi de yine sapmacı olan Solcuların ya da Proleterlerin yarattığı heyecan var. Onların sapması da aynı şekilde ahlaki. Romantizmi sansürlemek ve konuyu ve edebi serimlemeyi Aristotelesçi ahlaki kanonu yeniden canlandırmak için kullanmak Hümanistler için ne kadar uygunsa, onlar için de edebiyatta sınıf bilincini ortaya çıkarmak ve edebiyatı sevgi dolu yoldaşlık davasının hizmetine sunmak o kadar uygundur. Demek istediğim, bunlar aynı türden prosedürlerdir. Bir Hümanist ile bir Solcu arasında estetik temelde bir tartışma asla gerçekleşemez çünkü her ikisi de eşit derecede etik değerlere dalmıştır. Ancak etik temelli bir tartışma çok hararetli olabilir ve İngilizce çalışmaları yürüten bir bölümde bu öyle bir heyecan yaratabilir ki, geleneksel akademisyenler kendilerini kontrolü yitirmiş bir halde bulabilirler, öğrencileri ise edebiyatta kendilerini müfredatta yer alan İngilizce alıştırmalarından uzaklaştıracak yeni ve baştan çıkarıcı heyecanlar çıkarabilirler.
Bununla birlikte, genel olarak ahlakçılar ne kadar seçkin olurlarsa olsunlar daha saf ya da daha estetik gerekçelerle sıradan tarih çalışmalarıyla kavga edenler gibidirler: İngilizce çalışmalarında profesyonel öneme sahip konumları ele geçirmemişlerdir. Bir İngilizce bölümünde, diğer tüm işlerde olduğu gibi, bölümün kime ait olduğu bellidir ve eski ve saygın bölümlerde bölüme sahip olanlar tekdüze bir şekilde tarih değirmeninden geçmiş beyefendiler olmuştur. Zahmetli doktoraları ve tarihi yayınları onların patentleridir. Doğal olarak kendiliğinden gücün ve ihtişamın onlara ait olduğu bir sistemi sürdürme eğiliminde olacaklardır. Ancak bu ülkedeki İngiliz çalışmaları akademisyenleri, Profesör Crane’in engin çalışma alanı olan On Sekizinci Yüzyıl üzerine elde ettiği başarılardan daha iyisine nadiren sahip olabilirler. Onun hoşnutsuzluğunu anlamlı kılan da budur.
Bir bölümün haysiyetli kimliğinden vazgeçmesi gerçekten korkunç bir politikadır. İngilizce bölümü bir sanat olan edebiyatın anlaşılması ve iletilmesinden sorumludur ancak genellikle ürününün kendine özgü yapısını ve oluşumunu araştırmayı unutmuştur. İngilizce kendisini tamamen özerk olarak görmediğini, tarih bölümünün bir dalı olduğunu ilan etse yeridir, zaman zaman da etik bölümünün bir dalı olduğunu beyan etme seçeneğine sahiptir. Tarih ve etik çalışmalarının nedense sanatsal nesneler olarak adlandırılan nesneler etrafında kümeleneceği doğrudur. Ancak profesörlerin bu nesnenin kendisi üzerinde düşünmeleri gerekmez; daha geçen bahar, son derece donanımlı bir yüksek lisans programının İngilizce çalışmaları bölüm başkanı, kendi çalışmalarının alışılagelmiş yönde ilerlemeye zorlanmasından dolayı rahatsız olan bir mağdura şu doğaçlama açıklamayı yaptı: “Burası müspet akademik çalışmaların yapıldığı bir yer ama siz eleştiri yapmak istiyorsunuz. Burada eleştiriye izin vermiyoruz, çünkü bu herkesin yapabileceği bir şey.”
Ancak kişi profesyonel sıfatıyla asla doğaçlama konuşmamalıdır. Bu konuşma, kamuya açıklanmaması gereken özel bir endişeyi açığa vurmuş olabilir: Aynı anda hem eleştirel hem de müspet olunamayacağı, tarihin estetikten daha sağlam bir zemin olduğu ve doğruyu söylemek gerekirse, eleştirinin bir şeylerden çok emin olmak isteyen bir zihin için acı verici bir iş olduğu. Aristoteles edebiyatın en az bir dalında eleştiri yapmak için bu mizaçla çalışmadı; ne de bu mizaçla parlak genç beyinler her yerde her zamankinden çok eleştirel aygıtlarını hassas aletler haline getirmeye çalışıyor.
Herkes eleştiri yapamaz. Bir örnek vermek gerekirse, bir İngilizce profesörü ne kadar (tarih alimi kadar), seçkinse başka bir profesörün tarih bilimi çalışması hakkında olmadığı sürece, ki bu durumda söz konusu olan edebi eleştiri değildir, düzgün bir eleştiri yazmaya o kadar az yatkındır. Profesör eski bir esere dair estetik yargılardan yoksun olmayabilir, özellikle de bu eser “kendi dönemine aitse”, zira bu eser genellikle saygı duyduğu otoriteler tarafından değerlendirilmiş olmalıdır. Ancak yeni bir eserle karşılaştığında korkarım nadiren söyleyecek özel bir şey bulacaktır. Çağdaş eleştiri İngiliz çalışmalarını yönetenlerin elinde değildir. Alışılagelmiş tarihsel yorumlara pek elverişli olmadığından, incelenecekse illa eleştirel bir çalışmaya konu olması neredeyse zorunlu olan çağdaş edebiyat, ciddi bir çalışmaya uygun bir alan olarak güç bela resmiyet kazanmıştır. .
Çağdaş edebiyat eleştirilmeyi bekliyor işte, edebiyat profesörleri nerede? Onlar kendi bahçelerini suluyor, kendi dönemlerinin edebiyat tarihlerini aydınlatıyorlar. En sevdikleri öğrencileri de öyle. Bu durumu kurtaran ve çağdaş edebiyatı eleştirisiz kalma aşağılanmasından kurtaran kişiler, kendilerini sadece bir tarihçiye dönüşmüş hissettikleri için zamanından önce üniversiteden ayrılmak zorunda kalanlar ya da dersleri bitirip cezalarını çekmiş ama direnç gösterip bunun kendilerini meşgul etmesine ve şımartmasına izin vermemiş olanlardır. Onlar ev yapımı eleştirmenler. İncelemelerimizi ve eleştirel çalışmalarımızı donatan bu amatörler doğal olarak çok bilge değiller. Ancak seçkinlik göreli olduğundan bazılarının kaçınılmaz olarak yaptığı gibi kendilerini seçkinleştirdiklerinde, üniversiteleri bu onurdan ufak bir paydan fazlasını talep edemezler.
Ekonomi, kimya, sosyoloji, teoloji ve mimarlıkta durum böyle değildir. Bu dallarda gerçekleştirilen çalışmaları eleştirme yetkisine teorik ve teknik alanda formel eğitim almış kişilerin sahip olduğu kabul edilir. Tarihsel yöntem yararlıdır ve her türlü insan performansına kolaylıkla uygulanabilir. Ancak bu uygulama diğer dallarda çalışan üniversite mensupları için bir saplantı haline gelmez; sadece edebiyatçılar kendilerini saf tarihçilere dönüştürmek isterler. Bu durum, koca bir bölüm personelinin ve onlara harcanan müsrif kaynakların faydasını başka hiçbir bölümde görülmemiş ölçüde geçersiz kılacak kadar ileri gitmiştir.
III
Muhtemelen İngilizce bölümleri edebi sanat anlayışını iletmek için vardır. Bu hem eleştiriyi hem de “takdir” ile kastedilebilecek her şeyi içerecektir. Bu son terim, her herhangi bir talimat olmaksızın, yalnızca edebi ürünün huzurunda zaman geçirmek durumunda kalarak sezgisel olarak sahip olunan türden bir anlayışı ifade ediyor gibi görünmektedir. Şu anda bölümlerde yapılan en iyi işlerden bazılarının, öğrencilere özel bir takdir eylemi dayatarak yüksek sesle iyi okumaktan biraz daha fazlasını yapan kişilere ait olduğu doğrudur. Belki de Harvard’dan Profesör Copeland ya da Greeley Öğretmen Koleji’nden Dekan Cross’u düşünerek insan bunun ne kadar iyi bir hizmet olabileceğini hatırlıyor. Aynı şeyi, daha emin olduğunu iddia ettikleri başka bir yolla elde etmeye çalışanlar da var: iyi şiire aşinalık kazandırmak için çok fazla hafıza çalışması gerektirerek. Bunlar; stratejilerini, her halükârda talep ettikleri çalışmanın alimlerin öğrencilerine ezberlettikleri tarihsel saçmalıklar kadar boş olmadığını söyleyerek savunabilirler; eğer amaç gerçekten dışsal bilgi değil edebi anlayışsa. Ancak hem yüksek sesle okuyan profesörlerin hem de hafıza çalışması talep edenlerin makamlarını tanımlamak için eğitim kelimesini kullanmak yanlış olacaktır. Bu şekilde görevlendirilen profesörler tam anlamıyla küratördür ve bakımını üstlendikleri müze, tıpkı başka bir müzenin tablolarla dolu olabileceği gibi, sevilen edebi şaheserlerle donatılmıştır. Ekiplerini bir eserden diğerine yönlendirirken uygun yerlerde duraksar yahut saygı dolu jestler yaparlar, ancak başyapıtlara karşı besledikleri bariz görüş bir şekilde bulaşıcıdır ve tefekküre neden olur. Doğal olarak; başyapıtları çerçeveleyen, uygun okullara ve kronolojik sıraya göre asan, sanatçılar ve olaylar hakkında bilgiler içeren kitapçığı hazırlayan arka plandaki meslektaşlarının verimli personeline minnettardırlar. Meslektaşları da muhtemelen bu iş bölümünden oldukça mutludur; asıl üretken işi kendilerinin yaptığını ve daha az becerikli kişilerin artık biraz satıcılık rolü üstlenmesinin uygun olacağını düşünürler.
Özel olan takdir ile kamusal ve tartışmaya açık olan, ayrıca İngilizce çalışmalarının son aşamasını temsil eden eleştirinin arkasında tarihsel akademisyenlik vardır. Bu vazgeçilmezdir. Ancak bu araçsaldır ve kendi başına bir amaç olamaz. Bu açıdan tarihsel çalışmalar dilbilimsel çalışmalarla aynı konumdadır: dil ve tarih yardımcıdır.
Tarihsel çalışmalardan bahsedecek olursak. Onlar olmadan örneğin Chaucer’ı ne yapabiliriz? Öğrenciyi kahramanca ve bir kereye mahsus olmak üzere tarih disiplinine sokmayı amaçlayan her tür ileri İngilizce çalışma programının merkezinden yer alan “zor” akademisyenliğin tanıdık mahallinden alıntı yapıyorum. Chaucer, tarihçiler deşifre etsin diye alegoriler yazar; bize yabancı olan kurumlara ve geleneklere bakar. Arkasında ise hem biçim hem de malzeme ödünç aldığı çeşitli dillerde birçok yazar vardır. Düşünceleri, etkin bilgimizden geçmiş olan klasik ve ortaçağ felsefelerine ve bilimlerine sürekli atıfta bulunur. Zihinlerimizin Chaucer’a estetik açıdan yaklaşmaya hazır olması için muazzam bir tarihsel uyarlama çalışması gereklidir.
Bu kendi çağımıza ait olmayan bütün yazarlar için geçerlidir. Eski bir esere girerken kullandığımız zihin, hayatımızı kazandığımız ya da çağdaş bir esere girerken kullandığımız zihin değildir. Keskin kısıtlamalar altındadır ve oldukça farklı bir şekilde donatılmıştır. Mevcut çağdaş zihnimizden, modern koşullar altında oraya gelmiş olan ama daha önceki zihinde hiç bulunmayan pek çok şeyi silmemiz gerekir. Bu olumsuz olarak işleyen bir tekniktir; bir askıya alma tekniğidir; pratik insanlar, gerçek bilim insanları ve layığıyla temsil ettikleri aydınlanmış insanın kazandığı “hakikat” veya “ilerleme” ile gurur duyan saldırgan modernler bunda zorlanırlar. O halde, olumlu tarafından bakacak olursak, zihnimize o eski çağda sahip olduğu kesin inançları ve düşünce biçimlerini, tarihin bize öğrettiği belirli içerikle sağlamalıyız; haliyle bu bir uydurmaca tekniğidir. Bu tür tekniklerle gerçekleştirilen tarihsel uyarlama eyleminin tamamı esneklik açısından olağanüstü bir başarıdır. Kuşkusuz bu üniversite eğitimini haklı çıkaracak kadar zor bir şeydir. Ancak bir İngilizce programı için yeterli değildir.
Modern tarih biliminin İngiliz edebiyatı alanındaki başarısı toplamda muazzam olmuştur; bununla gurur duymalıdır. Cambridge Tarih’in birkaç bölümünü kaynakçalarıyla birlikte inceleyerek İngilizce öğrencileri için şu anda mevcut olan tarihsel öğrenimin hacmi hakkında iyi bir izlenim edinilebilir[1]. Daha da iyisi, Cambridge Tarih’ten bu yana çıkan çok sayıda eserden birini inceleyerek: Chaucer, Shakespeare, Milton gibi yazarlar hakkında her şeyi anlatan, hacimli kaynakçalara sahip el kitapları ya da edebiyatın tüm dönemleri hakkında çok şey anlatan dönemsel kitaplar.
Bir açıdan, layığıyla, ‘ne kadar alim olunsa iyidir,’ denilebilir. Eleştirel zekâ çalıştıkça ve onu yönlendirme yetkisine sahip oldukça ne kadar olsa iyidir. Hummalı bir olgu bulma alıştırması gerektirmeyen eleştirel bir sorun yoktur adeta, ama her bir sorun gerektirdiği olgular açıdan oldukça kendine mahsustur. Elimizde zaten yığınla olgu olabilir, ama bunlar genelde koca bir sergiye eklenme, akademik nüfusa baş döndüren lezzetler sunma dışında hiçbir amaç olmaksızın bulunmuşlardır.
Öğrenciler arasında estetiğe meyilli olanlar için birçok tarihsel emeğin ödülü orantısız bir şekilde hafif olmak zorunda kalacaktır. Resmi Chaucer dersinin muhtemelen yüzde doksan beşten fazlası tarihsel ve dilbilimsel, yüzde beşten azı ise estetik ya da eleştireldir. Güzel bir şey ebedi bir neşedir. Ama öğrenci dilini onun önünde bağlamak zorunda kaldığı için gelişemez. Arkasında kahramanca bir insan emeği olan sanatsal bir nesnedir ve bu açıdan kamusal tartışmayı gerektirir. Diyalektik olasılıklar sınırsızdır ve bunları fark etmeye başladığımızda eleştiri yapmış oluruz.
IV
Eleştiri nedir? Eleştiri ne değildir diye sormak daha kolaydır. Günümüzde keyfi ve tanımsız bir eylem olarak kötü bir şöhrete sahiptir. Eleştiri eyleminin, edebiyat profesörlerinin sık sık yaptığı ve öğrencilerinin yapmasına sebep olduğu eylemlerden biri olmadığından emin hissederiz. Bizim melankolik izlenimimiz, kitap eleştirisi olarak basılan, nitelikleri tamamen belirsiz yazarlar tarafından yazılan o gevşek kompozisyonlarda bu eylemin genellikle temiz bir şekilde gerçekleştirilmediği yönündedir.
Profesör Crane, tarih bilimi ve Neo-Hümanizm eserlerini eleştiri dışında bırakır, ancak başka türler de dışarıda bırakılabilir. Ben şunları da hariç tutmak isterim:
- Sanat eserinin okuyucu olarak eleştirmen üzerindeki etkisinin beyanı olan kişisel kayıtlar. Eleştiriye getirilmesi gereken ilk yasa; olur da böyle bir yetkiyi üstlenecek olursak, nesnel olması, eserin özne üzerindeki etkilerinden ziyade nesnenin doğasına atıfta bulunmasıdır. Bu nedenle, münasip edebi eserin iki kez okuyabileceğimiz eser olduğunu ya da bize dış dünyayı unutturmak, gözyaşı dökmemizi sağlamak, kendiliğinden heyecanlar uyandırmak veya gırtlakta bir uyarılmaya sebep olmak ve benzerleri gibi dikkate değer fizyolojik etkilere neden olan bir eser olduğunu ya da mükemmel bir yanılsama yaratan ya da bizi ruhani bir vecde sokan, hatta duygusal bir katarsise neden olan bir eser olduğunu iddia etmek pek de eleştiri sayılmaz. Aristoteles, tragedya tanımını oluştururken bu sonuncusunu göz önünde bulundurmuştur, ancak eserin nesnel özelliklerine ilişkin bazı keskin analizler yapmayı da ihmal etmemiştir. Bazı modern Broadway komedisi yapımcılarının, güvendikleri birini provada seyircilerin arasına oturtup atılan kahkahaları saymasını istediklerini okumuştum; onların test yöntemi Aristoteles’inki kadar incelikli değil, ama her ikisi de eserin yarattığı etkiyle ilgileniyor. Böyle bir endişe; sanatın, sanatçının ya da işvereninin seyirci namına tasarıları olduğundan yapıldığı görüşünü yansıtır, bunlar yüksek ahlaki tasarılar olduğu gibi gişeye oynayan planlar da olabilir. Bu her iki durumda da sevimsiz bir görüştür, zira sanatçının sanatsal nesneye kendi namına ilgi duyan biri olarak özerkliğini de kendi namına var olan eserin özerkliğini de reddeder. (Bir kimyasalı belli bir tedaviyi gerçekleştiren bir şey olarak tanımlayabiliriz, ama kimyager için bu anlama gelmez; yorgun ebeveynlere oyuncaklar çocukları sessiz tutan şeyler gibi gelebilir ama mühendisler için bu anlama gelmezler). Dahası, aslında öznede keşfedilen nitelikleri nesneye atfeden şuna benzer sözcükler için o kapsamlı dağarcığı da eleştirel saymamalıyız: yanılmıyorsam dokunaklı, heyecan verici, eğlendirici, acınası; hafiften başka bir nedenden ötürü takdire şayan ve katı surette güzel kelimesinin ta kendisi.
- Özet ve başka sözcüklerle anlatma. Lise sınıfları ve kadın kulüpleri, edebi nesnelerin tartışılmasında mümkün olan tüm sistematik egzersizlerin en kolayı olan bu prosedürlerden zevk alırlar. Eleştirmenin kurgu ve şiir analizinde bunları asla kullanmadığını kastetmiyorum, ancak olay örgüsünü veya hikâyeyi gerçek içerikle özdeş olarak görmez. Olay örgüsü içerikten soyutlamadır.
- Tarihsel çalışmalar. Bunlar çok geniş bir yelpazeye sahiptir ve genel edebi arka plana dair çalışmaları, elbette eserin kendisinde otobiyografik kanıtlara özel atıfta bulunarak yazarın biyografisini, kaynakçaya dair öğeleri, edebi kökenlerin ve benzerlerinin alıntılanmasını, dolayısıyla genel olarak karşılaştırmalı edebiyat olarak adlandırılan şeyi içerir. Hiçbir şey eleştirel analiz için karşılaştırmalı edebiyattan daha teşvik edici olamaz. Ancak karşılaştırmalar üstünkörü ve mekanik olursa ya da akademisyen sadece paralel alıntılar yapmakla yetinirse, bu girişim yüzeysel olmaktan öteye geçemez.
- Dilbilimsel çalışmalar. Bu başlık altında yabancı ve arkaik olanlar da dahil olmak üzere alışılmadık kelime ve deyimlerin anlamlarını tanımlayan ve imaları açığa çıkaran çalışmalar yer alır. Eleştiride son kertede dilbilimin faydası, eleştirinin içeriği mantıksal olarak mükemmelen anladığını veya onun “yorumuna” dayandığının güvencesi olmasıdır. Dünyadaki tüm dillere ve edebiyatlara aşina olmak, kişiyi her ne kadar yıkıcı hatalardan kurtarabilse de, illa bir eleştirmen yapmayacaktır.
- Ahlaki çalışmalar. Uygulanan ahlaki standart eleştirmene uygun olandır; bu Hıristiyan etiği, Aristoteles etiği ya da yeni proletarya incili olabilir. Ancak ahlaki içerik içeriğin tamamı değildir; ki bu ikincisinden asla vazgeçilmemelidir.
- Eserden çıkarılan kimi soyut ya da vezinsel içeriği ele alan diğer hususi çalışmalar. Neredeyse tüm bilgi dalları edebiyatta kendine ait bir malzeme bulup çıkarabilir. Chaucer’ın Orta çağ bilimlerine hakimiyeti, Spenser’ın İrlanda sorununa bakışı; Shakespeare’in hukuk, Milton’ın coğrafya, Hardy’nin yer adları anlayışına dair çalışmalar yapılmıştır. Eleştirmen, sanatçının sahip olduğu haliyle bu malzemeler hakkında bilgi sahibi olabilir, ancak eleştirmen olarak işi bunların edebi olarak ne şekilde özümsendiğini tartışmaktır.
V
Akıllı okurun muhtemelen kendi namına yaptığı varsayılan buna benzer faydalı alıştırmalar olsun olmasın, eleştirel edimin ta kendisi gerçekleşir.
Yazılarına hayranlık duyduğum Bay Austin Warren, akademide eleştirel projenin gelişmesine kendini adamış biridir[2]. Yine de eleştirinin kendi evini kurması ve kendisini tarihsel ve diğer akademik çalışmalardan ayırmaya çalışması için hiçbir neden görmediğinde, belli ki bu konuda akademik görüşün büyük bir kısmını doğru bir şekilde temsil ediyor; öyle ya [bu görüş uyarınca] neden eleştirel olanlar da dahil olmak üzere her türlü çalışmanın aynı kesintisiz dikkat edimi veya aynı programlı “seyir” içinde bir arada gelişmesine izin vermeyelim? Ama şimdi de öyle yapmaları gerekiyor; ben ona sadece eleştirinin bu düzenleme altında gerçekten gelişip gelişmediğini sormak istiyorum. Edebiyat profesörlerinin elinde her zaman ilerleme şansı olmuştur, lakin ilerlememiştir. Bu noktada bir politika değişikliği kendini dayatıyor. Bence böylesi bir ilerleme için izlenmesi gereken strateji artık eleştirinin kendi haklarına dair bir sözleşmeye sahip olması ve bağımsız olarak işlev görmesini gerektiriyor. Onun bilimsel temelinden endişe ediyorsa; ne zaman sağlam olmayan bir bilimsel temelde faaliyet göstermeye kalksa her daim bunu kınayacak bilim insanları mevcuttur.
Kitap eleştirmenliğinin saf eleştiriye dönüşme anlamında reform edilebileceğini sanmıyorum. Kitap eleştirmenlerinin motivasyonları da performansları kadar karmaşıktır, aslında karmaşık performanslarını koşullandırırlar. Eleştirmenin, eleştirinin yanı sıra kitabı sunma ve yorumlama işi de vardır. Ondan en fazla, eleştirinin ne zaman başladığını bilmesini ve bunu işinin izin verdiği ölçüde temiz ve kesin bir şekilde yapmasını isteyebiliriz. Hangi otoriteye başvurabilir?
Ben hiçbir otorite tanımıyorum. Şimdilik her eleştirmen kendi otoritesi olmalıdır. Ancak kesinlikle eleştirel ve zaruri olan geniş bir çalışma alanı biliyorum ve eğer gerçekten hırslıysa eleştirmenin dikkate alması için başka bir çalışma türü önerebilirim.
Sanatın tekniği üzerine çalışmalar kesinlikle eleştiriye aittir. Başka bir yere ait olamazlar; zira teknik, sanat eserinde keşfedilebilecek herhangi bir düzyazı malzemesine ya da o sanatın kendine özgü biçiminden başka bir şeye mahsus değildir. Bu sınıflandırma çok geniş bir çalışma hacmine işaret etmektedir. Örneğin, şiirin vezin sistemini, devrik dizimini, dilbilgisi kurallarına aykırı ifadelerini, dilin düzyazı normundan ve dilbilgisi mantığından sapan unsurlarını, mecazlarını; şiirin “estetik mesafe” kurmasını ve kendini tarihten uzaklaştırmasını sağlayan kendine has kurguları veya icatları, yahut düzyazı için geçerli olmayan herhangi bir sistematik kullanımın şiirsel bir aygıt olduğu genel anlayışına göre diğer herhangi bir aracı ele almaları halinde teknik şiir çalışmaları buna bir örnektir.
Amacı olan bir aygıttır: usta eleştirmen ayrı aygıtların bir araya getirilmesiyle yetinmez; bunlar ona çok daha genel bir soru önerir. Eleştirmen; şiirin, aygıtları aracılığıyla, kendisini düzyazıdan ayırmak için neden bu kadar zahmete girdiğini ve düzyazıda temsil edilemeyen neyi temsil etmeye çalıştığını düşünür.
Burada, tartışmanın başlangıç noktası olarak hizmet edebilecek kendi fikrimle araya giriyorum. Şiir; tam da düzyazıdan kaçış araçları olan aygıtlar vasıtasıyla teknik açıdan kendisini düzyazıdan ayırır. Şairin muhafaza etmek istediği bir şey nesir tarafından sürekli olarak öldürülmektedir. Ancak bu felsefi olarak ifade edilmelidir. (Felsefe kulağa zor gelir ama deneyimin doğal ve temel biçimleriyle ilgilenir.)
Eleştirmen şiiri umutsuz bir ontolojik ya da metafizik manevradan başka bir şey olarak görmemelidir. Şairin ta kendisi, kompozisyonun ıstırabı içinde, emeklerine dair bu tür bir duyguya sahiptir. Şair şiirinde, gerçek hayatta sürekli dokunduğunda parçalanan bir varoluş düzenini sürdürür. Şiiri gerçek, bireysel ve niteliksel olarak sonsuz olan nesneyi kutlar. Pratik çıkarlarının bu canlı nesneyi sadece bir faydaya indirgeyeceğini ve bilimlerinin onu işlerine geldiğince kendi soyutlarına parçalayacağını bilir. Şair, nesnesinin varlığını düşmanlarına karşı savunmak ister; eleştirmen de onun ne yaptığını ve nasıl yaptığını bilmek ister. Eleştirmen, şiirde evrenselleşme eğiliminde olan ama bu kaderin ceremesini çekmesine izin verilmeyen bütüncül bir şiirsel ya da bireysel nesne bulmalıdır[3]. Şiirsel nesneyi, yöneldiği evrensel ya da sıradan nesne ve onu güvende tutan doku ya da çağrışım bütünlüğü bakımından teşhis eder. Evrensel nesneyi nasıl ortaya çıkarır? Bu nesir nesnesidir ve herhangi bir dobra profesyonel okuyucu bu nesneyi derhal başka sözcüklerle ifade ederek keşfedebilir; bu bir tür hikaye, karakter, şey, sahne ya da ahlaki ilkedir. Peki şiirsel nesneden çıkmasını engelleyen doku nerededir? Bu; düzyazı mantığının yasaları uyarınca müsrifliğidir; hatta buna alakasızlığı bile diyebilirim.
Bir şairi ayırt eden şeyin üslubu olduğu söylenir. Bu kapsamlı bir sözcüktür ve muhtemelen şu anlama gelir: alakasızlıklarının ya da dokularının genel karakteri. Tüm teknik aygıtları, ayrıca başvurduğu tüm maddi ayrıntılar buna katkıda bulunur; evrenseli, çekirdek-nesneyi detaylandırır ya da bireyselleştirir. Hatta ideal koşullarda her şiirde mantıksal bir nesne ya da evrensel ayırt edilebilir. Ancak yine her şiirde alakasız bir doku da bulunur, ki söz konusu mantıksal nesne veya evrensel bu alakasız dokudan ortaya çıkmaz. Eleştirmen, bu özellikleri ortaya çıkarmak için şiiri parçalara ayırmak ya da analiz etmek zorundadır. Bu ne kadar incelikle yapılırsa yapılsın, şiirin yaşayan bütünlüğüyle kıyaslandığında bu kaba ve derme çatma bir iştir. Ancak bu olmadan şiirin değeri ya da herhangi bir erişkin şiirin ardındaki doğal tarih pek anlaşılamaz.
Kullandığım dil çok ürkütücü gelebilir, ancak derin bir eleştirinin genellikle bu tür bazı düşüncelerle işlediğini görüyorum. Eleştirmen bunları nasıl ifade ederse etsin, zihninde iki terim vardır: düzyazı cevheri, ki bütüncül nesneyi bundan şiddetle çıkarsayabilir ve nesneyi şiirsel ve bütün kılan differentia (ayırt edici unsur), tortu ya da doku. İyi bir eleştirmen için şiirin karakteri, arka kalan niteliğini sergileme biçiminde yatar. Şairin karakteri, ilgisinin açıkça bağlı olduğu düzyazı nesnesinin türüyle ve onu arka kalan dokuya sıkıca dahil etme biçimiyle tanımlanır. Ayrıca şüphesiz bilge eleştirmen; kamusal karakterinin ardında, özel bir düz yazı biçimine veya bilimsel bir esarete düşme zayıflığına sahip bir adam olarak şairin özel tarihini de genelde okuyabilir.
Benzer düşüncelerin kurgu ya da edebi olmayan sanatların eleştirisi için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Bunu, sanatların temelde bir olduğuna inanan filozofların yararına belirtiyorum. Ancak onları belgelemeyi daha nitelikli kişilere bırakmayı tercih ederim.
[1] The Cambridge History of English Literature, ed. A. W. Ward ve A. R. Waller, 1907-1916.
[2] Örneğin bkz. Warren’ın “The Scholar and the Critic: An Essay in Meditation,” University Toronto Quarterly, VI (1937), 267-77, ve “The Criticism of Meaning and the Meaning of Criticism,” Sewance Review, XXXVI (1938), 213-22.
[3] Ransom, bir şiirin “mevzu dışı dokusunun” asla tam olarak mantıksal yapısı tarafından asimile edilemeyeceğini iddia eder.
Criticism Inc. isimli yazıyı Tahsin Aladağ çevirdi, Öznur Karakaş çeviriyi redakte etti.
Ana Görsel: Jonathan Wolstenholme