Frantz Fanon, Hegel ve Alfred Adler’in yapıtlarının sömürge-sonrası coğrafyalarda “koyu tenli insanların görüsünü anlamak” konusunda uygun yaklaşımlar oluşturduğunu düşünür. Özellikle Adler, “aşağılık duygusu”nu kurucu bir etken olarak ele alırken açıklayıcıdır. Bu ilksel duygu çok farklı içerikler kat etse de, biçimi, yönelimi “değişmeden kalır”. Post-kolonyal, sömürge-sonrası siyah “eskiden köledir” ama yine de efendisinin tanımasına muhtaçtır. Fakat onunla kurduğu diyalektik, Fanon’un Siyah’ın ruhsal manzarasına dair tasvirlerinde gösterdiği gibi, hiç de müspet sentezlere varmaz. Hatta olumsuzun olumsuzlanması olumsuz görüngülerden fazlasını yaratmaz. Fanon bu diyalektiği “zenci”deki patolojinin kaynağı gibi ele alır. Beyaz’la karşılaşmasa bile içinde yerleşik bir beyazla, ona okumayı, yazmayı, düşünmeyi öğreten medeni insanla sohbeti de onu hasta etmeye yetebilir. Zencinin varoluşuna erken zamanlarda işleyen aşağılık duygusuyla giriştiği her eylem bu hastalığı artırır. Sömürge-sonrası manzarada efendi ülkesine dönse de gölgesi, sureti kaybolmaz. Zenci, içindeki efendinin hayaletleriyle muhasebesini ve münasebetini sürdürür. Üstelik önceki daha anlaşılır diyalektik bu sefer daha muhayyel, karmaşık şekiller alır.
Siyahın tanınma mücadelesinin öznesi “beyaz kadındır”. Koyu tenli erkek onun sevgisi sayesinde “beyaz uygarlığını ve haysiyetini kendine mal eder”. Fakat bu tanınma çabası kendisinin inkârının, “aldatmasının” da koşullarını hazırlar. Siyah fail, Sartre’a göndermeyle, bir çeşit “yanlış tanımayı” arzular. Bu sayede Siyah’ın ruhunun yapışık olduğu bedenine bir katman daha eklenir. Zenci değil de “fazla esmer” olmanın yollarını arar. Üzerine geçirdiği bu ek ruhsallık sayesinde koyu derisinin fazla göze çarpmayacağını umut eder. Beyaz onu tanıdığında derisiyle kimliği arasında bir boşluk, mat bir yüzey açılır. Ama arayışına cevap bulsa da kişiliğinin parçası “hüzünden” kurtulamaz. Beyaz ona insani haysiyetten pay verse de o bunu tam olarak sindiremez.
Fanon, Siyah ve Beyaz’ın, zor olsa da, “sağlıklı” biçimde bir araya gelmesinin yollarını araştırır. İkisi arasında telafi edilmesi gereken mesafeyi (yukarı veya aşağı yönde) azaltmayı amaçlar. Özellikle Siyah’ın içine çok erken zamanlarda ekilen “aşağılık tohumunun” daha fazla serpilmemesinin çarelerini arar. Sömürgeci zamanlarda yerleşen bu çekirdeğin gelişmesini sağlayan dinamiği görünür kılmayı dener. Böyle bir patoloji tohumunu içinde taşıyan zencinin kendisine bakışındaki “yanılsama ve yanlış anlama kümesini” teşhir etmeye çalışır. Kendi içine ve dışına yönlendirdiği hıncın kaynağını belirlemenin yollarını arar. “Siyah’ın sefaletine dokunmak” ister (2020: 71). Aynı sefaleti yaratan ilişkinin bir ucunda aşağılık, diğerinde ise “üstünlük” duyguları yer alır.
Fanon, Sartre’ın “Yahudi’yi yaratan Yahudi düşmanıdır” özlü sözüyle analoji kurar ve Siyah’ın Beyaz tarafından yaratılan “ikincil” bir varlık olduğunu söyler. Sömürge-sonrası yıllarda onun “özüne” ulaşmak da bu nedenle zordur. Örneğin bir Antilli, civarında Avrupalı olduğu zaman anlamlı bir kimliktir. Avrupalı siyahın içinde yaşayan bir gölge olarak Beyaz da bu kimliği pekiştirebilir. Antillinin Beyaz gelmeden önce insan olup olmadığı belirsizdir. İkisi arasındaki ilişkinin “istikrarı” bu karşılaşmada beliren aşağılık duygusunun canlı tutulmasına bağlıdır.
Bir psikanalist olarak Fanon’un temel sorularından birisi, Siyah’ın içindeki Beyaz’ı çıkardığımızda geriye ne kalacağıdır. Onun bilinci gibi bilinçdışı da Beyaz’ın simgesel ufkuyla belirlenmiştir. Siyah için “beyazlaşma ve yok olma ikilemi” dışında üçüncü bir seçenek aranmalıdır. Beyaz kendi simgesel giysisiyle sarmalasa da, onu bir sefalete, “ezici bir nesnelliğe” hapseder. Siyah’ın simgesel donanımı işe yaramaz. Beyaz’ın metafiziği içerisinde siyah bir karanlık, “bir şer, kusur” gibi durur. “Siyah’ın ontolojik bir direnci yoktur.” Onun varlığını veya yokluğunu temalaştırmak bu nedenle zordur. Derrida’nın sınırlarını çizdiği hayaletbilim kapsamında düşünürsek, “ne var ne yok” türünden bir gerçeklik sergiler. Beyaz kendi söylemlerini ona aktarsa da, bunun gerçeklik kazandıracağı bir muhayyile geliştirmesini sağlamaz. Onu “eğitmeye” çalışması zihinsel ve bedensel yapısını bozmaktan başka bir sonuca ulaşmaz; “birçok noktada saldırıya uğrayan bedensel şema yerini ırksal bir üst deri şemasına bırakarak çöker.” (2020: 90) Beyaz’ın bakışları onu yerine sabitler, “üstbelirler”.
Beyaz Gölge
Fanon birçok cümlenin öznesi olarak “zenci” der çekinmeden. Bu şekilde onun en derin benliğine temas edeceğini umar. Zencinin kendisine bu sıfatı veya ismi uygun bulması, gözleri görmeyenin kendisine kör demesi gibidir. En çok da zenciler birbirlerine zenci derler. Beyaz bu isim üzerindeki sorumluluğundan uzaklaşmak için onu daha latif biçimlerde adlandırır. Oysa zencinin ilksel benliği bu isme yapışır. Fanon’a göre Beyaz’la karşılaşan Siyah’ta bu zemini saklayan çok sayıda savunma düzeneği harekete geçer. Bu nedenle Batılı bireye yapıldığı gibi savunma süreçlerinin yüzeye çıkarılması ondaki “hastalığın” hızlandırılmasından başka işe yaramaz. Derin bir “aşağılık duygusuyla” böyle asimetrik ilişkilerin ortasında kalması zaten hastalığın da kaynağıdır. Ondan savunmaları da alınırsa, semptomuyla barışması beklenemez; geriye “varlığını hiçleştiren” birisi kalır. “Beyaz Efendi’nin karşısında korku içinde titreyen küçük düşmüş zenci” kalır geriye (2020: 51). Onun aşırı telafi edici tavırları veya dayanaksız görünen hiddeti biraz da bu kırılgan zemini saklar ve korur.
Fanon, Siyah’ın hayaletliğini yok ederek, ona bir ontoloji arar. İçinde huzurla var olacağı, “neyse o olduğu”, “kendi kendine sıkıca bağlı” kalabileceği bir zeminin imkânlarını araştırır (2020: 109). Kendi adına var ve yok olanlara karar verebileceği bu düzlemde, “bir ayağı hiçlikte, diğeri sonsuzlukta” olmanın ayrıcalığını o da duysun, güvenle kendi ötekini işaretlesin ister. Fakat varoluşçu önerilerden, “sağaltım” girişimlerinden önce mevcudu analiz etmelidir. Beyaz’la arasındaki diyalektikten uzaklaşan Siyah’ın öncelikle “tuhaflaştığını” belirler. Analizden sonuç alabilmek için Beyaz’la temasını kesmemelidir; korkuyla yüzleşmek gibi. Siyah, “özgün psikolojisine” kavuşmadan önce kolektif bilinçdışı yüklerini azaltmalıdır. Bu aşamada Jung, Freud’a göre daha açıklayıcıdır. Beyaz’ın derin ve uzun gölgesini kısaltmadan Siyah’ın kendine özgü bir ruhsallık geliştirmesi mümkün değildir. Onu baskılayan beyaz gölgenin tesirinden uzaklaşması için “kolektif bir katarsis” lazımdır. Bu arketipik gölge aynı zamanda onda gün geçtikçe biriken saldırganlığın da kaynağıdır.
Fanon, Siyah’ın, gerçek ya da muhayyel yollardan gerçekleşse de, öncelikle “saldırması gerekir” gibi bir sonuca varırken Sartre tarafından heyecanla desteklenir. Fakat Fanon’a göre bu çoşkulu onay birinci dünyalı bir tepkidir; Siyah’ın durumundan bihaber bir ezberin sonucudur. Oysa Siyah’ın öncelikle “kanalı, çıkış kapısını bulması” gerekir. Koyu tenli özne gölgeden kurtulmak için yeri geldiğinde tedhişe başvurabilir. Bu sayede “bembeyaz” tarihini dayatan bir özneyle kendisini özdeşleştirmekten kurtulabilir. Tarih kitapları veya çizgi romanlarıyla medeniyet getiren beyaz adamı kendisiyle karşılaştırmaya ara verir; saldırganlığı ertesinde kendi kusuruyla baş başa kalacak olsa da. Böyle bir şiddetin doğrudan veya dolaylı seyirler izlemesi, güzergâhlar takip etmesi çok fark etmez. Siyah, kara derisinin işareti olduğu genelleşmiş bir karanlık, kötülük ve kusuru yüklenmeli ve beyaz gölgeyle arasına mesafe koymalıdır. Beyaz’ın psikanalizinden farklı olarak Siyah’ın bu ön hazırlığı yapması ve aktarıma uygun kanalları açması beklenir.
Zenci, özdeşleştiği Beyaz’ın simgesel evreninde oluşan bir hafızanın içinden kendisini aşağılar. Hatta en çok diğer siyahlardan “nefret eder”. Zencinin zamanla Siyah ve Beyaz renklere boyanmış iki farklı, uzlaşmaz benliği oluşur. Doğal olarak bölünmüş bir kendilik geliştirir. Fanon onlarla karşılaştıkça geleneksel analitik ve sağaltım şemalarının Afrikalı siyahlara uymadığını kavrar. Mevcut kalıpları yeni bir diyalektik içinden gözden geçirmenin gerekliliğini fark eder. Zencinin analizi analistte karşı aktarımı ayaklandırır. Çünkü karşısındakinde “fobi yaratır”. Onunla olağan bir psikanalitik süreç yürütülemez. Bu sebeple zencilerle çalışan analistin meslektaşlarına göre farklı bir analizden geçmesi de gereklidir. Kendisi de Fanon gibi siyahsa bu süreç daha da çetrefil şekiller alır.
Fanon, Adler, Freud veya Jung’a saygıyla yaklaşsa da, onların siyahları veya siyaha benzeyenleri düşünmeden yazdıklarını hatırlatır. Onlar nevrozu müşterek bir ruhsal zemin saysalar da, Siyah’ın analizi nevrotik temelden başlatılamaz. Onun da altında başka psikolojik haller bulunur. Psikopatolojisi daha katmanlı ve derin olan sömürge-sonrası zenci için oedipal varsayım da doğrulanamaz. Fanon kesin bir istatistik bilgi verir: “Fransız Antillerinde ailelerin yüzde doksan yedisinin oedipus nevrozu üretemediğini nispeten kolayca kanıtlayabiliriz.” (2020: 122) Siyah bu süreci yoğun tecrübe etmediğinden, ona atfedilen cinsel farklılıklar geliştirmesi de zorlaşır. Fanon, Martinikliler için hep söylenegelen “oğlancılığın” açık bir kanıtına rastlamaz. Oedipus, cinsel farkın oluştuğu bağlam olduğundan, bu dönemin deneyimine sahip olmayan öznenin muayyen meylin dışına çıkması, farklı nesne ilişkileri içinden “olağandışı” cinsellikler geliştirmesi zorlaşır. Beyaz’ın ona cinsel ve biyolojik atıfları nedeniyle kendi mukadderatını aşamaz; “zenci özü, zenci doğası” kaderi olur ve “evrenseli hedeflemesi” zorlaşır. Onu birey değil de parçalı, kısmi bir varlığa indirgeyen bir muamelenin ortasında kalır. Bu nedenlerle psikanalist Fanon’un kişiye değil de öncelikle kolektif kültürel varlığa seslenmesi gerekir.
Siyah’a “sinsice yaklaşan” “beyaz veriler ve önermeler” siyah iradenin oluşmasına en baştan mani olur. Onun adına Avrupalı birey gibi kapalı ortamlarda, korunaklı odalarda, hanelerde bir benlik oluşumuna rastlanamaz. Dışarıda maruz kaldıkları olaylar neticesinde müşterek bir psikoloji geliştirirler. Onların durumu psikolojik olmaktan ziyade “kültürel” niteliktedir. “Yazılar, gazeteler, eğitim, okul kitapları, afişler, sinema, radyo sayesinde yavaş yavaş, sinsice bireyin içine işleyen” ortak bir yaşam biçimi geliştirirler. Beyaz kolonyal gölgesini çekse de, orada yaşamaya devam eder; memetik kalıtımı sonraki nesillere de aktarılır.
Siyah Gölge
Siyah, ona atfedilen bedensel kudretine rağmen, bu memetik, simgesel kalıtımla başa çıkamaz. Aralarındaki diyalektik gereği, Siyah’ın gölgesi Beyaz’ın üzerine de düşer. Bu gölgenin tesiriyle Beyaz, Siyah’ın biyolojik ve cinsel kudretine yönelik bir “fobi” geliştirir. Fanon’a göre bu durum zenciyi “hayvan saymanın” bir başka ifadesidir. Siyah penisin simgesi olan fallus Beyaz’a ait olsa da onun bedenleşmesi zenci tarafından gerçekleştirilir. Yahudi’nin ekonomik gücü ve siyasal tehlikeyi cisimleştirmesi gibi bir işlevi zenci biyolojik alanda yapar. Zenci ve tecavüz kelimeleri arasında yarı-bilinçli bir kısadevre oluşur. Zenci tüm uzuvlarından soyunarak bir penise indirgenir. Onunla kurulan münasebetler bu organ etrafında şekillenir. Organı onu görünmez kılar; penisi tarafından karartılır. Zenci imgesi fallusun görkemli boyutundan pay alır.
Bu noktada Fanon bir istatistik veri paylaşır çaresiz ve “Afrikalı siyahın penisinin ortalama uzunluğunun yüz yirmi beş milimetreyi seyrek olarak aştığını” ekleme gereği duyar. Anatomi tasnifleri “Avrupalı erkek için de aynı sayılara işaret eder” (2020: 135). Fakat Siyah’ın bir “hayvan olduğuna ikna olanlar” için bu bilgiler bir anlam ifade etmez. Penis boyutları hakkındaki bilgi inanç tarafından mağlup edilir. Beyaz biraz da onun bu boyutlarda bir uzva sahip olduğuna inanmak ister; yanlış anlama arzusuna yenik düşer. Hatta bu organın “karılarına saplandığı” yönünde saplantılı düşüncelere kapılır. Kadınları hayvanların hüküm sürdüğü taraftan kurtaramayacağı yönünde bilinçdışı bir takıntı geliştirir. Hem kadını hem de Siyah’ı aynı anda aşağılayan katmanlı bir söylem oluşturur. Üstelik Siyah’ı ayırt etmeyen, hepsine Afrikalı diyen toptancı bir yerden yaklaşır. Bir kıta dolusu sert ve büyük organlı adamlardan oluşan bir fantezi yaratır.
Fanon da toptancı bir üslupla, zencilerden ve onların topluca yaşadığı Afrika coğrafyasından söz eder ama hepsinin “parça parça ve farklı” olduğunu bilir. Hatta Sartre’ın onları millet olarak bile ayırmamasını eleştirir. Onların parçalanmışlığı biraz da şuradan bellidir: Hemen civardaki topluluklara yönelik saldırılarda hareketsiz kalırlar. Hatta kendi içlerindeki saldırılarda bile benzeri bir kayıtsızlık içine girebilirler. Kendisini aynı ırktan saydıklarıyla duygudaşlık kurmaz, dayanışma içerisine girmezler. Kendilerini beyazlar kadar ortak bir gövdenin parçası görmezler. Fakat Beyaz’ın onlara bakışından kaynaklanan kolektif bir bilinçdışı geliştirdikleri söylenebilir. Beyaz onu genital bir sıfatla tanımlar. Siyah içindeki Beyaz’ın tarif ettiği kadarıyla kendisini tanır ve anlatır. O da kendisini “kötülüğün ve çirkinliğin simgesi” olarak tasvir edebilir.
Kaynakça
Fanon, Frantz (2020). Siyah Deri Beyaz Maskeler, çev. Orçun Türkay, İstanbul: Metis.
Fanon, Frantz (2013). Yeryüzünün Lanetlileri, çev. Şen Süer, İstanbul: Versus.
Fanon, Frantz (2016). Yabancılaşma ve Özgürlük Üzerine, çev. Kahraman Çayırlı, İstanbul: Sel.
Ana Görsel: Jean-Baptiste Colin in Montreuil, Ile-De-France, France, 2019