Severance, 2022 Emmy ödüllerine dram alanından aday gösterilen bilim kurgu dizisi… İşin açığı çok daha fazlası…
Bu yazıyı, Severance’a sinema sanatının farklı boyutları çerçevesinde yorumlar getirmek için yazmadık. Biz, dizinin sahip olduğu içerik zenginliğine vurgu yapıp, buradan hareketle gündelik hayata, mevcut emek rejimine dair eleştirel tespitlerde bulunmak ve kimi teorik kavramları yeniden hatırlamak niyetindeyiz.
Dizinin ilk sahnesinde masanın üzerinde baygın yüzüstü uzanmış olan klasik giyimli bir kadın görüyoruz ve hoparlörü andıran ufak bir makine “Sen Kimsin?” diye sesleniyor ona. Toplantı odasında yapayalnız bir çalışan ve cansız kansız etsik kemiksiz bir ses; “Sen Kimsin?”.
Bu sorunun çalışan tarafından cevapsız bırakılması gerekiyor ki şirket yöneticileri her şeyin yolunda gittiğine kanaat getirebilsin. Tanımlanamazlık çalışan için sıradan ve yok edici fakat çalışma ortamını birilerinin emeğinin sonuçlarına el koyarak yönetiyorsan, tanımlanamazlık senin makineye düzenli biçimde koymak zorunda olduğun yakıtın.
Bahsi geçen şirket Lumon Industries. Şirket rızasını aldıkları çalışanlarının beyinlerine bir çip yerleştiriyor. Çip, hafıza ayırma (severance) niteliğine sahip ve hep aktif; çalışanın hafızası, iş yerine geldiğinde dışarıdaki yaşamından, çalışan iş yerinden çıktığında çalışma pratiğinden tamamen izole oluyor. Şu ayrıntı dikkat çekici; hafıza ayırma işlemine tabi tutulan çalışanlar doğrudan üretimde olanlar, arka planda yönetmekle meşgul olanların böyle bir zorunluluğu bulunmuyor. Ne de olsa birileri ayık kalmalı!
Şimdi gelelim gündelik pratiklerimize ve toplumsal yaşama.
İşverenlerden hep duyduğumuz bir verimlilik yaygarası vardır. Bu çerçevede dizideki kimi ayrıntılara eğilelim. Verimlilik kavramının mistik örtüsünü üzerinden çekip aldığımızda emek üretkenliği karşımıza çıkıyor ve bunun basit bir matematiğe – az zamanda çok işe – bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Zaman insanın kapitalist üretimin bir parçası olarak emek ortaya koyduğu aralıkta ücretlendirilen şey, ücretlendirilmediği aralıkta ise; kapitalistin insandan, ona emeği karşılığında verdiğinden fazlasını tüketim mekanizmaları aracılığıyla aldığı şey.
Bu konu işveren için aynı zamanda karlılık konusu olduğundan belirli bir zamanı, çalışanın nasıl geçirdiği ise çalışma disiplininin temel konusu oluyor. Eğer gerçekten mümkün olsaydı; üretim sürecinin merkezinde duran işçinin hafızasında çalışma pratiği ve özel yaşamı birbirinden ayırmak, patronlar için karlılıklarını tavan yaptırmak açısından mükemmel bir fırsat olurdu. Yoksa… Yoksa zaten ayrık mıyız ? E insanız hafızamız ve yaşamımız bir bütün. Öte yandan özel yaşam denilerek zaten ayrıksılaştırılmış, bir günümüzün belirli bir zaman dilimini kapsayan bir alan var. Bu alan, çalışma zamanında bizden çalınanlar eşliğinde cehenneme çevrilmişken, bir de bu cehennemin hafızamızda neden olduğu tahribatın iş yerindeki performansımıza olumsuz etkilerini giderecek bir çip tasarlamak, sadece şeytanın aklına gelirdi. Sermaye aklından başka şeytan yok, kapitalizmden başka cehennem de!
Bu anlamda Severance bir distopya değil sınırları bir miktar zorlanmış gerçekliğin ta kendisi. Sonuçta iş sözleşmesine haftada altı gün günde on iki saat açlık sınırının altında ücretle çalışma şartı koyan emek rejimi polisleri için teknolojik mümkünlüğü sağlandığı an itibarıyla beyne çip yerleştirmekle ilgili rıza metnini sözleşmeye iliştirmek çok kolay olacaktır.
Dizideki ayrıntılar üzerinden inceleyebileceğimiz bir diğer hayatın ta içinden kopup gelen kavram da yabancılaşma… Hafıza ayıran çip fikrinin Karl Marx’ın şu sözlerinden esinlenildiğini iddia edebilirim ama kanıtlayamam;
Bir kere, çalışma işçinin dışındadır, yani onun özsel varlığına ait değildir. Onun için çalışırken kendini olumlamaz, yoksar (inkâr eder), mutlu değil mutsuzdur, fiziksel ve zihni enerjisini serbestçe geliştiremez, bedenini harcar ve zihnini yok eder. Onun için işçi ancak çalışma dışında kendine gelir ve çalışırken kendisinin dışındadır. Çalışmadığı zaman kendindedir, çalışırken kendinde değildir. Onun için çalışması (…) bir gereksemenin doyurulması değildir; sadece, çalışmanın dışındaki bazı gereksemeleri doyurmak için bir araçtır.[1]
Yani… Anlatılan da izlediğimiz de bizim hikayemiz… Marx’ın sınıf mücadelelerini tarihsel ilerlemenin merkezine koyduğunu biliyoruz. Peki o mücadele nerede başlıyor. Tam burada. Gündelik hayatta… İş yerinde… Toplumun bir düzen içerisinde örgütlenmesini sağlayan işçi sınıfının baş aktörü olduğu üretimi sürecinde başlıyor. Yabancılaşmanın rahmi ise doğrudan bu süreç. Hafızamıza uygulanan rızalı rızasız penetrasyonun sebebi ise şu; kapitalist (kar için) üretimin tüm toplumun ve bireyin amacı haline gelmesi. İnsanca olan tam tersi yani üretim sürecinin insanı amaç edinmesi.
Şunu demeye getiriyoruz; hafızalarımız bir çip aracılığıyla ayrılsa da ayrılmasa da bizler ayrığız. Ayrık olduğumuzun bilgisiyle ve yahut ayrık olduğumuzun bilincinde olmadan ama ayrık olmanın maddi koşullandırmalarının etkisiyle iş yerinde bulunmamız, hayatımızın neredeyse tümünü kaplayan pratik bir süreci, yaptığımız işe yabancı biçimde geçirmemize neden oluyor. Bir yandan da bu süreci zayıflatmaya hatta ve hatta bu süreci yok etmeye dönük eylem birliktelikleri yaratmamıza yönelik sınıfsal eğilimlerimizin ortaya çıkmasını sağlıyor ki bu da emek rejimi polislerinin hiç işine gelmiyor. Madem bu ayrıksılık kapitalist üretim sürecine içkin bir çelişki ve bir yandan da ona zarar veriyor o zaman bu ayrıksılık soyutlama düzeyinde ulaştırılabilecek en üst senteze ulaştırılabilir ve insan bilinci birbiri arasındaki geçişkenliği imkânsız olan iki izole alana bölünebilir; üretim sürecinde geçirilen zamanın bilinci ve üretim süreci dışında geçirilen zamanın bilinci olarak. Bu şekilde çalışanın özel yaşam ve iş yaşamı arasındaki ikililiği ve çelişkiyi bilinç seviyesinde buluşturmaması, bireysel veya örgütlü olarak bu duruma itiraz geliştirememesi için kesin çözüm bulunmuş olabilir. Ayrıksanmanın ayrıksanması…
Bu örnekte insanın kendi emek sürecine yabancılaşmasından örnek vermiş olduk. Dizide insanın insana ve doğaya yabancılaşması başlıklarında da doğrudan örnekler mevcut. Hikâyenin çevresinde döndüğü iş yeri departmanının ismi Makroveri İşleme ve arşiv bölümüyle ilgili olduğundan söz ediliyor. Çalışanların yapıtkları iş hakkında en ufak bilgileri yok. Biz izleyicilerin de… Sabah 9 akşam 5 önlerine koyulmuş bir arayüzdeki sayıları sezgisel olarak seçip çöp kutusu ikonuna yolluyorlar. Bir şey yapıyorlar… O şey hakkında bilebileceğimiz tek şey şirketi karının üzerine koyduğu. Zaten üretim tarzı kapitalist olunca bir önemi var mı işin ne olduğunun… Belki kaynak ayırılmayan tedavisi çok pahalı kanser hastalarını ölüme yolluyorlar ve evet devlet hastaya ayıramadığı kaynakla bu şirketten kimin ölüme yollanacağına dair hizmet satın almış. Distopik mi, abartı mı ? Hayır, gerçekliğin kendisinde gayet mümkün bir örnek verdim. Belki de inşaat projelerine dönüşecek ormanlık alanların hangi müteahhite devredileceğini seçiyorlar. Ne yapıyorlarsa yapsınlar yaşamak için kazanmak zorunda oldukları belirli bir ücret karşılığında diğer insanların hayatına ve doğaya olumsuz müdahalesi olacak bir “şey” yapıyor olabilirler. Ücreti alındıktan sonra sonucun önemi kalmıyor; ne yapıldığının kime neye nasıl zarar verildiğinin. Kapitalist üretim sürecinin sade lafı dolandırmayan bir resmi adeta…
Silah ve savunma sanayine çalışan özel bir şirketteki mühendisi ele alalım, roketlerin yazılım mühendisliği tarafında iş görüyor. O roketin kimin, nasıl ve nerede canını aldığının bir önemi yok mu? O roketin antik bir kenti vurup yerle bir etme ihtimali umrunda mı? Umrunda olması bir şeyi değiştirir mi? Bazen çok şeyi… Aynı şirkette çalışan insan kaynakları uzmanının veya office boy’un hiç mi günahı yok? Evet insanlar bir yandan ekonomik zor vasıtasıyla çalışmak zorunda bir yandan da emek sürecine, insana ve doğaya yabancılaşmak, kendi varlığında ayrıksılaşmak, parçalanmak zorunda. Lumon Industry’de bunu en kesin yöntemle yapıyor; hem işlerinin sonucunu çalışandan saklıyor hem de çalışandan bunu sakladığını çalışanın öbür yarısından saklıyor. Bu sayede iş yerindeki üretim sürekliliğini sağlamış ve toplumsal yaşamdaki düzen karşıtı konumlanışların önemli ölçüde önüne geçmiş oluyor. Severance bir ütopya değil, her sermaye grubunun yakın gelecek için temennisi olabilecek nitelikte gerçekçi bir çalışma rejimi tasavvuru. İnsan bilincine doğrudan müdahale edebilmenin teknolojik altyapısı geliştirilmeye çoktan başlandı bile. Elon Musk ile anılan Neuralink Şirketi’nin faaliyetleri incelenebilir.
İlk bölümden spoiler niteliğinde bazı ayrıntılar vererek devam edeyim.
Yazının en başında “Sen Kimsin?” diye sorulan kadın çalışanın ismi Helly R. İşte ilk günü ve yakın zamanda işten ayrıldığı söylenen ekip şefi Petey’in yerine geçen Mark S. oryantasyon programında ona eşlik ediyor. Daha en başında uyum sağlayamayan Helly R bulunduğu yerden ayrılmak isteyip ayrık eşiğinden dışarı çıkıyor, fakat çıkması ve girmesi bir oluyor. Dışarıdaki Helly bir sebeple çalışmak zorunda ve bu yüzden bilincinin diğer yanı aktif olduğunda tekrardan işe dönme kararı alıyor, iş başı yaptığında ise bulunduğu yerden rahatsız olup işten ayrılmak için yeniden ayrılma eşiğine gidiyor. Bu kapitalist üretimin bir parçası olarak çalışan hemen hemen herkesin yaşadığı ve hayatı adeta cehenneme çeviren temel çelişkilerden biri ve ekonomik zor kavramıyla doğrudan açıklanabiliyor. Seçmekte özgürsün; açlık sınırında çalışarak üretim sürecinin fiziksel ve psikolojik tahribatı eşliğinde ömrünü tüketebilirsin ya da çalışmadan toplumun dışına itilerek temel ihtiyaçlarını karşılayamadan rezil rüsva biçimde açlıktan ölürsün.
Lumon Industries hakkında konuşulurken şirketin 1800’lerden beri faaliyet gösterdiğini öğreniyoruz. Bugün 1800’lerden bu yana varlığını sürdüren bir şirket var mıdır bilmiyorum ama 1800’ler kapitalizmin hâkim üretim tarzı olma yolunda ilerlemeye başladığı tarihsel dönem. Bu yüzden Lumon Industries doğrudan kapitalizmi, onun yarattığı toplumu ve ücretli emeğin sömürüsüne dayalı üretim tarzını simgeliyor diyebiliriz. Bir şirket 1800’lerden bu yana varlığını devam ettiriyorsa kapitalizmin bütün örgütlenme biçimlerini kullanmış olmalı. Taylorizm, fordizm, post-fordizm vb. özde değil biçimde farklılık gösteren bu örgütlenme biçimlerini deneyimleyen Lumon Industries şimdi de hafızayı ikiye bölerek üretim sürecinin patron ve onun çıkarına en kesin biçimde nasıl dizayn edileceğini keşfetmiş olabilir mi? Pek öyle görünmüyor.
Hafızaları ayrık da olsa sadece iş yerinde geçirdikleri zaman çalışanların içinde bulundukları durumdan rahatsız olmalarına, bu rahatsızlıklara karşı bir direnç göstermelerine ve hatta onları örgütlü davranarak çözüm aramaya itiyor. Ayrıksanmanın ayrıksanmasının ayrıksanması…
Tüm bu süreçte şirketin çalışanları bölmek ve itirazlarını güçsüz düşürmek için yapmadığı kalmıyor. Kahvelere krema desteği, eğlence merkezlerinde ücretsiz vakit geçirebilecekleri hediye kartları gibi ucuz numaralar işe yaramayınca sopa devreye giriyor. Distopik herhangi bir unsur yok burada. Gerçeğin ta kendisi. Fazla mesailer kalksın diye beraber yola çıktığın iş arkadaşının aklını, insan kaynakları müdürü maaşına üç kuruş zam yaparak çeliyorsa… ETF Tekstil işçileri işten çıkarılmalarını protesto ettikleri ve ödenmeyen tazminatlarını istedikleri için fabrika önünde kolluktan cop yiyip, ters kelepçe ile göz altına alınıyorlarsa… Severance asla bir distopya olamaz.
Severance bu yazıda değinemediğim sınıf mücadelelerinin gündelik parçası niteliğinde birçok ayrıntıyı içeriyor. Lumon Industries yöneticilerinden Bayan Selvig, Helly R’ın işe giriş oryantasyonunu başarısız yürüttüğü için Mark S.’i odasında azarlarken söyledikleriyle bu yazıyı sonlandıralım:
Biliyorsun annem ateistti. Eskiden cehennemle ilgili iyi ve kötü haber vardır derdi. İyi haber, cehennem sadece korkunç insan hayal gücünün bir ürünüdür. Kötü haberse, insan hayal edebildiklerini yaratabilir de.
[1] Karl Marx., 1844 El Yazmaları, Çev.:Murat Belge.,Birikim Yayınları, İstanbul 2013.