Yeni bir rapora göre, dünyanın %1’lik kesimi gezegenin alt kesiminin tamamından iki kat daha fazla karbon salımı üretiyor. Mesaj net: İklim değişikliğiyle mücadele etmek için egemen sınıfla mücadele etmemiz gerekiyor.
Kaliforniya’da yangınlar şiddetlendiğinden, Sibirya’da donmuş toprak eridiğinden, sıcaklık dalgaları Avrupa’yı vurduğundan ve kasırgalarla tayfunlar hiç olmadığı kadar kuvvetlendiğinden acilen iddialı bir iklim eylemine ihtiyaç var. Asıl mesele ise bu eylemin nasıl olacağı ve daha sürdürülebilir bir dünyaya geçişin yükünü kimin sırtlanacağı.
Son on yıllarda çevreyle ilgili halka verilen başat mesaj bireysel eyleme dönüktü. İklim krizine çözüm bulmak için bizlere ampullerimizi değiştirmemiz, enerji tasarruflu cihazlara geçmemiz, hibrit ya da elektrikli araçlar satın almamız, evlerimizin yalıtımını daha iyi yapmamız, plastik poşet kullanımını bırakmamız ve kişisel tüketimimizi farklı şekillerde değiştirmemiz gerektiği söylendi.
Son on yıllarda çevreyle ilgili halka verilen başat mesaj bireysel eyleme dönüktü. İklim krizine çözüm bulmak için bizlere ampullerimizi değiştirmemiz, enerji tasarruflu cihazlara geçmemiz, hibrit ya da elektrikli araçlar satın almamız, evlerimizin yalıtımını daha iyi yapmamız, plastik poşet kullanımını bırakmamız ve kişisel tüketimimizi farklı şekillerde değiştirmemiz gerektiği söylendi.
Hiç kuşkusuz bunlar olumlu değişimler ancak karşı karşıya olduğumuz büyük krizi çözmeye yetmiyorlar; üstelik iş iklim değişikliğinin sebebinin asıl kaynağını suçlamaya geldiğinde yanlış yargılara varılmasına sebep olabiliyorlar.
İklim krizinin itici güçlerinden birinin dünya nüfusu olduğunu öne süren giderek büyüyen bir tartışma mevcut. Bu insanlar diyor ki, dünya aşırı kalabalık ve karbon salımlarının bu kadar yüksek olmasının sebebi de bu. Bu görüş ekseriyetle insan nüfusunu azaltmak için soykırım gerektiğine inanan eko-faşistler tarafından dile getiriliyor. Ancak aşırı nüfus argümanı, iklim değişikliğini neyin körüklediği konusunda yanıltıcı ve sorunlu yargıların teşvik edilmesine katkıda bulunan primatolog Jane Goodall ve natüralist Sir David Attenborough gibi öncü liberal simalar tarafından da zikredildi.
Kişisel tüketime odaklanmak sorumluluğu hepimize bir nebze eşit dağıtırken, nüfus artışına odaklanmak suçu nüfusları son birkaç on yılda artmaya devam eden Afrika ve Asya ülkelerinin üzerine atıyor. Oysa ki bu insanların karbon ayak izleri dünyadaki en düşük seviyedeki karbon ayak izleri arasında sayılıyor, ki zaten gezegeni ısındıran sera gazlarını hangi otoriteler yayıyor diye baktığımızda cevap belli: Birleşik Devletler ve Avrupa.
Yeni yayımlanan bir Oxfam raporu, sadece dünyanın en zengin %1’lik kesiminin, dünya nüfusunun en yoksul %50’lik kesiminden iki kat daha fazla karbon salımı olduğunu gösterdi. Bu da Küresel Kuzey’in işçi sınıfına tavsiye edilen bireysel eylemlerin hepsi uygulansa da Küresel Güney’deki insanları çocuk sahibi olmamaya zorlasak da yine de sorunun çözülmeyeceği anlamına geliyor.
Fakat suçu tamamen Amerikalıların ve Avrupalıların üzerine atmak bile büyük resmi kaçırmak demek. Yeni yayımlanan bir Oxfam raporu, sadece dünyanın en zengin %1’lik kesiminin, dünya nüfusunun en yoksul %50’lik kesiminden iki kat daha fazla karbon salımı olduğunu gösterdi. Bu da Küresel Kuzey’in işçi sınıfına tavsiye edilen bireysel eylemlerin hepsi uygulansa da Küresel Güney’deki insanları çocuk sahibi olmamaya zorlasak da yine de sorunun çözülmeyeceği anlamına geliyor.
Kalan karbon bütçemiz, önemsiyormuş imajı verebilmek için iklim konferanslarına giden ama bunu da özel jetlerle yapan küresel elit tabaka savurgan yaşam tarzını sürdürebilsin diye heba ediliyor. Virgin şirketler grubunun kurucusu Richard Branson, bir yandan havayolu işini büyütüp diğer yandan sonu gelmez iklim vaatleri vererek söz konusu milyarder yeşil aklamasında başı çekiyor. Benzer şekilde, Elon Musk da bir yandan toplu taşımayı eleştirip yüksek hızlı tren projelerini bitirmeye çalışırken diğer yandan daha fazla otomobil satmak için iklimi önemsediğini iddia ediyor.
Fakat bu milyarderlerin en önde geleni sürdürülebilir olmayan faaliyetlerine çevresel sorumluluk imajı veren [“greenwashing”, yeşil aklama] Jeff Bezos’dur muhtemelen. Amazon’un CEO’su, bu yılın başında 10 milyar dolarlık Bezos Dünya Fonu’yla ilgili basında övülmüştü — hatta iklim vaadinden sonra Seattle’daki bir stadyumunun adını değiştirme hakkını bile satın aldı! Ancak Amazon fosil yakıtları daha etkin bir şekilde çıkartmak için petrol ve gaz şirketlerine yardım etmeyi sürdürürken henüz fondan dağıtılan bir bağış olmadı.
Bu milyarderler kapitalizmin iklim krizini çözebileceğini; yatırımlarının karbon salımını azaltıp bizleri sürdürülebilir bir geleceğe taşıyacak olan yeni bir tür “yeşil kapitalizm” yaratmayı kolaylaştırdığını ileri sürüyor. Hükümetler de bu masala kanıp bunu pandemi kalkınma planlarının merkezine koyuyorlar.
İngiliz hükümeti, Temmuz ayında ülkeyi “yeşil inovasyon”da ön saflara taşıyacak olan 350 milyon poundluk bir kalkınma planı duyurdu — gereken yatırım için devede kulak kalan bir yatırım bu. Tahmin edildiği üzere planın içinde servetlerini azaltmak, özel jetleri yasaklamak ya da kâr sağladıkları hava kirletici işletmelerin kepenklerini indirmek suretiyle karbon salımı hususunda servet sahiplerine sorumluluk yükleyecek hiçbir tavsiye yoktu.
Bunlar olurken, ABD’de Başkan Donald Trump’ın herhangi bir iklim planı yok; ama bir yandan dolum noktaları olan yeni karayollar vaadinde bulunup öte yandan hidrolik kırılma yöntemi yasağını reddeden Joe Biden bile yenilenebilir enerji ve elektrikli araba konusuna yoğunlaşıyor. Kuzeylerinde ise Başbakan Justin Trudeau, son yaptığı kürsü konuşmasında, elektrikli araçlara, kendileri için daha çok maden çıkarmaya ve hidrolik enerjiye daha çok yatırım yapmaya odaklanırken iklim eylemini Kanada’nın pandemi kalkınma planının “mihenk taşı” haline getireceği sözünü verdi. Bu girişimlerin çevresel etkileriyle ilgili sessiz kaldı.
Yeşil kapitalizm, ısınmayı 1.5 santigrat derecenin, hatta iki santigrat derecenin altında tutmak için gerekli olan eylem büyüklüğüne hiçbir zaman olanak tanımayacaktır; çünkü iklim krizini en başta körükleyen nüfuzlu insanlara ve işletmelere sorumluluk yüklemeyi reddediyor. Orta sınıfın iliğini kemiğini sömürürken zirvedekilere akan menfaatleri korumaya devam ediyor ve gerekli değişimi yapmaya gücü yetmeyenlere, küresel yoksula değilse bile halka sorumluluk yıkacak iklim anlatıları üretiyor.
Yeşil kapitalizm, ısınmayı 1.5 santigrat derecenin, hatta iki santigrat derecenin altında tutmak için gerekli olan eylem büyüklüğüne hiçbir zaman olanak tanımayacaktır; çünkü iklim krizini en başta körükleyen nüfuzlu insanlara ve işletmelere sorumluluk yüklemeyi reddediyor.
İhtiyacımız olan iklim eylemi servet sahiplerine hesap sormayı ve çevre konusunda bambaşka bir toplum vizyonu örgütlemeyi gerektiriyor. Bu yalnızca zenginlere daha yüksek vergiler ödetmek değil ayrıca sermaye birikimlerine yardım eden, gezegeni sınırı olmayan bedava bir hammadde hediyesi olarak gören ve onu ısıtan tüm karbon salımlarını üreten ekonomik yapıları bilfiil lağvetmek anlamına da geliyor.
Kapitalizm ve galipleriyle boy ölçüştük ölçüştük, yoksa kontrolden çıkan iklim değişikliğini durdurmakta, yaratacağı iklim mültecilerine yardım etmekte ya da bunun bir sonucu olarak dalgalar halinde yayılacak olan eko-faşist nüfus yoğunluğu masalını durdurmakta yetersiz kalacağız. Rosa Luxemburg’un da dediği gibi, seçimimiz sosyalizm ya da barbarlıktan yana. Yeşil kapitalizm bizi kurtaramayacak.
Jacobin Mag’de yayımlanan yazıyı Tual Şekercigil çevirdi, Öznur Karakaş çevirinin son okumasını yaptı.
[…] İklim kriziyle çehresini yeşile boyayarak mücadele eden kapitalizm (968 Kelime) […]