İnsan zihninin ne kadar karmaşık olduğunu deneyimlemeyenimiz yoktur. İçinden çıkamadığımız ama anlam da veremediğimiz durumlar karşısında kendimize türlü açıklamalar yaparız mesela. Ya da kendimizde hoşumuza gitmeyen bir davranışı başkasında görür, başkasını aynı davranıştan ötürü suçlarız. Bazı acı veren gerçekleri sürekli inkâr eder, sırf incinmekten korktuğumuz için aslında sevgisine ve yakınlığına ihtiyaç duyduğumuz insanlardan kaçarız bazen. Psikoloji bilimi bu tarz durumları benliğin kendini korumak için geliştirdiği bilinçli ve bilinçdışı savunma mekanizmaları vasıtasıyla açıklamaya çalışır.
Bunlar kendimizi tehdit altında hissettiğimizde veya id veya süper ego aşırı talepkâr olduğunda devreye girer. Freud’un (1923) karakter kuramına göre (McLeod 2019) psike üç kısımdan ibarettir: id, ego ve süper ego. Buna göre, id en ilkel ve içgüdüsel örgütlenmedir ve cinsel dürtüleri -Eros-, saldırganlık dürtülerini -Thanatos -ölüm dürtüsü- ve saklı anıları barındırır. İd, psikenin dürtüsel ve bilinçdışı kısmıdır ve temel itkileri, ihtiyaçları ve arzuları barındırır. Yeni doğan bebek, tamamen id’dir, büyüdükçe ego ve süper-ego geliştirir. Süper-ego ahlaki bilinç işlevi görür, ego ise id ve süper-ego arasında bir nevi arabulucudur. Ego, yani benlik, dış dünya ile id arasındaki dolayımdan doğar ve gerçeklik ilkesi üzerinden hareket eder, yani id’in taleplerini gerçekliğe uygun bir biçimde karşılamanın yollarını arar. Freud’un id’i ata, benliği, atın gücünü dizginlemesi gereken sürücüye benzetmesi meşhurdur. Benliğin bunda başarılı olamadığı durumlarda savunma mekanizmaları devreye girer. Süper-ego, toplumun normlarını ve ahlaki sınırlarını psişik örgütlenmeye dahil eder. Bilinçli kendilik de ideal kendilikten [self] ibarettir. Bilinçli kendilik, id’in taleplerine boyun eğen benliğin suçluluk duymasına neden olabilir. İdeal kendilik ise kişinin olmak istediği kişiye dair aklında çizdiği ideal resimdir. Bu ideale uymayan davranışlar da yine suçluluk uyandırabilir.
Elbette, bu temel kavramsal şema, daha sonrasında revizyonlardan geçirilmiş, benlik savunmalarına yeni psikologlar tarafından yenileri eklenmiştir. Bu yazıda daha çok Jerome S. Blackman’ın Zihin Kendini Nasıl Korur: 101 Savunma isimli kitabından faydalanacağız.
101. Savunma kitabının yazarı Jerome S. Blackman’e göre “insan zihni, kişinin, hoşa gitmeyen duygularının farkına varmasını önleyen mekanizmalar yaratma konusunda inanılmaz bir kapasiteye sahiptir. Bu mekanizmalar genellikle farklı kılıklara bürünür ve kişinin farkındalığı dışında işler”. Zihin, bu savunmalar vasıtasıyla hoşa gitmeyen belli hislerin bazı bileşenlerini bilincin dışında tutar. Bu savunma mekanizmaları patolojik -maladaptif- olduğunda ise mantıksız davranışlar, semptomlar, kişiyi yaşamda geride tutan alışkanlıklar ortaya çıkar.
Mesela ciddi bir konuşma yapmaya çalıştığınız eşiniz sürekli işi şakaya vuruyorsa, bu konuşmanın yarattığı duygulanım yoğunluğundan kendini bu şekilde korumaya çalışıyor olabilir.
Blackman, savunmaların genellikle acil durumlarda kullanıldığını, ancak nevrotik semptomlarda kronik de olabileceğini belirtir. Bunlar ayrıca belli dizilimleri takip ettiğinden pek çok psikiyatrik hastalığın teşhisinde de kullanılır.
Savunmalar genelde gelişim boyunca ortaya çıkış sırasına göre sınıflandırılır. Yazı dizisinin bu ilk bölümünde oral dönemde (0-1.5-2 yaş) ortaya çıkan ilkin Freud’un tanımladığı yansıtma savunmasını, anal dönemde (1.5-5 yaş arası) ortaya çıkan ve Otto Kernberg tarafından tanımlanan yansıtmalı özdeşim ve Spruiell tarafından tanımlanan yine anal dönemde ortaya çıkan yansıtmalı suçlama savunmalarını ele alacağız.
YANSITMA
İlk olarak Anna Freud tarafından ortaya atılan bu savunmaya göre, kişi kendinde hoşlanmadığı düşünceleri, hisleri ve motivasyonları bir başkasına atfeder. Buna en tipik örneklerden biri birlikte olduğu kişiyi aldatan veya bilinçli, bilinçsiz böyle bir arzusu olan kişinin partnerinin kendisini aldattığını düşünmesidir. Blackman’e göre ise bu kendi duygulanımınızı, dürtünüzü veya arzunuzu bir başkasına atfederek ona dair bakış açınızı çarpıtmaktır. Söz konusu şahsın gerçeklik algısında da sorun varsa buna “psikotik yansıtma” denir. Başka bir örnek de bir başkasının bize herhangi bir şey hakkında kızgın olduğunu düşünmek, ancak sonrasında aslında kızgın olanın kendimiz olduğunu fark etmektir.
YANSITMALI ÖZDEŞİM
Otto Kernberg’in ortaya attığı bu savunma mekanizması, yansıtma savunmasını revize eder. Ona göre, yansıtmalı özdeşim daha erken dönemli ve ilkel bir savunma operasyonu iken, yansıtma daha geç dönemi ve ileri bir savunma mekanizmasıdır ve ilkinden türer. Kernberg, bu ilkel savunmayı daha ziyade borderline gibi ağır psikopatolojiler ve psikoz halleri bağlamında ele alır. Bu daha ziyade, yazı dizisinin sonraki sayılarında göreceğimiz “bölme” savunmasıyla bir arada gider.
Blackman’e göre, bu üç temel durumda kullanılır:
- Başkasında o kadar çok kendinizi görürsünüz ki o kişiyi aslında olduğu haliyle değil kendi yansıttığınız haliyle değerlendirmeye başlarsınız.
- Kendinizde sevmediğiniz özellikleri, duygulanımları bir başkasına yansıtırsınız.
- Kendinizde sevmediğiniz özellikleri bir başkasına yansıtır ve hoşunuza gitmeyen duygularınızı tetikleyen kişi gibi davranmaya başlarsınız.
İnsanların zaman zaman sürekli şikâyet ettikleri ebeveynleri gibi davrandığını görürüz. Onlarda rahatsız oldukları davranışları sanki kendileri üstlenmiş gibidirler. Blackman’e göre bu yansıtmalı özdeşleşmeye bir örnek teşkil eder.
YANSITMALI SUÇLAMA
Blackman’e göre bu herhangi bir durumda kendimizi sorumlu hissettiğimizde, bunun beraberinde getirdiği suçluluk veya umursamazlık hislerinden kurtulmak için bir başkasını suçlamaktır.
Bu aslında oldukça tipik ve yaygın bir savunma biçimidir. Farz edelim çocuğunuz siz telefonda konuşurken düşüp kolunu kırdı. O anda bunun yarattığı suçluluk hisleriyle başa çıkmak için aynı anda içeride yemek yapmakta olan eşinizi suçladığınızda yansıtmalı suçlama savunmasına başvurmuş olursunuz.
Yazı dizisinin bir sonraki sayısında inkar, aynılaşma, bölme ve nesneleştirme savunmalarını ele alacağız.