Jean-Paul Sartre’ın varoluşçuluğu, insanın seçimlerinden bizzat kendisinin sorumlu olduğunu ve özgür iradesiyle kendi özünü inşa ettiğini belirten felsefi bir yaklaşımdır. Varoluşçuluğun önde gelen ismi Sartre’a göre dünyaya herhangi bir özle doğmayan insan, yaşarken kendi özünü yaratır ve seçimleriyle bu özü inşa eder. Sartre’ın insanın eylemlerinde kılavuzluk biçtiği özgürlük ve sorumluluk alanı aşırı bir öznellik taşır. Nitekim, insan kendini nasıl yaparsa öyledir diyen Sartre’ın kendisi de varoluşçuluğun temel prensibini bu sava dayandırır ve “buna ‘öznellik’ adını verenler de var” diyerek, varoluşçuların öznelcilikle itham edildiklerini ifade eder (2024: 39). Sartre’ın öznelcilik anlayışı, Fransız sosyal bilim geleneği içerisinde de Levi-Strauss’un birey ve tercihleri karşısında yapıların rolünü vurgulayan yaklaşımının zıttı yönünde konumlandırılır. Buna göre Sartre’ın, “bireysel öznenin özgürce seçimde bulunan, yaratıcı, belirlenmemiş bilinci üzerinde” yoğunlaşan bir toplumsal tasavvur pozisyonunun tam merkezinde yer aldığı kabul edilir (Swartz, 2022: 59). Peki, gerçekten insanın özünü inşa etmesinin ön koşulu olarak özgür irade ve sorumluluk, insanı ve edimlerinin sebebini kavrayabilmek için yeterli bir açıklama mıdır yoksa bu denklem yeni bir bilinemezciliğe mi kapı aralar? Bu yazı, ikinci durumdan hareket eder ve tam da bu noktada Bourdieu’nün kuramını yardıma çağırır. Bourdieu’nün habitus kavramı, bireyin eylemlerinin yalnızca özgür seçimlerle açıklanamayacağını, toplumsal-kültürel ve tarihsel yapılar içinde şekillenmekte olduğunu iddia eder. Öyleyse Sartre’ın bireyin sorumluluğunu vurgulayan varoluşçuluğu ile Bourdieu’nün habitus kavramını bir arada düşünmek, insanı kavrama noktasında daha isabetli bir yorumlamaya el verebilir mi?
***
Yirminci yüzyılın en önemli felsefi geleneklerinden biri olarak ortaya çıkan ve gerek tanrıcılık gerekse de tanrıtanımazcılık taraftarlarının tepkisine yol açan varoluşçuluk; bireyin özgür bir iradeye ve dolayısıyla da yaşamında kendi amacını yaratma kapasitesine sahip olduğunu ileri süren bir düşünceyi ifade eder (Barret, 1964). Öyle ki bu anlayışa göre birey dünyaya gelmeden, diğer bir ifadeyle bedensel bir varlık olarak insan olana bürünmeden önce hiçbir evrensel öz niteliğe haiz değildir. İnsanı insan olarak kavratan, onun meta düzeyde kurgulandığı insan fikrinden kaynaklanmaz, aksine özsel olana tekabül eden bu kurgunun kendisine ev sahipliği yapan şey, somut insan ediminden ileri gelen varlığın kendisidir. Her nesnenin bir özü bir de varlığı olduğunun altını çizen Sartre, iyi bilinen deyişiyle, insanda varoluşun özden önce geldiğini ileri sürer. Ona göre, “ilkin insan vardır; yani insan önce dünyaya gelir, var olur, ondan sonra tanımlanıp belirlenir, özünü ortaya çıkarır” (Sartre, 2024: 39). Kısacası, yaşanmazdan önce bir insan doğası yoktur. Her şey yaşantılar ve tercihlerden meydana gelir ve insan hem kendisi hem de insanlık mefhumuna dair bir uslamlamaya varır.
Murdoch, varlığın henüz var olmayan olasılıklarla anlam kazandığını ve bu olasılıkların da varlıkla şekillendiğini ifade eder (1981: 106). Yani, varlığa geçen şey, var olmayan şeyin veya şeylerin karşıtıyla bir anlam kazanır. Varlığa anlam yükleyen, olasılıklar ve bunlar arasından yapılacak seçimlerdir: “Siz yaşamazdan önce hayat bir şey değildir; ona bir anlam kazandırmak ancak size vergidir. Onu anlamlı kılan sizsiniz” (Sartre, 2024: 69-70). Sartre, yaşamın sorumluluğunu kaderin sırtından alarak insanın omuzlarına yükleyerek seçimlerinden de bizzat onu sorumlu tutar. “İnsan özgür olmaya mahkûmdur, zorunludur” der ve ekler, “zorunludur, çünkü yaratılmamıştır. Özgürdür, çünkü yeryüzüne geldi mi, dünyaya atıldı mı bir kez, artık bütün yaptıklarından sorumludur” (Sartre, 2024: 46). Sartre, olasılıklar evreninden tercih edilen yolların önemine dikkat çeker; “seçtiğim belirli bir insan tasarısı kuruyorum, yani kendimi seçerken gerçekte ‘insan’ı seçiyorum” (2024: 41). Sartre’ın iradî seçime yönelik yoğun vurgusu, onun düşüncesinin hem güçlü hem de kısmen kırılgan yönünü oluşturur. Kırılgan yönüdür çünkü insanı seçim anında karara götüren şey, onu sarmalayan sosyal ve psikolojik etkenlerin tümünden ileri gelir. Diğer bir ifadeyle, insan seçimlerinde soyut bir olay anında karar vermez, aksine kararın kendisine götüren süreç de dahil olmak üzere o kararı dayatan etkenlerin birçoğu insan iradesinin dışından belirlenir. Varoluşun başlangıçtan beri telafi edilemez bir şekilde dünya içinde olmak anlamına geldiğini ve yalnızca da bu bakış açısından analiz edilebileceğini ileri süren Bauman’a göre, “dünya içinde olmak da başlangıçtan beri ile olmak, şeylerle birlikte ve diğer insanlarla birlikte olmak anlamına gelir” (2021: 214). O vakit, varlık olarak insanın esas itibariyle diğerleriyle/başkalarıyla birlikte insan olduğunun, aynı zamanda bu türden bir var oluşun da bireyin iradi edimleri üzerinde doğrudan veya dolaylı etkilerinin olduğunun teslim edilmesi gerekir. Elbette ki Sartre için önemli olan husus, olasılıklar evreninden bireyin hangi yolu seçeceğine karar vermesi ve kendini ve aynı zamanda parçası olduğu insan kategorisini nasıl inşa edeceğidir. Ancak söz konusu bu birey/insan, herhangi bir us evreninde dilediğince dolaşabilen ve karar verebilen bir varlık değildir. O kadar ki, onun kararlarının öncülü olan dışsallık mefhumu, daha onun tercihinden bağımsız olarak dünyaya fırlatılmasından itibaren başlar. Başka bir deyişle, daha en başından, insanı insan yapan, dış etkenlerin bir dayatması ve o dayatmalar toplamından (sınırlandırılmış bir olasılıklar evreninden) vücuda gelir. Fay’in de tespit ettiği gibi, “herkesin kimliği, önemli ölçüde, içinde yaşadığı toplumsal ve kültürel dünyanın bir fonksiyonudur” (2022: 26). Öyleyse, gerek bireyi olasılıklar evreninden seçim yapmaya zorlayan sürecin ve seçeneklerin kendisi, gerekse de hangi kararı vereceği kısmi olarak bireyin iradesinin dışından belirlenir ya da bu belirlenim son derece baskındır, demek yanlış olmayacaktır. Tam da bu noktada, işte bu karar verme anını anlama uğraşı, bizi habitusa götürür.
***
“[Habitus] Geçmiş deneyimleri bütünleştirerek, her an bir algılar, beğeniler, eylemler matrisi işlevi gören ve şemaların analojik biçimde aktarılmasıyla, benzer sorunların çözümüne imkân vererek sonsuz çeşitlilikteki görevin yerine getirilmesini mümkün kılan, kalıcı bir yatkınlıklar sistemi” (Bourdieu, akt. Swartz, 2022: 144).
Tarihin ürünü ve bir eğilimler sistemi olarak habitus, biyolojik biçimde bireyleşen bir toplumsal olgudur ve kolektif ya da fertler arasında zuhur eder (Bourdieu, 2016: 158-188). Bourdieu, habitusu, bireyin dünyaya gelir gelmez maruz kaldığı ve zamansallık süresince içselleştirdiği devingen bir toplumsal yapı olarak kavrar. Habitus, bireyin eylemlerine ve tercihlerine yön veren, bireyin neyi olasılıklı veya makul görebileceğini önceden biçimlendiren, söylem ve bilinç öncesi bir tür içsel kılavuzdur. Habitus, “geçmişin şimdi’deki mevcudiyetidir ve gelecek olanın şimdi’de mevcut olmasını mümkün kılar” (Bourdieu, 2016: 250). Bu açıdan habitus, bireyin toplumsal olanın içerisindeki konumlanışının ve geçmiş yaşam tecrübelerinin, bedensel ve bilişsel yatkınlıklar düzleminde içselleştirilmesi olarak, bireyin şimdide karşılaştığı durumlar nezdinde eylemin yönünü olasılıklandıran bir dizgedir. Bireyin özgür iradesi ve tercihleri söz konusu olduğunda, onun seçimleri, bu tarihsel ve toplumsal işlerliğin sınırları içinde şekillenir. Bu bağlamda, bireyin habitusu, hangi tercihlerin usa getirilebilir, olasılık dahilinde ve erişilebilir olduğunu da belirleyebilen bir çerçeve ortaya koyar. Wacquant, Bourdieu’nün habitus kavramının, “algıladığımız, değerlendirdiğimiz ve içinde hareket ettiğimiz dünya aracılığıyla oluşan kalıcı ve aktarılabilen bir eğilimler sistemi” (2016: 61) olduğunun altını çizer. Habitus, mutlak ve sabitlenmiş bir yapı değildir. Aksine, habitus, her an değişime açık, mevcut koşulların seyrine göre şekil değiştirebilen, zamansallıklardan, toplumsal hareketliliklerinden, tecrübelerden, konumlanımlardan ve sınıfsallık pozisyonlarından vb. etkilenen ve tüm bu değişkenlerin kendi iç işleyiş mantığına kopmaz bir biçimde bağlı olmaya yazgılıdır. Buna göre, “bir habitus, aynı anda hem tarihsel hem toplumsal hem de bireysel olan bir eyleme mizacının ve bir algı değerlendirme çerçevesinin sınırlarını çizer” diyen Turner’ın yerinde saptamasıyla, “bu mizaçlar, tarihsel olarak biçimlenmiş bir toplumsal bağlam içerisinde pratik etkileşim içerisindeki bireylere içerilir ve bireylerde somutlaşır. Modern toplumun temel yapılandırıcı yapısı sınıf hiyerarşisi olduğu için, habitusun yapılandırıcı yapısı sınıfsal konuma bağlıdır” (2022: 397). Modern toplumun en başat yapılandırıcı unsurlarından biri olarak sınıf ve hiyerarşisi, bireylerin habituslarını da derinden şekillendiren bir belirleyicidir. Ayrıca, eklemek gerekir ki, Bourdieu sınıfı sadece ekonomik sermayenin işaret ettiği bir kavram olarak da görmez. Nitekim, ekonomideki parasal sermayeden daha geniş bir kavrama işaret eden “sermaye” kavramı Bourdieu açısından “parasal ve parasal olmayan, maddi ve maddi olmayan biçimler alabilen genelleştirilmiş bir ‘kaynaktır’” (Anheier vd., 1995: 862). Bu nedenle Bourdieu, kültürel, sosyal ve sembolik sermayelerin varlığına ve önemine de dikkat çeker. Tüm bu sermaye tipleri ve buna ilişkin birikimler, eylemler ve tercihler söz konusu olduğunda olasılıklar alanının çerçevesini, bireyin algılama, değerlendirme, eylemde bulunma biçimlerini habitus yoluyla çizer. Böylece, hangi yaşam biçimlerinin akla yatkın gelebileceği, hangi mesleklerin ulaşılabilir olduğu, hangi siyasal pozisyonun meşru düşünülebileceği, gündelik pratiklerde hangi eylemlerin “bilinçsizce” tercih edileceği veya Sartre’ın işaret ettiği gibi hangi seçimlerin “hangi insanlık” tahayyülüne yol açabileceği, bireyin habitusuna tekabül eden sürekli dinamik, esnek ve belirsizce sınırlandırılmış bir alandan dışarı taşar. Öyleyse, varoluşsal bir edim olarak tercih, kısmi olan bir özgürlük halinin içerisine yerleşmiştir. Başka bir deyişle, varoluşsal bir edim olarak tercih mefhumu, belirli bir zamansallık içerisinde geçmişten şu ana süregelen toplumsal, kültürel ve tarihsel tortuların üzerinde konumlanmıştır. Bu mefhum, yapısal ilişkilerden her an dışarı sızan, ele avuca sığmaz bir etkileşimler ağının birey nezdinde bıraktığı izlerin dışavurumundan müteşekkildir.
Şimdi, varoluşçuluk ve habitus bağlamında başta ileri sürülen, “İnsanın özünü inşa etmesinin ön koşulu olarak özgür irade ve ona ilişkin sorumluluk bilinci, bir varlık olarak insanı ve edimlerini anlamlandırabilmek için yeterli bir yaklaşım mıdır?” sorusuna dönerek bir yanıt verebiliriz. Buna göre, Sartre’ın varoluşçuluk düşüncesi, insanı, kendi özgür-sorumlu tercihleriyle varlığını ve özünü inşa eden azade bir özne olarak konumlandırırken; Bourdieu’nün habitus kavramı ise bu özgürlük mefhumunun mutlak bir serbestiyet halinden ileri gelmediğini, aksine tarihsel, toplumsal ve kültürel unsurlarla yapılandırılmış bir alan içerisinde cereyan ettiğini vurgular. Bu iki farklı yaklaşımı bir arada tefekkür etmek, insanı ne yalnızca kendi iradesinin efendisi olarak gören bir özgürlük yanılsamasına ne de tamamen belirlenmiş bir yapının pasif taşıyıcısı konumuna indirger. Tam tersine, bireyin olasılıklar evrenindeki tercihlerinin ardında yatan toplumsal koşulları ve bu koşulların izdüşümlerini göz önüne alarak özgürlük, özgür irade, sorumluluk ve nihayetinde varoluş mefhumlarını daha karmaşık, daha ayakları yere basan ve daha somut bir düzlemde yeniden tartışmayı mümkün kılar. Bu durum da bize, insana ve toplumsal dünyaya dair algımızın ve anlamlandırma faaliyetimizin ne kadar uçsuz bucaksız olabileceğini bir kez daha gösterir.
Kaynakça
Anheier, H. K., Gerhards, J., & Romo, F. P. (1995). Forms of capital and social structure in cultural fields: Examining Bourdieu’s social topography. American journal of sociology, 100(4), 859-903.
Barrett, W. (1964). What is existentialism?. Grove Press.
Bauman, Z. (2021). Hermenötik ve sosyal bilimler. (Çev. H. Oruç). Ayrıntı Yayınları.
Bourdieu, P. (2016). Akademik aklın eleştirisi – Pascalca düşünme çabaları. (Çev. P. Burcu Yalım). Metis Yayınları.
Fay, B. (2022). Çağdaş sosyal bilimler felsefesi. (Çev. İ. Türkmen). Ayrıntı Yayınları.
Murdoch, I. (1981). Sartre’ın yazarlığı ve felsefesi. Yazko.
Sartre, J. P. (2024). Varoluşçuluk. (Çev. A. Bezirci). Say Yayınları.
Swartz, D. (2022). Kültür ve iktidar – Pierre Bourdieu’nün sosyolojisi. (Çev. E. Gen). İletişim Yayınları.
Turner, B. S. (2022). Klasik sosyoloji. (Çev. İ. Çetin). İletişim Yayınları.
Wacquant, L. (2016). Pierre Bourdieu: Hayatı, eserleri ve entelektüel gelişimi. G. Çeğin, E. Göker, A. Arlı & Ü. Tatlıcan (Ed.), Ocak ve zanaat – Pierre Bourdieu derlemesi (ss. 53-76). İletişim Yayınları.