Aimé Césaire, 18 Nisan 2008’de, eski suç ortakları Léon Damas ve Léopold Sédar Senghor’la yeniden buluşmak üzere şairler için ayrılmış bir cennete doğru yola çıktı. Öyleyse Zenciliğin son silahşorunun da gömülmesiyle bu üç ismi birbirine bağlayan hareketi de gömmüş mü olduk? Bu hareketin dile getirdiği iddianın artık zamanımızda bir karşılığı kalmadığını ve belki de hiçbir Orfeus’un Hades’in derinliklerinden onu bir daha asla geri çağırmayacağını belirtmek için (Abdoulaye Ly’nin meşhur Feu la négritude adlı broşüründe söylediği gibi) ‘geç Zencilik’ten mi bahsetmeliyiz bundan sonra?
Zenciliğin yirminci yüzyıla verdiği şiirin hâlâ yaşadığı ve aslında onun ölümsüz ruhu olduğu genel olarak kabul edilecektir elbette. Ancak, şiirsel ruhun aksine, Zencilik olan beden, bir felsefe olarak geçmişte kalmıştır. Bu bedenin, sömürgeci, özcü bir momentten sömürge sonrası bir döneme ilerlemiş, Barrack Obama tarafından sembolize edilen küreselleşmiş ve belki de ırk sonrası bir hâl almış şu anki dünyayla bir alakası yoktur. Zenciliğin başarıyla tamamladığı görev böyle bir dönemi ilan etmekti. Kreollüğe Övgü’nün Césaire’ın yapıtları hakkında söylemeye çalıştığı şey buydu:
“Aimé Césaire iki vesayetçi canavarın birleştiği çemberi sembolik olarak yeniden açıp tekrar kapatmanın eşsiz ve çetin ayrıcalığına sahipti: Avrupalılık ve Afrikalılık. İki zıt mantıktan kaynaklanan bu iki dışsallık biçiminden biri kencesinin boyun eğdirdiği zihinlerimizi tekelleştirirken diğeri yaralarıyla dolu etimizde yaşıyor, ama ikisi de kendi bildikleri şekliyle, anahtarlarını, kodlarını ve sayılarını içimize işliyor. Hayır, bu iki dışsallık biçimi aynı seviyeye getirilmemelidir. Asimilasyon, Avrupalı ihtişamı ve eserleri aracılığıyla amansız bir şekilde hayatımızı Başka Yer’in renkleriyle resmetmeye uğraştı. Zencilik de inatçı bir direnme iradesi olarak kendini ortaya koydu ve kimliğimizi yadsınmış, inkâr edilmiş ve terslenmiş bir kültüre kararlı bir biçimde (tout uniment) yerleştirmeye çalıştı. Césaire, Kreol-karşıtı [anti-Creole] mıydı? Elbette hayır, daha ziyade, eğer böyle bir paradoksu göze alabiliyorsak, bir Kreol-öncesiydi [ante Creole]. Bize Karayipliğin gerçekliğine giden yolu açan Césaire’ın Zenciliğiydi. Ancak bu sayede onu öne sürebildik ve hâlâ adlandırılmayı bekleyen başka bir sahicilik derecesine doğru yönlenebildik. Césaire’ın Zenciliği bir vaftizdir, yenilenmiş haysiyetimizin ilk eylemidir. Biz sonsuza kadar Césaire’ın oğullarıyız.” [1]
Kreolistlere[2] göre Zencilik gerekli bir süre için kendi kendini hapsetmenin bir biçimiydi ve Karayiplilik, artık ‘gömülme’nin olmadığı okyanusa açılan bir kopuştu. Peki böyle bir resim gerçekten doğru mu?
Burada öncelikle Karayiplilik/Kreollük biçimindeki yeni bir sahicilik düzeyinde aşılması gereken bu iki karşıt mantığın, -bir yandan Avrupalılığa asimilasyonu diğer yandansa Afrikalılığı savunan- bu iki ‘canavarın’, daha 1940’ların sonlarında Jean-Paul Sartre’ın Zenciliğe dair bir iddiasını nasıl tekrarladığını göstermek istiyorum. İkinci olarak, Zenciliği Afrika kimliğinde hapsolmaya tekabül eden özcü bir gömülmeye indirgemenin ve onu, Kreolistlerin yaptığı gibi, ‘açık’ bir Karayipliliğin ‘etkileşimci toplamı’nın karşısına koymanın basit kalacağını savunmak istiyorum.[3] Zenciliğin bizzat kendisi, kendinden menkul bir kimliğin bir tür yapısökümü olmasından ve kullandığı zenci [nègre] kelimesinin, en nihayetinde, karışımı, melezliği, kimliklerin çoğalmasını, etkileşimselliği… savunan estetik bir kategori olarak var olmaya devam etmesi yüzünden.
Zorunlu Yok Oluş
Césaire, Damas ve Senghor’dan Zenciliğin üç silahşorları diye bahsettim. İyi bilindiği gibi üç silahşorlar aslında dört kişidir. Bu durumda dördüncü silahşor, d’Artagnan, Fransız varoluşçu filozof Jean-Paul Sartre (1905-1980) oluyor. Sartre’a Zencilik hareketinde böyle önemli bir rol vermek bir abartı değildir, özellikle de Orphée noir’ın Zenciliği meşhur etmede (ama aynı zamanda, birazdan değineceğim üzere, altını oymada) yaptığı etki göz önüne alınırsa. ‘Orphée noir’, ‘Siyah Orfeus’, Jean-Paul Sartre’ın Senghor tarafından köleliğin kaldırılmasının yüzüncü yıldönümünde Paris’teki Presses Universitaires de France’ta yayınlanan Fransızca Yeni Zenci ve Malgaş Şiir Antolojisi[4] için 1948’de yazdığı önsözün başlığıdır.[5] Zenciliğe yönelik çalışmalarıyla tanınan Belçikalı araştırmacı Lilian Kesteloot, haklı olarak, Sartre’ın, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında ortaya çıkan harekete ön onay mührünü basarak, Antoloji’nin ulusal ve uluslararası yankısını büyük ölçüde artırdığını ve isyanlarını haykıran Afrikalı ve Karayipli siyah yazarların şiir koleksiyonunun kültürel, felsefi ve politik bir manifestoya dönüştürülmesine yardımcı olduğunu söylüyor. Diğer bir sonuçsa şuydu:
“… herkes Zencilik üzerine konuşmaya başlamıştı ama Sartre’ın tanımları üzerinden; fikirler ve tartışmalar, zencilerin [nègres] kendilerinden çok, yani Césaire, Senghor, Alioune Diop ve benzerlerinin kendi deneyimleri hakkındaki düşüncelerinden çok Sartre’ın Zenciliğe dair yazdıkları hakkındaydı.” [6]
Sartre’ın önsözünün ana odağı Zenciliğin bir tür şiirsel havai fişek gösterisinde öldüğünü duyurmaktı. Aslında Sartre’ın yaptığı şey, tek bir felsefi müdahaleyle, Zencilik hareketini hem meşhur ettiği hem de altını oyduğu gerçeğini ifade etmek için benim “ölüm öpücüğü” dediğim şeyi kondurmaktı.[7]
‘Siyah Orfeus’ daha başlar başlamaz Sartrecı düzyazının alameti farikası olan bir şiddet tonu takınır. Sartre bu tonu Siyahların baskıya, ırkçılığa ve yadsımaya karşı ayaklanmasını selamlamak için kullanır ama aynı zamanda (benzersiz bir şiirsel tarzda) Zenciliğin yok olmaya mahkûm olduğunu söylemek için de – ki Sartre’a göre Zencilik sadece şairlerin şarkısından doğan olağanüstü bir puttur, tıpkı Eurydike’nin Orfeus’un çağırıcı gücü [evocative power] tarafından hiçlikten çekilip alınması gibi. Gerçekte, Afrikalılık hiçbir zaman çağırmanın [evocation] dışında var olmadı. En başından beri, tamamen şiirsel ifadede sarmalanmış olarak, onu oluşturan kelimelerin titreşiminde yok olmaya mahkûmdu. Sonuçta bu, Siyah halkların isyan ederken bile tarihte hiçbir zaman gerçek bir aktör veya faktör olmadıklarını bir kez daha iddia etmek anlamına geliyor. Sartre, Zenciliğin en radikal yadsımanın yadsınması olduğu için zamanımızın tek sahici devrimci şiirini ürettiğine ve Gerçeküstücülük isyanını alevlenme noktasına getirdiğine karar vermiştir. Hâlbuki Zenciliğin temsil ettiği, Sartre’ın tabiriyle, ‘ırkçılık karşıtı ırkçılık’ – (ki Zencilik daha sonra kendisini bu Sartrecı deyimden kurtarma mücadelesi vermek zorunda kalacaktır) – sadece gerçek aktörün, yani gerçek ‘halklar’ olarak proletaryanın şiirsel boyutu olarak kalır. Sartre dünyayı yeniden şekillendirmeye [transfigure] yönelik şiirsel kapasiteyi proletaryanın elinden alır ve Siyahlara verir, ancak dünyayı fiilen yeniden biçimlendirmeye [transform] yönelik benzersiz kapasiteyi elinde tutan yine proletaryadır. Sartre’ın ırk farklılıklarının evrensel tarafından yeniden emildiği bir diyalektikte herhangi bir momente dönüştürdüğü Zencilik, hakiki bir ‘moment’ bile değildir. Daha çok, demeliyiz ki, moment içinde bir momenttir.
Böyle bir momentin, ancak kendi yadsıması karşısında talep edilebileceği- ve dolayısıyla yok olmaya mahkûm – bir kimlik üzerinde nasıl bir etkisi vardır? Frantz Fanon bunu herkesten daha iyi açıklıyor:
“[‘Siyah Orfeus’un] o sayfasını okuduğumda son şansımın da elimden alındığını hissettim. Arkadaşlarıma ‘genç siyah şairlerin nesli az önce [gaddar bir darbe] aldı’ dedim. Beyaz olmayan halkların bir arkadaşından yardım istendi ve bu arkadaş onların yaptıklarının ne kadar taraflı olduğunu belirtmekten daha iyi bir yanıt bulamadı… Jean-Paul Sartre, bu çalışmada, siyah gayret ve heyecanını yok etti.” [8]
Sartre’ın Zencilik hareketini oturttuğu çerçevenin ortodoks Marksist proletarya fikrini en nihayetinde tek evrensel devrimci aktör olarak koruması gerçeğine rağmen, o dönemde entelektüel açıdan çok güçlü olan Fransız Komünist Partisi’nin temsilcileri Zencilik girişiminin tamamına ve Sartre’ın bu girişimi sahiplenmesine şiddetle karşı çıktılar. Böylece, Antoloji ile Sartre’ın ateşli önsözünün yayınlanmasının ardından, Gabriel d’Arboussier’in 1949 Haziran’ında ‘Tehlikeli Mistifikasyon: Zencilik Teorisi’[9] başlıklı bir makalesi Fransız Komünist Partisi’nin yayın organı olan La Nouvelle Critique dergisinde yayınlandı. O dönemde Afrika Demokratik Topluluğu[10] liderlerinden biri olan yazar, makalesini şu sözlerle bitirdi:
“… ne tür arkadaşlık bağlarımız olursa olsun -hatta tam da bu bağlar yüzünden olduğunu söyleyebilirim- ister siyah ister beyaz tüm devrimlerin kamufle edilmiş ama kararlı düşmanı varoluşçuluğun bütün sahte peygamberlerini açığa çıkarma ve açıklama çalışmalarımızı sürdürmekten vazgeçmeyeceğiz.” [11]
D’Arboussier’in saldırısı varoluşçuluğu hedef alıyordu zira varoluşçuluk kapitalist ve emperyalist tahakküme karşı mücadele alanına, ‘Siyah Orfeus’ ve onun şiirsel bedene bürünmesi olan Zencilik üzerinden, ırkın cazibesini ve karmaşasını sokma girişimi ile meşgul görünüyordu.
O zamanlar bu ırksal girişim, asıl mesele daha çok tarihin itici gücü olarak sınıf mücadelesinin evrenselliği olduğundan, tikelciliğin dağınık ve zamansız bir ayaklanması olarak anlaşıldı. Mücadeleyi ırksallaştırmak teorik bir mistifikasyon yaratmaktı, zira bu durumda ırk, olduğundan daha fazlası olduğunu, yani evrensel olan Öznenin -proletaryanın- herhangi bir niteliği olmaktan fazlası olduğunu iddia edecekti. Burada ‘nitelik’ ile kastedilen şuydu: ezilenler, kazara, siyah olduğunda, bu olumsal olgu varoluşçu teori için hiçbir materyal sağlamaz çünkü ezilenleri kapsayan özgürleştirici düşünce Marksizm’de (ve onun Sovyetlerde büründüğü bedende) zaten mevcuttur. Dolayısıyla, bu ırksal girişim, pratiğe yönelik bir mistifikasyondur zira özgürleşme için gerekli enerjinin bölünmesi ve saptırılmasına yönelik nesnel koşulları yaratır.[12]
Nihayetinde, Komünist Parti’nin aldığı konum ile Sartre’ın Eurydike’yi Zencilik için bir metafor olarak kullanması aynı kapıya çıkar: Zencilik kendi gerçeğine ancak evrensele dönüştüğü zaman ulaşır. Peki Zenciliğin kendi içinde tikelciliği aşma olasılığı var mı? Césaire ve Senghor şimdi ele alacağım bu soruyu yanıtladılar. Fakat onlara geçmeden önce şunu tekrar belirtmek istiyorum: Kreollük hareketi Eurydike sembolizminin bir başka avatarı olarak okunabilir zira Kreolistler Césaire’ı bir Kreol öncesi olarak sunmakta ısrar etmektedir. Onlara göre Kreollüğü mümkün kılan -Afrikalılığı, Avrupalılığı ya da Asyalılığı değil– Césaire’ın kendi Afrikalılığını onaylamasıdır.[13]
Césaire’ın Maurice Thorez’e Mektubu
Césaire’ın çalışmaları pek çok bakımdan özcülüğü reddeder. O, Sartre’da olduğu gibi, Zenciliğe tözsel bir içerik atfetmeme noktasında ısrarcıdır. 1987’de Miami’de verdiği bir konferansta, Zenciliğin sorunlu bir durum için sorunlu bir kelime olduğunu ve ‘kullanılması ve idare edilmesinin [bariz biçimde] zor’ olduğunu hatırlatır. Fakat, aynı zamanda, Zenciliğin bir öz olmadığını, ancak yine de bastırılamaz bir gerçeklik olarak kaldığını da onaylar:
“Bana göre Zencilik bir felsefe değildir. Zencilik metafizik değildir. Zencilik gösterişli bir evren anlayışı değildir. Zencilik tarih içinde tarihi yaşamanın bir yoludur: … deneyimi benzersiz olan bir topluluğun tarihini, sınır dışı edilmiş kitleleriyle, bir kıtadan diğerine taşınmış halklarıyla, eski inançların uzak hatıralarıyla, katledilmiş kültürlerin dağınık parçalarıyla. Kendi içinde tutarlı olan tüm bu olup bitenlerin bir miras oluşturmadığına nasıl inanabiliriz?” [14]
Césaire’ın bu yaklaşımı, 1956’da Fransız Komünist Partisi’nden istifa etmesine verdiği felsefi önemle koşutluk içindedir. Parti Genel Sekreteri Maurice Thorez’e hitaben yazdığı ünlü istifa mektubu –‘Maurice Thorez’e Mektup’- Sartre’ın Zenciliği Eurydike ile özdeşleştirmesine bir yanıt olarak okunabilir. Césaire yalnızca 1956 Macar Ayaklanması sırasında Partinin Sovyetler Birliği ile aynı hizada durmasını protesto etmek için değil, aynı zamanda kaderi evrensellik içinde erimek yerine kendisini bu evrensellik içinde bulup tanımak olan bir tikelliğin gerçekliğini onaylamak için de istifa etti. Césaire, “beyaz olmayan bir kişi olarak [kendi] konumuna ilişkin değerlendirmeler”ine geçmeden önce, daha Rusya’dan bağımsızlığını bile ortaya koyamayan bir Partiye karşı şikâyetlerini belirterek başlar.[15] Ardından değerlendirmelerinde tekilliği yüceltir:
“… dünyada başka hiçbir duruma benzemeyen bir durumun tekilliği… başka hiçbir soruna indirgenemez bir sorunun tekilliği… [ayrıca] başka hiç kimsenin başına gelmemiş talihsiz maceralardan oluşan bir tarihin tekilliği.” [16]
‘Siyahlar’dan çoğul olarak bahsederek devam eder ve Siyahların kendi organizasyonlarına sahip olma ihtiyacına değinir. Bu organizasyon ‘Siyahlar tarafından yine Siyahlar için kurulmalı ve sadece Siyahların belirleyeceği amaçlara uygun’ olarak hareket etmelidir.[17] Césaire, ‘geri kalmış halklar’a yardım etmesi gereken ‘gelişmiş halklar’ gibi kavramlara sahip olan Stalinci ‘yoldaşçılığın’, ‘sömürgeci ataerkillik’ten hiçbir farkı olmadığında ısrarcıdır.
Césaire’ın (‘Marksizm ve Komünizm Siyahların hizmetinde olmalıdır, Siyahlar doktrinin hizmetinde değil’ gibi birazcık boş görünen ifadelerinin arkasında) asıl yapmaya çalıştığı şey, halk kavramını siyaset değil kültür yoluyla tanımlamaya çalışmaktır. Césaire için ‘Komünizmin Afrika varyasyonu’ -tıpkı Senghor için Afrika sosyalizminin ‘Marks’ın Zenci Afrikalı yeniden okuması’ndan doğmuş olması gibi- siyasi doktrinden çok aslında bir kültür meselesidir. Nitekim, eğer çoğulluğun ötesinde bir birlik varsa, (Césaire’ın ‘tüm Siyah ülkeleri aşan birliğin muhteşem rüzgârına bakın!’ diyerek haykırdığını not edelim[18]), bu birlik verili bir özde değil bir harekettedir. Bu hareketin kültürel olduğunu söylemek onun aynı zamanda siyasi oluşuna ya da proletarya olarak halk oluşuna karşı olmak demek değildir: hem aştığı hem de içine aldığı siyasetten daha geniş ve derin bir anlamı olduğunu söylemektir. Öyleyse Césaire için bir halkın oluşumu, varoluşsal bir soruna varoluşsal bir cevap verme meselesidir. Tikel ile evrenselin diyalektiğinde Césaire için asıl mesele tikelin evrenselde yok oluşunu görmek değil aksine evrensele tikel yoluyla gitmektir. Burada yakında çevirisi bir öğrencim (Chike Jeffers) tarafından yayınlanacak olan mektubundan bir parça alıntılıyorum:[19]
“Bir itiraz bekleyebilirim.
Bu bir taşralılık mı? Asla. Kendimi dar bir tikelliğe gömmüyorum. Ama bir deri bir kemik kalmış evrenselcilikte kendimi kaybetmek de istemiyorum. Kendini kaybetmenin iki yolu vardır: tikelin duvarlarıyla ayrışma ya da ‘evrensel’de eriyip gitme.
Benim evrensel anlayışım, tikel olan her şeyle zenginleştirilmiş bir evrenseldir: tüm tikellerin derinleşmesi ve bir arada varoluşu.”
Senghor: Bir Estetik Kategori Olarak ‘Zenci’
Senghor, arkadaşı Césaire gibi, Fransız filozof ve Cizvit rahip Pierre Teilhard de Chardin’den (1881–1955) ödünç aldığı ‘evrensel uygarlık’ kavramına kafayı takmıştır. Bu kavram, tüm tikel insan kültürlerinin Senghor’un Césaire’ı takip ederek ‘zafer buluşması’[20] dediği şeyde karşılaşmasından doğan bir uygarlık anlamına gelir. Buradaki evrensel, tüm insan kültürlerinin kaynaşmasıyla ürettikleri şey demektir zira hepsi bu evrenselin farklı ifadeleridir: evrensellik herhangi bir uygarlık ya da kültüre ait değildir, Batı uygarlığının telos’unu ifade eden başka bir ad hiç değildir: evrensellik, yeryüzünün insanileştirilmesinin tamamlandığı ve hümanizmin en sonunda gerçekten ‘bütünleşmiş’ olacağı bir süreçtir. Aslında, Sartre tarafından Zenciliğin yok oluşunun ardından tanımlanan diyalektik moment, ki sömürgeci yadsımaya yönelik -Sartre’ın ‘ırkçılık karşıtı ırkçılık’ dediği- saf bir tepki olarak anlaşılmıştır, herhangi bir insan kültüründe olduğu gibi Zenciliğe de içseldir ve onun dışında değildir.
Özcülük dili, kesinlikle, Senghor’un metinlerinde muhtemelen Césaire’da olduğundan daha fazla mevcuttur. Ancak onlarda özcülüğün yapısökümü de iş başındadır. Öyleyse Senghor’un düşüncesini belki gerekli ama artık geride bırakılmış tarihsel bir moment, üzerinde yeni bir ırklararası hümanizmin inşa edilmekte olduğu eski harabelerdeki dünyanın basit bir hatırlatıcısı olarak mı görmeliyiz? Tarihin özcü (sömürgeci) bir aşamasının var olduğu ve ardından çok mutlu bir şekilde ‘kreolist’ hâle gelen (sömürge sonrası) çağımızın izlediği basit kronolojiye bağlı kalırsak, o zaman cevabın evet olduğuna şüphe yok. Ama o kadar basit değil maalesef, yani öylece alınacak ya da bırakılacak saf bir özcülük, bir parçanın bütünü olarak, özellikle de Senghor’da, asla var olmadı. Zencilik, Senghor’un itirazlarına rağmen, fakat onu eleştirenlerin çoğunun zannettiği gibi, bir ayrılmış kimlikler ideolojisi değildir.[21] Melezlik kendi özcü iddialarını yapısöküme uğratmak için her zaman iş başındadır Senghor’da. Karışıma olan saplantısıyla Senghor adeta sabit farklılıkları durmaksızın çözen Penelope’dir: ‘Melezliğin hümanizmi’ şairin sloganlarından biri pekâlâ olabilirdi.
Gerçek şu ki, Senghor bir Zencilik düşünürü olduğu kadar bir métissage[22] [kültürel karışım] düşünürüdür de. Onun mot d’ordre’u [parolası] olan ‘herkes kendi tarzında karışmalıdır’ düşüncesi, Zenciliğe en az Siyah dünya uygarlığının değerlerinin savunulması ve sergilenmesi kadar merkezidir. Aslında nègre kelimesinin ırkçılıktan arındırılmış çok önemli olan bir kullanımı vardır. Her şey bir yana, ırkçılıktan ve özcülükten arındırıldığında Zencilikten geriye kalan bir şey var: Bir estetik kategori olarak ‘nègre’, art nègre’de olduğu gibi (art des nègres’de değil). Ressam Pablo Picasso’nun, Paul Claudel, Charles Péguy ve Arthur Rimbaud gibi şairlerin ve filozof Henri Bergson’un neden Senghor tarafından ‘négritude’ başlığı altında toplandığını anlamamız gerekiyor. Meşhur eseri Cehennemde Bir Mevsim’de Avrupa dünyasından kopuşunu işaret ederek kendi Zenciliğini iddia eden Rimbaud’nun ta kendisidir:
“Evet, gözlerim kapalı sizin ışığınıza. Bir hayvanım ben, bir zenci… Bu zavallılara rehin bulabilmek için deliliğin dolanıp durduğu bu anakaradan ayrılmaktır en kötü şey. Giriyorum Hâm’ın çocuklarının gerçek krallığına.” [23]
Senghor, Rimbaud’nun iddia ettiği ‘Zenciliğini’ ‘Ben’in ‘Başkası’ oluşunun[24] en kusursuz hâli olarak yorumlarken ve ‘1930’larda Zenciliğin militanları olan bizler acaba hangi gerekçeyle Claudel ve Peguy’yi “Zenci şairlerimiz” olarak görüyorduk?’ diye sorarken şöyle yanıt verir: ‘Onlar, gerçeküstücülerle birlikte, bizi etkilediler -tesadüfen, sanıldığından daha az- çünkü Fransızca yazsalar da tarz olarak bizim ünlü şairlerimize benziyorlardı’.
Sonuç
Senghor, arkadaşı Aimé Césaire’ı 1976 Şubat’ında Martinik’te ziyaret eder ve orada ‘Siyahların kültürü olarak zencilik geride bırakılmamalıdır’ [25] adlı bir konuşma yapar. Konuşmasını şu sözlerle tamamlar: “‘Zencilik’ yirminci yüzyıl estetiğinin ayrılmaz bir parçasıdır.” Başlığın da işaret ettiği gibi, Senghor, bu konuşmada, Eurydike’nin kaderine yönelik Sartre’ın tahminini yeniden gözden geçiriyor.
Zencilik kendisini yirminci yüzyıl hümanizmine (Senghor: Zencilik yirminci yüzyılın hümanizmidir.[26]) bir katkı olarak sunmuştu ve yirmi birinci yüzyılın hümanizmine de hâlâ söyleyecek bir şeyi var. Söylemesi gereken şey, belirli bir ırka ait değerlerin savunulmasının ve sergilenmesinin çok ötesinde. Sartre’ın önsözünden önce, André Breton, Césaire’ın 1947’de yayınlanan Anayurda Dönüş Yolculuğu[27] için yazdığı önsözde şöyle diyordu:
“Bana göre [Césaire’ın iddiasını] değerli kılan şey onun modern toplumlarda siyahların kaderine yapıştırılmış kaygıyı, her bir momentte, yine siyah bir insan için aşmasıdır; bir diğeri ise, tüm şairlerin, tüm sanatçıların, tüm nitelikli düşünürlerin [kaygısıyla] bir olarak, ona sözlü dehanın desteğini vermeye devam ederek, İnsan için toplum tarafından yaratılan aynı anda katlanılmaz ama sonsuz derecede değiştirilebilir daha genel durumu, tüm yönleriyle, kucaklamasıdır.” [28]
Şimdi de bakın Senghor ne diyor:
“Jean-Paul Sartre’ın söylediği gibi, ben de ‘Zenciliğin diyalektik olduğuna’ inanıyorum; Fakat onun ‘yeni değerlerle değiştirileceğine’ inanmıyorum. Daha doğrusu, yirminci yüzyılın son çeyreğinde girmiş olduğumuz evrenselin Uygarlığında, Zenciliğin, daha önce de gösterdiğim gibi, bir dizi yeni özsel katkı oluşturacağına, ve çoktan oluşturuyor olduğuna, inanıyorum. Böylece Zencilik yok olmayacak; yine, yeni bir hümanizmin inşasında özsel bir rol oynayacak; daha insancıl olacak çünkü sonunda tüm kıtaların, tüm ırkların, tüm ulusların katkılarını bütün olarak toplamış olacak.” [29]
Ve bu sözler, Senghor tarafından tam da ‘metissageların kavşağında’ bulunma şansına sahip olduklarını söylediği Karayiplilere hitaben kaleme alınmıştı.[30]
Şairin Zenciliğin ‘yok olmayacağını’ ilan etmesinin nedeni onu geride bırakacak şeyin yine kendisi olacak olmasıdır. Zencilik zaten yüzyılın kurucu bir öğesidir, onun ruhunda, melezliğinde, bütünüyle mevcuttur, özellikle de karşılaşmaların ve kavşakların çoğalmasıyla hayat bulan sanatlarda fark edilir.
Aimé Césaire da kendi tarzında aynı şeyi söylemişti, hapsedici bir kimlik anlayışının kendi düşüncesine tamamen, kökten yabancı olacağı konusunda ısrar ediyordu. Sonunda, Kreolizm’e sürekli muhalefetinin, ‘zenci’ bir kimlik iddiasında bulunmadaki inatla veya Karayiplerin açık denizinin çağrısına kulak vermeyi reddetmesiyle hiçbir ilgisi yoktur. Gerçekte, ‘Maurice Thorez’e Mektup’ta dediği gibi, peşinde olduğu ‘evrenseli her bir tikellik ile zenginleştirme’ projesinin Karayiplere ‘gömülmek’ için çok büyük olduğunu düşünüyordu. Kendisinin ötesine geçmeyi hedefleyen Zencilik, Karayipliliği içinde bulunduğu hapishaneden çıkarıyor gibi görünse de, onu halen çok dar buluyor. Césaire inatla ‘zenciyim ve zenci kalacağım’ [31] diyorsa, bunun nedeni dünyayı hedeflemesidir. Kreolistler, Césaire’ın çocukları olduklarını iddia edemezler. Eğer Césaire’ın amacı, en nihayetinde, onların amacının ötesine ve daha derinine gidiyorsa, onlardan pekâlâ çok daha genç olabilir. Zencilik gibi.
Çeviren: Sinan Oruç
Kaynak: Diagne, S. B. (2010). In Praise of the Post‐racial: Negritude Beyond Negritude. Third Text, 24(2), 241–248.
[1] Jean Bernabé, Patrice Chamoiseau ve Raphaël Confiant, Éloge de la créolité, Gallimard, Paris, 1993, p. 80.
[2] İngilizce “creol” terimi, Fransızca créole aracılığıyla, Portekizce “criolulu”dan (İspanyolca criollo) gelir ve “yerli” anlamını taşır: “Kreol, özgün anlamıyla, bir tropikal sömürgede doğmuş ve büyümüş Avrupalı atalara sahip bir beyaz insana işaret eder. Anlam sonradan yerli halkı ve Avrupalı-olmayan kökene sahip ötekileri de kapsayacak bir biçimde genişletilmiştir.” Bill Ashcroft, Gareth Griffits and Helen Tiffin, “Creole”, Post-Colonial Studies: The Key Concepts, Routledge, 2007, s. 50. Kreolleşme (creolization) ise “bir kreol toplumunu üreten kültürel değişim ve karışım sürecidir (…) terim genellikle ‘yeni dünya’nın toplumlarına (özellikle Karayipli ve Güney Amerikalı toplumlara) ve daha gevşek bir biçimde, Avrupa sömürgeciliğinin bir ürünü olan etnik ve ırksal olarak karışmış nüfuslar sergileyen post-kolonyal toplumlara uygulanmıştır.” Ashcroft, Griffits and Tiffin, “Creolization”, Post-Colonial Studies: The Key Concepts, s. 51. Bu terimi “post-kolonyal” literatürün “melezlik”, arada kalmışlık, mestijaze, diasporalar ve bilinç eşiği gibi terimleriyle birlikte düşünmek gerekir. Öte yandan, terim özellikle Güney Amerika’daki İspanyol sömürgelerinde, ülke içinde doğan beyazlar ve mestizos ya da melezlerin yerli nüfus üzerinde tahakküm kurduğu “karışık toplum”lara da atıf yapar. Bkz. Ania Loomba, Kolonyalizm-Postkolonyalizm, çev. Mehmet Küçük, 2000, s. 26, 198 vd. (Fırat Mollaer’in. notu)
[3] ‘Edouard Glissant ile Zencilik tuzağını reddettik ve Karayipliliği incelikle açıkladık’, a.g.e, s. 83.
[4] Anthologie de la nouvelle poésie nègre et malgache de langue française
[5] Jean-Paul Sartre’ın Frantz Fanon’un da Siyah Deri, Beyaz Maskeler’de tartıştığı bu yazısı Léopold Sédar Senghor’ün editörlüğünü yaptığı antolojide yayınlanmış, sonradan İngilizce’ye de tercüme edilmiştir. Bkz. Jean-Paul Sartre, “Black Orpheus”, çev. John MacCombie, The Massachusetts Review, no. 6:1, 1964-65. (Fırat Mollaer’in notu)
[6] Lilian Kesteloot, ‘L’aprèsguerre, l’anthologie de Senghor et la preface de Sartre’, editör Babacar Mbaye Diop tarafından La Négritude et son destin au XXIe siècle başlığı altında yayınlanacak.
[7] Bkz. Léopold Sédar Senghor, l’art africain comme philosophie, Riveneuve editions, Paris, 2007.
[8] Frantz Fanon, Black Skin White Masks, Constance Farrington, trans, Grove Press, New York, 1991, pp 133–5.
[9] ‘Une dangereuse mystification: la théorie de la négritude’
[10] Rassemblement Démocratique Africain
[11] Gabriel d’Arboussier, ‘Une dangereuse mystification: la théorie de la négritude’, La Nouvelle Critique, Haziran 1949.
[12] Bu nedenle metin, etnik faktörün Pan-Zencilik, Pan-Slavcılık ve Siyonistlik şeklinde hortlamasını kınamaktadır, s. 40. Burada emperyalist güçlerin ‘nesnel müttefiki’ne karşı klasik argümanı buluyoruz: eğer sizi bir şekilde kullanabilirlerse, o zaman – nesnel olarak – onların tarafındasınız.
[13] Césaire’ın Nègre je suis, nègre je resterai (Françoise Vergès ile yazdığı kitabının başlığı), Kreollüğe böyle bir bağlanmanın reddi olarak okunabilir.
[14] Césaire, ‘Discours sur la Négritude’, Discours sur le colonialisme içinde, Présence Africaine, Paris, 2004, s. 82. Ders ilk olarak 26 Şubat 1987’de Miami’deki Florida International University’de verildi.
[15] Aimé Césaire, ‘Lettre à Maurice Thorez’, George Ngal, Lire le ‘Discours sur le colonialisme’ d’Aimé Césaire içinde, Présence Africaine, Paris, 1994, s. 136. Bu mektubun Türkçe çevirisi için bkz. Aimé Césaire, “Maurice Thorez’e Mektup”, Barbar Batı: Bir Aimé Césaire Kitabı, çev. ve haz. Güneş Ayas, Doğu, 2015. (Fırat Mollaer’in notu)
[16] Ibid, s. 137.
[17] Ibid, s. 138.
[18] Ibid.
[19] Bkz. Aimé Césaire, “Letter to Maurice Thorez”, trans. Chike Jeffers, Social Text, Vol 28, Number 2 (103), 2010. (Fırat Mollaer’in notu)
[20] Le rendez-vous du donner et du recevoir. Anayurda Dönüş Yolculuğu’nda geçen ve Aimé Césaire’ın hümanizmiyle evrenselciliğini çok iyi ifade eden bu dizeyi Edward Said’in yaptığı gibi -James’ın çevirisinden hareketle- “zafer buluşması” olarak tercüme ettik. Said Kültür ve Emperyalizm’de bu çeviriyi şu şekilde aktarır: “And no race possesses the monopoly of beauty,
of intelligence, of force, and there
is a place for all at the rendezvous
of victory.”
Türkçe çevirisi: “ve güzellik, zekâ ve güç,
tekelinde değil hiçbir ırkın
ve bu zafer buluşmasında herkese yer var.”
Bkz. Edward Said, Kültür ve Emperyalizm, çev. Necmiye Alpay, Hil, 2004, s. 412. Said şiirin bu kısmını çeviriyi aktardığı C. L. R. James gibi Aimé Césaire’ın düşüncesinin merkezi olarak görür. Bkz. C. L. R. James, The Black Jacobins: Toussaint L’Ouverture and the San Domingo Revolution, Vintage, 1989, s. 401. (Fırat Mollaer’in notu)
[21] Biyografisinin yazarı Amerikalı Janet Vaillant’a hitaben 8 Ekim 1970 tarihli uzun bir mektupta Senghor, Teilhard de Chardin’in kelimeyi kullandığını anlamıyla, ‘Zenciliğin bir öz değil’ bir ‘fenomen’ olduğunu iddia eder ya da ‘Sartrecı anlamıyla söylersek, bir varoluşu’. Janet Vaillant’a Senghor ile yazışmasının bir nüshasını bana verdiği için teşekkür ederim.
[22] Bu terim de “creol” ve “melezlik” gibi “post-kolonyal” literatürün anahtar terimlerinden biridir. Diğer yandan, Karayipli ve Güney Amerikalı bazı yazarlar melezlik ya da mestijaze terimini “daha özbilinçli bir tarzda anti-kolonyal bir strateji olarak kullanırlar.” Loomba, Kolonyalizm-Postkolonyalizm, s. 200. Melezliğin özcülüğe karşı bir strateji olarak kullanılması “post-kolonyal” literatüründe ayırt edici özelliklerinden biridir. (Fırat Mollaer’in notu)
[23] Arthur Rimbaud, “Kötü Kan”, Cehennemde Bir Mevsim, haz. ve çev. Özdemir İnce, Can, 1991, s. 64-65. “Ham: ‘Nuh’un oğulları Sam, Ham ve Yafetin zürriyeti bunlardı: ve tufandan sonra onlara oğullar doğdu.’ (Tevrat, Tekvin, 10). Geleneğe göre, siyah ırkın atası Ham’dır.” Bkz. Özdemir İnce, Cehennemde Bir Mevsim, Can, 1991, s. 177. (Fırat Mollaer’in notu)
[24] “Ben bir başkasıdır” ifadesi Arthur Rimbaud’ya aittir: “’Düşünüyorum’ demek yanlış bir şey. ‘Beni düşünüyorlar’ demeli. Sözcük oyununu bağışlayın. BEN bir başkasıdır…’” Arthur Rimbaud, “Georges Izambard’a”, Cehennemde Bir Mevsim-Illuminations, haz. ve çev. Özdemir İnce, Can, 1991, s. 48. (Fırat Mollaer’in notu)
[25] ‘La négritude comme culture des peoples noirs ne saurait être dépassée.’
[26] ‘La Négritude est un humanisme du xxème siècle.’
[27] Cahier d’un retour au pays natal
[28] Aimé Césaire, Cahier d’un retour au pays natal, önsöz, André Breton, [1947], Présence Africaine, Paris, 1983.
[29] Léopold Sédar Senghor, Liberté V: Le dialogue des cultures, Editions du Seuil, Paris, 1993.
[30] Ibid.
[31] ‘Nègre je suis et nègre je resterai.’
[…] Portekizce “criolulu”dan (İspanyolca criollo) gelir ve “yerli” anlamını taşır: “Kreol, özgün anlamıyla, bir tropikal sömürgede doğmuş ve büyümüş Avrupalı atalara […]