“Sürdürülebilir, demokratik ve adil bir çalışma hayatı” şiarıyla yola çıkan Albatros Bilişim Kooperatifi Girişimi; güvencesizliğin, hak gasplarının, mobbing’in yoğun olduğu bir sektörde kooperatif çatısı altında eşitlikçi bir örgütlenme modeli ortaya koyuyor. Editörlerimizden Öznur Karakaş, Albatros Bilişim Kooperatifi Girişimi ile bu deneyimi, dijitalleşme sürecinin emek mücadelesine etkilerini, gayri-maddi emeğin sınıf mücadelesindeki yerini, dijital dönüşümün çalışma ve öznellik biçimlerine etkisini konuştu.
Öznur Karakaş: Öncelikle röportaj istediğimizi geri çevirmediğiniz için teşekkür ederiz. Terrabayt olarak gayri-maddi emek, otomasyon, işin ve emek mücadelesinin geleceği konuları oldukça ilgimizi çekiyor. Bilişim alanında dayanışma içerisiden kolektif bir çalışma kültürü örgütlemek isteyen sizin gibi oluşumlara da haliyle çok önem veriyoruz. Öncelikle ne zaman, hangi saiklerle ve ihtiyaçlarla kuruldunuz? Hangi iş kollarından üyeleriniz var genel olarak? Sitenizde mevcut iş koşullarının tek tek sizleri çok yorduğundan bahsediyorsunuz. Bu sektörde iş koşullarının sizleri dayanışma ağları oluşturmaya iten yanlarını nasıl açıklarsınız? Bu sektörde çalışanlar nasıl sorunlarla karşı karşıya kalıyor?
Albatros Bilişim Kooperatifi: İlk çalıştayımızı 22 Aralık 2018’de gerçekleştirdik. 30-35 kişinin katıldığı bir toplantı sonrasında periyodik buluşmalar gerçekleştirdik. Yaklaşık 1 buçuk sene süren bu süreç sonrasında artık kamuya kendimizi duyarabilecek olgunluğa eriştiğimiz düşündük ve oluşumumuzu duyurduk.
Aramızda yazılımcı, analist, tasarımcı gibi bilişim sektöründe faaliyet gösteren arkadaşlar var. Baştan sona bir projeyi yürütmek için gereken uzmanlaşmış bilgiye sahip olduğumuzu düşünüyoruz. İş hayatının yoğun çalışma temposu, kendine zaman ayıramama sorunu, geleceğin güvencesiz oluşu, artan enflasyona rağmen maaşların artmaması, ancak içten içe bizim emeğimiz üzerinden elde edilen kârların sürekli artması; bütün bunların iki yüzlülüğü bize ‘Başka bir üretim mümkün mü?’ diye düşündürttü.
İş hayatının yoğun çalışma temposu, kendine zaman ayıramama sorunu, geleceğin güvencesiz oluşu, artan enflasyona rağmen maaşların artmaması, ancak içten içe bizim emeğimiz üzerinden elde edilen kârların sürekli artması; bütün bunların iki yüzlülüğü bize ‘Başka bir üretim mümkün mü?’ diye düşündürttü.
Bu sorunlar aynı zamanda ücretli emekçilerin ortak sorunlarıdır. Bizim gibi beyaz yakalı işçiler bu sorunlara ek olarak mobbing, rekabet, performans ölçümü gibi baskı rejimleriyle de baş etmek zorundadır. İş yerlerinde bu sorunlarla baş edebilecek dayanışma ilişkilerinin de yetersizliğinden geleneksel üretim birimi olan şirketlerden ziyade kooperatiflere yönelmiş bulunduk.
Öte taraftan bilişim faaliyeti için bilgisayar, elektrik ve internet bağlantısının yeterli olması da şirket dışında bir üretim için bizi cesaretlendirdi. Uzmanlık alanlarımızda üretim yapabilmek için çok fazla sermayeye ihtiyaç duymamamız işimizi görece kolaylaştırdı.
Ö.K. İlk soruyla bağlantılı olarak, aynı zamanda kuramla da ilgilenen üyeleriniz olduğunu bildiğimden, gayri-maddi emek dediğimiz alanın giderek daha fazla önem kazanmasıyla birlikte sınıf anlayışınızda nasıl değişimler oldu? Hala sınıf ve mücadele öznesi olarak proleter kavramlarından bahsedebilir miyiz? Bilişim ve enformasyon sektörlerinde çalışanlar sizce bir sınıf oluşturuyor mu veya onları proleter olarak tanımlayabilir miyiz?
Albatros: Bilişim çalışanları sınıfın önemli bir bileşenidir. Bir taraftan da günümüzde bilişim alanının stratejik önemi vardır: Foucault’un, evrensel entelektüel yerine içinde bulunduğu iktidar ilişkilerini direniş ilişkilerine çeviren, bunu yaparken de kendi bilgisini, uzmanlığını ve konumunu mücadelenin içine katan entelektüeli öne sürmesine benzer biçimde bilişim uzmanlarının işgal ettikleri kritik konumlar, kapitalizme karşı direnişin katalizörü olabilirler.
Marx, Meta Fetişizmi’yle kapitalizm analizine başladığı anda ikinci paragrafta metadan ne anladığını netleştirir: “Meta, her şeyden önce, taşıdığı özelliklerle şu ya da bu türden insan ihtiyaçlarını gideren dışsal bir nesne, bir şeydir. Bu ihtiyaçların doğası, söz gelişi, mideden mi yoksa hayallerden mi kaynaklandıkları, hiçbir değişikliğe yol açmaz.”
Bilişim uzmanları elle tutulur metalardan ziyade bilgisayar programları gibi ele gelmez ürünler üretirler. Ancak bu onların ücret karşılığı çalışan insanlar olduğu gerçeğini değiştirmez. İlk yanıtta altı çizildiği gibi diğer çalışanlarla benzer sorunlardan muzdariptirler. Proleterden sadece sanayi işçisini anlamıyorsak, bilişim uzmanları da proleterdir. İcra ettiği emek gayri maddidir, günümüz kapitalizminde nasıl 19. yüzyılda buhar gücü yaşamın her alanını işgal etmeye başladıysa bugün de yazılım ürünleri hayatın her alanını işgal eder. Bu yüzden bilişim uzmanlarının sınıf mücadelesinde stratejik konumları olabilir, ancak bu konjonktürel bir durumdur ki yazılım alanında çalışan insanlar yakın zamanda yazılım işinin de yapay zeka gibi makinelere devredilebileceğini düşünmektedirler. Bu da kapitalizm öncesi zanaatkârın başına gelenle aynı şeydir. Zanaatkar gibi bilişim emekçisinin de beceri ve yetkinliklerinin değerinin önce arttığı ve sonra tekrar düşürüldüğü bir döngü gözlemleyebiliriz.
Bilişim uzmanları da işçi sınıfının bir bileşenidir, işçi sınıfının çıkarı bilişim çalışanlarının da çıkarıdır.
Ö.K. Son zamanlarda dijitalleşmeden çok fazla konuşulmaya başlandı. Sizler de haliyle bu dijital dönüşüm denilen sürecin emekçileri olarak bu kavrama, artan
dijitalleşme yatırımlarına nasıl bakıyorsunuz? Yapay zekâ, blockchain, cloud sistemler gibi ayakları olan bu dijitalleşme serüveninin emek piyasasına yansıması ne olur? Türkiye’de bu yatırımlar daha çok hangi alanlarda yapılıyor?
Dijitalleşmenin emek piyasasına etkisi çelişkili bir yol izliyor. Üretimi yavaşlattığı için otomasyon bantlarını söken fabrikalar olduğunu da biliyoruz. Sonuçta dijitalleşme, yani insanın yaptığı bir işin makineye devri sermaye birikimi açısından bir tasarruf yarattığı sürece patronlar tarafından istenir. Bahsi geçen teknolojiler dijitalleşen alanlarda insan emeğine ihtiyacı ortadan kaldırabilir ancak bu aynı zamanda kapitalizm bağrında başka bir üretim tarzının doğuşunun işareti de olabilir. Graeber’in Tırışkadan İşler’de altını çizdiği gibi, aslında toplumun yeniden üretmek için ihtiyaç duyduğu emek zaman teknolojik buluşlarla azalmalıdır ancak icat edilen boktan mesleklerle toplumun yeniden üretiminden bağımsız işler icat edilmektedir ve insanların zamanları işe kanalize edilmektedir.
Sonuçta dijitalleşme, yani insanın yaptığı bir işin makineye devri sermaye birikimi açısından bir tasarruf yarattığı sürece patronlar tarafından istenir. Bahsi geçen teknolojiler dijitalleşen alanlarda insan emeğine ihtiyacı ortadan kaldırabilir ancak bu aynı zamanda kapitalizm bağrında başka bir üretim tarzının doğuşunun işareti de olabilir.
Görünen o ki dijitalleşmenin emek piyasasında yaratacağı dönüşümler emekçi sınıfların mücadelesinden bağımsız anlaşılamaz. Bu dönüşümlerin nasıl şekilleneceği de sınıf mücadelesiyle belirlenecek gibi duruyor.
Ö.K. Elbette bu dijitalleşme sahasının öznellik açısından da ciddi çıkarımları var. Bu dönüşüm emekçi öznelliği açısından nasıl değişimleri beraberinde getirdi. Agile dönüşüm süreci, lean organizasyon yapıları gibi farklı uygulamaları olan bu süreçlerde emekçi nezdinde nasıl bir öznellik inşa ediliyor sizce? Soft skill denilen yetilerin önem kazandığından bahsediliyor ama bunlar reel yaşamda, somut koşullar altında emekçiler için ne ifade ediyor?
Albatros: Proje yönetim metotlarında, yani yazılımcıların emek süreçlerinde pek çok şey değişti ki bu değişiklikler sanıldığı gibi ilk yazılım ofislerinde falan olmadı. Kaizen üretim biçiminin Japonya’da ve dünya kapitalizmdeki yeri çok daha eskiyken Agile manifestosu daha 2001 yılında yayınlandı.
Burada şu ihtimali düşünmek garip kaçabilir ancak hep işçi sınıfının bir niteliği gibi görülen dayanışma ilişkisi pekala üretken olabilir. Dayanışma ilişkisi artık değer üretmek için sermaye tarafından bizatihi seferber edilebilir. Bu sebepten otonom takımlar kurulması ve bu takımların çalışması takım içinde sermaye tarafından teşvik edilen dayanışma ilişkisini kâra dönüştürme stratejisi gibi yorumlanabilir belki. Agile’ın en çok kullanılan uygulaması Scrum’ın kılavuzuna baktığınızda otonom, kendi kendini yöneten, hiyerarşisiz ilişkilenen ve kararlarını kendi veren takımların üretim birimleri haline geldiğini görürsünüz.
Kaizen üretim biçiminin Japonya’da ve dünya kapitalizmdeki yeri çok daha eskiyken Agile manifestosu daha 2001 yılında yayınlandı.
Ancak gerçek yaşamda işler böyle yürümez. Çünkü ofiste başka iktidar ilişkileri vardır. En basitinden eğer takımlar birbiriyle eşit üyelerden oluşacaksa önceden takım lideri olan kişilerin yetkileri ne olacak? Üretim takımın sorumluluğundaysa performans ölçümleri nasıl olacak? Önemli olan tek şey takım performansıysa bütün takım mı terfi edecek? Agile’ın sessiz kaldığı ya da zaten seslenemediği bu alanlar, ofis içi iktidar ilişkileri bozar ve Lean production, Agile gibi metodolojilerin temel dayanak noktaları olan otonom takımların altını oyar. Böylece bilişim çalışanları Agile-mış gibi davranır. Yazılımcıların özgür olduğu söylenir ancak terfi ve performans sistemiyle kendi yaşamlarını hangi koşullarda idame ettireceklerine karar veren başka insanların olduğunu bilirler. Kapitalizmin kurguladığı kolektif çıkardan çok bireysel çıkarına düşkün insanın yarattığı güvensizlik durumunu yönetmek için kullanılan ödül ve ceza mekanizmaları, insan zihnine ilk elden pranga vuran unsurlar olur.
Burada şu ihtimali düşünmek garip kaçabilir ancak hep işçi sınıfının bir niteliği gibi görülen dayanışma ilişkisi pekala üretken olabilir. Dayanışma ilişkisi artık değer üretmek için sermaye tarafından bizatihi seferber edilebilir. Bu sebepten otonom takımlar kurulması ve bu takımların çalışması takım içinde sermaye tarafından teşvik edilen dayanışma ilişkisini kâra dönüştürme stratejisi gibi yorumlanabilir belki.
Ayrıca ‘Soft skill’ gibi yeni icat edilmiş, esasında eski kavramlar da eleştirilebilir. Kavram, isminin de ima ettiği üzere bazı yerleşik cinsiyetçi pratikleri de tekrar su yüzüne çıkartmaktadır. Aslolan, ‘esas’ değeri yaratan ‘Hard skill’in aksine, insanlar arası ilişkileri düzenleme, takım çalışması, ağlar kurma, çatışma yönetimi gibi aslında çok eskiden beri var olan davranış biçimleri, yan faaliyet / bakım / destek faaliyeti olarak algılanıp uygulanmaktadır. Bu tür roller işyerinde, niteliklerinden bağımsız olarak ağırlıkla kadınlara atfedilmektedir. Bu da pratikte eşitsizliği derinleştiren bir başka araç olarak sayılabilir.
Ö.K. Pandemiyle birlikte söz konusu dijitalleşme süreci belli bir toplumsallaşma da kazandı. Dijital özne tabir edilen bir öznellik biçiminden bahsediliyor. Siz dijital dönüşüm geçiren sektörlerde çalışanlar nezdinde zaten belli ölçülerde yaşanan değişimlerin bu süreçte toplumsallaştığını düşünüyor musunuz? Sosyalliğimiz de dijital ortama taşınmasının sonuçları ne olur?
Bunun sonuçlarını şu an pek kestiremiyoruz. Örneğin Scrum yöntemi fiziksel biraradalık üzerine kuruluydu. İnsanlar hemen arkasına dönüp takım arkadaşına seslenebilecek şekilde çalışabilmeliydi. Ancak şimdi herkes herkesle randevulaşıyor. Alâlade karşılaşmalardan ziyade planlanmış buluşmalar içindeyiz. Çünkü dijital ortamda yoksanız zaten karşılaşma olmuyor. Pandemi döneminde en büyük darbe hayatın rastgeleliğine inmiş gibi görünüyor.
Pandemi döneminde en büyük darbe hayatın rastgeleliğine inmiş gibi görünüyor.
Daha öncesinden de sosyallik bir biçimde dijitalleştirilmişti. Sosyal medya platformlarından, flört uygulamalarına kadar sanal olmayan yaşamın bir kopyası sanallığa taşınmıştı. Ancak bu sanallık genelde sanal olmayanın alternatifi gibi değil, onunla beraber işleyen bir düzlem gibiydi. Pandemiyle beraber sanal düzlem buluşmaların mümkün olduğu tek düzlem haline geldi. Sanal düzlem ilk defa kullanılabilecek bir araçtan ziyade etkileşim için mecbur kalınan bir ortam oldu. Bunların sonuçları pandemi şoku atlatılmadan, kısmen toplumsal alan olağanlaşmadan tam olarak anlaşılamaz gibi geliyor. İnsanlar sokakta karşılaşma imkanına yeniden kavuşunca sanal düzlemin yaşamdaki yerinin ne olduğu daha iyi anlaşılabilir belki.
Dijitalleşme ve evden eğitim, evden çalışmanın çocukların zihinsel, duygusal ve fiziksel gelişiminde olumsuz etkileri olduğunu, özellikle çalışan annelerin bakım yükünün eşitsiz olarak arttığını, ev içi şiddetin de yükseldiğini görüyoruz. Dijitalleşme bu anlamda tek mekana mecbur kalarak toplumsallaşmanın engellenmesine yol açabilir. Tabii yukarıda da belirttiğimiz gibi, yeniden kamusal alanda yer alabilmek, belki melez bir model uygulamak bu dinamikleri tekrar farklılaştırabilir.
Ö.K. Son olarak bu resimde dayanışma ve mücadele imkanları yaratmaya çalışıyorsunuz? Çalışmalarınız hangi güzergahlarda sürüyor? Bu tarz dayanışma ağlarına ve örgütlerine dünya üzerinde nasıl örnekler verebilirsiniz? Ulus-ötesi bir tabiatı olan bu sahada ulus-ötesi dayanışma ağları da mevcut mu? Bilişsel kapitalizmde dayanışma nasıl bir şekil alıyor sizce ve bu alandaki mücadele nasıl bu alanın altyapısını oluşturan -maddi emek dediğimiz sahada- emekçilerin mücadeleleriyle kavuşabilir?
Amacımız Türkiye bilişim sektöründe kooperatifleşmenin bir örneğini hayata geçirmek. Kurmaya çalıştığımız modeli isteyen kişilerle paylaşmak ve genel olarak uluslararası kooperatifçilik ilkelerinin uygulandığı bir çalışma hayatının yaygınlaşmasını sağlamak istiyoruz. Bu kooperatiflerin hem kendi aralarında hem de toplumla dayanışma içerisinde olmasını çok önemsiyoruz.
Uzun bir süredir iç tüzük gibi değerlendirilebilecek bir iç hukuk metni oluşturmaya çalışıyoruz. Bu hiçbir zaman ‘bitti’ denemeyecek dinamik bir metin. Çalışma yöntemi, sorumluluk paylaşımı, gelir dağılımı, katılım mekanizmaları, karar alma usulü, güvence sistemi, şeffaflığın uygulanması vb. birçok başlıkta ortaklaştığımız fikirleri bu metne ekliyoruz. Bunun yanında öncelikle kendi ihtiyaçlarımıza yönelik ürünler geliştirmeye çalışıyoruz. Bu yolla ekip olarak birlikte tasarlama, üretme ve yönetme eylemlerini de deneyimlemiş oluyoruz.
Bilişim sektörü özelinde iletişim kurduğumuz farklı ülkelerden kooperatiflerde de bizdekine çok benzer bir yaklaşım var: kurmak, paylaşmak, örgütlenmek. Duyduğumuz en geniş çaplı bilişim kooperatifleri birliklerinden biri Arjantin’deki FACTTIC’ti. Birlikteki kooperatiflerin kendilerine özel iletişim ağları var. İhtiyaca/talebe göre kooperatifler arası proje grupları oluşturuyorlar ve uzun soluklu işler gerçekleştiriyorlar. Bir yandan yurtdışı bağlantıları kurarak uluslararası bir ağ kurma çabaları da var. Bunun haricinde birçok kooperatifin, sektörün sağladığı kolaylıkla uzaktan birlikte çalışma imkanı sayesinde, uluslararası birliktelikleri kurma çabalarının yoğunluğunu hem kurduğumuz ilişkilerden hem de katıldığımız etkinliklerden görüyoruz.
Duyduğumuz en geniş çaplı bilişim kooperatifleri birliklerinden biri Arjantin’deki FACTTIC’ti. Birlikteki kooperatiflerin kendilerine özel iletişim ağları var. İhtiyaca/talebe göre kooperatifler arası proje grupları oluşturuyorlar ve uzun soluklu işler gerçekleştiriyorlar. Bir yandan yurtdışı bağlantıları kurarak uluslararası bir ağ kurma çabaları da var.
Bilişim alanında çalışanların güvencesiz çalıştıklarını fark etmeye başlamaları genelde belli bir süresinin ardından ortaya çıkıyor maalesef. Sektörün genç emek gücü yoğun ve görece kısa bir geçmişe sahip olduğunu dikkate aldığımızda sermayeye karşı güçlü veya yaygın bir dayanışma ya da örgütlenmeden bahsetmek henüz pek mümkün değil. Örgütlenme ve dayanışma için kendi kararlarımıza göre iş yaptığımız, kazanılanı adilce bölüştüğümüz bir düzen için mücadele ve dayanışma kaçınılmaz.
Ö.K. Bu dolu dolu sohbet için teşekkür ediyorum. Çok verimli oldu. Umarım okurlarımız da beğenir ve bu dayanışmanın ilham vereceği meslektaşlarınıza da ulaşır.