Çocuk oyunu yazmak hiç kolay bir şey değil, çocuklara hitap etmek ve ailelerin dikkatini çekmek… Tabi sadece dikkat çekmekle de olacak şey değil bu, sevgisini de kazanmak gerekiyor. Turta Girmemiş Orman tam da bu anlamda seyircisine ulaşmış bir çocuk oyunu. Kaleme alanlar ise iki genç kadın. Dila Er ve Gözde Kısa’ya nasıl bir araya geldiklerini yazma süreçlerini sorduk. Keyifli okumalar!
Günsu Özkarar: Sizi ayrı ayrı biraz tanıyabilir miyiz?
Gözde Kısa: Çocukluğum taşınarak geçti. En çok İzmir’li sayılırım sanırım. Uzun zamandır da İstanbul’da yaşıyorum. Doğayı, farklı sanatların bir araya gelişinde doğan sürprizleri, dostlukları, üretmeyi, tanışmaları seviyorum. Mesleğimi oyuncu, mikrofon oyuncusu ve taze bir oyun yazarı olarak tanımlıyorum.
Dila Er: 40 yaşındayım. Sinema eğitimi almış bir yazarım. Çevirmen, editör, metin yazarı gibi sıfatlarla çalışıyorum ve yaptığım her işte hikaye kurgusundan faydalanıyorum. Çocuk edebiyatı, mitoloji, masallar gibi ilgi alanlarım var. Yetişkinlere yönelik bir kurgu-masal yazıyorum şu sıralar. Kendimi kelimelerle ifade etmeyi seviyorum.
Birlikte çalışmaya nasıl başladınız?
G.K.: Dila ile konuşacak ve anlatacak çok ortak konumuz olduğunu fark edince birlikte bir şeyler üreteceğimizi anlamıştık. Birlikte eğlenerek çalışabileceğimizi hissetmiştik. Bir aradayken aklımıza çok fazla fikir geliyordu. Bir süre video prodüksiyonu da yapmışlığımız var. Kendi çocukluklarımızın meselelerinden, başka çocukluk meselelerinden konuşurken çocuk oyunu yazma düşüncesi bizi heyecanlandırdı. Bu alanda yazmaya başladık.
D.E.: Tanışır tanışmaz iyi anlaştık ve sevecen bir arkadaşlığımız oldu. Birlikte çalışmaya inanan insanlar olduğumuz için Gözde’nin teklifiyle ortak yazarlığı denedik. Güzel bir kimya meydana çıktı ve o günden beri beraber üretmekten keyif alıyoruz.
Turta Girmemiş Orman’dan önce yazdıklarınız nelerdi?
G.K.: Daha önce kısa tiyatro oyunları ve öyküler yazmıştım. Dizi ve film senaryo ekipleriyle çalıştım. O alanlarda da ekip içindeymişim. Demek ki seviyorum birlikte çalışmayı…
D.E.: Turta Girmemiş Orman’dan önce kısa film ve animasyon senaryoları yazmıştım. Sinema okudum ve animasyon projelerimden birinin çocuklarla buluşmasını çok arzu ediyordum. Turta Girmemiş Orman’daki dev ailesinin ilk versiyonu, beni çok umutlandırmış ancak hayata geçememiş eski bir animasyon senaryomda tozlanıyordu. Gözde ile can üflememizle yepyeni bir kılığa bürünen bu hikaye, çocuklara daha önce hiç düşlemediğim bir yoldan ulaşmış oldu. Elma istedim, portakal geldi.
Nasıl bir üretim süreci yaşadınız?
G.K.: Dönüp baktığımda aklıma oyunun bir sürü saksısı varmış da bir birini bir ötekini sulamışız gibi hatırlıyorum. Yani şöyle; bir hayalle başladı. Önce şöyle bir dünya olsa dedik. Hayalini kurduğumuz dünyanın saksısını suladık. Sonra karakterlerini düşledik. Karakterlerin saksılarını suladık. Hikayemizin sahnelerini yazdık. Sahnelerimiz sulanmış oldu. Sonra yine hikaye sonra yine karakterler darken… Düğümlü çözümlü keyifle geçirdiğimiz bir üretim süreci tamamlanmış oldu.
D.E.: En kısa tanımıyla eğlenceli bir üretim sürecimiz var. Sıkılıp bunalmak bile zevkli o süreçte. Teknik bakımdan anlatacak olursam Turta Girmemiş Orman’da bizi yola koyan fikirdi. Kimi zaman kalemimizi peşine takan güç, düşlediğimiz karakter veya karakterler olur ama o ilk çalışmamızda öykünün fikri, ana çatışması ve dramatik soru bize yön verdi. Başlamadan önce oluşturduğumuz özgün fikirler listesinde hayal gücümüzü en çok gıdıklayan fikri seçtik ve ana iskeleti oluşturduk. Sonrasında mekan ve karakterleri gözümüze görünmeye başlayacak hâle getirdik. Henüz her şey kıkırdak halindeyken aramızdaki oyunbaz kimyaya ve diyalog yazma gücümüze güvenerek akışa geçtik. O noktada önceden karar verdiğimiz şeylerin değişmesini de göze almıştık ama buna gerek kalmadı. İçsel bir pusulayla plana göre ilerliyorduk. Bitirdiğimizde biraz demledik ve yeniden yazımla ince işçiliği hallettik. Her süreçte beraberdik ve tıkandığımız anlarda müziğe, doğaçlamaya, saçmalamaya, oyuna başvurarak kendimizi rahatlattık. Diğer çalışmalarımızda bu ilkindeki kadar dans etmedik sanırım. O zaman daha çok ihtiyacımız varmış demek ki.
Sahnelendi… Çocuklarla buluşunca ne hissettiniz?
G.K.: Okuma provasında yüreğim ağzıma gelmişti. Ama asıl oyun çocuklarla buluştuğunda heyecanım doruğa ulaştı. Bir sahneye bir çocukların yüzüne baktığımı hatırlıyorum. Çok titredim, çok güldüm, çok duygulandım. En çok da merak ettim. Çocuklarda nasıl bir his bıraktığını…
D.E.: Benim için büyülü bir andı. Tiyatro metni, bir reji tarafından özümsenip düşlenirse ve oyuncular üstünde sörf yaparsa anlamlı oluyor bence. Oyunun, çizgi film evrenine benzeyen, zamanlar arası bir dünyada, oyuncuların capcanlı enerjisiyle sahnelenmesi beni çok duygulandırdı. Yönetmen Elif Erdal’ın vizyonuyla öykünün bütünlüğü harika şekilde güçlenmişti. Çocukların kahkahaları ve dansları beni sevinçten havalara uçurdu. Sonrasında oyuna dair anlayışlarını keşfetmek de aydınlatıcı oldu.
Oyundan bir sahne
En çok neyi seviyor çocuklar?
G.K.: Oyun oynamayı, hayal kurmayı, doğrudan olanı, samimiyeti, gülmeyi, şaşırmayı…
D.E.: Bu, büyükler en çok neyi seviyor sorusu kadar cevaplaması güç bir soru. Biz yazarken dışarıdaki çocuklardan çok içeridekileri muhatap alıyoruz aslında. İlk seyircimiz içsel çocuklardır. Onların sevdiği şeyleri hâlâ keşfediyoruz. Şu zamana kadar anladığım o ki ikimizin de çocuk yanları samimiyetten, kelimelerle oynamaktan hoşlanıyor ve ritmi önemsiyor.
Ödüller geldi. Bu ödüllerin yazara ya da oyuna nasıl bir katkısı oluyor?
G.K.: Devlet Tiyatroları’nın bize vermis olduğu bir teşvik ödülü var. Motivasyonumuz arttı. Bir sonraki oyunu yazmamızda payı olduğunu düşünüyorum. Oyunun birçok şehire ulaşması da bize başka bir ödül oldu aslında…
Pandemide her şey çok sekteye uğradı. Siz neler yaptınız bu dönemde?
G.K.: Dijital ortamda yayınlanacak kısa videolar çekip oynadığımız bir ekip kurmuştuk. Çünkü oyunculuktan ve hikaye anlatıcılığından uzak kalmamanın yollarını arıyorduk. Pandemi sürecinde düşüncelerin büyümesiyle ilgili bir monolog yazmıştım. Sonrasında bu monolog, bir tek kişilik kadın oyununa dönüştü. Ayrıca Dila ile ikinci çocuk oyunumuzu tamamladık. Şu sıralar etrafında gezindiğimiz bir başka çocuk oyununun da temellerini attık.
D.E.: Pek çok yazar gibi biz de yazdık tabii ki. Devlet Tiyatroları Edebi Kurulu’ndan geçen yeni oyunumuz O Patiyi Bi’ İndir de o dönemde ortaya çıktı mesela. Bilhassa başlardaki sosyal izolasyon dayanılmaz geldiğinden kendimi işe güce, kitap kulüplerine, online kültür-sanat etkinliklerine ve eğitimlere vurdum. Ekranlar üzerinden dünyaya bağlanıyordum bir şekilde. Daha önce ilgilenemediğim konularla ilgilenme ve yeni projelere eğilme imkanım olmasını da yine bu izolasyonun kazandırdığı alana ve zamana dayandırıyorum.
Birçok özel tiyatro kapatıldı. Bu durumun önlenmesi için neler yapılmalı sizce?
G.K.: Krizin geldiği noktaya ragmen seyircinin oyun izleme iştahı devam ediyor. Daha çok üretmeliyiz. Tiyatroya daha çok gitmeli, daha güçlü bir elimiz varsa sponsor olmalıyız. Sadece bizim üzerimize düşen kısımdan bahsediyorum. Bizim üzerimize düşmesine bu kadar gerek kalmasa keşke…
D.E.: Tiyatro, alan, mekan, oyuncu, seyirci istiyor. Finansal sürdürülebilirlik adına dijitalize edilmesi söz konusu olabiliyor. Yine de bana kalırsa bir performansın birebir aynısının yinelenemeyişi hâlâ tiyatronun temel sihri. İnsanın insana doğrudan etkisi… Bence ayakları tiyatro salonuna götüren bu. Doğası gereği, salonlarda toplaşmanın mümkün olmadığı her dönemde ihtimamla korunması gereken bir sanat. Dijitalize olmak, özel tiyatroların finansal can simidi olmaya tek başına yetemez. Güçlü desteklerle ekonomik döngüyü sürdürmek önemsenmeliydi. Pandeminin başından beri ülkece kültür-sanat dünyası, bilhassa tiyatrolar konusunda hayli özensiz davrandık ve bunun toplumsal değerler bakımından bize bir faturası olacaktır diye düşünüyorum.
Turta Girmemiş Orman’ın önümüzdeki tarihlerini öğrenebilir miyim?
D.E.: Bildiğim en yakın tarihleri 9-10 Nisan. Mecidiyeköy Büyük Sahne’de olacak.
Kamyon Tiyatrosuyla da gezdi oyun… Başka yolculuklar var mı?
G.K.: Farklı dillerde farklı ülkelerde oynanmasını da hayal ediyoruz.
D.E.: Turta Girmemiş Orman, üç yıldır İstanbul’da, birden fazla sahnede seyirci ile buluşuyor. Devlet Tiyatroları Kamyon Tiyatrosu projesi sayesinde Doğu Anadolu ve İç Anadolu’da pek çok il ve ilçede de perde açtı. Belki de hiç tiyatro oyunu izlememiş binlerce çocuk için sahnelenen beş oyundan biriydi. Türkiye’nin diğer bölgeleri için de turneler planlanıyor ama rotalar henüz belli değil. Beni en çok mutlu eden bu turneler oldu ve devam edecekleri için heyecanlıyım.
Gelecek projeleriniz neler?
G.K.: Masamda uzun süredir yönetmenliğini yapmak istediğim bir oyun, senaryosunu yazdığım ve oyunculuğunu yapacağım bir kısa film projesi, kafamın içinde de bir sürü proje taslağı var.
D.E.: Masalımı tamamlamayı iple çekiyorum. Yarattığım karakterin peşinden giderken kendime dair çok şey öğrendim. Etkileyici bir yolculuk oluyor benim için.
Gözde ile yazdığımız O Patiyi Bi’ İndir isimli çocuk oyununun sahnelenmesini çok istiyoruz. İklim, dayanışma, barış gibi güncel konulara temas eden bir bilim-kurgu. Kaotik hayvan karakterlerle, bilhassa kedilerle renklenen bir komedi. Umarım o da tez zamanda seyircisine kavuşur ve Gözde ile bir ortak rüyamız daha gerçek olur. “Gelecek projelerin neler?” sorusunun benim için o kadar uzun bir yanıtı var ki… Yorulmanızı istemem. Sizi gözeterek burada duracağım.