Bu yıl siyaset ve kültür üzerine en ilgi çekici ve kışkırtıcı metinlerden biri Güvencesiz Bilinç Enstitüsü [Institute of Precarious Consciousness] tarafından yayımlanan ve daha önce Plan C’nin websitesinde yayınlandığında epey ilgi görmüş olan We Are Very Anxious (Hepimiz Baya Kaygılıyız) kitabı oldu. Kitap, kapitalizmin şu an karşılaştığı en sorunlu duygulanımın kaygı olduğunu iddia ediyor. Önceden, Fordist zamanlarda sıkılmak “egemen reaktif duygulanım” idi. Üretim bandında tekrara dayalı emek sıkıntıyla yoğurulmuştu. Bu durum, Fordizmde hem temel tabi kılma biçimi hem de yeni muhalif siyasetin kaynağı idi.
Geleneksel solun başarısızlığının onun can sıkıntısı siyasetini yeterince kavrayamaması olduğu öne sürülebilir. Sendikaların veya siyasi partilerin ifade edemediği bu sorun, daha çok Sitüasyonistlerin ve punkların kültürel siyasetince dile getirilmişti. Bu can sıkıntısı eleştirisini en iyi soğuranlar ve araçsallaştıranlar örgütlü sol değil neoliberaller oldu. Neoliberaller derhal Fordist fabrikaları ve sosyal demokrasinin sunduğu istikrar ve güvenceyi; bezginlik, öngörülebilirlik ve tepeden inme bürokrasiyle ilişkilendirdi. Neoliberalller tüm bunların yerine heyecan ve öngörülemezlik vaat etti. Ancak bu yeni akışkan koşulların olumsuz tarafı daimî kaygıydı. Kaygı, neoliberal yönetimselliğin normalleştirdiği ekonomik, toplumsal, varoluşsal güvencesizliğe eşlik eden duygu durumudur.
Güvencesiz Bilinç Enstitüsü; aşırı anti-kapitalist siyasetin, genelde can sıkıntısına karşı mücadele çağında biçimlenen stratejilere ve bakış açılarına bağlı olduğu konusunda haklıydı. Enstitü, kapitalizmin can sıkıntısı sorununa etkili bir çözüm bulduğunu, artık solun kaygıyı politize etme yolları bulmasının elzem olduğunu öne sürerken de haklıdır. Anti-psikiyatri hareketinin sönümlendiği anda egemen hale gelen neoliberal kültür, depresyonu ve kaygıyı bireyselleştirdi. Yahut depresyon ve kaygı vakalarının pek çoğu, neoliberalizmin stresi özelleştirme ve siyasi antagonizmaları medikal durumlara çevirme eğiliminin etkileridir.
Aynı zamanda can sıkıntısı argümanının nüans içermesi gerektiğini düşünüyorum. Can Sıkıntısı’nın 1.0. versiyonuna nostalji beslemek muhakkak mümkündür. Pazar günlerinin o kasvetli boşluğu, televizyonda yayın akışının kesilmesine müteakip gece saatleri, hatta toplu taşımada sıra beklerken bir türlü geçmeyen o bitimsiz dakikalar; oysa bugün akıllı telefonu olan herkes bu boş zamanı başarıyla ortadan kaldırabilir. Kapitalist siber uzamın 7/24 yoğun ortamında artık beynin âtıl kalmasına müsaade edilmez, bunun yerine kişi düşük yoğunluklu uyaranların bitimsiz akışında daima boğulmalıdır.
Yine de can sıkıntısı muğlak bir şeydi, öylece ortadan kalkması istenen olumsuz bir duygu değildi. Punk için, can sıkıntısının yarattığı boşluk bir meydan okuma, bir ihtar ve bir fırsattı: Canımız sıkılıyorsa, bu boşluğu dolduracak bir şeyler üretmek bize kalmıştı. İşte tam da bu katılım talebi yoluyla kapitalizm can sıkıntısını pasifize etti. Şimdiyse kapitalist şirketler, bize pasifize edici bir gösteri dayatmaktansa ne yapıp edip bizi etkileşimde bulunmaya, kendi içeriğimizi üretmeye ve tartışmaya katılmaya davet ediyorlar. Artık sıkılmak için ne bir mazaret ne de fırsat kalmıştır.
Her ne kadar kapitalizmin mevcut biçimi can sıkıntısının kökünü kurutmuşsa da sıkıcılığın hakkından gelememiştir. Bilakis, sıkıcılığın her yerde hazır ve nazır olduğunu söylemek mümkündür. Kültürün bizi şaşırtabileceğine dair beklentilerden genelde çoktan el etek çektik. Bu popüler kültür için geçerli olduğu kadar “deneysel” kültür için de geçerli. İster 20, 30, 40 yıl önce piyasaya sürülmüş gibi duran müzik; ister yıllar önce tükenmiş konseptleri, konuları ve karakterleri ısıtıp ısıtıp sunan gişe rekorları kıran Hollywood filmleri, ister çoğu güncel sanat örneğinin bıktıran jestleri olsun her şey sıkıcı. Gelin görün ki kimse sıkılmıyor, zira ortada artık sıkılmaya muktedir özne kalmadı. Zira can sıkıntısı bir kendine katma halidir, yoğun bir soğurmadır. İşte bu nedenle böylesine baskıcı bir histir. Can sıkıntısı varlığımızı tüketir, adeta ondan hiç kaçamayacağımızı düşünürüz. Ancak şu anda kapitalist siber uzamın ayrılmaz bir parçası olan sürekli dikkat dağınıklığının saldırısı altında olan tam da bu soğurma/kendine katma kapasitesidir. Eğer can sıkıntısı boş soğurmanın/kendine katmanın bir biçimiyse o halde daha olumlu soğurma/kendine katma biçimleri buna panzehir olabilir. Ancak bu soğurma/kendine katma biçimlerini kapitalizm sunamaz. Kendimize katmak yerine dikkatimizi sıkıcı olandan uzaklaştırır.
Zamanımızın belki de en karakteristik hissiyatı can sıkıntısı ile zorlantıdır. Her ne kadar sıkıcı olduklarını pekâlâ bilsek de bir Facebook quiz’i daha çözmeye veya bir Buzzfeed listesi[1] daha okumaya, zerre umurumuzda olmayan bir ünlünün dedikodusuna tıklamaya devam ederiz. Durmaksızın sıkıcı olan şeyler arasında dolanır dururuz ama sinir sistemimiz öylesine aşırı uyarılmıştır ki sıkılıyor hissetme lüksüne bile sahip değiliz. Kimsenin canı sıkılmıyor, her şey sıkıcı.
[1] Buzzfeed’in Türkiye’deki muadili Onedio, Listelist gibi liste içeriği sunan sitelerdir (ç.n.).
k-Punk:Collected and Unpublished Writings of Mark Fisher (2004-2016) isimli kitaptan alınan bu metni Koray Kırmızısakal çevirdi. Çeviriyi Öznur Karakaş redakte etti.