2019’un başında “Genç Yetişkinlerin Neoliberal Yükü”[1] adlı yazımda çalışma kültürünü bir çerçeveye oturtmaya çalışan, hayatının ilk ofis deneyimini yaşayacağından ve tutunamayacağından bihaber biriyken eleştirel psikoloji alanındaki -halen geçerli olan- konumlanışımdan beslenmiştim. Bu seferki yazımın eleştirel psikoloji alanına meraklı kişilere daha iyi bir kaynak olması için kendimden uzaklaşıp daha teorik ve olgusal bir izlek takip edeceğim ama anlattığım yine aşina olduğumuz hikayeler olacak. Öncelikle neoliberal kültürden kastedilenden ve bunun hem birey psikolojisi hem de Psikoloji[2] ve genel olarak ruh sağlığı alanıyla alakasından bahsedeceğim. Sonrasında biraz eleştirel psikolojinin ne olduğunu anlatmak istiyorum. Devamında eleştirel psikolojiden edineceğimiz bakışla neoliberal kültüre geri dönüp bu kültürün bildiğimiz birkaç çıktısını ayrıntısıyla ele alacağım. Kapanışta ise birkaç olumlu noktaya değineceğim.
Neoliberalizmin artık gündelik konuşmaya girmiş bir kavram olmasından dolayı tanımını yapma zahmetine gerek kalmadı gibi sanki ama biz yine de David Harvey’den yardım alırsak; neoliberalizm dediğimizde bireysel becerilerin ve özgür girişimciliğin özel sektör tarafından karakterize edilen bir çerçeve içinde (mülkiyet hakları, serbest piyasalar ve serbest ticaret ekseninde) özgürleştirilmesiyle bireyin esenliğine en iyi şekilde ulaşılabilineceğini öne süren bir politik ekonomik uygulamalar teorisinden bahsediyoruz.[3] Bu yazı boyunca bu açıklamadaki “bireysel”, “bireyin esenliği” “girişimcilik” kelimelerinin barındırdıkları üzerinde daha çok duracağım.
Neoliberalizm hayatlarımızın ekonomik terimlerle toptan yeniden şekillendirilmesidir.[4] Aslında bu yazıda da sunacağım üzere eleştirel psikologların da ortak fikri öznel ya da bireysel dediğimiz alanın sosyal gerçeklikten bağımsız veya kendinden belirli olmadığı, toplumsal her şey gibi ekonominin de duygu ve biliş dünyasını belirleyebildiğidir ancak neoliberalizmin hedeflediği şey bireyin bir meta, bir ürün gibi belirlenmesidir; ekonomik koşullardan veya üretim ilişkilerinden etkilenmesinden apayrı bir şey bu. Neoliberalizmin bireyselleşme olarak adlandırılan bir çıktısı var ki bu sadece bireyin toplumdan, bireyselin ise toplumsaldan ayrışmasına değil aynı zamanda sistem tarafından sürekli belli bir tarzda vurgulanan Birey anlatısına tekabül ediyor: girişimci, rekabetçi, kendinden menkul ve hatta kendi kendini yaratan, başarısından (başarı bu kültürün yıldızlı pekiyisidir) ve mutsuzluğundan sorumlu Özne.[5] Bireysel anlatıların başı çektiği, özel alanın kamusallaştığı, sosyal medyada kendimizi yarattığımız, markaların her kimliği içermek için birbiriyle yarıştığı bir zamanda yaşıyoruz.
Bireyselleşme aynı zamanda hayatlarımız (ki bunun içine kurduğumuz ilişkilerden, isteklerimize, beklentilerimize, duygularımıza kadar her şey dahil) üzerinde kurulmuş bir baskıyı beraberinde getirdi. Neoliberalizmde korkunç olan şey bu baskı ve gözetimin, panoptik imajlardan alışık olduğumuzun aksine, bizi izleyen tek bir iktidar aygıtının ötesine geçerek kendimizin kendimize uyguladığı bir şeye dönüşmüş olmasıdır. Neoliberalizm gözetimi, gücü, denetlemeyi ve yönetimi tek bir kişinin elinde toplamayı başardı; o kişi de kendimiziz. 21. yüzyıl Bireyi tartışma götürmez bir şekilde kendini 7/24 pazarlayabilecek araçlarla donatılmıştır. Christian Marazzi “Kendini yeniden icat et” biçimindeki toplumsal buyruğun artık insan sömürüsünün yeni biçimlerinin ayrılmaz parçası olduğunu söyler ve “bu yeni sistemin içinde bireyin ödediği psikolojik bedelin hayli ağır” olduğunu anlatmak için Bifo Berardi’den alıntı yapar: “Sanayi fabrikaları bedeni kullanmış ve onu ruhunu montaj hattının berisinde bırakmaya zorlamıştı… Gayri maddi fabrika ise bizden ruhumuzu -zekamızı, duyarlılığımızı, yaratıcılığımızı ve dilimizi- kullanılabilir halde tutmamızı istiyor.”[6] İnsana dair -bir zamanlar- naekonomik sayılan şeylerin de işin bir parçası haline geldiği dünyada var olmak başlı başına bir rekabet halini alır. Girişimcilik, adaptasyon, esneklik, kendini pazarlama, kâr-zarar hesabı, gerçekçilik gibi özellikleri işaretleyemeyen kişilerin elendiği ya da yarıştan çekildiği bir dünya… Diken’deki yazımda bahsettiğim, her şeyi networking için yapar hale gelmek de bu dünya düzeninin bir sonucudur. Bilginin peşinde onu satmak için koşuyor olabilir miyiz? Ya da boş zaman aktivitelerimiz geri kalma korkusu[7] yüzünden bilinçsizce koşuşturduğumuz şeylere dönüşmüş olabilir mi?
Neoliberalizmin bir diğer çıktısı, bireyselleşme ile çok ilintili olan meritokrasi inancı. Türkçedeki liyakatten farklı olarak meritokrasi, insanların eğitimleriyle eşdeğer mevkilere gelmelerini beklemekten çok daha fazlasını içine alan bir adil dünya inancı aslında. Meritokratik bir dünyaya olan inanç, ‘çok çalışırsanız başaramayacağınız şey yoktur’ mesajını yaratan şeyin ta kendisi. Bu inancın temelinde insanların eşit doğduğu, eşit fırsatlara sahip olduğu ve dolayısıyla başarının şansla (yani bize atanmış ayrıcalıklarımızla) hiçbir alakasının olamayacağı yanılsaması yatıyor. Böyle bakıldığında bu inancın her şeye muktedir olan Birey anlatısını besleyen ve ondan beslenen bir şey olduğunu anlamak güç değil. Bu inanç aynı zamanda dünyanın adil olduğunu da varsayıyor çünkü herkes değerini kendi yaratıyorsa o zaman daha çok çabalayanlar adil dağıtımdan daha çok pay almaya hak kazanırlar.
Görüldüğü gibi bu tabloda toplumsal eşitsizlik gerçeklik dahilinde bile değil: Meritokrasi[8] eşitsizliği göz ardı etmekle kalmaz; onu statüko ile stabil kılar. Toplumsal ve kurumsal her tür yanlışa karşı kayıtsızlık üretir çünkü her koyun kendi bacağından asılıyorsa o zaman dayanışma seçeneklerden biri olamaz. Bizi önceden belirleyebilecek sosyal yapılar göz ardı edildiğinde ise tüm sorumluluk Bireye yüklenir. Sonuç, iç sesimizin de aralarına katıldığı baskı araçları ve beraberinde daha çok kaygı… Sırf bu kadarı bile konunun “psikolojimiz” ile alakasını göstermeye yetiyor. Anksiyete ve depresyonla bozguna uğrayan ruh sağlığımızdan da bahsetmiyorum sadece; sistem tarafından şekillenen algımızdan ve inşa edilen öznelliğimizden de bahsediyorum.
Eleştirel psikoloji neoliberalizmin inşa ettiği bu öznellik biçimini görünür kılmakta ve eleştiriye açmakta harika bir alet çantası sunuyor. İnsanın özünün bu olmadığını (hatta salt insanlığa ait bir öz olmadığını), bunun rekabetçi piyasa koşullarının inşa ettiği bir öznellik olduğunu fark etmede bize yardımcı oluyor. Bir diğer önemli katkısı ise neoliberalizmin talep ettiği insan tipini yaratmada ona araç olan[9] Psikoloji ve psikiyatri alanını eleştiriye açması. Sosyal ortamlarda ve çalışma hayatında başarılı olma, zorluklara karşı dayanıklılık ve güç, hayatımızı kontrol altına alma ve depresyonumuzun devası olabilmeye yönelik mesajlarda (“mutlu insan”a yönelik neoliberal söylem birçok yeni meslek grubu üretmede başarılı olduğu gibi ruh sağlığı profesyonellerinin görünürlüğünü de hiç olmadığı kadar artırdı) sanki bir işletmeymişiz gibi, hep bir gelişme ve büyümeye yapılan vurgu söz konusu. Bizi çepeçevre saran bu mesajlara karşı şu soruları sormayı öneriyorum: Hangi sosyal düzene adaptasyon? Hangi toplumsal yapılar için / içinde işlevsellik? Hangi normale hizmet?[10]
Eleştirel Psikoloji Nedir?
Eleştirel psikoloji alanına girmeden önce gelir eşitsizliğini çalışan iki araştırmadan bahsetmek istiyorum. Bunlardan ilki Whitehall Çalışmaları. 1967’de Londra’da, 20-64 yaş arası devlet memurlarının fiziksel sağlığının 10 seneyi kapsayan bir süre boyunca izlendiği bu araştırma işçilerin kalp-damar rahatsızlıkları ve ölüm oranlarının çalışma mevkileri ile ilişkisini ortaya koydu. 1985’te ikinci ayağı yürürlüğe konan ve bu sefer katılımcılardan daha uzun yılları kapsayan periyotlarla veri toplayan ve 2020 yılında 13. fazı tamamlanan araştırmanın bulgularında da farklı mevkilerde devlet memurluğu yapan işçilerde (en yüksek mevkide yöneticilik, en altta kapıcılık, postacılık vb.ne doğru) statü düştükçe kalp hastalıkları, akciğer rahatsızlıkları, yüksek tansiyon, sindirim yolu bozuklukları, stres, depresyon, intihar oranlarında artış gözlemlenmiştir. Whitehall Çalışmaları mevkiler arası eşitsizliğin sağlıkla olan ilişkisini göstererek yöneticiliğin en çok stres altındaki pozisyon olduğuna yönelik sağduyuyu sorgulatmıştır.
Bahsedeceğim ikinci araştırma Psikoloji alanından Wilkinson ve Pickett’a ait. İkili uzun yıllardır neoliberalizmin daha da büyüttüğü eşitsizliğin birey ve toplum ruh sağlığına olumsuz etkilerine yönelik yayınlar yapıyorlar.[11] Araştırma sonuçlarından bir kısmını özetleyecek olursak gelir eşitsizliğinin fazla olduğu toplumlarda hayattan tatmin ve uzun ömür beklentisi oranının düşük, eğitimden çekilme ve suça meyletme oranlarının ise yüksek çıkması üzerine düşünülmesi gereken anlamlı bulgulardır. İkili 2018’de çıkardıkları Inner Level kitabında eşitsizliğin bilişsel gelişim ve bireyin ruh sağlığına olan olumsuz etkilerine daha çok değiniyorlar.[12] Özellikle de gelir eşitsizliğine bağladıkları sosyal (statüye bağlı) anksiyetenin üzerinde duruyorlar.
Neoliberal bireyselliğin en ağır sonuçlarından biri yetersizlik hissi. Bu hissin sebep olduğu utanç ve suçluluk duygusu[13] başkalarıyla olan iletişimimizin önündeki engeli yaratıyor. Aslında çok insani olan kendini başkalarıyla karşılaştırma edimi, sosyal medya yüzünden hem daha sık yapılır hem de uçurumlara daha kolay tanık olmamız sebebiyle, daha çok öfke yaratır hale geldi. Ancak bu öfke sisteme değil ya karşımızdakine ya da kendimize yöneltiliyor ve karşılıklı iletişimin olanakları böylece yok oluyor. Bir epidemi olarak sosyal anksiyetenin, başkalarıyla bağ kuramamak ve iletişim motivasyonunu kaybetmek üzerinden bireyde ve toplumda yol açabileceği marazları tahayyül edebilirsek bireysel zannettiğimiz alanın evrensel boyutunu öngörebiliriz.
Wilkinson ve Pickett aslında meritokrasi inancının adil ve fıtratçı dünya görüşünü yıkmak için uğraşıyorlar: İnsanları birbirinden ayıran bireysel özellikleri veya fıtratları değil eşitsizliğin ta kendisi ve bu sistem kendisini bu eşitsizliği besleyerek yeniden yaratıyor. Büyük resmi klinik psikolog, eğitmen ve yazar Daniel Gaztambide bir sunumunda[14] mükemmel çiziyor (bkz. Görsel 1). Neoliberal düzende katmerlenen refah eşitsizliğinin bireyde yarattığı sosyal statü endişesinin yol açtığı (mütehakkimden ezilene doğru gittikçe narsisizmden aşağılık kompleksine evrilen bir skalada) psikolojik marazlar bireylerarası iletişime ket vurduğu gibi ırkçı ve fobik söylemleri de besliyor ve bu söylemlerden yapısal eşitsizliği devam ettiren, yine düşmanca retoriği benimsemiş politikalar doğuyor. Bu resim gelir eşitsizliğinin ucunun homofobiye ve ırkçılığa gittiğini göstermesi açısından da çok değerli. Bu tabloda psikolojik ıstırabın ilişkiselliği ve sınıf-aşırılığı bir diğer önemli nokta. Sınıf-aşırı derken sınıftan bağımsız olduğunu kastetmiyorum; tezahürleri oldukça sınıfa içkin olsa da kaynağı ortak olan bir ıstıraptan mustaribiz.[15] Gaztambide’nin kültürel söylem-ekonomi-politika-libidinal ekonominin döngüsel ilişkisi olarak anlattığı bu tablo arada ziyaret edilmeyi hak edecek derecede önemli bir kaynak. Özneler olarak bizlerin yapısal eşitsizlik tarafından psişik olarak belirlenmemiz ve sistemi yeniden inşadaki rolümüz açısından bu harika tablo eleştirel psikoloji alanına geçerken bize köprü olacak.
Psikiyatri ve Psikolojiye dair eleştiri geleneği 19. yüzyılın sonundan başlatılabilir. Eleştiri geleneği en baştan beri, Diken yazısında ve şimdi görünür kılmaya çalıştığım, psikolojikleştirme ediminden rahatsız olmuştur. Psikolojikleştirmeden kasıt, fenomenleri özcü ve indirgemeci, birey bazlı ve normatif çıkarsamalarla değerlendirme alışkanlığıdır.
1960’lardaki anti-psikiyatri hareketi bir başka önemli tartışma zeminini eleştiri geleneğine taşımıştır. Fanon, Szasz, Laing, Basaglia gibi isimleri fikir babası belleyen hareketin temelinde ruhsal sıkıntıların sistemdeki bozukluğa işaret ettiği ve değişimin bir çağrısı olduğu argümanı yatıyordu. “Delilik” tanımının ve normun eleştirisi bu hareketle zirveye ulaşmıştır. Foucault’nun 1961’de yayımlanan Deliliğin Tarihi eseri de kliniğin, akıl hastanesinin, ‘normal’in eleştirel bir arkeolojisini sunmuştur. Psikoloji ve psikiyatrinin kontrol araçları olduğu, bilimin ve bilimsel söylemlerin statükocu, kolonyal ve kapitalist (t)emellere dayandığı argümanları eleştiri geleneğine yerleşmiştir. 1980’lerde ise eleştirel psikoloji post yapısalcı bir çehreye bürünerek feminist, Marksist ve dili önceleyen (anlamın ve gerçekliğin bireylerin zihninde değil dilde inşa edildiğini savunan) bir çalışma alanı olarak evrilmiştir.[16] Bu noktadan sonra eleştirel psikoloji sosyal inşacı paradigmayı benimsemiştir. Bu da Psikoloji tarihinde insanın ‘özü’ olarak, ‘içerisinde’ kabul edilmiş (cinsiyet, zekâ, ahlak vb. gibi) psikolojik değişkenlerin hepsini bir sosyal inşa olarak ele almak manasına gelir. Post-yapısalcı felsefenin bir getirisi olan sosyal inşacılık, eleştiri geleneğinin özcülük karşıtlığını daha da kuvvetlendirmiştir.
Eleştirel psikoloji Psikolojinin nötr olmayı güderken güçlünün tarafında konumlandığını; bu yüzden de iddia ettiğinin aksine objektif kalamadığını, üretilen bilginin ideolojik ve taraflı olduğunu, zamanın ruhuna göre şekillendiğini ve o ruhu da yarattığını mercek altına alır. Objektifliği yüceltildiği yerden indirerek bunun yerine değerlerin belli edildiği, şeffaf, bireyi ve kişisel olanı politik ve sosyal bağlamdan koparmadan ele alabilen bir metodolojiyi yerleştirir (ki bunda feminist teorinin çok büyük katkısı olmuştur). Güç-ideoloji-öznellik sacayağını argümanlarının ana eksenine konumlar. Anti-kapitalist olmak zorundadır çünkü psikolojikleştirme edimi kapitalizm içinde, kapitalizm için bir meşrulaştırıcıdır. Eleştirel psikoloji yapan herkes psikoloji biliminin insanların davranışlarını çalışıp uzun vadede tahmin ederek kontrol etmek için doğduğuna hemfikirdir.
Eleştirel psikoloji yapısökümcüdür,[17] yani bildiğimiz her şeyi unutup nasıl bilegeldiğimizi düşündüren bir pratiğe sahiptir. Bizi (öznelliğimizi, duygularımızı, arzularımızı, yargılarımızı) oluşturan parçaları görebilmeyi mümkün kılan bir pratiktir. Ve bu farkındalık irademizi güçlendiren bir şeydir. Neyi neden yapıyoruz, peki bu bizden başka kimin işine yarıyor sorularını sorunca önümüzde bir haritalandırma olanağı belirir ve o zaman her şeyin bizde başlayıp bitmediğini, kendimizden başlattığımız çizginin aslında birçok noktadan geçerek bize ulaştığını görmek mümkün hale gelir. Özneyi belirleyerek ve kontrol altına alarak yaratılan sistemi geri mühendislik yaparak çözmek yapısökümcüdür; eleştirel psikolog Robert Beshara buna “özneyi değiştirerek dünyayı değiştirmek” diyor.[18] Eleştirel psikoloji dünyayı algılama şeklimiz ile eylemimiz arasındaki bağı gösteren bir alandır. Psikolojinin büyük anlatıları algımızı ve gerçekliğimizi inşa etmişse, psişemiz sömürgeleştirilmişse bu sömürge zincirini kıracak farklı bağlantılar, açıklamalar ve pratiklere ihtiyacımız var. Bu yüzden eleştirel psikoloji sömürgeci zihniyeti bozguna uğratan dekolonyal bir pratiktir aynı zamanda.
Eleştirel psikolojinin en çok üzerinde durduğu şey -bu yazının da temelinde olan fikir- psikoloji ile sosyal yapıları kuran ideolojilerin ayrıştırılamaz olmasıdır. Psikolojinin özel bir alana indirgenmesine karşı çıkılır ve bu edim ile Psikolojinin bireyin (ve kalabalıkların) depolitizasyonunu hedeflediği iddia edilir. Bunun aslında bir iddia olmadığını James Davies’in konuşmasında[19] verdiği bir örnekle kanıtlayabiliriz: Hindistan’da 1996 ve 2005 yılları arasında sadece Hintli çiftçilerde yükselerek artan bir intihar epidemisi gözlemleniyor. Bu zaman aralığının, biraz araştırıp tekrar baktığımızda çokuluslu tarım şirketlerinin Hindistan’da yeni bir market yarattıkları dönemin devamına tekabül ettiğini bilmek mümkün.[20] Çiftçilerin o zamana dek geleneksel yollarla yetiştirdikleri mahsullerin yerini genetiği değiştirilmiş ürünler alıyor. Fakat GDO’lu ürünler kendi tohumlarını üretmediği için sonraki sene ekilecek tohumu bir önceki mahsulden toplamak yerine yerel çiftçiler her sene şirketlerden gidip ekin satın almak zorunda kalıyorlar. Bu durum çiftçilerin borçlanmasına ve fakirleşmesine yol açıyor. Giderek artan sayıda çiftçi (bazıları pestisit içerek) kendini öldürüyor. Peki, bu duruma çözüm olarak ne yapılıyor? Bölgede ruhsal hastalık epidemisi ilan edilerek alana gönüllü psikiyatrist ve psikolog yollanıyor. DSÖ ile birlikte çiftçilerin antidepresanlara ücretsiz ulaşması için, sponsorunun çokuluslu tarım şirketlerinin olduğu bir kampanya başlatılıyor. Çiftçilerin üretim ve hayatta kalma koşullarını ilgilendiren ekonomik / politik hiçbir düzenlemeye gidilmeden, sistemik olan bir problem tıbbileştirilip bireyselleştiriliyor. Benzer bir olay Apple telefonlarının üretildiği Foxconn fabrikalarının Çin şubelerinde yaşandı ve haberlere ‘2010 Foxconn intiharları’ olarak geçti. İntihara kalkışanların 2010’da 15 kişiye ulaşmasıyla Apple, fabrikalarındaki çalışma koşulları hakkında bir nebze şeffaflaşırken Foxconn yetkilileri önce inkâr ve damgalama politikası güttüler. Sonrasında çalışanlara beklenmeyen herhangi bir ölümden şirketi asla sorumlu tutmayacaklarına dair anlaşma imzalatılmasının ardından maaş arttırımı, Budist rahiple dua seansları, acil yardım hatları ve en acısı, yüksek noktalara güvenlik ağı (suicide net) çekmek gibi yöntemler uygulandı.
…
Herkesin ortaklaştığı şey bir ruh sağlığı krizinden geçiyor olmamız. Depresyon ve anksiyete vakaları son 30 senedir hız kesmeden artıyor. Bunun yaşadığımız dünya ile tartışmasız alakası var: iklim krizi, savaşlar, küresel salgın, küresel göç; işsizlik, enflasyon, prekarlaşma; yükselen aşırı Sağ hareket, etnisitelere, inançlara ve kimliklere dinmek bilmeyen düşmanlık… Dünyanın durumu böyleyken bu makro olguların gündelik hayatlarımızda bize geri dönüşünün olmayacağını zannetmek saflık olurdu. Sırf bu yazının konusu olan neoliberal kültürün sinsi hegemonyasının bile bize geri dönüşü çok ağır bir yük modern insan için. James Davies 1980’lerden beri psikiyatrik ilaç kullanımı ve alanda yapılan araştırmalar bu kadar artmışken klinik olarak düzelmek veya ruh sağlığının iyiye gitmesi şöyle dursun, ruh sağlığının çöküşe geçtiğini ve bundan modern kapitalizmin sorumlu olduğunu söylüyor. Problem çalışma ortamınız, insani ihtiyaçlara erişimde zorluk çekmeniz, ayrımcılığa maruz kalmanız olabilir ancak teşhisi alan Siz oluyorsunuz. Hal böyle olunca, yanlış bir şeye verdiğimiz normal bir tepki bizden beklenen sosyal ve performansa dayalı işlevselliği / verimliliği sekteye uğrattı diye psikiyatrik/terapötik müdahalenin alanına sokuluyoruz. “Böyle gelmiş böyle gider” masalını olmazlamanın, beklenen performansın altında iş görmenin, yas için izin verilen süreyi aşacak kadar kederlenmenin, sosyal iletişimde diğerlerinden farklı bir patika izlemenin ve daha birçok beklenen, çoğunluğun yaptığı kabul edilen, düzeni devam ettiren ne varsa ona uymakta zorlanmanın problem olarak addedilmediği bir dünyada yaşadığımızı iddia edecek olan var mıdır? Başkasının bakışları olmasa bile kendi Ego İdealimizin[21] zulmüne katlanırız.
…
Konumuza dönecek olursak, ruhsal hastalığın göstergelerine mesleki işlev bozukluğunun (işe dair negatif duyguların) eklenmesi tarihte neoliberalizm çağının başladığı döneme yani, 1980’lere denk geliyor.[22] İşlevselliğin Küresel Değerlendirmesi (GAF) ölçeği psikiyatrik hastalığın kişinin sosyal hayatını ne kadar sekteye uğrattığını ölçmek için 1980’lerde kullanılmaya başlanıyor ve yine James Davies’e göre, ölçekte iş yerinde ve çalışmaya dair negatif düşünceler içerikli bir maddenin bulunması neoliberalizmin üretkenlik şiarı ile birebir ilişkili.
(İşe dair) Motivasyon düşüklüğünün anında teşhis ve tedavi edilmesi gereken bir tehlike olduğunu günümüzde İngiltere’de başlatılan IAPT (Improving Access to Psychological Therapies– Psikolojik Terapiye Erişimi Geliştirme) programında da görmekteyiz. IAPT programının temeli, ekonomist Prof. Lord Richard Layard’ın LSE’deki Ekonomik Performans Merkezi tarafından yayınlanan Depresyon Raporu’nda ortaya koyduğu argümanlar dikkate alınarak, 2006 yılında Birleşik Krallık’ta Sağlık Bakanlığı tarafından atıldı. Klinik psikolog Prof. David Clark ile yapılan toplantıların ardından, ruh sağlığıyla ilgili sebeplerden dolayı uzun süreli işe devamsızlığın veya çalışmaktan çekilmenin ulusal ekonomiye verdiği zararın yeniden ayağa kaldıran ve uygun şekilde finanse edilen bir psikolojik terapi hizmetinden çok daha pahalıya mal olduğuna kanaat getirilmesiyle anksiyete ve depresyon tanısı konulan kişilerin BDT’ye (Bilişsel Davranışçı Terapi-CBT-) erişimi kolaylaştırıldı.[23] Ancak alandan pek çok psikoterapist programın işlerliğine dair yeterli kanıt olmadığı, programda görevlendirilen kişilerin ruh sağlığı alanındaki yetersizliği, danışan gizliliğinin ihlali, ruh sağlığının piyasalaşması ve BDT tekniğinin problemlere oldukça geçici ve yüzeysel çözüm ürettiği ve hatta birçok vakada kişinin işe geri dönmesi için rızasız uygulanan bir tedavi olduğu noktalarında eleştiri getirdi.[24] Ruh sağlığının ilaç sektörüne bağımlı hale getirilerek piyasalaştırılması konusunda[25] James Davies’in IAPT programına dair ifşasına göre, bu servislerde tanı koymak için kullanılan PHQ-9 ölçeğinin (bkz. Görsel 2) geliştiricisi ve dağıtıcısı Pfizer firması. Ölçekteki 9 maddeye göre tanı konulan kişilerin çoğunluğuna ilaç başlatıldığını düşünürsek kirli bir iş birliğinden bahsediyor olabiliriz.
Kaygı, depresyon ve işle ilgili stres, işle ilgili sağlık sorunlarının başında geliyor. IAPT gibi uygulamaları iş verenleri oldukça huzursuz eden bu istatistiğin sonuçları olarak görebiliriz. Sadece sunulan bireysel terapiler değil iş yerlerine verilen ruh sağlığı eğitimleri de bu küresel “herkes işinin başına” programının bir parçası. İş yerlerinde ruh sağlığı farkındalığının zorunlu olması gerektiğini düşünenlerin sayısı artıyor.[26] Şirketler ve devletler bu tarz ruh sağlığı eğitimlerine, faydasına dair kanıt aramaksızın büyük oranda para aktarıyorlar. Üstelik ruhsal sıkıntı semptomu olarak belirlenen ve eğitimde dikkat edilmesi gereken göstergeler olarak katılımcılara öğretilen (işe devamsızlıkta artış, işleri yetiştirmede yavaşlık, genel performans düşüklüğü, karar alamama, enerji yoksunluğu, iletişimsizlik ve düşük mod gibi) maddelerin hiçbirinin tıbbi bir hastalık karşılığı yok ve aslında hepsi de çalışmaya dair düzenlemelerdeki yetersizlikten kaynaklanan, işini düpedüz sevmemenin göstergesi olabilir.[27]
“İşini sevmek” ve Neoliberal Çalışma Kültürünün Öteki Çıktıları
Neoliberal düzenin çalışma edimine attığı formatların başında “işini sevme” şiarı geliyor ama evvelinde çağın çalışma kültüründen bahsetmek istiyorum biraz. Eminim herkesin gözlemlediği ve hatta daha fazlasını da örneklendirebileceği bir bölüm olacak burası.
Diken’deki yazımın çıkış noktası sistemin yarattığı çalışma kültüründen duyduğum rahatsızlıktı. Buna kültür derken kastedilen nedir? Şahit olduğumuz dünyada üretmek ve emekten bağımsız, salt İşe biçilen bir değer söz konusu. Çalışmanın kendisinin başlı başına bir değer olarak görülmesi İşe atfedilen önemi yaratıyor. Bu anlayış çalışandan beklenenleri de içine alarak ‘işin doğası’ diye anılan meşru zemini doğuruyor. Çalışmayı kutsallaştıran anlayış, onu başlı başına bir değer ve varoluşumuzun parçası yapan kariyerist söylemi beraberinde getiriyor. Tüm bunları içine alan kültüre neoliberal çalışma kültürü diyorum.[28] Bu kültürel sürecin maskelerini düşürerek onu alaşağı etmek de direniş pratiğinin bir parçası. Bu bölümde bahsedeceğim her şey bu kültürün bir çıktısıdır.
David Graeber’e çok şey borçluyuz; çağın çalışma kültürünün ayırdına varmakta gözümüzü açacak bir kavram bıraktı ardında. Onun tırışkadan işler[29] (bullshit jobs) tamlamasıyla ilk karşılaştığımda uzun zamandır aradığım bir şeyi bulmuş gibi olmuştum. Graeber bu tamlamayla işleri “anlamlılar / anlamsızlar” diye ikiye ayırarak çalışanları tabakalaştırmayı amaçlamıyordu tabii ki; Graeber’in yazdıklarının temelinde insanların dünyanın iyiye gitmesine şu veya bu şekilde katkı sağladıkları duygusuyla mutlu oldukları anlayışı yatıyor.[30] Topluma faydası olmayan, aslında düşününce pek de fazla bir şey yapmadığınız bir iş için size para ödenmesinin ruhsal bir ıstırap doğurmasında anlaşılmayacak bir şey olmadığını öne sürüyor. Peki, çalışmayanlar ve topluma faydalı mesleklerde çalışanlar bu ıstıraptan azade mi? Hayır. Birey olmanın vazgeçilmez koşulu, aynı zamanda bireyselleşmenin de kaçınılmaz yordayıcısı olarak beynimize sokulan çalışma ediminin bir parçası olamayan, iş bulamadığı veya istifa ettiği için suçluluk duyan kişilerin de peşini bırakmıyor ıstırap. Mikkel Krause Frantzen “Depresyonun Politikası”[31] adlı harika denemesinde işsiz insanların depresyona girmeye işi olanlardan daha yatkın olmasını “acımasız neoliberal kültürümüzle ve buna eşlik eden mutluluk ideolojisiyle” bağlantılandırıyor.[32]
Çalışmanın ıstırabına geri dönersek… ‘Modern çağın hastalığı’ olarak uzunca bir zaman hakkında yazılar yazılan tükenmişlik sendromu (burn-out syndrome) belirtilerinin Sanayi Devriminden sonra bir psikopatoloji olarak tanılanmaya başlanan nevrasteni ile birebir olması bu sendromu yaratan faktöre dair bize gerekeni söylüyor. Topluma faydalı mesleklerde çalışanlara dair oldukça yakın tarihten bir örnek verebiliriz. Araştırmacı / yazar Richard Seymour tükenmişliğin, yorgunluk ve stresin ötesinde, işe dair motivasyon kaybıyla alakasını pandemi dönemi ve sonrasında sağlık çalışanlarının yaşadıklarından (ve artan intihar oranından) örnek vererek anlatıyor.[33] Bu örnekte kötü çalışma koşullarının ve fazla çalışmanın sebep olduğu yorgunluğun yanında, acil bir ihtiyaca derman olmaktan ileri gelen baskıya bağlı bir içsel zorlanmanın sonucunda yetememek ya da bekleneni verememek gibi sebeplerden tükenmek söz konusu.[34] Bu durumu eğitim, hizmet, bakım sektörlerinde yoğun olan duygulanımsal emek ile bağlantılı ele alabiliriz tabii ancak araştırmacı/gazeteci Sarah Jaffe’ye göre neoliberal çalışma kültürünün dayattığı 7/24 gözetim içeren ve öz yönetim bekleyen modern çalışma hayatında artık tüm meslekler duygulanımsal emek içeriyor.[35] Tam bu noktada “işini sev” ya da “sevdiğin işi yap” şiarına geçebiliriz.
Emek üzerine gazetecilik yapan Sarah Jaffe bir madenci üzerinden duygulanımsal emeği anlatır: Bir madenciden beklenen işini yapmasıdır (iş sırasında ne kadar lanet ettiği önemsenmez); neoliberal üretim ilişkilerinin bir sonucu olan işini seviyor gibi görünme zorunluluğunun getirdiği stres ise bambaşka bir boyuttadır.[36] Fabrika işçisinden işini seven ve çalışmadığı zamanlarda da kendini yönetmesi beklenen işçiye bir geçiş olduğundan bahseder Jaffe. Çalışma eyleminin performatif bir var oluş şekli olarak özel ve kamusal hayatı ele geçirmesi kimilerine göre yeni bir şey ve bu bireyselleşme ile de el ele giden bir performans: Kişinin 7/24 kendini çalışan kimliği ile inşa etmesi… Bu, çalıştığınız yerden gelen bir baskıyla iş dışındaki eylemlerinizin gözetlenmesi şeklinde de gerçekleşebilir[37] ancak bu yazıda bireye bile isteye bu imajı yarattıran içsel motivasyon ve bunun müsebbibi olan kültürün üzerinde duruyorum.
İşinin reklamını yapmak için belli bir sınıfın mensubu olmak gerektiği konusunda hemfikir olmak lazım. Sosyal medyada yakın zamanda peydah olan; beyaz yakalı işçilerin (beyaz yakalıya da işçisin demek lazım bir yerde, değil mi?) ofis hayatının sunduğu bol Starbucks kahveli, kombinli, Happy Friday’li iş güzelleme videolarına denk gelmişsinizdir. Bu tarz videolarla, yerel Tiktok paylaşımlarında özel yeri olan inşaat, fabrika, tarım gibi ağır işlerde çalışan işçilerin iş koşullarını ironi ve alayla görünür kıldıkları paylaşımları karşılıklı olarak bir göstergebilim çerçevesinde ele almak hiç fena fikir olmazdı.[38]
Var olma amacını işte bulmak üzerine paralı atölyeler[39] yapıldığını görmek de bu retoriğin besbelli sınıfsal olduğunu apaçık gösteriyor. Diken’deki yazımda Maslow’un ‘ihtiyaçlar hiyerarşisi’ne ve kendini gerçekleştirme kavramına gönderme yaptığım için birkaç okuyucudan eleştiri almıştım. Maslow’un kuramı 1950’ler ve 60’larda, işletme ve halkla ilişkiler birimleri tarafından çalışmayı bir var olma amacı olarak içselleştiren işçiler yaratmak adına dönüştürülüyor ve 80’lere gelindiğinde işletme ders kitaplarına sağlam bir şekilde yerleşiyor. Yani, paradan daha ulu bir motivasyon olarak “işini sevmek” şiarının yaratımında Maslow’un etkisi var.[40] Okuyucudaki hassasiyet de bundan kaynaklanıyordu tabii. Halbuki yazımda ‘kendini gerçekleştirme’yi hiç işle bağdaştırarak almamıştım; tam tersine, bizlere çizilen hayat planının ötesinde bir arayıştan bahsetmek için kullanıyordum. Hiç kuşkusuz, ‘işini sev’ retoriği işin en başta bir iş olduğunu unutturuyor; çıkar odaklı olduğunun, profesyonel yükümlülükleri içinde barındırması gerektiğinin üstünü örtüyor. Çalışma edimini olabilecek en bireysel hale getiriyor ve çalışma memnuniyeti ve memnuniyetsizliğini özel/kişisel alanda muhakeme edilmesi gereken bir şeye dönüştürerek dayanışmaya da ket vuruyor. Demek ki “sevdiğin işi yap” şiarı neoliberal kültürü yeniden yaratmaya yarıyor.
Performans çılgınlığı ve verimlilik anlayışına da değinmeden olmaz. Şirketlerin tüketiciler üstünde psikolojik hileler kullanarak onları ürün ve hizmetlerini satın almaya teşvik etmesine aşinayız; şimdiki olay bu hilelerin artık işgücüne genişletilmesinde yatıyor.[41] Ve tabii ki performans ve verimliliği gözeten sistemleri geliştirmek için yardım alınan alanların başında Psikoloji geliyor. Özellikle oyun teorisinden ilham alan ödül mekanizmalı arayüzler buna örnek olarak verilebilir. Çalışanların motivasyonunun arttırılabilirliği üzerine yapılan deneyler iş gücünün kontrolünde rol oynuyor.
Beyaz yakalıların ofis dünyasındaysa ironik olan bir durum var: Verimliliğin altı sık sık çizilmesine rağmen ofis hayatı dikkat dağıtma üzerine kuruludur (çalan telefonlar, pop-up toplantılar, ardı arkası kesilmeyen e-postalar). Ofis ortamı (birçok zaman salt performans olarak olsa da) verimliliğin kanıtlanmak zorunda olduğu ancak çalışmanın sürekli bölündüğü bir yer olarak Cal Newport’un Pürdikkat kitabında[42] ayrıntılı olarak ele alınır. Kitaptan geriye en akılda kalan ders, çok fonksiyonluluk denilen şeyin insan beyni kapasitesi için geçerli olmadığı tezidir. İnsanlardan aynı anda birden fazla iş görmesi veya aralıklarla dağılan dikkatine rağmen iyi bir performans göstermesi bekleniyorsa ortalamanın altında bir performansa razı geliniyor demektir.
Performans baskısı iş hayatına gelmeden, ta çocukluktan başlıyor tabii ki. Değer duygusu, başkalarının gözünde başarı addedilen şeyleri başarmaya bağlı olduğunda bu durum kaçınılmazdır. Bu konuda eleştirel yönelimli psikanalist Lynne Layton’ın bir anekdotunu değerli buluyorum:[43] Hep A’lık bir öğrenci olan kızları son zamanlarda kötü notlar almaya başlayınca ebeveynler kızın terapisti olan Layton’a sorunun ne olduğunu ve kızlarını eski haline döndürmek için ne yapmaları gerektiğini danışırlar. Ebeveynlere cevap olarak Layton, kendisinin asıl uğraşması gereken problemin genç kızın bu zamana kadar hep A almasının arkasındaki başarma baskısı olduğunu söyler. Böyle bir terapist ne güzel şeylere kadirdir!
…
Günümüzün büyük kısmını geçirdiğimiz ortamlarda yaşadıklarımız o yere has şeyler olarak orada kalmazlar; zaten hiçbir etkileşim alanı yoktur ki zamanın ruhundan, toplumsaldan, makro yapılardan, ideolojiden azade olsun. Fakat neoliberal çalışma kültürü o kadar riyakar ve çıkarcıdır ki çalışmayı kişinin varlık nedenine kadar vardırırken çalışma acısından kaynaklı problemlere karşı ya kör kalır ya da indirgemecidir. İçinde demlendiği bireyselcilik bu indirgemeciliğinin sorumlusudur tabii. Oysa, iş yerindeki çalışma ortamı, çalışanların birbiriyle ilişkileri makro neoliberal çalışma kültüründen etkilendiği gibi bireysel hayatlarımızı etkileme gücüne de sahiptir. Çalışma kültürünü beslediğiniz sürece sorun yoktur; problemleri konuşmaya başladığınızdaysa dayanıklı olmamakla, duygusallıkla, tecrübesizlikle suçlanırsınız. Oysa iş yeri stresi denen şey iş yeriyle sınırlı kalmaz; hayatımızın diğer alanlarına, ilişkilerimize sirayet eder. Buna en uç örnek intihardır belki:[44] Örneğin Efe Demir’in intiharı[45] iş yükünün, toksik iş ortamının, insan odaklı olmayan çalışma kültürünün ucunun gidebileceği yeri görünür kılmalıdır. Bunu dediğimizde genellikle intihar eden kişinin ruh halini sorgulayan bir karşılık alırız. Tüm yazıda işte bu sorgulamaya karşı bir argüman yürütmeye çalıştım; “ruh hali”miz ile “iş yeri” hali hazırda birbirinden bağımsız iki alan (olmak zorunda) değildir.
Umut Veren Gelişmeler
Kapanışı yaparken, sonuç yerine bana umut veren birkaç şeyden bahsetmek istiyorum. Bunların başında sosyal medyada giderek görünür olan nöroçeşitlilik repertuvarı geliyor. Nörogelişimsel olarak tipik kabul edilen tipolojiden farklı olan ve modern toplumda bir mücadele güden kişilerin Twitter’da #neurodivergent (#nöroçeşitli) ya da #actuallyautistic (#aslındaotistik) gibi kategorilerle[46] paylaştıkları deneyimler tümden aynı şeyi açık ediyor: Eğitim ve iş hayatı gerçekten kapsayıcı olsaydı nöroçeşitlilik bir sorun olarak algılanır ya da yaşanır mıydı? Çağımızın çeşitlilik ve kapsayıcılık vurgusunun ne kadar içi boş olduğunu anlıyoruz böylece. Alışılmışın dışında yol izleyenler yalnızlaştırılıyorlar. Sosyal medyadaki görünürlük ve paylaşımlar bu yalnızlığı kırmaya yönelik güzel adımlar.
Samimi bir kapsayıcılık nasıl olurdu mesela? İş görüşmesinde adaya “Çalışma alanında seni ne mutlu eder?” veya “Senin bizden beklentin nedir?” gibi soruların sorulduğunu farz edelim. Şu tarzda sorular samimi bir ilgiyle sorulduğunda önüne geçilecek enerji kaybının ne denli olabileceğini hayal edelim. İşe ne kadar katkı sağlayabilecek bir ‘karakter’de olduğumuzun ölçüldüğü görüşmelere alışığız biz daha çok. İş görüşmesinde bu tarz sorular duyan birileri var mıdır bilmiyorum ama sayıca fazla olmadıklarını tahmin ediyorum. Bu noktada, Hafıza Merkezi ve Postane’nin birlikte yürüttükleri bir proje[47] sayesinde haberdar olduğum bakım odaklı iş yeri kavramının altını çizmek isterim. Proje kapsamında hazırlanan kontrol listesine göz attığınızda[48] gününüzün yarısını geçirdiğiniz alanlarda sizi memnun hissettirecek ne kadar önemli şartlar var ve bunların ne kadar azı karşılanıyor bir kez daha fark ediyorsunuz. Nöroçeşitlilik temsiline dönecek olursak, bireylerin profesyonellerin elinden mikrofonu alıp kendi deneyimlerini aktarmalarının dekolonyal bir pratik olması bir yana, tipik sayılandan farklı nörolojik çeşitlemeler çatlak açma (bir başkayı fark ettirme) potansiyeli olan oluş şekilleridir. Alışılmışın dışını görmemiz ve esen olmak için gündelik hayatta ihtiyaç duyulabilecek şeylerin çeşitliliğini ve çoğulluğunu fark etmemiz çok önemli.
Evrimsel psikiyatri yaklaşımının çıktıları da birçok yönden insana umut veren bir bakış açısı sağlıyor. Felsefe profesörü Justin Garson[49] çeşitli ruhsal “bozukluklara” işlevsel olarak bakmanın paradigma değişimine kadar gidecek bir dönüşüme yol açabileceğini söylüyor. Evrimsel psikiyatri zihinsel ve nörolojik farklılıkları krizlere karşı geliştirilmiş, gelişmiş tepkiler ve stiller olarak ele alıyor. Terapi ve ilaç kullanımını yok saymamakla beraber ruhsal ve zihinsel anomalilere bir adaptasyon ve koruyucu kalkan olarak bakan bu bakış açısı teşhis konan, anında ilaç dayatılan ve beynimizden kaynaklandığını düşünmeye alıştığımız şeylerin işlevini görmeye yöneliyor. Hayatımızı sekteye uğratan şeylerin neye karşı gelişmiş araçlar olduğunu ve ne işe yaradığını düşünmeye çağıran bu görüşün ruh sağlığı desteği alan kişileri daha umutlu, istekli ve aktif kıldığını gösteren araştırmalar da söz konusu. Bu görüş biraz önce bahsettiğim nöroçeşitliliği de patoloji yaftasından kurtaracak bir yaklaşım aynı zamanda. Örneğin aynı yazıda, disleksinin kendine has bilişsel bir stil olduğu, pratik zekâ ve tümevarımda bireyi bir adım öne çıkardığını gösteren kanıtlardan bahsediliyor.[50]
En büyük payı dünyaca parçası olduğumuz global sağlık krizine ayıracağım çünkü Covid-19 krizi, her krizin muhtemel sonucu olan kültürel süreçlerin ters yüz edilme sürecini başlattı. Bifo Berardi’nin son kitabı Üçüncü Bilinçdışı pandeminin açtığı bu alana değiniyor. Berardi pandemi ve kapatılma ile, alışık olduğumuz sürekli hızın kesintiye uğradığını ve bunun psişik bir çöküşe sebep olduğundan bahsediyor.[51] Onun psikodeflasyon dediği bu psişik çöküşü, yavaşlamayı unuttuğumuz hayatlarımızda sekteye uğrayan gidişatımızın normalliğini sorgulatan bir uyarı olarak değerlendirebiliriz. Keza Berardi de o kapatılma ve beraberinde gelen yavaşlama deneyiminde başka bir yaşamın mümkün olabildiğini gördüğümüzü söylüyor.
Pandemi ve kapatılma bazılarının yaşam arzusunda kesintiye sebep oldu ancak biliyoruz ki sadece belli bir ayrıcalıklı kesim bu yavaşlamayla gelen kesintiyi yaşadı. Evden çalışabilen ya da kapatılmayı evinde geçirebilenlerin bir kısmı yavaşlamayı unuttukları ve kendileriyle ne yapacaklarını bilemedikleri için bu süreçte boşluğa düştü; paniğe kapıldı, bazılarının sorumlulukları iki misli arttı ve onları tükenmekten alıkoyan şeyin dışardaki hayatları olduğunu fark ettiler, bazıları ‘içine döndü’ ve -umarız- ömür boyu kendini hatırlatacak farkındalıklar edindi. Ancak hizmet / sağlık sektörü ve fabrika çalışanları ölümle burun burunayken bile çalışmaya devam ettiler. Böylelikle onlar da patronların ölüm ve yas karşısındaki kayıtsızlığına ve insan hayatının piyasadaki değerine şahit oldular.[52] Ve 2021’in başından başlayarak toplu istifalara şahit olduk. Büyük İstifa Dalgası pandeminin olumlu bir sonucudur; tıpkı yavaşlamanın getirdiği psikodeflasyon gibi. Pandeminin tüm insanlığı bir şekilde etkileyebilecek denli bir kriz olması ve her krizin “yeni bir ritim öğrenmemizi salık vermesi”[53] -yukarıda değindiğim evrimsel psikiyatri yaklaşımının göstermeye çalıştığı gibi- bu krize verilen cevapları “sağlıklı” kılıyor.
Tüm yazı boyunca çeşitli örnekler getirdiğim üzere, ruh sağlığımız (“psikolojimiz”) bizde başlayıp bizde biten, salt beynimizden kaynaklı, ipi yalnız bizim elimizde olan bir şey değil. Birey olarak bizi inşa eden makro örüntüler öznel bildiğimiz her şey gibi ruh halimizi de gayet belirliyor. Elbette ki ruh halleri ve arzular öznel, deneyimsel ve de bireysel alana dahildir; bu yadsınamaz. Bu yüzden bireysel terapi önemlidir, ruhsal sağlık hizmetlerine ulaşımın kapsayıcılığı zaruridir. İçinden geçtiğimiz ruh sağlığı krizi bilhassa psikolojiyi samimiyetle ciddiye almamız gerektiğinin göstergesi. Yazımın kapanışını Mikkel Krause Frantzen’den bir alıntıyla yapmak istiyorum:[54]
Adına layık herhangi bir sol politika sorun kapitalizmdir (kesinlikle öyle olsa bile) demenin ötesine geçmeli ve sabahları nasıl kalkılacağı problemiyle yüzleşmelidir. Bu sorun devrimci olduğu kadar pratiktir de. Tabii ki bazen yataktan kalkmamak tek başına devrimci bir eylem olabilir, bir çeşit grev, tükenmişliğin özetlenmesi ve giderek artan şekilde empatik ve olumlu “evet, yapabilirim”in etrafında dönen dünyada negatif bir “hayır, yapamam”ın ifadesi olabilir. (…) Mesele elbette depresyonun başlamasına asıl sebep olan işe geri dönebilmek için depresyondan çıkmak değil, daha çok bizi hasta eden maddi koşulları, insanların hayatlarını mahveden kapitalist sistemi ve öldürücü eşitsizlikleri yok etmek olmalı. Yani, başka bir dünyayı birlikte yaratmak. Ama bunu yapmak, bunun mümkün olmasını sağlayan yere ulaşmak için hastalar arasında rekabetten ziyade insanları daha az yalnız ve hastalıklarından ahlaki olarak daha az sorumlu hissettirecek bakım ittifakları gerekli.
Ana Görsel: Hermann Traub
[1] https://www.diken.com.tr/genc-yetiskinlerin-neoliberal-yuku-erken-yorgunluk/
[2] Bilim dalı olarak bahsettiğim yerlerde büyük P harfi kullanıyorum.
[3] Harvey, David (2015). Neoliberalizmin kısa tarihi. Sel Yayıncılık
[4] Brown, Wendy (2018). Halkın çözülüşü: Neoliberalizmin sinsi devrimi. Metis
[5] Marvakis (2022) her üretim tarzının bir yaşam şeklini (ve beraberinde arzularımızı ve hedeflerimizi) inşa ettiğini ve her üretim şeklinin bir insan tipini talep ettiğini öne sürer. Fordist üretim şekli bireyi güruhtan ayrı değerlendirmemişken post-Fordist üretim tarzı Birey anlatısıyla farklılaşır; üstelik bunu “farklı” Birey anlatılarını da destekleyerek yapar. Şu an hepimizin bildiği kapsayıcılık ve çeşitlilik şiarları, kullanışlı ve işlevsel hale getirilebildiği takdirde neoliberalizm tarafından da cesaretlendirilen noktalar oldu. Marvakis’e göre Fordist üretimde öne çıkan benzerlik ve normallik günümüzde farklı bir normallik olarak seyrediyor, yani artık herkesin kendi tarzında kullanışlı hale gelmesinden ve herkesin görünür kılınarak sömürülmesinden bahsediyoruz.
[6] Marazzi, Christian (2017). Sermaye ve duygular, çorapların yeri (s.10-11). Otonom Yayıncılık
[7] İngilizce açılımıyla, fear of missing out (FOMO) 2013’te Oxford sözlüğüne girmişti.
[8] Yapılan Psikoloji ve nörobilim araştırmaları meritokrasi inançları tetiklendiğinde insanların daha az paylaşımcı, eşitliğin olmadığı sonuçlara karşı daha kabullenici, kendilerine karşı daha az eleştirel olduklarını gösteriyor. Meritokrasi tutumu dayanışmacı olmayı en başta psikolojik olarak engelliyor. Bkz. https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2019/03/21/meritokrasiye-inanmak-sadece-yanlis-degil-kotudur-de
[9] Adams, G. vd. (2019) The psychology of neoliberalism and the neoliberalism of psychology. Journal of Social Issues, 75(1), 189-216.
[10] Marvakis, Athanasios (2022). Neoliberalizmin (eleştirel) psikolojide çerçevelenmesi (çev. Aysel Gürel Kayaoğlu). Eleştirel Psikoloji: Yaklaşımlar, gündemler, tartışmalar (s.38). İletişim Yayınları.
[11] Bkz. Wilkinson, Richard & Pickett, Kate (2010). Su terazisi: Eşitliğin artması toplumları nasıl güçlendiriyor? Optimist Yayınları.
[12] https://www.theguardian.com/inequality/2018/sep/18/kate-pickett-richard-wilkinson-mental-wellbeing-inequality-the-spirit-level
[13] Yazar Richard Seymour bu iki duygunun altını çiziyor; bkz. https://www.youtube.com/watch?v=imPZFe8lx8M&t=21s
[14] https://www.youtube.com/watch?v=HjQZaq8u8ww&t=2237s
[15] Fakirlerin nevroz yaşamadığı ya da zenginlerin psikolojik ıstırap çekmediği gibi önyargılarımız olabilir. Psikanalist Joel Kovel’in dediği üzere işçi sınıfı nevrozdan azade değildir ancak hastalıkla özdeşleşecek durumları olmayabilir (https://anticapitalistresistance.org/on-being-a-marxist-psychoanalyst-and-a-psychoanalytic-marxist/). Alandaki işçi liderleri, sendikacılar ve işçi sağlığı komisyonları işçilerin ‘çalışma acısı’ndan kaynaklı sorunlar yüzünden ne kadar yoğun olarak Psikiyatri birimlerine başvurdukları konusunda on binlerce anekdot paylaşabilirler. Zenginlere gelince ise, Psikolog Sanah Ahsan izole yaşam ve madde bağımlılığını zenginlerin kapitalizm kaynaklı çektikleri psikolojik ıstırap göstergeleri olarak örnekler (https://www.theguardian.com/commentisfree/2022/sep/06/psychologist-devastating-lies-mental-health-problems-politics?CMP=share_btn_tw).
[16] Parker, Ian (2022). Eleştirel psikoloji: Psikolojik bilginin politik boyutları (çev. Sercan Karlıdağ). Eleştirel Psikoloji: Yaklaşımlar, gündemler, tartışmalar. İletişim Yayınları.
[17] Salmon, P. (2021). Dünyanın yapısökümünü nasıl gerçekleştiririz? (Çev. İdil Atabinen). Dilsosyal.
[18] Mognieh, L. (2021). Robert Beshara ile röportaj İçkin bir eleştiri formu olarak psikolojiyi dekolonyalleştirmek (Çev. İdil Atabinen). Dilsosyal.
[19] https://www.youtube.com/watch?v=J67gd2YtX1A&list=WL&index=54
James Davies’in aktardığı bu örnek ve daha fazlası için bkz. James Davies (2021) Sedated: How modern capitalism created our mental health crisis. Atlantic Books
[20] 1991’de Hindistan’da neoliberal üretim politikalarının uygulanmaya başlandığını, 1994’te Dünya Ticaret Örgütü’nün kurulduğunu ve Hindistan’daki tarım sektörünün belini doğrultması ve sermaye oluşturmasının 2005 yılını bulduğunu aklımızda tutalım.
[21] Freudyen psikanalizde Ego İdeal mükemmel benliğin bir imajıdır, dışardan (toplumdan, aileden) toplanan tüm ‘iyi’ imajların bir potlaç haline gelerek egoya yansımasıdır. Psikanalist Josh Cohen içerden gelen baskı, kafamızın içinde daha iyisini yapabileceğimizi söyleyen o ses için bu tanımı kullanıyor. https://www.youtube.com/watch?v=imPZFe8lx8M&t=21s
[22] https://www.youtube.com/watch?v=J67gd2YtX1A&list=WL&index=52
[23] https://www.ocduk.org/overcoming-ocd/accessing-ocd-treatment/accessing-ocd-treatment-through-the-nhs/iapt/#:~:text=The%20history%20of%20IAPT,the%20London%20School%20of%20Economics.
[24] Barrett, Paul. (2009). An uncertain prognosis. Mental Health Practice (through 2013), 12(6), 12.
https://thefutureoftherapy.org/iaptsurvey
[25] Bu konuda ileri araştırma yapmak isteyenler, ödüllü gazeteci Robert Whitaker’ın (Mad in America) ilaç piyasasıyla Psikiyatrinin iş birliğine dair yayın ve makalelerine göz atabilir.
[26] https://www.pawsinwork.com/blog/should-mental-health-awareness-training-be-mandatory#:~:text=Did%20you%20know%20that%201,health%20first%20aider%20at%20work
[27] https://www.youtube.com/watch?v=J67gd2YtX1A&list=WL&index=53
Neoliberal düzende piyasalaşan mutluluk ve mutlu (gözüken) işçiler yaratma yolları üzerine bir diğer kaynak için bkz. William Davies (2021). Mutluluk endüstrisi. Sel Yayıncılık.
[28] Çalışmayı meşrulaştırıcı düşünceleri eleştiren yol göstericiler için bkz, Andre Gorz, Kathi Weeks, Erich Fromm, Dominique Meda, Mark Fisher, Vincent de Gaulejac vd.
[29] https://vesaire.org/tiriskadan-isler-fenomeni-uzerine/
[30] “Sürekli olarak bize işin kendisinin bir erdem olduğu, insanın karakterini geliştirdiği falan söylenirdi ama kimsenin buna inandığı yoktu. Pek çoğumuza göre iş, başkasına faydası dokunmadığı takdirde kaytarılması gereken bir şeydi.” (https://vesaire.org/isci-sinifinin-laneti-fazla-alakadar-olmak/)
[31] http://umutsen.org/index.php/ceviri-bugunu-ozgurlestirmek-depresyonun-politikasi-los-angeles-review-of-books/
[32] Tabii, kötü bir işte çalışmak ile hiç çalışmamanın götürüleri karşılaştırılmalıdır. Chandola ve Zhang (2018) araştırmalarında öncesinde sağlıklı olan işsiz bireylerin sağlık durumlarının kötü bir iş tecrübesinden sonra kötüleştiğini gösteriyor. Bkz. Chandola ve Zhang (2018).
[33] Richard Seymour, https://www.youtube.com/watch?v=imPZFe8lx8M&t=21s
[34] Pandemi süresince sağlık çalışanlarında intihar, depresyon, artan madde kullanımı ve anksiyeteye dair birçok haber ve bilimsel araştırma bulunuyor.
[35] https://www.youtube.com/watch?v=sJ7tvjLlD_U&t=119s
[36] Fordist ile post-Fordist üretim arasındaki farkı anlatırken salt fiziksel emekten duygusal emeğe geçişten sıkça bahsedilir.
[37] Çalışma saatleri dışına taşan gözetim konusunda Amazon’un sınır tanımazlığını gösteren birçok kaynak bulabilirsiniz; örnek için bkz. https://interestingengineering.com/innovation/amazon-employee-surveillance-dystopian-heights Türkiye’den benzer bir örnek Mersin Akkuyu Nükleer Santrali inşaatında, işçilerin bileğine GPS cihazı takılarak gerçekleştirildi bkz. https://www.evrensel.net/haber/493273/akkuyu-ngsde-iscilere-takip-cihazi-takildi
[38] İş alanının sunduğu nimetlerin reklamını yapacak olanaklara sahip olmayan emekçiler TikTok’u ele geçirip hiçbir ideolojiye hizmet etmeyen sahicilikte bir resim sunmuşlardı bkz. https://www.theguardian.com/world/2021/jul/24/tiktok-gives-voice-turkey-labourers-factory-workers
https://www.evrensel.net/haber/420408/tiktok-isci-sinifina-bahsetmedigimiz-kendini-insa-etme-alani
[39] https://biletino.com/tr/e-9rq/ahmet-akin-ile-is-ortaminda-var-olma-amacini-bulmak/
[40] Maslow’a dair daha fazla eleştiri için bkz. https://medium.com/share-the-wealth/in-a-neoliberal-world-self-actualization-as-consumerism-a0e214708a54
https://aeon.co/ideas/the-dark-shadow-in-the-injunction-to-do-what-you-love
Trigg, A. B. (2004). Deriving the Engel curve: Pierre Bourdieu and the social critique of Maslow’s hierarchy of needs. Review of Social Economy, 62(3), 393-406.
[41] https://www.nytimes.com/interactive/2017/04/02/technology/uber-drivers-psychological-tricks.html
[42] Kitapla ilgili bkz. https://blog.dropbox.com/topics/work-culture/cal-newport-finding-focus
[43] https://www.youtube.com/watch?v=HjQZaq8u8ww&t=2276s
[44] Kaldı ki çok daha sıradan bir örnekle de tezimi kanıtlamam mümkün. 2018’de ses getiren bir araştırmada (bkz. Becker vd.) çalışma saatleri dışında yollanan iş e-postalarının sadece çalışanların sağlık durumlarını değil eşleriyle olan ilişkilerini de bozguna uğrattığı kanıtlanmıştı.
[45] https://sendika.org/2023/03/hayatina-son-veren-yapi-kredi-calisani-muhendis-efe-demirin-ifsa-mektubu-insana-ve-calisma-arkadasiniza-onem-vermiyorsunuz-680305/
[46] Otizme dair Türkiye’den Özgür Eller Otizm İnisiyatifi ve Merhaba! Spektrum oluşumlarını takip edebilirsiniz. Merhaba! Spektrum’dan Hazan Özturan’la yapılan oldukça açıklayıcı söyleşi için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=yLDmz453e2Q&t=2939s
[47] https://caringworkspaces.org/arastirma
[48] https://tr.surveymonkey.com/r/D9Z59NT
Kontrol listesinin tanıtımı için ayrıca bkz. https://www.youtube.com/watch?v=eUD3gdvddBE
[49] https://aeon.co/essays/evidence-grows-that-mental-illness-is-more-than-dysfunction
[50] “Acaba yeniden bir anti-psikiyatri hareketi mi doğuyor?” diye düşündürten (depresyon teşhisinde kimyasal dengesizlik açıklamasının genel geçerliğini kaybetmesi, DSMV el kitabına güncelleme yapılması için başlatılan imza kampanyası ve kendilerine uygulanan psikiyatrik tanı ve tedavi yöntemlerinden “kurtulanların” deneyimlerini internette paylaşmaları gibi) başka belirtiler için bkz. https://ps.psychiatryonline.org/doi/epdf/10.1176/appi.ps.201100484. Son olarak, yeni Devlet Sağlık Örgütü kılavuzlarında depresyonun birinci basamak tedavisinde antidepresanlara kıyasla psikoterapinin önerilmesi birçokları tarafından hafifsenmeyecek bir değişim rüzgârı olarak nitelendirildi. Bkz. https://x.com/JDaviesPhD/status/1726867897472164009?s=20
[51] http://www.otonomyayincilik.com/bifo
[52] https://terrabayt.com/dusunce/hicbir-sey-ve-her-sey-ise-karsi-yas/
[53] http://www.otonomyayincilik.com/bifo
[54] https://umutsen.org/index.php/ceviri-bugunu-ozgurlestirmek-depresyonun-politikasi-los-angeles-review-of-books/
Kaynakça
Adams, G., Estrada‐Villalta, S., Sullivan, D., & Markus, H. R. (2019). The psychology of neoliberalism and the neoliberalism of psychology. Journal of Social Issues, 75(1), 189-216.
Afacan, İ. (2020). “TikTok, işçi sınıfına bahşetmediğimiz kendini inşa etme alanı” (söyleşi). Evrensel
Ahsan, S. (2022). I’m a psychologist – and I believe we’ve been told devastating lies about mental health. The Guardian
Atabinen, İ. (2019). Genç yetişkinlerin neoliberal yükü: Erken yorgunluk. Diken.
Barrett, P. (2009). An uncertain prognosis. Mental Health Practice (through 2013), 12(6), 12.
Becker, W. J., Belkin, L. Y., Conroy, S. A., ve Tuskey, S. (2021). Killing me softly: Organizational e-mail monitoring expectations’ impact on employee and significant other well-being. Journal of Management, 47(4), 1024-1052.
Bergan, B. (2021). Employee surveillance is rising to new dystopian heights. Interesting Engineering.
Brown, W. (2018). Halkın çözülüşü: Neoliberalizmin sinsi devrimi. Metis
Chandola, T., & Zhang, N. (2018). Re-employment, job quality, health and allostatic load biomarkers: prospective evidence from the UK Household Longitudinal Study. International journal of epidemiology, 47(1), 47-57.
Charrel, M. (2018). David Graeber: “Uydurma işler son otuz-kırk yılda katlanarak arttı” (Çev. Haldun Bayrı). Medyascope
Eaton, A. (2021). In a neoliberal world: Self –actualization as consumerism. Medium
Foster, D. (2018). Kate Pickett and Richard Wilkinson; Inequality strikes at our health and happiness. The Guardian
Frantzen, M. K. (2019). Bugünü özgürleştirmek: Depresyonun politikası (Çev. Umut-Sen Çeviri Kolektifi). Umut-Sen
Garson, J. (2022). The helpful delusion. Aeon
Graeber, D. (2021). Tırışkadan işler fenomeni üzerine (Çev. Caner Ataseven). Vesaire
Graeber, D. (2015). İşçi sınıfının laneti: Fazla alakadar olmak (Çev. Deniz Dehri). Vesaire
Harvey, D. (2015) Neoliberalizmin kısa tarihi (Çev. Aylin Onacak). Sel Yayıncılık.
İnce, E. (2021). ‘I felt existed in this world’: TikTok gives a voice to Turkey’s labourers. The Guardian
Jaffe, S. (2022). Hiçbir şey ve her şey: İşe karşı yas (Çev. İdil Atabinen). Terrabayt.
Kovel, J. (1984). On being a marxist psychoanalyst (and a psychoanalytic marxist). Free Associations
Lussier, K. (2020). The dark shadow in the injunction to ‘do what you love.’ Aeon
Marazzi, C. (2017) Sermaye ve Duygular, Çorapların Yeri (Çev. Münevver Çelik). Otonom Yayıncılık
Mark, C. (2019). Meritokrasiye inanmak sadece yanlış değil kötüdür de (Çev. Tarkan Tufan). Gazete Duvar.
Marvakis, A. (2022). Neoliberalizmin (eleştirel) psikolojide çerçevelenmesi (Çev. Aysel Gürel Kayaoğlu). Eleştirel Psikoloji: Yaklaşımlar, gündemler, tartışmalar içinde (s.31-47). İletişim Yayınları
Mognieh, L. (2021). Robert Beshara ile röportaj İçkin bir eleştiri formu olarak psikolojiyi dekolonyalleştirmek (Çev. İdil Atabinen). Dilsosyal.
Newport, C. (2017). Pürdikkat: Odaklanma becerisini nasıl yitirdik, nasıl geri kazanabiliriz? (Çev. Onur Öztürk). Metropolis Yayıncılık.
Parker, I. (2022). Eleştirel psikoloji: Psikolojik bilginin politik boyutları (Çev. Sercan Karlıdağ). Eleştirel Psikoloji: Yaklaşımlar, gündemler, tartışmalar içinde (s.13-31). İletişim Yayınları.
Salmon, P. (2021). Dünyanın yapısökümünü nasıl gerçekleştiririz? (Çev. İdil Atabinen). Dilsosyal.
Fernández-Savater, A. (2022). Jeopolitik mi psikopatoloji mi? Amador Fernández-Savater’in Franco “Bifo” Berardi ile söyleşisi (Çev. Münevver Çelik & Sinem Özer). Otonom Yayıncılık.
Scheiber, N. (2017). How Uber uses psychological tricks to push its drivers’ buttons. The New York Times.
Thomas. M. (2019). Cal Newport on finding focus in the age of distraction. Blog Dropbox.
Tokumitsu, M. (2019). Aşk namına: “Sevdiğin işi yap” kültürü ve zararları (Çev. Can Koçak). Vesaire
Trigg, A. B. (2004). Deriving the Engel curve: Pierre Bourdieu and the social critique of Maslow’s hierarchy of needs. Review of Social Economy, 62(3), 393-406.
Whitley, R. (2012). The antipsychiatry movement: dead, diminishing, or developing? Psychiatric Services, 63(10), 1039-1041.
Wilkinson, R. ve Pickett, K. (2010). Su terazisi: Eşitliğin artması toplumları nasıl güçlendiriyor? (Çev. Elif Özsayar). Optimist Yayınları
İlgili Diğer Kaynaklar
https://www.youtube.com/watch?v=imPZFe8lx8M&t=21s
https://www.youtube.com/watch?v=HjQZaq8u8ww&t=2237s
https://www.youtube.com/watch?v=J67gd2YtX1A&list=WL&index=54
https://www.youtube.com/watch?v=hV-Rih0uV0c
https://thefutureoftherapy.org/iaptsurvey
https://www.youtube.com/watch?v=sJ7tvjLlD_U&t=119s
https://www.youtube.com/watch?v=eUD3gdvddBE
https://www.youtube.com/watch?v=yLDmz453e2Q&t=2939s
https://www.madinamerica.com/2022/09/thomas-szasz-versus/
https://www.youtube.com/watch?v=qhKcqYNjuaw&t=53s
https://www.wired.com/2010/12/ff-dsmv/
https://vesaire.org/neoliberalizm-icimizdeki-canavari-ortaya-cikardi/
https://vesaire.org/is-sonrasi-calisma-olmadigi-radikal-bir-dunya/
Toplumsal Değişim için Psikologlar http://www.psychchange.org/
Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği https://todap.org/
http://umutsen.org/index.php/isini-sevmeye-karsi-sarah-jaffe/
https://www.gazeteduvar.com.tr/is-hayatimiz-artik-karanlik-tarafta-makale-1577695
https://www.nytimes.com/interactive/2022/08/14/business/worker-productivity-tracking.html
Davies, J. (2021). Sedated: How modern capitalism created our mental health crisis. Atlantic Books.
Davies, W. (2021). Mutluluk endüstrisi (Çev. Müge Çavdar). Sel Yayıncılık.
Graeber, D. (2021). Tırışkadan işler (Çev. Burak Esen). Everest Yayınları.
Jaffe, S. (2021). Work won’t love you back. How devotion to our jobs keeps us exploited, exhausted, and alone. Bold Type Books
Özdemir, İ. (2022). Kişisel Gelişim: Neoliberal İletişim ve İnsan Anlayışı. Doğu Batı Yayınları.