Nefret (yukarıdan) yetkilendirildiğinde hızla dönüşüm geçirir; öyle ki artık neyin yoz neyin suçlu olduğu (ki bunlar da körlük ve saf hınçla körüklenir) görülmez olur; işte bu nefretin mutlaka öfkeye dönüştürülmesi gerekir.
Soru: Nefret bir fenomen, bir olgu, her gün – doğrudan veya dolaylı – olarak karşılaştığımız bir şey. Aklımda özellikle politik olarak manipüle edilebilen, istismar edilebilen kolektif nefret var. Sohbetimizde özellikle ilgilendiğim şey, ırksal ve sınıfsal nefreti nasıl değerlendirdiğiniz. Bu ikisinin farklı gerekçeleri var. Ama – düşündüğünüzde- sonuç aynı değil mi? İnsanların yıkımı.
Bloch: Öncelikle nefret pek de öyle hoş bir nitelik değil. İnsanı kızgın ve kör yapıyor. Haklı olsa bile sahibinin çehresini bozuyor. Ama sınıf nefreti ve ırk nefreti arasında muhtevaları ve muhatapları gereği bariz farklar var. Oysa ırksal nefret ve yabancı düşmanlığı gibi nefretin zapt edildiği durumlarda aşırı saldırganlık ortaya çıkar. Bu öyle bir saldırganlıktır ki asla kendi dayanaklarını sorgulamaz, sınıf nefreti – Spartaküs’ten beri – sömürünün ve zulmün dayanağı olmuştur.
“Yahudiler kara talihimizdir” ya da “yabancı işçiler talihsizliğimizdir” gibi deyişler ile Marx’ın Kapital’de incelediği kapitalizmin alabildiğine hasmane karakteri arasında çok net bir ayrım yapılması gerekir. 18. yüzyılda Adam Smith’in zamanından beri, hatta daha önce 15. ve 16. yüzyıllarda, zanaatkarın loncasından özgürleşmesiyle üretici güçler muazzam ölçüde serbest kaldı: sonra Fransız Devrimi, Aydınlanma, Ansiklopediciler devri yaşandı. Tüm bunlar, özgürlük kategorisinin kendisi dahi, ekonomik sistemin zincirlerini kırmasının akabinde gerçekleşti. Bu açıdan, Marksizm, 1800’lere kadar, kapitalist gelişimi gayet ilerici olarak nitelendirir (ki bu muhafazakarları ve reaksiyonerleri her zaman şaşırtmıştır). Ancak kapitalizmin ilericiliği, çelişkileri kentliyi feodalin ocağına sokacak kadar büyüyünce son buldu.
Tabandan gelen nefret ortaya çıktığı vakit aslında tepeden inmedir. Nefret edilenler burada önemli bir rol oynar çünkü bizzat kendileri nefret etmişlerdir: küçük adamdan, köylüden, ezilenden – özellikle de isyan ettiklerinde [tıpkı Beyaz Terörün Kızıl Terör ile eşitlenmesi, hatta ondan da aşırı olması gibi]. Bu öyle bir aşırılıktır ki ancak fakir orman hırsızının darağacında ölçüsüzce cezalandırılmasına denk tutulabilir.
Böylece haklı öfkeden bahsedilebilir ama haklı nefretten bahsedilemez. Bastille baskınını ve yıkımını örgütleyen, Zwing-Uri Kalesi’nin fethini sağlayan, William Tell’e Gessler’in şapkasını selamlamayı reddettiren şeydir öfke.
Irk nefreti ve yabancı düşmanlığı muhafazakarın ahmaklığından, olgulara dair mantıksal bir iç görüden yoksun oluşundan kaynaklanır, bu da sağdan yahut yukarıdakilerden gelen nefrete alkış tutmasına ve katılmasına neden olur; bunu çamur atma ve aptallık izler ve bu durum nihayetinde anti-komünizme varır. Bu anti-komünizm, tıpkı yine sağdan gelen ve hep genelleme arayışında olan anti-semitizm gibi, -“Rus”, “Alman”, “Fransız”, “Yahudi” – en berbat genelleme biçimleri arasındadır; tüm farklılıkları görmezden gelir. Aptallığın hüküm sürdüğü yerde genellemeler güçlenir.
Ama sanıyorum bu sorunun asıl derdi şu: nefret, somut devrimci durumlarda, en azından bir süreliğine mazur görülebilecek bir araç olabilir mi? Nefret (yukarıdan) yetkilendirildiğinde hızla dönüşüm geçirir; öyle ki artık neyin yoz neyin suçlu olduğu (ki bunlar da körlük ve saf hınçla körüklenir) görülmez olur; işte bu nefretin mutlaka öfkeye dönüştürülmesi gerekir. Öfke nefretten epey farklı görünür. Böylece haklı öfkeden bahsedilebilir ama haklı nefretten bahsedilemez. Bastille baskınını ve yıkımını örgütleyen, Zwing-Uri Kalesi’nin fethini sağlayan, William Tell’e Gessler’in şapkasını selamlamayı reddettiren şeydir öfke.
Öfke insan haysiyetini hiçe sayan saldırılar karşısında gazaptır, bizim dik duruşumuzdur. Nefret soluktur, depresiftir, korkaktır, içten içe kendini yiyip bitirendir; içinde alkol dumanı tüter, ki oldukça patlayıcı olabilir. Öfke açıktır, insanın yüzünü soldurmaz, kızartır. Zavallı küçük burjuva Nazi’nin nefretle ketum olduğu yerde, öfke rüzgara bir ihtar fırlatır. Öfke fırsatçı değildir; bir anda kendi çıkarının tersine hareket edebilir. Bu yüzden yüce şeylerle akrabadır.
Yani siz sınıf nefretini, nefretten ziyade öfke olarak görüyorsunuz?
Tüm devrimlere öfke refakat etmiştir. Öfke kişiyi illa körleştirmez. Aynı zamanda aktif ve geçicidir. Bunun karşısında nefret irin toplamaya devam eder. Öfke patladığında, kişinin hala düşünecek vakti olur – sine ira cum studio[i] – aksi halde kişi kolayca yozlaşabilen nefret tarafından kirletilecektir. Nefret öfkenin berraklığına dönüşmediğinde yoz bir duygudur. Nefret aklı selim duruşunu kaybeder, işte bu yüzden sınıf mücadelesinde yeri yoktur. Asla doğru muhatabını bulamaz.
*Ernst Bloch’un 1967 yılında yaptığı bir konuşmadan alınan bu parça Tendenz-Latenz-Utopie(Suhrkamp, 1978) eserinde yer almaktadır. Almanca’dan İngilizceye Adrian Wilding tarafından çevrilmiştir. Metni Wilding’in İngilizcesinden Türkçe’ye Koray Kırmızısakal çevirmiş, Öznur Karakaş çevirinin redaksiyonunu ve son okumasını yapmıştır.
[i] Öfkelenmeden ve taraf tutmadan.
[…] anlayışını dile getirebilecek bir ifade olarak tekrar tekrar “dik yürüyüşe” veya “dik duruşa” (der aufrechte Gang) atıfta […]