Hegemonya büyük bir tasarı gerektirir mi? Binlerce yaldızlı oligarkın, milyarder şeyhin ve Silikon tanrılarının insan geleceğini yönettiği bir dünyada, açgözlülüğün sürüngen zihinleri beslediğini keşfetmek bizi şaşırtmamalı. Termobarik bombaların alışveriş merkezlerini erittiği ve yangınların nükleer reaktörleri kasıp kavurduğu bu garip günlerde en dikkat çekici bulduğum şey, süpermenlerimizin güçlerini yakın geleceğe dair herhangi bir makul anlatıda meşru kılamama beceriksizliği oldu.
Görünüşe göre; kendisini son dönem Romanovlar kadar astroloji, mistisizm ve sapkınlıkla kuşatan Putin, “Rus”ların göksel kaderinin imkânsız hale gelmesi korkusuyla Ukraynalıları Ukraynalı olmaktan kurtarması gerektiğine içtenlikle inanıyor. Şimdiki zaman parçalanmalı ki, hayali bir geçmiş geleceğe dönüştürülebilsin.
Trump, Orbán ve Bolsonaro’nun hayran olduğu baş-kabadayı ve usta-düzenbazdan çok uzak olan Putin, basitçe acımasız, aceleci ve paniğe eğilimli. Füzeler düşmeye başlayana kadar Kiev ve Moskova sokaklarındaki insanlar tehdide gülüp geçecek kadar saftı, çünkü aklı başında hiçbir liderin 21. Yüzyıl Rus ekonomisini, Dinyeper üzerine sahte bir çift başlı kartal dikmek uğruna feda edeceğini beklemiyordu.
Doğrusunu söylemek gerekirse, hiçbir aklı başında lider etmezdi.
Kıyının öte yakasında Biden; Dean Acheson ve Soğuk Savaşın geçmiş tüm hayaletleriyle kesintisiz bir seans yürütüyor. Beyaz Saray, yaratılmasına yardım ettiği bu yabanda bir basiretsizlik yaşıyor. Demokrat Parti’nin Clinton-Obama kanadına güya rehberlik eden tüm düşünce kuruluşları ve dahi beyinler, kendi çaplarında Kremlin’deki müneccimler kadar kertenkele beyinli. Gerileyen Amerikan gücünü, Rusya ve Çin ile nükleer-uçlu rekabetten başka bir entelektüel çerçevede hayal edemiyorlar. (Antroposen’de küresel bir strateji düşüncesi yükünden Putin onları kurtardığı için rahatlayan oh çekme seslerini duyabiliyor insan neredeyse). Nihayetinde Biden da aynı Hilary Clinton’ın olacağından korktuğumuz gibi bir savaş çığırtkanı çıktı. Doğu Avrupa şu an dikkati dağıtıyor olsa da, Biden’ın Karadeniz’den çok daha tehlikeli sular olan Güney Çin Denizi’nde bir çatışma arama kararlılığından kim şüphe duyabilir?
Bu arada Beyaz Saray, ilericiliğe olan zayıf bağlılığını neredeyse gelişigüzel bir şekilde çöpe atmış görünüyor. Tarihin en ürkütücü raporundan (içinde zavallı insanlığın sonunun ima edildiği) bir hafta sonra, iklim değişikliğinin Birliğin Durumu* konuşmasında neredeyse hiç sözü geçmedi. (Neticede iklim değişikliği NATO’yu yeniden inşa etmenin aşkın aciliyetiyle nasıl kıyaslanabilir?) Biden polislere en iyi arkadaşları olduğuna dair güvence vermek için etrafta dolanırken Trayvon Martin ve George Floyd gibi isimler sadece bir asfalt leşiymişcesine başkanlık limuzininin dikiz aynasında hızla gözden kayboluyor.
Ancak bu sadece bir ihanet değil: ABD Solu da, bu üzücü sonuçtan kendi payına düşen sorumluluğu taşıyor. Occupy, Siyah Yaşamı Değerlidi ve Sanders kampanyaları tarafından üretilen enerjilerin neredeyse hiçbiri, küresel sorunları yeniden düşünmeye ve yenilenmiş bir dayanışma siyaseti oluşturmaya yönlendirilmedi. Aynı şekilde, daha önceleri ABD dış politikasına lazer gibi odaklanan radikal zihin gücünün de (I.F. Stone, Isaac Deutscher, William Appleman Williams, D.F. Fleming, John Gerassi, Gabriel Kolko, Noam Chomsky… ve dahaları gibi) bir tazelenmesi yapılamadı.
AB de kendi adına, çağa özgü sorunları ve yeni bir jeopolitiğin kurulduğunu kavrayamadı. Özellikle Çin ile ticaret yaparak ve Rusya’dan doğalgaz alarak dümen suyunda giden Almanya, çarpıcı bir oryantasyon bozukluğu riski taşıyor. Berlin’deki muhallebi çocuğu koalisyonu, refaha doğru alternatif bir yol bulmak için en hafif tabiriyle yetersiz donanıma sahip. Benzer şekilde Brüksel, Rus tehlikesiyle geçici olarak yeniden canlanmış olsa bile; göç krizini, salgını veya Budapeşte ve Varşova’daki kabadayıları yönetemeyen bir birliğin, başarısız bir süper-devletin başkenti olmaya devam ediyor. Yeni bir Doğu duvarının arkasına konuşlanmış ve genişletilmiş bir NATO, hastalıktan daha beter bir tedavi.
Herkes fetret dönemi hakkında Gramsci’den alıntı yapıyor, ancak bu yeni bir şeyin doğacağını veya doğabileceğini varsayıyor. Ben bu konuda şüpheliyim. Bence bunun yerine teşhis koymamız gereken şey bir yönetici sınıf beyin tümörü: ortak çıkarları tanımlamanın ve büyük ölçekli stratejilerin formüle edilmesinin temeli olarak herhangi bir tutarlı küresel değişim anlayışını elde etmede giderek artan bir yetersizlik.
Bu kısmen, süper zenginlerin yaşamları boyunca dünyanın tüm güzel şeylerini tüketmelerine izin vermek için tüm hesaplamaları kısa vadeli sonuçlar temelinde yapan patolojik şimdiciliğin zaferidir. (Michel Aglietta, yakın tarihli Capitalisme: Le temps des interrupts kitabında, nesiller arasındaki bu kurbanlık ayrımın eşi görülmemiş karakterini vurgular.) Açgözlülük, artık siyasi düşünürlere ve organik entelektüellere ihtiyaç duymadığı ölçüde radikalleşti – geriye sadece Fox News ve bant genişliği kaldı. En kötü senaryoda, Elon Musk basbaya başka bir gezegene gerçekleşecek bir milyarder göçüne öncülük edecek.
Tabi hükümdarlarımızın, burjuva ya da proleter karakterli bir devrimin delici bakışlarından uzak oldukları için kör olmaları da söz konusu olabilir. Devrimci bir çağ (Marx’ın 18 Brumaire‘de dile getirdiği gibi) geçmişin kılıklarına bürünebilir, ancak kendisini yeni teknoloji ve ekonomi güçlerinden doğan toplumsal yeniden örgütlenme olanaklarını gözeterek tanımlar. Dışarıdan gelen bir devrimci bilincin ve ayaklanma tehdidinin yokluğunda, köhne düzenler kendi (karşı) vizyonerlerini üretemez.
(Bununla birlikte, Thomas Piketty’nin 16 Şubat’ta Pentagon’un Ulusal Savunma Üniversitesi’nde yaptığı konuşmanın ilginç örneğini hatırlatmama izin verin. Fransız ekonomist, “Çin’e Cevap Vermek” konulu bir dizi konuşmanın parçası olarak, ‘Batı’nın’ “tarihi geçmiş hiper-kapitalist modelini” terk etmesi ve onun yerine “küresel ölçekte yeni bir özgürlükçü eşitlikçi ufuk”u teşvik ederek Pekin’in yükselen hegemonyasına meydan okuması gerektiğini savundu. Bu en kibar şekliyle söyleyecek olursak, demokratik sosyalizmi savunmak için oldukça garip bir yer ve fazlasıyla tuhaf bir vesile.)
Bu arada doğa, tarihin dizginlerini geri alıyor, özellikle de bir zamanlar imparatorlukların kontrol etmeyi düşündüğü doğal ve mühendislik altyapıları üzerinde güçler zararına kendi devasa telafilerini yapıyor. Bu açıdan bakıldığında, prometheanlık imasıyla “Antroposen”, apokaliptik kapitalizmin gerçekliğine uyumsuz gibi duruyor.
Karamsarlığıma bir itiraz olarak, diğer herkes körken Çin’in açık görüşlü olduğu iddia edilebilir. Kuşkusuz, birleşik bir Avrasya, Kuşak ve (İpek) Yolu projesine ilişkin geniş vizyonları gelecek için büyük bir tasarıdır ve “Amerikan Yüzyılı”nın güneşi savaşın parçaladığı bir dünyanın üzerine doğduğundan beri bir benzeri görülmemiştir. Ancak Çin’in 1949-1959 ve 1979-2013 arasındaki dehası, neo-mandarin kolektif liderliği, merkezi ama çoksesli pratiği olmuştur. Mao’nun tahtına çıkan Şi Çinping, elmadaki kurttur. Ekonomik ve askeri olarak Çin’in nüfuzunu artırmış olsa da, aşırı milliyetçiliği pervasızca serbest bırakmış olması nihayetinde nükleer bir Pandora Kutusu’nu açabilir.
“Tarihi büyük adamlar yapar”ın kâbus sürümünü yaşıyoruz. Politbürolar, parlamentolar, cumhurbaşkanlığı kabineleri ve genelkurmayların bir dereceye kadar tepedeki megalomaniyi telafi ettiği doruktaki Soğuk Savaş’tan farklı olarak, günümüzün tepedeki liderleri ile Kıyamet arasında birkaç güvenlik anahtarı var. Hiçbir zaman bu kadar kaynaşmış ekonomik, medyatik ve askeri güç bu kadar az kişinin elinde bulunmamıştı. Bütün bu tablo bizleri Aleksandr İlyiç Ulyanov, Alexander Berkman ve eşsiz Sholem Schwarzbard’ın kahraman mezarlarında onları anmaya itmelidir.
New Left Review’da yayınlanan bu yazıyı Ege Çoban ile Ali Sinan Küçükgül