Avrupa devletler sisteminin, NATO’nun 1999’da Belgrad’ı bombalamasından bu yana ilk kez savaşın barbarlığına teslim olması, alaylı bir psikiyatrın teşhisinden daha fazlasına ihtiyaç duyuyor. Rusya ve “Batı”nın uçurumun kenarında amansız bir güreş müsabakasına girişmesine ve her iki tarafın da sonunda uçurumdan düşmesine neden olan şey neydi? Bu korkunç haftaları yaşarken, Gramsci’nin interregnum (ara dönem/geçiş dönemi) ile neyi kastettiğini her zamankinden daha iyi anlıyoruz: “eskinin ölmekte olduğu, yeninin ise doğamadığı”, “çok çeşitli hastalıklı semptomların ortaya çıktığı” bir durum- geleceklerini, savaşın sisi içinde, karanlık bir muharebe alanının belirsizliklerine teslim etmiş güçlü ülkelerinkine benzer bir durum.
Ukrayna üzerindeki savaş hakkında yazarken, kimse bu savaşın nasıl sona ereceğini ve ne kadar kan döküleceğini bilmiyor. Gelinen noktada, üzerine yorum yapmaya çalışabileceğimiz şey hem ABD hem de Rusya’nın tarafı olduğu bu tavizsiz gerilim tırmandırma siyasetinin gerekçelerinin ne olabileceğidir. Ne sahne ama: tırmanan bir çatışma, her iki taraf için de hızla azalan nihai zafer ihtimalinin Rusya’nın bir zamanlar ortak bir devleti paylaştığı komşu bir ülkeye ezici bir güçle yaptığı saldırısıyla sona ermesi.
Burada dikkat çekici paralelliklerin yanı sıra bariz asimetrileri de görüyoruz. Zira uzun zamandır hem Rusya’nın hem ABD’nin ulusal toplumsal düzenleri ve uluslararası konumları giderek çürüyor. Şimdi durdurmadıkları takdirde, bu çürümenin ilanihaye devam edebileceğini hissediyorlar. Rusya cenahında görülen, vatandaşları giderek huzursuzlaşan, hem petrol hem yolsuzluk bakımından zengin, oligarkları ölçülemez derecede zenginleşirken sıradan halkının hayatını iyileştiremeyen, her türlü örgütlü protesto karşısında daha da ağır bir demir yumruk kullanmaya yönelen, hem devletçi hem de oligarşik bir rejim. Süngü üzerinde oturmaktansa daha rahat bir yerde konumlanmak, ekonomik refah ve sosyal ilerlemeden elde edilen istikrarı gerektirir, bu da Rusya’nın satmak zorunda olduğu petrol ve gaza yönelik küresel talebe bağlı. Ancak bunun için, ABD’nin bir süredir engellemeye başladığı finansal piyasalara ve ileri teknolojiye Rusya’nın erişmesi gerekiyor.
Benzer bir durum dış güvenlik için de geçerli. Rusya’nın güvenlik kuşağı olduğunu iddia ettiği, büyük ölçüde sınır ihlalleri ile malul bölgeye ABD ve NATO yaklaşık yirmi yıldır siyasi ve askeri olarak nüfuz ediyor. Moskova’nın bu konu üzerine müzakere girişimlerine Washington’ın yaklaşımı, nihai rejim değişimine gittiği selefi Sovyetler Birliği’ne yaklaşımı ile aynı oldu. Bu sınır ihlalini sona erdirmek için yapılan tüm girişimler sonuçsuz kaldı; NATO, Polonya ve Romanya’ya orta menzilli füzeler konuşlandırarak bölgeye daha da yerleşirken ABD, Ukrayna’ya kendi toprak parçasıymış gibi davranmaya başladı. (Victoria Nuland’ın, Kiev’deki hükümeti kimin yönetmesi gerektiği konusundaki genel valilik bildirilerini kastediyorum).
Görünüşe göre Rus rejimi bir noktada bu çürümeyi durdurmak için etkili bir eylemde bulunmaz ise hem içeride hem dışarıda yayılan bu erozyonun bütün şiddetiyle devam edeceği sonucuna vardı. Ardından, 2021 baharından itibaren Ukrayna’nın etrafına askeri yığınak yapmaya başlamak ve Washington’dan bundan böyle Rusya’nın çıkarlarına saygı gösterilmesine yönelik resmi bir taahhüt talep etmek oldu, belki de bir zamanlar Almanları yenilgiye uğratan Rus vatanseverliği ruhunu harekete geçirmek ümidiyle örtük bir çatışma yerine açık bir çatışmayı amaçlıyordu.
Amerikan cenahına dönecek olursak, Sovyet-sonrası Amerika’nın adamı Boris Yeltsin’den sonra, yani Amerikan tavsiyeli “şok terapisinin” yol açtığı ekonomik ve sosyal felaketin ardından, çiftliği Vladimir Putin’in teslim almasının yarattığı, 2000’li yılların başına kadar uzanan bir garezle karşılaşıyoruz. Putin’in Yeni Dünya Düzeni gözetiminde NATO’ya katılma konusundaki girişimleri, Washington’un Afganistan’ı işgaline yardım etme çabalarına rağmen reddedildi. Rusya’nın NATO’nun 2004’teki genişlemesine itirazlarına -ki şimdilerde NATO ülkenin kuzeybatı sınırını tehdit ediyor-, Bush ve Blair, 2008 Bükreş zirvesinde Gürcistan ve Ukrayna’ya yönelik “açık kapı” politikasını ilan ederek karşılık verdiler.
Demokrat Parti’nin Hillary Clinton kanadı tarafından yönetilen Amerikan müesses nizamı, Rusya’ya Amerikan kontrolünden çıkmış bir diğer ülke olan İran’a yaptığı gibi haydut devlet muamelesi yapmaya başladı. Geçmişte Amerika’nın her yerine gizlenmiş olan Kızıl komünistler, şimdilerde istenmeyen Rus misafirler olarak zuhur ediyor – birçok Amerikalının daha baştan yapmayı hiç öğrenemediği bir ayrımdır bu. Trump’ın 2016’da seçilmesi bile mağlup tarafça bir tür gizli Rus entrikasına bağlanmıştı. Bu durum, Trump’ın Rusya ile bir tür uzlaşma arayışına dair ilk girişimlerini siyasi olarak bitirdi. (Trump’ın, Komünizm’in sona ermesinin ardından 30 yıl geçmesine rağmen NATO’nun neden hala var olduğuna ilişkin masum sorusunu hatırlayın). Görev süresinin sonuna doğru Trump da Amerikan derin devleti ve seçmenlerle olan ilişkilerini düzeltmek için daha önce test edilip onaylanan Rusya karşıtı tutuma geri dönmüştü.
Tıpkı Obama-Clinton gibi Trump’ın halefi olan Biden için de Rusya yurtiçinde ve uluslararası alanda uygun baş düşman olarak sunulmaya elverişliydi, ne de olsa ekonomik açıdan küçük olmasına rağmen nükleer silahlarından dolayı büyük olarak tasvir edilmesi kolay. Biden’ın Afganistan’dan çekilmesinin medyada yarattığı fiyaskosunun ardından Rusya’ya karşı gövde gösterisi, Amerikan askeri gücünü göstermenin güvenli bir yolu gibi göründü ve kritik ara seçimler sürecinde, Cumhuriyetçileri yeniden dirilen bir “Özgür Dünya”nın lideri olarak Biden’ın arkasında birleşmeye zorladı. Washington tam da beklendiği gibi megafon diplomasisine yöneldi ve NATO’nun genişlemesini herhangi bir şekilde müzakere etmeyi kesin bir dille reddetti. Gidebildiği kadar ileri gitmiş olan Putin için artık iki yol vardı: ya şartlı teslimiyet ya da gerilimi tırmandırma. Tam bu noktada gidişat çılgınlığa dönüştü ve Rusya’nın Ukrayna’yı ezici bir güçle karadan işgali, stratejik açıdan felaketle başladı.
ABD nezdinde Rusya’nın güvenlik teminatı taleplerini reddetmek, Avrupa ülkelerinin son yıllarda sallantıda bir ittifak olan NATO’ya koşulsuz bağlılığını güçlendirmek için uygun bir yoldu. Bu durumun arkasında özellikle NATO’ya “beyin ölümü gerçekleşmiş” diyen cumhurbaşkanıyla Fransa olsa da fazla Rus dostu görünen lider partisi SPD ile yeni Alman yönetimi de etkiliydi. Mavi Akım 2 doğal gaz boru hattı ile ilgili de yarım kalmış bir iş vardı. Federal Almanya’nın Sonderweg[i] politikası sonucunda tükenen kömür ve nükleer gücünden kaynaklanan Alman enerji arzındaki boşluğu doldurma umuduyla Merkel, Schröder ile birlikte Rusya’yı bu boru hattını inşa etmesi için davet etmişti. ABD, Alman Yeşilleri’nin de dahil olduğu unsurlarla bu projeye karşı çıktı. Bunun nedenleri arasında, boru hattının Batı Avrupa’yı Rusya’ya daha bağımlı hale getireceği ve Moskova’nın uygunsuz davrandığının tespit edilmesi halinde, Ukrayna ve Polonya’nın Rus doğalgaz teslimatını kesmesinin imkânsız hale geleceği gibi korkular vardı.
Ukrayna üzerindeki çatışma, Avrupa’nın Amerikan liderliğine olan bağlılığını yeniden tesis ederek bu sorunu kısa sürede çözdü. CIA duyurularının gizliliğinin kaldırılmasının ardından, Batı Avrupa’nın normal yayın kuruluşları bir yana “nitelikli” denen yayın kuruşları bile, hızla kötüleşen durumu, iyinin şerre karşı, Biden’in ABD’sinin Putin’in Rusya’sına karşı Maniheist bir mücadelesi şeklinde sundu. Merkel’in görevinin bitmesine yakın Almanya’nın boru hattını gelecekteki olası bir yaptırım paketine dahil etmeyi kabul etmesi karşılığında Biden yönetimi ABD Senatosu’nu Almanya’ya ve Mavi Akım 2 boru hattının operatörlerine yönelik sert yaptırımlardan vazgeçirdi. Rusya’nın parçalanan iki Doğu Ukrayna eyaletini tanımasının ardından Berlin, boru hattını onaylayan belgeyi resmen erteledi ancak bu yeterli değildi. Biden, Washington’da bir basın toplantısında gerekirse boru hattının yaptırımlara dahil edileceğini açıklarken Yeni Alman Şansölyesi Scholz, Biden’in yanında sessizce dikiliyordu. Birkaç gün sonra Biden, daha önce karşı çıktığı Senato planını onayladı. Daha sonra, 24 Şubat’ta başlayan Rus işgali Berlin’i, Washington’un Almanya ve Batı adına yapacağı şeyi kendi başına yapmaya itti ve boru hattı projesi tamamen rafa kaldırıldı.
Böylece, Batı birliği, Soğuk Savaş’ın trans-Atlantik güvencelerinin yeniden tesis edilmesine şükreden yerel yorumcuların coşkulu alkışları eşliğinde geri geldi. Dünya tarihinin en ürkütücü ordusuyla ittifak halinde savaşa girme olasılığı, ABD’nin sadece Afganistan’daki yönetimi değil aynı zamanda NATO müttefiklerinin bir zamanlar istekli oldukları ‘ulus inşası’ gibi Amerikan faaliyetlerini desteklemek için sağladığı yardımcı birlikleri de terk edişine dair birkaç ay öncenin anılarını anında sildi. Ayrıca, Afganistan tüm ülkeye yayılmış bir kıtlık yaşarken, Biden’ın Afgan merkez bankasının rezervlerinden, 11 Eylül mağdurlarına ve onların avukatlarına verilmek üzere 7,5 milyar dolar ayırması da sorun olmadı. Tüm ülkelerden ve bölgelerden alelacele çekilmesini takiben tamamen yıkıma uğrayan Somali, Irak, Suriye, Libya’daki son Amerikan müdahalelerinin geride bıraktığı enkaz da unutuldu.
Şimdi “Batı”, sadece “onlar gibi olmak” isteyen, NATO ve AB’nin kapıları açıp geçmesine izin vermesinden başka bir arzusu olmayan, cesur küçük bir ülkeyi savunmak için savaşıyor. Tıpkı Mordor Diyarına karşı Orta Dünya’nın birleşik güçleri gibi. Batı Avrupa hükümetleri, ABD’nin askeri maceraları ters gittiğinde yaşanan bütün karmaşaya rağmen ülkenin kimsenin ulaşamayacağı kıta ölçeğinde konumunun ve büyüklüğünün verdiği rahatlıkla ABD dış politikasının hafızalarda canlılığını koruyan pervasızlığının üzerini özenle kapattılar. Şaşırtıcı bir şekilde bu durum, farklı çıkarları ve kendine has sorunları olan, Avrupa-dışı bir imparatorluk olan ABD’ye, Avrupa devletler sisteminin geleceği üzerine Rusya ile mücadelede tam vekalet yetkisi verdi.
Peki ya AB? Özetle, Batı Avrupa “Batı”ya döndükçe, Avrupa Birliği de NATO (yani ABD) için faydalı bir jeo-ekonomik araca indirgenmiştir. Ukrayna etrafında dönen şeyler, ABD için AB’nin, esasen Rusya’nın Batı kanadının kuşatılmasına yardım etmesi gereken devletler için ekonomik ve siyasi bir düzenleme aracı olduğunu her zamankinden daha açık bir biçimde ortaya koyuyor. Eski Sovyet uydu devletlerinde Amerikan yanlısı hükümetleri iktidarda tutmak maliyetli olsa bile, “Avrupa”nın bu ülkelerin geçimini üstleneceği, ABD’nin ise savaş gücüyle -veya bunun hayaliyle- destek vereceği bir görev paylaşımı bu durumu cazip hale getiriyor. Bu da AB’yi fiilen NATO’nun ekonomik destekçisi yapıyor. Bu arada Doğu Avrupa hükümetleri, Paris ve Berlin yerine her daim savaşmaya hazır olduğunu kanıtlamış, gayet sağlam bir ana üs olan Washington’a güvenmekten hayli memnunlar. Polonya ve Romanya gibi ülkeler, NATO aracılığıyla ABD koruması ve AB ile ilişkilerinde Washington’un himayesi karşılığında Avrupa’yı İran’a karşı savunduğu iddia edilen ABD füzelerine ev sahipliği yaparken, ne yazık ki yollarının üzerinde duran Rusya’yı geçmek zorundalar.
Avrupa Komisyonu başkanı von der Leyen ve şürekası için bu durum onların bağımlı olduklarını teyit etmektedir. AB’nin Ukrayna ve Batı Balkanlar’a, hatta Gürcistan ve Ermenistan’a kadar genişlemesi, ABD tarafından nihai olarak Washington’un vereceği bir karar olarak görülüyor. Özellikle Fransa daha fazla genişlemeye hala itiraz edebilir, ancak özellikle Almanya bu genişlemenin faturasını ödemeye razı olursa, bu itirazın ne kadar devam edeceğini kimse bilemez. Ukrayna için resmi AB üyelik prosedürleri başlatılmamış olsa da von der Leyen, Ukrayna’nın birliğe girmesini istediklerini belirtti. Bunlara ek olarak, Polonya kesinlikle Rusya karşıtı ve NATO yanlısı olduğundan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “hukukun üstünlüğündeki” eksiklikler olarak gördüğü şeylerden dolayı Polonya’yı AB’nin ekonomik desteğinde kesintilerle cezalandırmak artık zor olacaktır. Aynı durum, gittikçe Rus karşıtına dönüşen dik başlı lider Orbán’ın Macaristan’ı için de geçerli. Amerika’nın dönüşüyle, AB üye devletlerini disipline etme gücü Brüksel’den Washington D.C’ye geçiyor.
AB’nin, Avrupalıların, özellikle de Yeşillerin, şu sıralar öğrendiği bir şey var: şayet ABD’ye sizi koruması için izin verirseniz jeopolitika diğer tüm politikaların önüne geçer ve bu jeopolitika sadece Washington tarafından belirlenir. Bir imparatorluk böyle işler. Akıllara zarar bir oligark tabakası arasında bölünmüş olan Ukrayna, yakında “Avrupa”dan fazladan mali destek almaya başlayabilir. Bununla birlikte, bu mali destek, Ukraynalı oligarkların tek bir fraksiyonunun düzenli olarak İsviçre veya İngiliz veya Amerikan bankalarına yatırdıkları paradan daha fazla olmayacaktır. Polony, hatta Macaristan’a kıyasla göstergeler Ukrayna için çok açık. (Hunter Biden’ın, asıl sahibi daha sonra kara para aklama soruşturmasıyla karşı karşıya kalan Ukraynalı bir gaz şirketinin bağımsız yönetim kurulu üyesi olarak aldığı maaş unutabilir mi?)
Hala belirsiz olan şey, ki bu bağlamda belirsiz olan tek şey bu değil elbette, ABD ve müttefiklerinin neden Rusya’nın güvenli bölge talebini reddederek sürdürdükleri rejim değişikliği baskısına bu ülkenin Çin ile ittifakını derinleştirerek cevap verme ihtimalini memnuniyetle küçümsedikleri. Tarihsel olarak, Rusya’nın her zaman Avrupa’nın bir parçası olmak istediği ve Asyafobi gibi bir şeyin ulusal kimliğinin köklü bir parçası olduğu doğrudur. Moskova Ruslar için Üçüncü Roma’dır, İkinci bir Pekin değil. 1969’un sonlarına kadar her ikisi de komünist olan Rusya ve Çin, Ussuri Nehri üzerindeki ortak sınırlar konusunda çatışma halindeydiler. Şimdi, belirsiz bir tarihe kadar Avrupa’dan kopmuş olan Rusya’ya, hammadde sıkıntısı çeken Çin yakınlaşabilir ve Rusya’ya kendi modern teknolojisini sunabilir. NATO “Avrupa”yı, Avrasya kıtasından Ukrayna’yı da dahil ederek, Avrupa-dışı bir Avrupa düşmanı olarak Rusya’ya karşı bölerken; Rus milliyetçiliği, tarihsel farklılıklarına rağmen Çin ile ittifak yapmak zorunda olduğunu düşünebilir, Pekin Kış Olimpiyatlarında Şi Cinping ve Putin’in yan yana durduğu o tuhaf fotoğraf belki de bunun habercisi idi.
Çin ve Rusya arasındaki ittifak, Amerikan beceriksizliğinin istenmeyen bir sonucu mu, yoksa tam tersine, Amerikan küresel stratejisinin planlanan bir sonucu mu olacak? Moskova Pekin ile ittifak kurarsa, Rusya-Avrupa mutabakatı için artık bir umut kalmayacaktır. Batı Avrupa, siyasi biçimde nasıl olursa olsun, biri azalan etkisini geri kazanmaya çalışan, diğeri ise güçlenmeye çalışan iki küresel iktidar bloğu arasındaki yeni soğuk -belki de sıcak- savaşta ABD’nin transatlantik kanadı olarak görev yapacak.
Sadece Rusya’nın güvenlik gereksinimlerine saygılı olan ve Rusya ile barış halinde olan bir Avrupa Ukrayna kriziyle yinelenen Amerikan kuşatmasından kendini kurtarabilir. Macron’un bu yüzden uzun süredir ısrarla Rusya’nın Avrupa’nın bir parçası olduğunu ve Doğu kanadında barış için kendisi ve Fransa’nın liderliğinde bir Avrupa’ya ihtiyaç duyulduğunu söylediği varsayılabilir. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgali sonsuza denk olmasa bile uzunca bir süre bu projeyi durdurdu. Öte yandan, Almanya’nın kendini Amerika’nın nükleer korumasına bağımlı hissetmesi, Fransa’nın hayalperest küresel ihtiraslarına dair şüphelerle birleşince, Almanya finansmanıyla Avrupa’nın yeniden tanımlanması hiç de umut vaat etmiyor. Bu koşullar altında, Rusya bazı gerekçelerle Fransa’nın ABD’yi Avrupa’nın sürücü koltuğundan kaldırıp kaldıramayacağını sorgulamış olabilir.
Peki kazanan kim? Birleşik Devletler mi? Ukrayna vatandaşlarının ve ordusunun başarılı direnişiyle savaş uzarsa, savaş hazırlıkları yapılırken “Avrupa” adına konuşan “Batı”nın liderinin, Ukrayna için askeri müdahalede bulunmayacağı daha net fark edilecektir. Biden’ın başından beri açıkça belirttiği gibi, ABD kendisini bu konudan azade kıldı. ABD’nin siciline bakıldığında bunun yeni bir şey olmadığı da görülebilir: görevleri yönetilemez hale geldiğinde askeri birlikler uzaktaki adasına çekiliverirler. Bununla birlikte, ABD acaba nerede diye merakla etraflarına bakınan Almanlar, Amerika’nın nükleer savunma konusundaki taahhütlerinin gerçekliğinden şüphe duymaya başlayabilirler. Ne de olsa bu taahhüt, Almanya’nın NATO’ya üyeliğinin, Almanların nükleer silahsızlanma anlaşmasına bağlılığının ve 30.000 kadar Amerikan askerinin Alman topraklarında barındırılmasının temelini oluşturuyor.
Bu bağlamda, Scholz hükümetinin savaşa birkaç gün kala, 2002 yılından beri havada kalan Almanya’nın GSYİH’sının yüzde 2’sini silaha harcama sözünü yerine getirmek için çıkardığı 100 milyar Euro’luk özel bütçe, çok da iman sahibi olmayan kullarını terk etmesinden korkulan öfkeli bir Tanrı’yı yatıştırmak için yapılan bir kurban ritüeline benziyor. Hiç kimse Almanya’nın %2’lik NATO talebini gerçekten karşıladığını, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmekten caydırılacağını ya da Almanya’nın Ukrayna’nın yardımına yetişebileceğini ve bunda istekli olacağını düşünmüyor. Her halükârda yeni teçhizatların Ukraynalı askerlerin kullanımına sunulması yıllar alacaktır. Aynı zamanda bu teçhizatlar ABD, Fransa ve İngiltere’nin zaten elinde çokça bulundurduğu türden olacaktır.
Dahası, tüm Alman ordusu NATO’nun – yani Pentagon’un- emrindedir. Bu yüzden bu yeni silahlar Almanya’nın ateş gücüne değil, NATO’nunkine katkıda bulunacak. Teknolojik olarak bu silahlar, Afganistan gibi küresel “misyonlar”da kullanılacak yahut büyük ihtimalle Çin’in etrafını kuşatan ABD’nin Güney Çin Denizi’nde yaşayacağı karşılaşmaya destek için tasarlanıp konuşlandırılacaklar. Bu yeni silahlarda tam olarak hangi “kabiliyetlere” ihtiyaç duyulacağı veya bunların ne için kullanılacağı konusunda Bundestag’ta hiçbir tartışma yapılmadı. Geçmişte Merkel yönetiminin yaptığı gibi bunu belirlemek “müttefiklere” bırakıldı. Bunlardan bir tanesi, küresel operasyonlar için avcı bombardıman uçaklarını, insansız hava araçlarını ve uyduları bir araya getiren, Fransızların çok sevdiği İleri Savaş Hava Sistemi (FCAS) olabilir. Almanya’da bir noktada başkalarının topraklarına saldırmaktansa, kendi toprağını savunmanın ne anlama geldiği konusunda stratejik bir tartışma olacağına pek umut yok. Ukrayna deneyimi bu tartışmayı başlatmaya yardımcı olacak mı? Pek mümkün görünmüyor.
New Left Review’da yayınlanan bu yazıyı Kubilay Cenk Karakaş ve Emrah Denizhan çevirdi. Çeviriyi Öznur Karakaş ve Koray Kırmızısakal redakte etti.
[i] Sonderweg’in kelime anlamı “özel yol” ya da “kendine özgü yol” demektir. Alman tarih yazımında kullanılan ve tartışmalara neden olan bu kavram kabaca, Almanya’nın Batı ile Doğu ortasındaki istisnai yolunu betimlemek için kullanılmaktadır. (Bkz: James Kirchick, The End of Europe: Dictators, Demagogues, and the Coming Dark Age, 2017). (ed.n)
Ana Görsel: (AP Photo, 2022)