Ege Çoban
Enflasyonun para politikalarından mı kaynaklandığı yoksa tedarik zincirlerindeki aksamalardan mı ortaya çıktığı, ekonomi disiplinindeki önemli tartışmalardan biridir. Mattick Jr., bu soruya Marksist politik-ekonomi eleştirisinin perspektifinden yeni bir okuma ile yaklaşıyor. Tedarik zincirleri temelli açıklamaya daha sıcak baksa da, ona göre günümüz enflasyonunu anlamak için ihtiyaç duyduğumuz şey üretim biçiminin bütününde gerçekleşen tarihsel dönüşümleri hesaba katacak bir açıklama. Örneğin: karlılık oranlarında yaşanan değişimlerin direkt yatırımlara ve merkez bankası politikalarına yansıması, bunların ise uluslararası ilişkileri şekillendirmesi vb. Bu nedenle Mattick Jr.’ı bir yandan geçmişteki enflasyonist dönemlerin hangi kapitalist dönüşümlere tekabül ettiğini değerlendirmeye, diğer yandan da günümüz jeo-ekonomik-politik konjonktürünü bu tarihe yerleştirmeye çalışırken görüyoruz. Kesinlikle okunmalı.
Uzaktan bakıldığında şu soru sorulabilir: Kristin Ross varken, Bernes’ten neden dinleyelim komün-formunu? Haklı bir soru olacaktır. Ancak Bernes’ün sol komünizm ve komünizasyon geleneklerine hâkimiyeti, Ross’un bu konudaki bazı eksiklerini tamamlıyor. Almanya’daki devrimci ayaklanmada Ruhr komünistlerinin kendilerine has eylemlerine dair aktarımlarından, Portekiz Karanfil Devrimi’nin unutulan sekanslarına yönelik yorumlarına kadar Bernes’ün kitabı gerçek bir başarı. Belki de komünizasyon ekolünün bugüne nereden baktığını en net gösteren çalışma (A History of Separation’ı saymazsak). Kitabın ikinci bölümünde, değer teorisini kullanarak komünizmin ne olmayacağını “negatif” bir şekilde anlattığı kısım ise gerçekten önemli bir atılım. Komünizmde değer-formlarının ortadan kalkması gerektiği konusunda diğer değer teorisyenleri ile hemfikir olan Bernes, yalnızca bu şartın yerine getirilmesinin komünizm anlamına gelmeyeceğini de incelikle gösteriyor. Zira böyle bir senaryoda ne komünist ne de kapitalist olan bir görünümle karşı karşıya kalınabilir.
Phil Neel’ın Hellworld isimli yeni kitabı, neredeyse 12 yıllık bir çalışmanın sonucu. Kıtalararası ve yıllar aşan bir araştırmayla karşı karşıyayız. Cehennemle betimlenen, değer-formlarının işkence ettiği naçizane küresel fabrika: dünyamız. Çığlıklarıyla sesini duyurmaya çalışanlar ise küresel proleterler — artı-nüfusa dahil olmaya zorlanmış Çinli siber-goth’lar, Sepultura dinleyip sarhoş araba kullanan Amerikan metalciler, çakma Gucci tişörtleriyle yeni rap türleri üreten Tanzanyalı işçiler… Biraz etnografya, biraz ekonomik coğrafya, azıcık otobiyografi ve epey bir Marksist eleştiri. Kitabı henüz bitirmedim ama ilk 100-200 sayfa bile cüretkârlığıyla beni etkiledi. En son Wang Bing’in Tie Xi Qu: West Side of the Tracks isimli belgeselini izlerken böyle hissetmiştim. Isaac Deutscher Ödülü’nü kazanacak bir sonraki kitap bu olmazsa, jüri büyük bir yanlış yapmış olur. Neel, bu eseriyle bir Marksist kitabın en kritik görevini yerine getirmeye çalışmış: anlattığı hikâyeyi bizim hikâyemiz kılmak.
Koray Kırmızısakal
Nedense şu sıralar kendimi Frankfurt Okulu düşünürlerine dönerken buldum. Benjamin ile ilgili
kafamda yarım kalan meseleler var. Tabii bunda, Fredric Jameson’ın art arda hem Benjamin üzerine hem de Adorno’nun Estetik Teorisi üzerine yayınlanan kitaplarının da payı yok değil. Miriam Bratu Hansen’in kitabı, aslında çok da eski olmayan 2011 yılında yayımlandı ve dilimize 2023 sonunda girdi (çev. Salih Furkan Sevim). Siegfried Kracauer’in sinema üzerine Dr. Caligari’den Hitler’e ve Film Teorisi gibi bütünlüklü eserleri elimizde var; ancak Benjamin’in ve Adorno’nun film üzerine yazıları en azından bütünlüklü bir biçimde elimizde yok. Kitap bu açıdan önemli bir boşluğu dolduruyor. Çünkü Adorno’nun 1949 ile 1968 arasında verdiği derslerin çevirilerinin henüz bu yıl yayımlandığı düşünülürse, ortaya çıkması beklenen başka materyallerin bizi beklediğini kim bilir… Eleştirel Teori açısından heyecan verici zamanlar.
Ayrıca, Max Weber’in Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu kitabının Vefa Saygın Öğütle tarafından hazırlanan ve Abdussamed Bayram tarafından Türkçeye çevrilen edisyonu, sanıyorum şimdiye kadarki en eksiksiz Türkçe baskı. Bu edisyondan Weber’i yeniden okumanın, ondan neler kaçırdığımızı göstereceğini umuyorum.
Öznur Karakaş
Geçtiğimiz yıl, Alenka Zupančič’in Disavowal (Çok İyi Biliyorum Ama Yine de…) adlı kısa, manifesto tarzındaki kitabı çok doyurucu bir okuma sağlamış ve bana yeni sorular sordurmuştu. Yine Ljubljana Psikanaliz Okulu’ndan Mladen Dolar’ın benzer kısalıktaki Rumors (Söylentinin Felsefesi) kitabının Axis Yayınları tarafından hızla dilimize kazandırılması sevindirici bir gelişme oldu. Özellikle sosyal medyayla birlikte söylentinin nasıl yıkıcı bir etki yaratabildiğini, hatta toplumu çözebildiğini söylemek bile mümkün. Bu kitabın da Zupančič’in manifestosuyla birlikte okunması gerektiğini düşünüyorum.
Şahsen tanıdığım ve yıllardır bu konu üzerine çalışan Ezgi Akyol’un henüz yayımlanan Osmanlı’da İlksel Birikim / Birinci Dünya Savaşı’nda Mülksüzleşme, Sermaye ve Devlet kitabı, hâlâ çözüme ulaşmamış ve hatta teknofeodalizm tartışmalarıyla yeniden alevlenen “ilksel birikim” tartışmalarının Batı-dışı Osmanlı’da nasıl gerçekleştiğine odaklanıyor. Bu araştırma, kapitalistleşmenin nasıl gerçekleştiğine dair soruları “milli girişimcilik ruhu” gibi soyut (idealist) açıklamalara değil, materyalist bir analize dayanarak yerli yerine oturtuyor.







