Site icon Terrabayt

Yıkıntılar Arasında Diyalektik

Adorno’nun Negatif Diyalektik metninde sınırlarını çizdiği diyalektik nitelikte eylemlerin veya düşünce hareketinin güzergâhı, aşamaları, sırası önceden belirlenemez. Sadece bazı uğraklar kat edeceğimizi ve türlü çelişkilerle yüzleşeceğimizi önceden biliriz. Diyalektik fiilleri mümkün kılan bir zemin veya temelden ziyade “uğrak”lardan, anlardan söz etmek daha yerindedir. Bir çeşit düşünce akrobasisine sahip diyalektikçi önüne çıkan ikilikler arasında “ayırt etme” eylemini gerçekleştirir. Ondaki ayırt etme yetisi kavramdan kurtulan tikel niteliğin veya niceliğin ifadesini mümkün kılar. Büyük resimden ziyade küçük resmi görür; “şeyin en önemsiz görünen veçhesine (…) en küçük şeyde ayrım yapabilen kişi yaklaşabilir.” (2016: 51)

Bu uğraklarda duyusal ve duygusal yetileri yanında “kuvvetli bir anlak” ile akıl yürütmek zorunda kalan diyalektikçi, karşısındaki çelişkiye özsel bir konum atfetmez; ikiliklerin birisi nitelik olarak diğerinden üst sıraya yerleşmez. Herhangi bir cevher varsayımıyla bazı şeyler tali veya arızi önemle sıralanmaz. Cevher ve araz ikiliği de bu esnada olumsuzlanır. Bazı arazlar diğerlerine göre daha yapısal önemde değerlendirilmez. Diyalektikçi daha çok arazlar arasındaki bağıntılara, “diğer arızi şeylerle paylaşılan bağlantılara” odaklanır. Ne cevherin ortaklığa çağıran, farklı olanı aynıya indirgeyen yapısına ne de benzer olmayanı işaret eden arazlar üzerinde fazla durur. Bunlar arasındaki üretken çelişkilere göz atar. Bu sırada nitelik ayrımlarından çok nicel olanlar öne çıkar. Cevher ve araz arasında tabiat farkını kimi zaman silen nicel ayrımları gözetir. Fakat kemmi ve keyfi unsurları karşılaştırmaktan çok her ikisinin karşılaştığı uğrakları temalaştırır.



Cevherin veya arazın ne olduğundan çok farklı nicelikteki şeylerin nasıl kümelendiği, birleşip ayrıştığına bakmak daha diyalektik bir tavırdır. Nicel olana yönelik ilgi, matematik, analitik veya mantık ilkelerine göndermelerle değil, diyalektik bağlantıyla açılan bağlama duyarlıkla mümkün olur. Diyalektik felsefenin “dikey” ve “zaman” boyutlarındaki değerlendirmesine karşılık müspet ilimlerde “yatay ve soyut” analizler yapılır. Bilim varlığını diyalektiğin son bulmasına, olumsuzlamanın nihayetlenmesine borçludur. Bilim için herhangi bir konuda çözümsüzlük başarısızlık sayılır. Diyalektik felsefede sorulara, bilimdeyse cevaplara yönelik arayış önceliklidir. Felsefeci herhangi bir alanda çözüme varmak yolunda zorluklara dikkatini verir. Bu sayede bilimler için doğru kurulmuş sorular ardında bırakır.

Modern bir felsefeci, sözgelimi Platon’la zamandaş olabilir bu durumda. Diyalektikle ileri geri kat edilen uğraklar, mevcut soru ve cevaplarla daha eskileri arasında bir koşutluk yaratır. Kendiyle özdeş bir sorunun ve cevabın rahatlığıyla davranmak olanaksızdır. Diyalektik bu düşünsel hareket sırasında göreceli ve mutlak cevaplardan uzaklaşmamıza yardımcı olur. Düşüncenin hareketine mani bu iki uçtan sürekli yeni uğraklara doğru ilerleriz. Kanılar ve kesinlikler, retorik ve hakikat arasında süreğen bir gerilimi ayakta tutarız. Diyalektikçi, gerçeğin değil de mümkün olanın arkasından gider. Zaten olumsuzun ne tarafta, hakikatin hangi tarafta olduğuna dair yargılar mevcut olmadığında, sorular ve cevaplar, başlangıçlar ve sonlar da birbirine bitişir. Bu nedenle önceden hazır uğraklar olmadığında, onlara sırasıyla uğramak gibi bir tasarı da mümkün değildir.

Kendi yer ve zamanının arkasından ve önünden hareket etmek gibi bir başka çelişkiyle yol alan diyalektik felsefeci çelişkileri çözmeye çalışmaz. En uygun, sağlam, işlevli veya mantıklı yapıya karar verme çabasından uzaktır. Şeylerdeki yanılsamaları, görünüş gibi tasnif edileni, soyut veya somut nedenlere, kavramlara indirgemez. İdeal veya maddesel nitelikte inşa zeminlerinin, değişmez temel arayışlarının “siyasi dehşet” ile ortaklık içinde olduğunu bilir. İdealist ve materyalist diyalektikler de zamanında bu işbirliğini üretmişlerdir. Varlıktan var olanlara, ontolojiden ontik alana kaymakta herhangi bir sakınca yoktur bu sebeple. Diyalektik uğraklarda, anlarda eğleşen düşünce, bilgideki kanaat payını, mutlak olandaki arazları, dolayımları hemen askıya almadan, hayatın gürültüsü ve güncelliği içinde düşünmeye, eylem halinde kalmaya devam eder. “Güvence altına alınmış bir zemin” arayışına girişmez; sorular ve cevapların belirsizce iç içe durduğu birbirine dönüştüğü varoluş yüzeyinde felsefenin “başarısızlığı” gibi görünen durumlarda “teselli edici” taraflar bulur. Hiçbir sorunun ve cevabın yeterince sahici, kalıcı olmadığına dair bilinci yitirmez. Diyalektik süreçle yaratılan/keşfedilen görüngülerin ne çok yeni ne de eski olduğunun farkındadır: “Yeni ve farklı olanın bir yandan da eski ve tanıdık olması diyalektiğin bir uğrağıdır.” (2016: 68)

Adorno’nun özellikle son dönem yazılarında, çoğu zaman “diyalektikten yoksun” saysa da,  Benjamin’in yapıtıyla söyleşisinin etkilerini fark edebiliriz. Sözgelimi “tarih meleğinin” hareketi üzerine düşünür. Güncel ve yeni olanın ortasında ne tarafa doğru sürüklendiği belli olmayan tarih meleğini ontolojik olarak kıymetsiz şeyler sürükler. Onun meylini bilmediği bu sürüklenişine insan, varlık, zaman, nesne, özne gibi varlıkbilimin ayrıcalıklı kavramları yön vermez. Heidegger’in “teknik güç istencinin” parçası sayabileceği çok sayıda alet edevat sebep olur. Tarihin nereye doğru yol aldığına, tinle bütünleşmiş veya tinin sentezlediği akıl değil, çoğu zaman kitlelerin keyfi, ontolojik değeri olmayanın tazyiki karar verir. Adorno, yapıtına çok mesafeli olsa da, tarih meleğinin böyle belirsizce savrulmasıyla Heidegger’in varlığın geri çekilmesi dediği olgu anlamdaş olabilir. Meleğin hangi uğrakları kat edeceğine dair pusulayı asırlardır elinde tutan felsefecinin de melekeleri kaybolmuş gibidir. Diyalektikçi, tarih meleğinin edilgen biçimde arkasında bıraktığı özne ve nesneler terkibi hafriyatın, yapısı çözülmüş maddi ve tinsel malzemenin içerisine girer. İdealist felsefecinin veya görüngübilimcinin askıya aldığı özsel saydığı şeylerle kurduğu minimalist yapıya heves etmez. Etrafını bir an önce ayırt etmesi gereken, işlevi, faydası, niteliği belirsiz sayısız yabancı, tekinsiz şey doldurur. Adorno’nun “ayırt etme” yetisine ayrıcalık tanıması da diyalektikçiyi kuşatan eşya kalabalığından ileri gelir muhtemelen.

Heidegger’in “Dasein analizi”ni başlattığı dünyevi düşkünlük diyalektiğin de hareket sahasıdır. Etrafındaki eşya kalabalığında sadece akli unsurlar değil, daha çok niyeti belirsiz maddeler, nesneler, bedenler bulunur. İnsanla karşılaştığında çoğunlukla çelişkilere, “mutsuz bilinçlere” sebep olan bir birikmeyle karşılaşır. Mevcut kavramlar da böyle bir yığın arasında herhangi bir esasa işaret edemez artık. Diyalektikçinin her koşulda düşünsel hareketinin başladığı ve son bulduğu zemin bu dağınık ve ufku belirsiz manzaradır. “Tükenmeyen uğraklar” arasındaki zihni veya uzvi gezinmeleri çoğunlukla aynı nesne çokluğunu farklı noktalardan ve mesafelerden görmesine yardımcı olur. Fakat bu kalabalığı ne yapsa daha özsel şeylerden kurulu bir paranteze alamaz. İnsanın sebep olduğu yıkıntılar arasında esaslı bir varlığı, cevheri, tözü “temizlemek” mümkün görünmez. Varlık her zaman “kirlenmiş” bir metafizik içerisinde kendisini açar. Tikel ve genel, duyulur ve düşünülür, özne ve nesne, yer ve zaman, birey ve yığın, varlık ve var olanlar tarih meleğinin sürüklendiği uçurumu biri diğerinden ayrılmadan, sentezler oluşturmadan beraberce doldurur. Benjamin’in felaket sahnesinde mesihin ayak izlerini aradığı zamanlarda, Simone Weil de kullarından ve yarattıklarından tümüyle farklı olmasını umduğu Tanrıyı aynı kasvetli ve dehşetli resmin içerisinde bulmaya çalışır.

Bu dağınık tablo, aynı zamanda her tür yapının inşaat malzemesini içerisinde saklar. Tüm muhtemel yapılar bu nedenle biraz da Afrodisias’ın kalıntılarını kullanan Egeli köylülerin evlerine benzer. Hiçbir yapı yeni baştan yapılmaz ve hepsinde eski zamanların hayaletleri gezinir. Onların belirsizce musallat olduğu evler, mütevazı, yalıtılmış veya gösterişli olsunlar, içerisinde rahat etmek, huzuru bulmak zordur. Negatif diyalektik, herhangi bir yapıda saklı huzursuzluğu, “ıstırabı” dillendirmek anlamını taşır. Böyle “mutsuz bilinçlerin” kaynağı, yapısal zorluklar, keyfi varoluştaki “olumsallık”tır. Tekinsizlik duyusunun sebebi başkası, yabancı veya dışarıdaki, fark edilmese de hep oradadır. Bu sebeple ev sahipleri eşref saatlerinin keyfine tam manasıyla varamazlar. Negatif diyalektikçi de sükûneti bozan başkasının uğradığı muhtemel yerler arasında yer değiştirir. Çünkü en esaslı eylem yabancının eğilimleri belirsiz hareketleridir. Dağınık bir manzara içinde inşa edici bir tin, akıl, niyet varsa eğer ona aittir.


Kaynakça

Adorno, Theodor (…) Negatif Diyalektik, çev. Şeyda Öztürk, İstanbul: Metis. Adorno’nun zor ve yoğun metnine rağmen, Şeyda Öztürk’ün özenli ve okurların işini kolaylaştıran tercümesi için müteşekkiriz.

Exit mobile version