Site icon Terrabayt

Viral Olağanüstü Hal Ve Yarının Dünyası


Asya ülkeleri bu krizi Batı’ya nazaran daha iyi yönetiyor. Orada veri ve maskelerle çalışılırken, burada geç kalınıyor ve sınırlar yükseliyor.

Koronavirüs sistemimizi teste tabi tutuyor. Görünen o ki Asya pandemiyi Avrupa’ya nispeten daha iyi kontrol ediyor. Hong Kong’da, Tayvan’da ve Singapur’da enfekte olanların sayısı çok az. Tayvan’da 108, Hong Kong’da 193 vaka kaydedilmiş. Almanya’da ise, tam tersine, çok daha kısa bir zaman diliminin ardından 15.320 vaka tespit edildi bile, İspanya’da ise bu sayı (20 Mart verilerine göre) 19.980. Diğer yandan, tıpkı Japonya gibi, Güney Kore de en kötü dönemi atlattı. Pandeminin menşei olan Çin bile durumu ziyadesiyle kontrol altına aldı. Fakat Tayvan’da ve Kore’de ne sokağa çıkma yasağı ilan edildi ne de dükkanlar ve restoranlar kapandı. Bu arada Avrupa’daki Asyalıların ülkelerine tersine göçü başladı. Çinliler ve Koreliler ülkelerine dönmek istiyorlar çünkü orada kendilerini daha güvende hissediyorlar. Uçak fiyatları çok arttı. Artık Çin’e ya da Kore’ye uçak bileti bulmak neredeyse imkânsız.

Adeta egemenlik devrine geri dönmüş gibiyiz. Olağanüstü hâl kararını veren egemendir. Sınırları kapatan egemendir. Ama bu hiçbir işe yaramayan boş bir egemenlik gösterisidir. Oysa ki Euro bölgesi içinde yoğun bir iş birliği, çılgınca sınırları kapatmaktan daha faydalı olabilirdi.

Avrupa yenilgiye uğruyor. Enfekte olanların sayısı katlanarak artıyor. Görünen o ki, Avrupa salgını kontrol edemiyor. İtalya’da her gün yüzlerce insan hayatını kaybediyor. Yaşlı hastaların solunum cihazları gençlere yardım etmek için çıkartılıyor. Ama faydasız, aşırı eylemler de göze çarpmıyor değil. Sınırların kapanması açıkça egemenliğin çaresiz bir ifadesidir. Adeta egemenlik devrine geri dönmüş gibiyiz. Olağanüstü hâl kararını veren egemendir. Sınırları kapatan egemendir. Ama bu hiçbir işe yaramayan boş bir egemenlik gösterisidir. Oysa ki Euro bölgesi içinde yoğun bir iş birliği, çılgınca sınırları kapatmaktan daha faydalı olabilirdi. Üstüne üstlük Avrupa yabancılara giriş yasağı da koydu: Avrupa’nın şu anda kimsenin gelmek istemediği bir yer olduğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda elbette saçma bir hamle. Aslında dünyayı Avrupa’dan korumak için, Avrupa’dan çıkışlara yasak koymak çok daha akıllıca olurdu. Ne de olsa Avrupa şu sıralar pandeminin merkez üssü.


Asya’nın Avantajları

Peki Avrupa’ya kıyasla pandemi ile mücadelede etkili olan Asya sistemi ne gibi avantajlar sunuyor? Japonya, Kore, Çin, Hong Kong, Tayvan ya da Singapur gibi Asya ülkeleri, kendi kültürel geleneklerinden kaynaklanan (Konfüçyüsçülük’ten) otoriter bir düşünüşe sahiptirler. İnsanları Avrupa’dakilere göre daha az ayak diretir ve daha itaatkardır. Aynı zamanda devlete daha fazla güven duyarlar. Ve yalnızca Çin’de değil, Kore’de ve Japonya’da da gündelik hayat Avrupa’dan çok daha katı bir biçimde düzenlenmiştir. Her şeyden önce, Asyalılar, virüsle mücadelede dijital gözetime daha çok başvuruyorlar. Big data’nın salgınla mücadelede büyük bir potansiyel sunduğunu düşünüyorlar. Başka bir deyişle, Asya’da salgınlarla mücadele edenlerin yalnızca virologlar ya da epidemiyologlar değil, hepsinden öte bilişimciler ve makroveri uzmanları olduğu söylenebilir. Avrupa’nın henüz vakıf olamadığı bir paradigma değişikliğidir bu. Dijital gözetim savunucuları big data’nın insan hayatını kurtardığını iddia edeceklerdir.

Çinde gündelik hayatın gözleme tabii olmadığı tek bir an bile yok. Her tıklama, her satın alma, her temas, sosyal medyadaki her aktivite kontrol ediliyor. Kırmızı ışıkta geçen kişiden, rejimi eleştirenlerle iş birliği yapandan ya da sosyal medyada eleştirel yorumlar yazandan puan kırılıyor. Bunun sonucunda hayat çok tehlikeli bir hâl alabilir. Tersi durumda da internetten sağlıklı besinler satın alana ya da rejim yanlısı gazeteleri okuyanlara artı puan veriliyor.

Asya’da dijital gözetime karşı eleştirel bilinç neredeyse mevcut değildir. Japonya ve Kore gibi liberal devletlerde dahi verilerin korunması artık yeni yeni konuşulmaya başlanıyor. Kimse otoritelerin veri toplama telaşesine kızmıyor. Bu sırada Çin yurttaşlarına kapsamlı bir biçimde değerlendirme ve ölçme olanağı sağlayan, Avrupalılar için hayal bile edilemez bir sosyal kredi sistemini hayata geçirdi. Bu sistemde her yurttaş sosyal davranışlarına göre değerlendiriliyor. Çinde gündelik hayatın gözleme tabii olmadığı tek bir an bile yok. Her tıklama, her satın alma, her temas, sosyal medyadaki her aktivite kontrol ediliyor. Kırmızı ışıkta geçen kişiden, rejimi eleştirenlerle iş birliği yapandan ya da sosyal medyada eleştirel yorumlar yazandan puan kırılıyor. Bunun sonucunda hayat çok tehlikeli bir hâl alabiliyor. Tersi durumda da internetten sağlıklı besinler satın alana ya da rejim yanlısı gazeteleri okuyanlara artı puan veriliyor. Yeterli puana ulaşanlar seyahat vizesi ya da ucuz kredi elde ediyor. Belli bir puanın altına düşenler ise işini bile kaybedebiliyor. Çin’de bu sosyal gözetim mümkün çünkü internet ve cep telefonu sağlayıcıları ile yetkililer arasında sınırsız bir veri alışverişi var. Pratikte kişisel verilerin korunması diye bir şey yok. Çinlilerin lügatında “özel alan” terimine yer yok.



Çin’de 200 milyon güvenlik kamerası var ve bunların çoğu son derece etkin bir yüz tanıma teknolojisi ile donatılmış durumda. Hatta yüzünüzdeki benleri bile ayırt edebiliyorlar. Güvenlik kamerasından kaçmak mümkün değil. Yapay zekâ ile donatılmış bu kameralar kamusal alanlarda, mağazalarda, sokaklarda, istasyonlarda ve havaalanlarında bulunan her vatandaşı gözlemleyip değerlendirebiliyorlar.

Tüm bu dijital gözetim altyapısının salgının kontrolünde son derece etkili olduğu artık kanıtlandı. Birisi Pekin istasyonundan ayrıldığında, vücut ısısını ölçen bir kamera tarafından otomatik olarak tespit ediliyor. Eğer bu ısı endişe vericiyse, aynı vagonda bulunan herkesin cep telefonuna bir bildirim gidiyor. Sistemin kimin trende nerede oturduğunu bilmesi boşuna değil. Sosyal medyada karantinayı kontrol etmek için dronların kullanıldığı bile konuşuluyor. Eğer biri karantinadan gizlice kaçarsa dron ona doğru yönelerek uçuyor ve konutuna dönmesini emrediyor. Hatta belki de ona bir ceza yazıyordur ve cezayı aşağıya doğru bırakıyordur, kim bilir. Avrupalılar için distopik olabilir ama görünüşe göre Çin’de dirençle karşılanmayan bir durum.

Wuhan’da, yalnızca teknik verileri baz alarak enfekte olması olası kişileri arayan binlerce dijital araştırma ekibi kuruldu. Sadece makroveri analizlerinden yola çıkarak kimin potansiyel olarak enfekte olduğunu, kimin gözlemlenmeye devam edileceğine ve buna bağlı olarak karantinada tutulacağını öngörüyorlar. Diğer yandan pandemi açısından da gelecek dijitalleşmede.

Ne Çin’de ne de Güney Kore, Hong Kong, Singapur, Tayvan ya da Japonya gibi Asya devletlerinde dijital gözetim ya da big data’ya karşı eleştirel bir bilinç var. Dijitalleşme onların resmen başını döndürüyor. Bunun kültürel bir nedeni de var. Asya’da kolektivizm hüküm sürüyor, bireycilik pek vurgulamıyor. Tabi ki bireycilik, Asya’da da elbette yaygın olan bencillik ile aynı şey değil.

Big data virüsle mücadelede şu anda Avrupa’da gerçekleşen saçma sınır kapatmalardan daha etkili gibi görünüyor. Fakat kişisel verilerin korunması sebebiyle Avrupa’da virüse karşı Asya’yla benzer düzeyde dijital bir mücadele yürütmek mümkün değil. Çinli cep telefonu ve internet  sağlayıcıları güvenlik güçleriyle ve sağlık bakanlığıyla müşterilere ait hassas verileri paylaşıyor. Devlet bu yüzden nerde olduğumdan, kimle görüştüğüme, ne yaptığımdan, ne aradığıma, ne düşündüğüme, ne yediğime, ne satın aldığıma, nereye gittiğime kadar her şeyi biliyor. Gelecekte devletin vücut ısısını, kiloyu, kan şekeri seviyesini vs. kontrol etmesi de pekâla mümkün. İnsanları aktif olarak kontrol eden dijital psikopolitikaya eşlik eden dijital bir biyopolitika.

Wuhan’da, yalnızca teknik verileri baz alarak enfekte olması olası kişileri arayan binlerce dijital araştırma ekibi kuruldu. Sadece makroveri analizlerinden yola çıkarak kimin potansiyel olarak enfekte olduğunu, kimin gözlemlenmeye devam edileceğini ve buna bağlı olarak karantinada tutulacağını öngörüyorlar. Diğer yandan pandemi açısından da gelecek dijitalleşmede. Belki egemenliği bile salgın üzerinden yeniden tanımlamamız gerekecektir. Egemen veriyi elinde bulundurandır. Avrupa olağan üstü hâl ilan edip sınırları kapattığında, eski egemenlik modellerine bağlı kalmayı sürdürüyor.

Yalnızca Çin’de değil diğer Asya ülkelerinde de dijital gözetim, salgının kontrolünde yaygın olarak kullanılıyor. Tayvan’da devlet  tüm yurttaşlarına, eş zamanlı olarak, enfekte olmuş kişilerle temas edenlerin yerini gösteren ya da onları virüs bulaşmış insanların bulunduğu yerler ve mekanlar hakkında bilgilendiren bir SMS gönderiyor. Daha çok erken bir evrede, Tayvan, yaptıkları seyahatlere dayanarak enfekte olması muhtemel kişileri bulmak için pek çok veri içeren bir bağlantı kullandı. Kore’de ise virüs bulaşmış birinin bulunduğu binaya yaklaşan herkes “Corona-app” aracılığıyla bir alarm sinyali alıyor. Virüsün nüfuz ettiği her yer aplikasyonda kayıtlı. Ne verilerin korunması ne de özel alan çok da dikkate alınıyor. Kore’deki her binaya, her ofise, her mağazaya gözetim kameraları yerleştirilmiş durumda. Kamuya açık alanlarda bir video kamerası aracılığıyla kayda alınmadan hareket etmek pratikte imkânsız. Cep telefonlarından elde edilen verilerle ve bu kayıtlardan elden edilen materyalle enfekte olmuş birinin bütün hareket profili oluşturulabiliyor. Tüm enfekte kişilerin hareketleri yayınlanmakta. Bu durumda gizli kapaklı aşklar bile ortaya serilebilir. Kore Sağlık Bakanlığı ofislerinde, gece gündüz bu kayıtları izlemekten başka bir işi olmayan ve enfekte olmuş kişilerin hareket profilini tamamlayıp onlarla temasta bulunan kişileri bulmakla görevli “iz sürücü” olarak adlandırılan kişiler var.

Bunun yanı sıra, Koreliler çoktan nano-filtreli, hatta yıkanabilir bir “koronavirüs maskesi” geliştirdiler bile. Söylenene göre kişiyi virüsten bir ay boyunca koruyabilir. Doğrusu, ortada ne aşı ne de ilaç olduğu sürece bu çok iyi bir çözüm. Avrupa’da ise, doktorlar bile maske almak için Rusya’ya seyahat etmek zorundalar.

Asya ve Avrupa arasında göze çarpan başka bir fark da özellikle koruyucu maskeler. Kore’de, havayı virüslerden filtreleyebilen özel maskeler olmadan dolaşan neredeyse hiç kimse yoktur. Bunlar sıradan cerrahi maskeler değil, enfekte olanları tedavi eden doktorlar tarafından da giyilen filtreli, özel koruyucu maskelerdir. Geçtiğimiz birkaç hafta boyunca Kore’deki öncelikli konu nüfus için maske tedariği sağlamaktı. Eczanelerin önünde çok uzun kuyruklar oluştu. Politikacılar, tüm nüfusa ne kadar çabuk maske tedariği yapabildiklerine göre değerlendirildi. Maske üretimi için ivedilikle yeni makineler imal edildi. Mevcut durumda tedarik iyi çalışıyor gibi görünüyor. Yakındaki hangi eczaneden maske alabileceğinizi bildiren bir uygulama bile var. Asya’da tüm nüfusa tedarik edilen koyurucu maskelerin salgının kontrol altına alınmasında etkili olduğu kanısındayım.

Koreliler iş yerlerinde bile virüsten koruyucu maskelerini takıyorlar. Hatta politikacılar bile halkın karşısına yalnızca koruyucu maskeyle çıkıyorlar. Kore başkanı bile, örnek olmak adına, basın toplantılarında dahi maske kullanıyor. Kore’de maske takmayan kişi kınanıyor. Avrupa’da ise tam tersi sık sık maske takmanın çok da işe yaramadığı dile getiriliyor, ki bu bir yanılgı. Peki öyleyse doktorlar neden koruyucu maske kullanıyorlar? Fakat, maskeyi gerekli sıklıkta değiştirmek gerekmekte, çünkü nemlendiğinde filtreleyici özelliğini kaybediyor. Bunun yanı sıra, Koreliler çoktan nano-filtreli, hatta yıkanabilir bir “koronavirüs maskesi” geliştirdiler bile. Söylenene göre kişiyi virüsten bir ay boyunca koruyabilir. Doğrusu, ortada ne aşı ne de ilaç olduğu sürece bu çok iyi bir çözüm. Avrupa’da ise, doktorlar bile maske almak için Rusya’ya seyahat etmek zorundalar. Macron, sağlık personeline dağıtmak için maskelere el konulmasını emretti. Ama sağlık personeline verilen maskeler filtresiz, normal maskelerdi; koronavirüsten koruyacak kadar iyi oldukları bir yalandı. Avrupa yenilgiye uğruyor. İnsanlar en yoğun saatlerde metroyu ya da otobüsleri doldurmaya devam ediyorsa dükkanları ve restoranları kapatmanın ne faydası var ki? Orda gerekli mesafe nasıl korunabilir? Hatta süpermarketlerde bile bu neredeyse imkânsız. Böyle bir durumda, koruyucu maskeler gerçekten hayat kurtaracaktır. Bu iki sınıflı bir toplum yaratıyor. Şahsi aracı olanlar daha az riske maruz kalıyor. Hatta enfekte olmuş insanlar sıradan maskeler taksalar bile çok daha iyi olur, çünkü en azından virüsü dışarı yaymazlar.

İnsanlar en kalabalık saatlerde işe gitmek için otobüslere ya da metrolara üşüştüğünde mantıken sokağa çıkma yasağı da bir işe yaramaz. En kalabalık saatte otobüs ya da metroda sosyal mesafe nasıl korunabilir ki?  Bu pandemiden çıkarmamız gereken derslerden biri de koruyucu maske veya medikal malzeme ve ilaç gibi belli başlı ürünlerin üretimini Avrupa’ya geri kazandırmanın faydalı olacağı.

Avrupa ülkelerinde neredeyse kimse maske takmıyor. Takan bazıları var, ama onlar da Asyalılar. Avrupa’da ikamet eden hemşehrilerim maske taktıklarında insanların onlara garip garip baktığından şikâyet ediyor. Bunun altında kültürel farklılık yatmakta. Avrupa’da yüzü açıkta bırakarak giyinme alışkanlığını beraberinde getiren bir bireycilik hüküm sürmekte. Maskeyle gezenler yalnızca suçlular. Ama artık, Kore’deki görüntüleri görmekten maskeli insanlara o kadar alıştım ki Avrupalı hemşehrilerimin çıplak yüzü benim için neredeyse müstehcen. Ben de koruyucu maske takmak isterdim, ama artık burda bulunamıyorlar.

Geçmişte, tıpkı birçok başka ürün gibi, maske üretimi de Çin’e taşere edildi. Bu nedenle bugün Avrupa’da maske bulunamıyor. Asya ülkeleri tüm halka koruyucu maske tedarik etmeye uğraşıyor. Çin’de, maske sayısı azalmaya başladığında, fabrikalara maske üretmek için ekipmanlar bile kurdular. Avrupa’da ise sağlık çalışanı bile maskeye ulaşamıyor. İnsanlar en kalabalık saatlerde işe gitmek için otobüslere ya da metrolara üşüştüğünde mantıken sokağa çıkma yasağı da bir işe yaramaz. En kalabalık saatte otobüs ya da metroda sosyal mesafe nasıl korunabilir ki?  Bu pandemiden çıkarmamız gereken derslerden biri de koruyucu maske veya medikal malzeme ve ilaç gibi belli başlı ürünlerin üretimini Avrupa’ya geri kazandırmanın faydalı olacağı.

Beraberinde getirdiği hafife alınmaması gereken tüm risklere rağmen, koronavirüs pandemisinin yol açtığı panik orantısız. Çok daha ölümcül olan “İspanyol gribi”nin bile ekonomi üzerinde bu kadar yıkıcı etkileri olmamıştı. Peki gerçekte bunun sebebi nedir? Dünya neden bir virüsü böylesine bir panikle karşılıyor? Hatta Emmanuel Macron savaştan ve alt etmemiz gereken, görünmez bir düşmandan bahsediyor. Yoksa düşmanın geri dönüşüyle mi karşı karşıyayız? “İspanyol gribi” Birinci Dünya Savaşı’nın ortasında ortaya çıkmıştı. O zaman herkes düşmanlarla çevriliydi. Kimse salgını savaşla ya da düşmanla ilişkilendirmedi. Fakat bugün tamamen farklı bir toplumda yaşıyoruz.

Bugün hayati alanların tümünde yaygın olan rastgelelik ve genele yayılmış müsamaha, bilinmeyenin veya düşmanın olumsuzluğunu saf dışı bırakır. Tehlikeler bugün düşmanın olumsuzluğundan değil, aşırı performans, aşırı üretim ve aşırı iletişim olarak ifade edilen pozitifliğin fazlalığından kaynaklanıyor. Düşmanın olumsuzluğunun, sınırsızca müsamahakâr olan toplumumuzda yeri yoktur.

Aslına bakarsanız uzunca bir süredir düşmanımız olmadan yaşıyoruz. Soğuk savaş biteli bir hayli oluyor. Son zamanlarda İslami terörizm bile uzak bölgelere taşınmış gibi görünüyordu. Tam on yıl önce, Yorgunluk Toplumu adlı denememde, düşmanın olumsuzluğuna dayanan immünolojik paradigmanın geçerliliğini kaybettiği bir zamanda yaşadığımız tezini öne sürmüştüm. Soğuk Savaş zamanlarında olduğu gibi, immünolojik olarak örgütlenmiş toplum, malların ve sermayenin dolaşımını engelleyen sınırlar ve çitlerle örülü bir yaşamla nitelenir. Küreselleşme sermayeyi serbest bırakmak için tüm bu immünolojik eşiklerini bastırır. Bugün hayati alanların tümünde yaygın olan rastgelelik ve genele yayılmış müsamaha, bilinmeyenin veya düşmanın olumsuzluğunu saf dışı bırakır. Tehlikeler bugün düşmanın olumsuzluğundan değil, aşırı performans, aşırı üretim ve aşırı iletişim olarak ifade edilen pozitifliğin fazlalığından kaynaklanıyor. Düşmanın olumsuzluğunun, sınırsızca müsamahakâr olan toplumumuzda yeri yoktur. Başkaları tarafından baskı altına kalmak, depresyona, başkaları tarafından sömürülmek kendi kendini gönüllü olarak sömürmeye ve kendini optimize etmeye götürür.  Performans toplumunda, kişi her şeyden evvel kendine karşı bir savaş verir.


İmmünolojik eşikler ve sınırların kapatılması

Küresel kapitalizm yüzünden bağışıklığı bu kadar zayıflatılmış bu toplumun orta yerinde aniden bir virüs patlak veriyor. Panik içinde yeniden immünolojik eşikler inşa edip sınırları kapatıyoruz. Düşman geri döndü. Artık kendimize karşı değil, dışarıdan gelen görünmez bir düşmana karşı savaşıyoruz. Virüs karşısında bu ölçüsüz panik yeni düşmana karşı sosyal, hatta küresel bir bağışıklık tepkisidir. Bağışıklık reaksiyonu çok şiddetlidir çünkü uzun zamandır düşmansız bir toplumda, bir pozitiflik toplumunda yaşıyoruz ve şimdi virüs kalıcı bir terör olarak algılanıyor. Fakat bu muazzam paniğin başka bir sebebi de mevcut. Bu da dijitalleşmeyle alakalı. Dijitalleşme gerçekliği ortadan kaldırıyor. Gerçeklik sunduğu direnç sayesinde deneyimlenir ve aynı zamanda acı verici de olabilir. Dijitalleşme, tüm bu “beğen” kültürü, direncin olumsuzluğunu baskılar. Ve fake news ile deepfakes’lerin hakikat-sonrası çağında, gerçeğe karşı bir kayıtsızlık doğmakta. Bu yüzden, burada bilgisayar virüsü değil gerçek bir virüs karmaşaya sebep oluyor. Gerçeklik, direnç, düşman kendini virüs kılığında yeniden gösteriyor. Virüse gösterilen bu şiddetli ve abartılı panik reaksiyonu gerçekliğin sebep olduğu bu karmaşa üzerinden açıklanıyor.

Virüs karşısında bu ölçüsüz panik yeni düşmana karşı sosyal, hatta küresel bir bağışıklık tepkisidir. Bağışıklık reaksiyonu çok şiddetlidir çünkü uzun zamandır düşmansız bir toplumda, bir pozitiflik toplumunda yaşıyoruz ve şimdi virüs kalıcı bir terör olarak algılanıyor.

Finans piyasalarının salgına karşı panik tepkisi de içsel bir paniğin dışavurumudur. Dünya ekonomisindeki aşırı çırpınışlar onu çok savunmasız hale getiriyor. Borsa endeksinin sürekli artan eğrisine rağmen, merkez bankalarının riskli para politikası son yıllarda patlak vermesi beklenen bastırılmış bir panik yaratmıştır. Virüs muhtemelen bardağı taşıran o küçük damladan başka bir şey değil. Finans piyasalarının panikle yansıttığı şey, virüs korkusundan ziyade kendisine duyduğu korku. Virüs olmadan da crash meydana gelebilirdi. Belki de virüs sadece çok daha büyük bir crash’in başlangıcıdır.

Žižek, virüsün kapitalizme ölümcül bir darbe indirdiğini ve gizli kalmış bir komünizmi uyandırdığını iddia ediyor. Hatta virüsün Çin rejimini yıkabileceğine bile inanıyor. Žižek yanılıyor. Bunların hiçbiri gerçekleşmeyecek. Çin artık dijital polis devletini pandemiye karşı başarılı bir model olarak satabilecek. Üstelik sisteminin üstünlüğünü daha da gururla gösterecek. Ve pandemiden sonra, kapitalizm daha da güçlü bir şekilde devam edecek. Turistlerse gezegeni ayaklar altında çiğnemeye devam edecekler. Virüs aklın yerini tutamaz. Çin tarzı dijital polis devletinin Batı’da bize ulaşması bile mümkün. Naomi Klein’ın dediği gibi, karmaşa yeni bir hükümet sisteminin kurulmasına izin veren elverişli bir andır. Neoliberalizmin de büyük ölçüde karmaşalara neden olan krizler sonrasında kuruldu. Kore’de veya Yunanistan’da yaşanan buydu. Umarım, bu virüsün neden olduğu karmaşadan sonra, Avrupa’ya Çin’deki gibi dijital bir polis rejimi taşınmaz. Bu olursa, tıpkı Giorgio Agamben’in korktuğu gibi, olağanüstü hâl normal hâle dönüşür. O zaman virüs, İslami terörizmin bile başaramadığını başarmış olur.

Žižek, virüsün kapitalizme ölümcül bir darbe indirdiğini ve gizli kalmış bir komünizmi uyandırdığını iddia ediyor. Hatta virüsün Çin rejimini yıkabileceğine bile inanıyor. Žižek yanılıyor. Bunların hiçbiri gerçekleşmeyecek.

Virüs kapitalizmi yenmeyecek. Viral devrim gerçekleşmeyecek. Hiçbir virüs devrim yapamaz. Virüs bizi tecrit eder ve bireyleştirir. Güçlü bir kolektif duygu üretmez. Bir şekilde, herkes sadece hayatta kalmaya bakar. Karşılıklı mesafeleri koruyarak kurulan dayanışma, farklı, daha huzurlu ve adil bir toplum hayal etmemizi sağlayan bir dayanışma değildir. Devrimi virüsün eline bırakamayız. Umarım virüsün ardından insani bir devrimi gelir. Yok edici kapitalizm üzerine düşünmesi, onu radikal bir şekilde kısıtlaması gerekenler BİZİZ; AKIL ile donatılmış olan biz İNSANLAR ve kendimizi, iklimi ve güzel gezegenimizi kurtarmak için sahip olduğumuz sınırsız ve yıkıcı hareketliliğimiz.


İspanyolca çevirisi El Pais’de yayımlanan yazıyı Duygu Sezer Türkçe’ye çevirdi, çeviriyi Öznur Karakaş redakte etti.

Exit mobile version