Site icon Terrabayt

Rosi Braidotti ile Söyleşi: “Radikal Bir Dönüşüme İhtiyacımız Var”


Lu Andrés’in feminist filozof Rosi Braidotti ile CCCBLab için gerçekleştirdiği bu röportajda Braidotti günümüzde insan olmanın anlamını, kapitalizmin mevcut momentini ve bu momentte direniş imkanlarını ele alıyor.

Günümüzde insan olmak ne demek?

Günümüzde insan olmak tartışılan bir kavram. Aslında, insanın ne anlama geldiğini tanımlamak söz konusu olduğunda herhangi bir mutabakat var mı, emin değilim. Aydınlanma bizlere Evrensel İnsan Hakları Beyannamesini bıraktı ama kadınların insan hakları yoktu; ne de Yahudilerin, siyahların veya çocukların. İnsan kavramı her daim iktidar, dışlama ve içerme ilişkileri ile bağlantılı oldu. İnsan hiçbir zaman nötr veya kapsayıcı bir kavram olmadı. Günümüzde insan olma mefhumu hiç olmadığı kadar evrimden geçiyor. İnsan varlığı dördüncü sanayi devrimi bağlamında, bilim ve teknolojide görülen patlama çerçevesinde tanımlanmalı.

Yani insanın ne olduğuna dair bir tanıma sahip olamadan çoktan insan sonrası evreye geçtik?

Evet. İnsan sonrasının yarın gelecek bir şey olduğuna inanmıyorum. Bilim kurgu değil. Blade Runner, Mad Max veya kıyamet sonrası yeni bir insan ortaya atan o filmlerden biri değil. Ne de bilincimizi bir bilgisayara aktarıp süper-insanlara dönüştürülebileceğimize inanan bir Silikon Vadisi transhümanistiyim. Posthümanizmin daha ziyade şu anda kendimizi içinde bulduğumuz evreyi tanımlamak için kullanılan bir endeks olduğuna inanıyorum.

Hangi evredeyiz o zaman?

İnsanlığımızın parametrelerini yeniden düşünüyoruz. İnsan-merkezciliğin, diğer bütün türleri kontrol eden merkezi bir tür anlayışının eleştirisi evresindeyiz. İnsan sonrası büyük bir kavram değil. Şahsen çok da sevmiyorum ama şu anda üniversitelerde ve kültür merkezlerinde olageldiğimiz şeyi düşünmek üzere yeni yollar bulmaya odaklanan bütün bu araştırmaları adlandırmak için daha iyi bir isim yok elimizde. Büyüleyici yeni imkanlar geliştirdik, örneğin genetik manipülasyon ama değerlerimiz, temsillerimiz ve anlama biçimlerimiz hala insan olmaya dair eski kavramlarla bağlantılı. Cesur olmalı, demokratik ve eleştirel bir biçimde ne olmak istediğimizi, ne olagelme kudretine sahip olduğumuzu birlikte tartışmalıyız.

Bu kavramın üzerinde epey duruyorsunuz: oluş.

Oluş kavramı asli. Kimlik kavramının anlamını çoklukla, başkalarıyla ilişkiselliğe doğru açmalıyız. Tamamen kapalı, sabit ve statik bir şey olarak kimlik fikrine karşı. İnşa halinde özneleriz, her daim bir oluş halindeyiz.

Olmak istediğimiz şeye kendimiz karar verebilir miyiz?

Müşterek olarak demokratik tartışma ve münazaralarla bunu yapmak zorundayız. Birlikte yeni güçlüklerle başa çıkmalıyız. Robotların ortaya çıkmasını örnek olarak ele alalım. Önümüzdeki yirmi yıl içerisinde makinelerin milyonlarca işi ortadan kaldıracağını biliyoruz. Ne yapmalıyız? Kendi yarattığımız robotlardan nefret mi edelim? Ya da yaşamlarımızı kolaylaştırmak için sunacakları faydalardan mı yararlanalım? Bu robotları işçi gibi vergiye de bağlayabiliriz. Bu tartışmaları yapmamız lazım. Şu anda ne olacağımıza dönük tartışmalar büyük şirketler ve siyasetçiler tarafından yapılıyor. Normal vatandaşlar ya korkuyor ya da bu tartışmalardan dışlanıyor.

Buna boyun eğmiş durumdalar mı?

Bana kalırsa bizlere ne olduğuna dair yeterince bir arada düşünmüyoruz. Ancak bu kimsenin suçu da değil, sorun daha da karmaşık. Ayrıca son derece karmaşık bir siyasi çağdan geçiyoruz. Muazzam toplumsal dönüşümler büyük bir mutsuzluğa ve huzursuzluğa neden oldu. Ayrıca popülizm, öfke ve siyasi şiddet çağındayız. Bu bağlamda kurama pek kıymet verilmiyor. Kuramcılar spekülatör gibi görülüyor, faydasız bir iş yaptıkları düşünülüyor, bir yandan da sahte haberlerin ve alternatif olguların yayılmasına izin veriyoruz. Popülizm dönemlerinde akademisyenlerin itibarı çok zayıf olur. Üniversitelere, akademisyenlere ve uzmanlara dönük bu saldırılara son vermemiz lazım. Bilgiye saygı kültürünün geliştirilmesi gerek. Siyasi sınıfın bunun tam aksini yaptığı da bariz, kamusal tartışmaları engelliyor, alenen olgulara ve verilere dair yalan söylüyorlar. Dördüncü sanayi devriminin neden olduğu anlaşılabilir rahatsızlığı sömürüyorlar. Bu popülizmi beslemek ve öykünün olumlu yanını gizlemek için olumsuz etkilerini kendi çıkarlarına koşuyorlar. Olumsuz vasıfları da önemli ama bu muazzam teknolojik devrimin olumlu yanına da bakmalıyız.

Bunu nasıl yapacağız?

Yapmamız gereken ilk şey bize ne olduğunu anlama çabası göstermek. Sermaye nasıl işliyor? Oradan yola çıkarak, Google, Amazon ve Apple gibi büyük şirketlerin tekelini kıracak şekilde dünyada nasıl daha iyi bir yeniden dağılım gerçekleştirilebileceğine dair bir tartışma önerebiliriz. Ayrıntılı bir biçimde iktidar ve bilgi kavramlarının nasıl yeniden örgütlendiğini analiz etmeli, buradan bir alternatif ve dayanışma temelli bir direniş sunmalıyız.

Ancak teoride sermayenin nasıl işlediğini yıllardır biliyoruz zaten…

Sorun şu ki kapitalizmden bahsediyoruz ama kapitalizm artık Karl Marx’ın kapitalizmi değil. Farklı bir kapitalizmle karşı karşıyayız. Günümüzde kapitalizmin para kazanmak için hiçbir şey üretmesine gerek yok, hiçten kar elde edebilir: misal kredi gibi yeni bir meta icat edebilir. Bilim, sinirbilimleri, enformasyon teknolojileri, biyogenetik kodlar, algoritmalar: bunların hepsi sermaye. Günümüzde sol için bile bunu anlamak zor. Hala mevcut ekonomik sistemi tanımlamayan ekonomik reform şemaları öneriyorlar. Günümüzde bilginin iktidar ve sermaye tarafından nasıl kullanıldığını anlamak elzem.

Bunu anlamak neden bu kadar zor?

Çünkü hepimiz onun tuzağına kapılmış durumdayız. Biz de sorunun bir parçasıyız. İşte bu yüzden kapitalizm işliyor. Bu yüzden kapitalizmin nihayetinde çökeceğine inanan Marksist analizler haksız çıkıyor. 1968’den beri kapitalizmin asla çökmediğini öğrendik, adapte oluyor ve mümkün her türlü kipliği temellük ediyor. Bunu bütün karmaşıklığıyla ele almak zorundayız. Dolayısıyla, sorunun bir parçasıysak, çözümün de bir parçası olmalıyız. Eylem marjı bulmak üzere birlikte çalışmalıyız.

Nasıl? Belli ki sermaye hep kazanıyor?

Bana kalırsa kendimizle o hatalı tüketici modelleri arasına bir mesafe koymanın, kendimizi onlardan ayrıştırmanın yolları var. Marksist-Leninist küresel devrim fikrinin aksine, elde edebileceğimiz değişimlerin kolektif olduğunu ama bunun adım adım kendimizi ayrıştırarak gerçekleşeceğini fark etmemiz lazım. Bakın feminizm erkek şiddetine nasıl mesafe alıncağını gösterdi. Yahut ırkçılık karşıtlığı beyaz üstünlükçülüğüne nasıl mesafe alınacağını gösterdi. Mesele kendimizi uzaklaştırmak. Bedeni zehirlerden arındırma alıştırması gibi. Tüketim, düşünce ve başkalarıyla ilişki alanlarında kötü alışkanlıklarımızdan arınmalıyız.

Bu devrime inanmadığınız anlamına mı geliyor?

Bence günümüzde devrim faşist bir kavram. Bence devrim çağrısında bulunan insanlar aşırı sağcılar: Steve Bannon mesela. Tanrı, ulus ve aile değerlerini diriltmek için neo-devrime inanan muhafazakarlar. Şu anda daha tercih edilebilir bir opsiyonun aktif aktivizm olduğuna inanıyorum: bana devrim mefhumunun faşist bir restorasyonu gibi gelen şeye iştirak etmek yerine olumlayıcı değerler yaratmaya dönük kolektif bir taahhüt. Nihayetinde ilki sadece saati 1968-öncesine çevirmeyi, şiddet ve istismar kapılarını açmayı amaçlıyor.

Avrupa’da bu muhafazakâr devrim gün be gün daha çok destek kazanıyor sanki…

Avrupa Birliği bizlere bir yüzyıl boyunca barış sundu ama Avrupa ulusalcılığı ve faşizm virüsünü kovuşturmak için hala çok uzun bir mücadele var önümüzde. Ben İtalyanım, ne dediğimi gayet iyi biliyorum. Başkasının olumsuzlanması, cehalet, dayanışma yokluğu… Utandırıyor beni. İstediğim Avrupa bu değil. Açık mekân olarak orijinal Avrupa vizyonunu, hatalarından ders çıkarmış bir Avrupa’yı savunuyorum.

Böyle bir Avrupa gerçekten mümkün mü? İyimser misiniz?

Ben iyimser kelimesini kullanmam. Olumlama kavramını tercih ediyorum. Olumlayıcı değerler yaratmayı ve birlikte çalışmayı öneriyorum. Diğer bir deyişle, birlikte sorunları tartışmamız gerekiyor. Sorunları reddetme yönlü iyimser tavrın faydası yok, anlamsız. Sorunlar gerçek ama bunlar resmin sadece bir parçası. Bunları bir arada, sakince analiz etmemiz gerekiyor. Mevcut siyasi durum işte buna izin vermiyor: her şeyi kutuplaştırmak yerine karşılaştığımız farklı güçlükleri tartışmak için biraz sükunete ihtiyacımız var. Şu anda her şey ya o ya karşıtı; ya ölüm ve yıkım ya olağanüstü bir evrim. Tatmin edici bir orta yol bulamıyoruz sanki ve içinden geçtiğimiz zaman gibi anlarda orta yol bulamamak çok tehlikelidir. Bence olumlama, başkalarına hakaret etmek ve onları istismar etmek yerine bu tartışmaların yapılmasını sağlayacak olan ilişkileri yaratıyor. Korku bizleri bloke etmesin, yabancı düşmanlığı bizleri bloke etmesin, nostalji bizleri bloke etmesin.

Bu pek öyle kolay gibi görünmüyor…

İhtiyacımız olan şey feminizm, ırkçılık-karşıtlığı ve faşizm-karşıtlığı temelinde radikal bir dönüşüm. Ayrıca ne türden özneler olduğumuza dair derinlemesine bir dönüşüm de lazım. Bu da ancak kolektif bir biçimde içinde yaşadığımız dünyanın olageldiği hali yeniden tanımlayarak olur. Plan bu.


CCCLab sitesinde yayınlanan söyleşiyi Öznur Karakaş Kolektif Kitap desteğiyle Türkçe’ye çevirdi.

Exit mobile version