Site icon Terrabayt

Mizaha Dair


“Gülme ideolojinin bir koşuludur. Gülme bize ideolojinin tam manasıyla harekete geçebildiği mekânın ta kendisi olan mesafeyi sağlar. Ancak gülmeyle birlikte ideolojik özneler haline gelir, ideolojik taleplerin dolaysız bakısından kaçıp serbest bir köşeye çekilebiliriz. Ancak güldüğümüzde ve özgürce nefes aldığımızdadır ki ideoloji üzerimizde gerçekten etkili olur – ancak burada tam manasıyla ideoloji işlevi görmeye başlar; özgür rızamızı ve kendiliğindenlik görüntüsünü sağlama alçak, ideolojik-olmayan dışsal kısıtlama araçlarına duyulan ihtiyacı ortadan kaldıracak ideolojiye özgü araçları ancak burada edinir.” (Mladen Dolar’dan aktaran Zupančič, 2011, s. 12)

Kendi de nüktedan biri olan Terry Eagleton, Mizah adlı kitabında komedi üzerine teorilerin bir dökümünü verir. Bunlar kısaca, rahatlama, üstünlük ve aykırılık teorileri olarak özetlenebilir. Eagleton rahatlama teorisini anlatırken daha çok Freud’a (ve Bahtin’e) yaslanır. Söz gelimi Freud’a göre şakalar, “normalde bazı sosyal açıdan esas olan engellemeleri sürdürmeye harcadığımız psişik enerjinin serbest bırakılması”dır (Eagleton, 2019 s. 21). Rahatlama teorisi, süregiden düzeni alaşağı etmekle meşgul olur; kahkaha, doğal görünen şeylerin dizilimine bir darbe indirir ama bir yandan o düzene karşı gerilimli enerjinin dönüşmesi olarak da okunabilir. Bu kahkaha, düzende yarık açabileceği gibi onunla uzlaşı tehlikesini de barındırır. Eagleton, Bahtin’in Rabelais ve Dünyası kitabında savunduğu tezi aktarır burada; Bahtin’e göre kahkaha, “sadece komik olaylara verilen bir cevap değil aynı zamanda farklı bir bilgi biçimidir” (Eagleton 2019, s. 38). Görüldüğü gibi, rahatlama teorisinde kahkahanın sorgusuz sualsiz özgürleşimci karakteri ön plana çıkarılır: kahkaha otoriteyi alaşağı eder, korkuyu yener, şiddetin ve otoritenin diline direnir. Eagleton’ın kendisi de Bahtin’in bu kitabının Stalinist rejimin örtük eleştirisi olduğunu dile getirmektedir.

Buna yakın bir görüş Umberto Eco’nun dünya çapında çok satan romanı Gülün Adı’nda da dile getirilmiştir. Orta Çağ’da geçen bu romanın merkezindeki mesele, Aristoteles’in gülmeyi ele aldığı Poetika’sının ikinci cildinin bir kopyasıyla ilgilidir. Fanatik bir keşiş olan Jorge, bu kitabın bulunmaması için elinden geleni yapar, sonunda bu kitapla birlikte tüm kütüphaneyi ateşe verir. Jorge için gülme, imanın altını oyan Şeytan icadı bir şeydir. Jorge’nin karşısında olan aydın keşiş William ise Eagleton’ın rahatlama teorisi adını verdiği şeyin savunucusu sayılabilir. Tipik Bahtinci bir anlayış benimseyen William’a göre gülmek; doğal, insani ve özgürleşimcidir. Fakat hem Eco’nun hem de Bakhtin’in gülmeye, kahkahaya bu denli paye biçmelerinin zayıflığı veya kör noktası, eleştirdikleri totaliter rejime ait kahkahayı yok saymalarıdır.

Bu noktada Slavoj Žižek, (düşünsel yoldaşları Mladen Dolar, Alenka Zupančič gibi isimler de benzer görüştedir) İdeolojinin Yüce Nesnesi kitabında, Gülün Adı‘nda rahatsız edici olanın gülmeye bu denli değer verilmesi olduğunu söyler. Žižek’e göre, “ister demokratik olsun ister totaliter, çağdaş toplumlarda o sinik mesafe, gülme, ironi, deyim yerindeyse oyunun bir parçasıdır” (Žižek 2004, s. 43). Zupančič de benzer şekilde ideolojinin bilhassa, “kendimizi eylemlerimizde en özgür ve özerk hissettiğimiz zamanlarda” (Zupančič 2011) üzerimizde güçlü etki yarattığını dile getirir.

Terry Eagleton, Mizah, çev. Melih Pekdemir, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2019

Eagleton’ın ikinci olarak andığı teori, üstünlük teorisidir. Burada mizah, hedef aldığı şeye karşı üstün konumunu perçinlemeye yarar. Yani “mizahın temel kaynağı, Almanların Schadenfreude dedikleri, başkalarının ıstırabından keyif almadır” (Eagleton 2019, s. 44). Aslında sosyal medyada sıklıkla karşılaştığımız türden, deyim yerindeyse kişiyi gömme üzerine kurulu bir mizahtır bu.

Eagleton’ın kitabındaki üçüncü teori ise aykırılıklar teorisidir. Bu teoride ani bir perspektif değişimi yaşanır; örneğin şövalye ilan edilirken pantolonunuz düşer ya da Eagleton, illegal savaşı sürdürmekten suçlu ABD dışişleri bakanına Nobel Barış Ödülü verilmesinin bu aykırılığa bir örnek olduğunu belirtir. Aykırılık teorisinde Rus Biçimcilerinin alışkanlığı kırma ya da yadırgatma dedikleri bir hamle gerçekleşir: “geçici bir ‘anlamın rayından çıkması’ olarak, düzenli düşünme süreçlerinin bozulmasını veya yasaların veya sözleşmelerin ihlalini içerir” (Eagleton 2019, s. 69-70).

Mizah, “özünde” var olan düzeni destekler mi yoksa onu alaşağı mı eder, bu soruya net bir cevap vermek oldukça zordur. Akla George Carlin, Bill Hicks, Eddie Izzard, Louis C.K. gibi stand-up komedyenlerinin birbirinden farklı tarzları ve amaçları geliyor. Hatta kimi komedyenlerin yaptığı “ofansif” mizah, toplumsal değişim ve özgürleşim çabasına katkı olarak görülebilirken (Hicks) kimilerinin mizahı, eşitsizliklerin ayırdında olmakla birlikte sinik ve kuşatıcı bir onayla onları sürdüren bir kahkaha (Louis C.K.) olarak da görülebilir. Carlin ve Izzard gösterilerinde, keskin ve eğlenceli eleştirel bir tavır takınır; Hicks romantik, yer yer mistik bir komedyendir; Louis C.K. ise kendine mesafeli, kişisel hayatının ideolojik perdesinin farkında olan bir siniktir. Sadece bu konumlarda kalmak bir değişim yaratmayabilir ama eleştirellik hepsinde mevcuttur.

Sanıyorum Türkiye’de eleştirel komedi, siyasi hiciv belirli bir dönem kuvvetli olup 2000’lerden itibaren silinmeye başlamıştır. Evren Dinçer, Türkiye’deki ana akım komedinin çıkmazlarını ele aldığı yazısında, oldukça isabetli bir şekilde 2000 sonrasında -özellikle Cem Yılmaz komedisinde cisimleşen- kırılgan, saf erkeklik temasının ısrarlı tekrarını ve buna karşılık kadının geri plana itilişini tespit eder. Bana kalırsa nesnesini yitirmiş bir siyasetin sonucunda bu öznellik, kişisel hayat ve yaşam tarzı patlaması stand-up komedinin seyrini de belirlemiştir. Özellikle stand-up komedyenleri söz konusu olduğunda konuşulanlar; yetenek, taklit, nevi şahsına münhasırlık, zeki olmak, hazır cevap olmak, lafı gediğine koymak vb. gibi meseleler olmuştur. Zupančič, TV programına davet edilen kişi “başarılı bir sanatçı” olduğunda meselenin eseri değil de tuttuğu takımdan, dinlediği müziğe kadar şahsi keyifleri ve zevkler olmasını, sadece bunların konuşuluyor olmasını manidar bulur. Zira bu şekilde “her türlü sosyoekonomik ve ideolojik fark kademe kademe ‘insani farklara’” (Zupančič 2011, s. 14) indirgenir. Komedi söz konusu olduğunda bu süreç, özellikle 2000 sonrası siyasi eleştirel niteliği zayıflamış bir mizah anlayışında kendisini gösterir; adeta siyasi olanın sahası kişisel arzuların alanından çıkamaz. Dinçer’in tespit ettiği “kırılgan erkeklikler” bunlardan bir tanesidir. Cem Yılmaz’ın “güldürürken düşündürmek” şiarına (siyasi hiciv geleneğine) açtığı savaş uzun zaman önce kazanılmış durumda. Dinçer de nitekim ana akım komedide bir kriz olduğunu söyler. Bundan pek emin olamıyorum, çubuğu tersine büküp şöyle diyesim geliyor: bilakis komedi var, mizah var fakat politik nesnesini kaybetmiş durumda, hedefinde özgürleşim yok, değişim talebi yok. Mesafelenmiş sinik bir kahkaha var daha çok. Yazısı ana akım komediyle sınırlı olduğundan olsa gerek Dinçer bu mizahı ele almamış. Oysa dönemimizde hâkim olan mizah türü bu değil mi? Angela Nagle, Kill All Normies (2017) kitabında bir zamanlar 1968 solunun tarzı olan ihlal siyasetinin, ironinin alternatif sağ tarafından nasıl kapıldığını anlatırken benzer tehlikelere dikkat çekiyordu. Türkçede de bu mizahın eleştirisini daha sık görmeye başlıyoruz. Utku Özmakas’ın geçtiğimiz günlerde yayınlanan yazısı buna işaret.

Bunun dışında ana akım komedideki değişim, Acun İmparatorluğu’nun sunduğu apolitik komedyenlerin geçidinde aranabilir. Örneğin son dönemde ses getiren Hasan Can Kaya gibi örneklere bakılırsa; güldürü, kişisel olan (seyirci öznenin hayatı) üzerinden işler. Üstelik komedyenin konuklarına hitabında “bebişkom” gibi ifadelere başvurması, gösteri boyunca yarattığı delici samimiyet ve seyircilerin itiraf üslubu birbirini tamamlar niteliktedir. İnsanın iç sesine yerleşen itiraf aygıtı adeta şeyleştirmek, sunmak, göstermek adına daima deneyimler, şoklar, skandallar üretir. Hasan Can Kaya, kameralar kayıttayken seçtiği seyircilere “bana bir sıçışını ya da fantezini anlat” derken işleyen mekanizma sanıyorum bu.

Mark Fisher, bir konuşmasında, Twitter’da olduğu sıralar, tüm deneyimini 240 karakterle ifade etmek zorunluluğu hissettiğinden yakınıyordu. Artık daha çok şahsi olanın mizah konusu edildiğini görüyoruz ve bu hiç iyi bir haber değil. Sözde ideoloji-sonrası dünyanın “kendin ol”, “ifade et”, “gülümse” gibi kuvvetli buyrukları adeta bir “itiraf üslubu” yarattı. Kahkaha da bundan bağımsız değil.


Bu metnin ilk hali Adhoc Dergi’nin 2021 Mart Sayısında yayımlandı.


Kaynakça

Eagleton, T. (2019). Mizah. Çev. Melih Pekdemir. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Žižek, S. (2004). İdeolojinin Yüce Nesnesi. Çev. Tuncay Birkan. İstanbul: Metis Yayınları.

Zupančič, A. (2011). Komedi: Sonsuzun Fiziği. Çev. Tuncay Birkan. İstanbul: Metis Yayınları.


Ana Görsel: Yue Minjun

Exit mobile version