Site icon Terrabayt

Genç Bir Hekimin Mektubu: Nietzsche, Mobbing ve Mustafa Yalçın’ın İntiharı

 


Ulan Ali! Kolunun diyetini ben verdim.

Ömer Seyfettin, Diyet

Ah, erkekler ile eşyalar, erkekler ile erkekler, kadınlar ile erkekler arasında tahakkümcü olmayan bir birlik düşlüyorsunuz. E o zaman, bu düşün tutarlı olduğunu göster, gerçekliğin kendisinin de bu düşü düşlediğini ispatla.

Jean-François Lyotard, Libidinal Ekonomi, s. 135.


Eşim Sosyal Hizmet uzmanı (Social worker’dan çevirerek “Sosyal Çalışmacı” da deniyor). Telefonda konuşurken laf o gün aldığı kurum-içi eğitimlere geldi ve “mobbing’in Borçlar Kanunu kapsamında değerlendirildiğini biliyor muydun?” diye sordu.[1] Bilmiyordum. Başta şaşırdım (hayret felsefenin başlangıcıdır, der Platon), amma velakin felsefe eğitimi almamdan mütevellit hemen aklıma bu bilginin Ahlakın Soykütüğü Üstüne’de Friedrich Nietzsche’nin suç ve borç ilişkisi hakkında yazdıklarına çok uygun düştüğü geliverdi. Gelgelelim Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görev yapan ve mobbing’e maruz kaldığı için intihar ettiği söylenen Kardiyoloji asistanı Dr. Mustafa Yalçın’a dair birkaç gün önce okuduğum haberlerin sıcaklığıyla bu bilgi bir biçimde birleşmemiş olsaydı eşimle hergünkü-lakırdılarımızdan biri orada öylece sona erer, ben de bu yazıya hiç kalkışmamış olabilirdim.[2] Mustafa Yalçın’ın geride bıraktığı, bir haber sitesinin bazı parçalarını yayınladığı mektubunda “birbirine hakaret eden, kalp kıran insanların davranışlarına karşı bir şey yapamıyor olmanın” kendisini umutsuzluğa sürüklediği yazıyor.[3] Hukukçu değilim, işyerindeki psikolojik taciz vakasını tespit için başvurulan hükümlerin ne olduğunu yahut bununla ilgili bir soruşturmanın nasıl yürütüldüğünü bilmiyorum. Mustafa Yalçın’ın psikolojik sorunlar yaşadığını, bu yüzden anti−depresan ilaçlar kullandığını herhangi bir kaynak belirtmeden yazan sözde haber suretinde güdümlü−dedikodular gördüm.[4] Tıp konusunda da bilgim yok, açıkçası burada bununla da ilgilenmiyorum. Hukuksal söylem ile psikiyatrik söylemin iktidar mücadelesi, kesişimleri, iç içe geçmesi ile ilgilenenler Foucault’nun ve takipçilerinin yazdıklarını okuyabilirler.[5] Ben sözü çok uzatmadan Nietzsche’nin suç ve borç bağlantısını ortaya koyan fikirlerini bu genç doktorun üzücü intiharı bağlamında kısaca hatırlamayı ve hatırlatmayı amaçlıyorum. Bu yâd ediş hiç tanışmadığım bir doktorun fotoğrafında punctum’a dönüşmüş gülümsemesine baka baka onun ardından yapılmış bir “yas çalışması” olarak da görülebilir.[6]

Nietzsche düşüncelerini Almancada Schuld sözcüğünün çift-anlamlı olmasından yola çıkarak inşa eder: Schuld: Suç. Schulden: Borçlar. Nietzsche’nin tezi şu: Ahlaka dair bir kavram olan suç, esasen ekonomiye ait bir kavram olan borçtan türetilmiştir.[7] Burada Nietzsche’nin bir sözcüğün sadece böyle bir çift-anlam taşımasından güç alarak bir çağrışım zinciri oluşturduğu düşünülmemeli. Ahlakın Soykütüğü Üstüne’de önerdiği perspektiften baktığımızda (içerisine en nihayetinde birer cisim olan bedenlerimizin de dahil edilebileceği “şey”in çoğul kipi olan) eşyanın hukuk düzleminde kurgulanışı dille paralel biçimde ilerler. Gelgelelim Demiurgos elindeki ham gerçekliğe hukuki biçimini verirken model olarak ebedi özleri değil, alacak-verecek esasına dayalı bir mübadele ilişkisini tercih etmiştir. Bu mübadele zeminini olanaklı kılan koşul ise insanın “söz veren bir hayvan” olarak yetiştirilebilmiş olmasıdır.[8] Söz verebilen bir hayvan demek, hatırlayan, bellek sahibi bir hayvan demektir: “Kim insan denilen hayvan için bir bellek yaratır?”[9] Bellek, insan−hayvanı kişilik sahibi bir birey haline getirir, bu “kişilik” diye adlandırdığımız kendilik ise her şeyden önce geçmişte aldığı borca karşılık alacaklısına verdiği ödeme sözüne güvenilirlik kazandırması için yapılan sözleşme üzerinde sabitlenir: “Borçlu, alacaklısıyla bir sözleşme yapar ve borcunu ödemediğinde ‘sahip’ olduğu bir şeyi onun yerine ödeyeceğine söz verir, üzerinde gücü olduğu bir şeyi, örneğin bedenini ya da karısını, özgürlüğünü hatta yaşamını bile…[H]er şeyden önce alacaklı borçlunun bedenine her türlü alçakça şeyi, işkenceyi yapabilirdi. Örneğin borcuna uygun olarak bir parça kesebilirdi.”[10] Bellek böyle oluşturuluyor, unutmanın önüne böyle geçiliyor öyleyse: Kişiye acı çektirilerek, hiç olmadı, borcunu ödememiş başka kişilere yapılan türlü işkenceler izletilerek. Nihil est in intellectu quod non sit prius in sensu (Zihinde daha önce duyulardan gelmemiş hiçbir şey yoktur). Çocukluktan itibaren bütün duyularımızı işin içine dahil ederek bellememiz istenen şeyler böyle belletiliyor. İnsanın içine bu sayede çeşitli “yapmamalısın” uyarı notlarını takabileceği bir ahlak yasası yerleştiriliyor. “Kategorik imperativ zulüm kokar.”[11]

Nietzsche hatırlatana dek suç ve borç arasındaki “bu denli bariz” olan bağlantının uzun süredir unutulmuş olması aklıma onun Edgar Allan Poe’nun “Çalınan Mektup” öyküsünü okuyup okumadığı sorusunu getirdi.[12] Ahlakın Soykütüğü’nde tam da gözlerinin önünde duranı görmeyip ahlakın kökenine yönelik gereksiz ve hatalı biçimde karmaşık açıklamalar üretenleri alaya alır: “Beş para etmez hiçbiri. Topu topu üç günlük kendine özgü, düpedüz ‘modern’ bir yaşantıyla; ne geçmişin bilgisi ne de onun bilgisini istemeyle; tarih içgüdüsünden, burada gerekli olan ‘ikinci görüş’ten daha düşük bir şeyle−yine de tutup ahlak tarihi yapmaya çalışıyorlar.”[13] Nietzsche’nin burada kimi kastettiği açık değil. Bana Hegel’i ima ediyormuş gibi geliyor, zira Hegel, Tin’in Fenomenolojisi’nde (Törel Eylem: İnsansal ve Tanrısal Bilgi, Suç ve Yazgı” Bölümü, Almancası: Die sittliche Handlung, das menschliche und göttliche Wissen, die Schuld und das Schicksal) yasağa rağmen Antigone’nin ağabeyini gömme iradesi üzerinden suçu (Schuld) uzun analizlerle açıklar. Kabaca aktaracağım: Hegel özbilinç ve irade üzerinden suçu açıklamayı yeğler. Ona göre törel bilinç ne yapması gerektiğini bilir ve tanrısal yasaya mı yoksa insani yasaya mı ait olacağını çoktan kararlaştırmıştır.[14] Antigone ailesine ve ağabeyine duyduğu aile duygudaşlığıyla polis’in gömme yasağına karşı gelir. Gömme edimiyle de özbilinç suça (Schuld) dönüşür. “Çünkü edim (die Tat) onun yaptığı bir şeydir ve yaptığı onun en kendine has özüdür; ve suç bir cürüm (das Verbrechen) anlamını da kazanır, çünkü yalın törel bilinç olarak bir yasaya doğru dönmüş (tanrısal yasa−benim notum) ama ötekini yadsımıştır (insani yasa−benim notum) ve edimi yoluyla bu sonuncuyu çiğnemektedir.”[15] Nietzsche, detektif Auguste Dupin rolünü oynamakta, adeta öyküde budala Komiser G.’nin çalınan mektubu kılı kırk yararcasına odanın en gizli yerlerinde aramasıyla Dupin’in dalga geçmesi gibi, Hegel’in detaylı analizleriyle dalga geçmektedir. Böyle olmadık açıklamalara hiç gerek yok, bakmayı bilenler için her şey apaçık ortada zaten der gibidir. “Nasıl da zor oluyor gözümün önünde duranı görmek!”[16]

Mobbing’e maruz kalan kişiye adeta kendisine nereden çıkarıldığını bilmediği bir borcun karşılığı olarak eziyet edilir, zira içerisine dahil edildiğimiz çoğu örgütlenme, merkezinde “kurban” figürünün yer aldığı bir mantık esasına göre kurulmuştur.[17] Bugün bebeklerin bile dünyaya borçlu geldiğinden söz ediliyor. Toplumsal örgütlenmeye dahil herkes öyle veya böyle borçludur, bu yüzden herkes potansiyel kurbandır. “Her türlü etkinlik önsel olarak suçludur. ‘Masum olan o halde sadece etkinlik yokluğudur (Nichttun), hatta bir çocuğun varlığı bile değil, sadece bir taşın varlığı masumdur’ (Hegel).”[18] Bu anlamda Hegel’e haksızlık etmeyelim, o da bu borçlandırma mantığının farkına varmıştı: “Hegel’in felsefesi sahiden de özünde olumsuzdur: eleştiri. Varolan ile aklın özdeşliği tezi üzerinden Saf Aklın Eleştirisi’nin aşkınsal felsefesini genişlettiğinde ve bunu varolanın bir eleştirisi, her bir pozitifliğin eleştirisi haline getirdiğinde Hegel dünyayı mahkûm etti…[i]çerisindeki, Mephistoteles’in Faust’ta dediği gibi varolan her şeyin yok olmayı hak ettiği bir suç ağı (Schuldzusammenhang) olarak onu mahkûm etti.”[19] Şimdi Adorno’nun “suç ağı” ifadesini “borç ağı” olarak değiştirelim, içinde yaşadığımız küresel borç sisteminin rüşeym haldeki ifadesine ulaşırız. Quid ries? Mutato nomine, de te fabula narratur (Niye gülüyorsun? İsmi değiştir, anlatılan senin hikâyen!). Mobbing’in bu acı çektirme−borç ödetmeye dayalı ölçüştürme mantığı üzerinde temellenmiş olması o kadar kökensel ki hukuki dayanağına Borçlar Kanunu içerisinde yer verilmesinde sanırım bu yüzden bir beis görülmemiş. Hekim Mustafa Yalçın’ın hikâyesi hepimizin hikâyesi desem ben de tam gözümüzün önünde duran bir şeye işaret etmiş mi olurum?

Nietzsche “ne ölçüde acı çekme, suçun ya da borcun bedelini ödeyebilecektir?” diye sorar.[20] Mustafa Yalçın bu borca−karşılık−acı senaryosunda artık daha fazla yer almak istemedi.[21] Cansız bedeni damar yolundaki bir serumla Uludağ eteklerinde, karlar altında bulundu. Donarak ölmenin en az acı veren ölümlerden biri olduğu söylenir hep. Mustafa Yalçın’ın tıbbi bilgisini son defa, üstelik bu kez kendisi için kullanarak acısını mümkün olduğunca azaltacak bir ilaç karışımını da planına dahil ettiği yazıyor haberlerde.[22] O geride bir mektup bırakıp alacağından vazgeçti de, acı çekmeden oyunu terk etme isteğinden dolayı onu suçlu bulup son bir borç ihtarnamesi göndermeyeceklerini umuyorum. Çünkü biliyorum, bu zalim düzen öyle düzülmüştür ki bir mektup daima varacağı yere varır.[23]


[1] “Konuyla ilgili tek yasama faaliyeti diyebileceğimiz 11.01.2011 kabul tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda ise “işçinin kişiliğinin korunması” başlıklı 417. maddede “psikolojik taciz” teriminin tercih edildiği görülür”. S. Alp Limoncuoğlu, “İş Hukuku Kapsamında Psikolojik Tacizin Değerlendirilmesi ve Mağdurların Kullanabilecekleri Haklar”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Sayı:105, 2013, s. 54. http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/App_Themes/TumDergiler/105.pdf. Mobbing terimini ilk kez Konrad Lorenz, zayıf hayvanlardan oluşan bir grubun “aslında güçlü olan davetsiz misafir”e saldırısını ifade etmek için kullanmış. Mustafa Ruhan Erdem-Benay Parlak, “Ceza Hukuku Boyutuyla Mobbing” Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Sayı: 88, 2010, s. 262. http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2010-88-598.

[2] https://www.birgun.net/haber/yasamina-son-veren-doktor-mustafa-yalcin-mektubunda-mobbinge-maruz-kaldigini-yazmis-334635

[3] https://www.medimagazin.com.tr/guncel/genel/tr-bursada-intihar-eden-asistan-doktorun-5-sayfalik-mektubu-ortaya-cikti-iste-detaylar-11-681-94258.html

[4] https://www.sabah.com.tr/yasam/2021/02/18/son-dakika-bursada-intihar-eden-doktor-mustafa-yalcin-son-yolculuguna-ugurlandi-kiz-arkadasi-ayakta-durmakta-zorlandi?paging=9

[5] XIX. Yüzyılda Bir Aile Cinayeti, der. Michel Foucault, çev. E. Yıldırım-A. Özgüner, Ayrıntı Yay., İstanbul, 2012.

[6] “Freud bize şunu söyler: Melankolik, dilin şikâyet olayı olduğu yerde, içerisinden neşet ettiği sözle-anlatılamaz olanı söylenebilirliğin sınırlarına getiren dilin bir şiddet barındırdığı yerde ‘dava dilekçesini’ kayda geçirir, hukuki bir iddiada bulunur”. Judith Butler, Antigone’s Claim: Kinship Between Life and Death, Columbia University Press, New York, 2000, s. 80. Bu anlamda evet, bu yazı kamusal bir şikâyet dilekçesi.

[7] Almancada zorunluluk kipi sollen (İngilizcede shall-should) etimolojik olarak Schuld’la ilişkilidir. Schuld başka anlamlarının yanı sıra (debt: borç, guilt: suç, responsibility: sorumluluk, mesuliyet) yükümlülük (obligation) anlamına gelir. Michael Inwood, A Hegel Dictionary, Blackwell, Oxford, 1992, s. 208 (“ought” maddesi). Respond kökenli responsibility’nin de Latince “re-“(geri), -“sponsor”un da kökü olan- “spondere” (rehin olarak vermek, ipotek, kefalet olarak bırakmak)‘den türediği ve aynı biçimde ekonomik bir gönderimi olduğu gözlenebilir. https://www.etymonline.com/word/respond İşte bu yüzden yorumlamanın ötesinde bir şeyleri değiştirmek acil ihtiyaç.

[8] Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Üstüne, çev. A. İnam, Say Yay., İstanbul, 2010, s. 73.

[9] A. g. e., s. 76.

[10] A. g. e., s. 80. Böylece Nietzsche ve Ömer Seyfettin oralarda bir yerde buluşurlar.

[11] A. g. e., s. 81.

[12] Charles Baudelaire öyküyü 1856’da Fransızcaya çevirmiş, Baudelaire’in eserlerini bilen Nietzsche’nin öyküyü okumuş olması epey mümkün. Geoff Waite’a bakılırsa Nietzsche, Poe’yu okumuştu, hatta “Amerikan rüyasını kurtçuk gibi oyarak ve virüsleyerek içeriden ilk yıkanlar” arasında görüyordu. Geoff Waite, “Nietzsche’s Baudelaire, or The Sublime Proleptic Spin of His Politico-Economic Thought”, Representations, No. 50, 1995, s. 30.

[13] Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Üstüne, s. 78-79.

[14] G. W. F. Hegel, Tinin Görüngübilimi, çev. A. Yardımlı, İdea Yay., İstanbul, 2011, s. 291. Hegel’in Antigone okuması için: Serdar Tekin, “Ölülerimizi Neden Gömeriz? Hegel’in Antigone Yorumu” https://www.academia.edu/35218399/Ölülerimizi_Neden_Gömeriz_Hegelin_Antigone_Yorumu

[15] Hegel, Tinin Görüngübilimi, s. 293 (çeviri biraz değiştirildi).

[16] Ludwig Wittgenstein, Yan Değiniler, çev O. Aruoba, Altıkırkbeş Yay., İstanbul, 1999, s. 33.

[17] “Her örgütlenme biçimi ölçülebilirlik (belli bir hesap; hesaba gelebilirlik; orantıya, kıyasa sokulabilirlik; commensurabilité) fikri üzerinde kendini temellendirdiğine göre…[d]aha baştan her türlü örgütlenmenin kurbansal olduğu ileri sürülebilir.” Melih Başaran, Kurbansal Sunu, Ayrıntı Yay., İstanbul, 2005, s. 179.

[18] Hegel’den aktaran Derrida’dan aktaran Melih Başaran, Kurbansal Sunu, s. 264.

[19] Theodor Adorno, Hegel: Three Studies, çev. S. W. Nicholsen, The MIT Press, Cambridge, 1993, s. 30.

[20] Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Üstüne, s. 81. Çekilen acının bir anlamının olmaması katlanılmazdır: “Gerçekten de acıya karşı tiksinti uyandıran şey acının kendisi değil, anlamsızlığıdır”. A. g. e., s. 84. Slavoj Zizek, Examined Life’da (2008) başımıza gelen bir felaketten dolayı anlamsızca acı çekmektense felaketin bir anlamı olmasını (eylemlerimizden dolayı Tanrı’nın cezası vs.) tercih etme eğilimimize dikkat çeker. https://youtu.be/PRMUhZTz924?t=93 (Son erişim: 08.03.2021)

[21] “Bir anlamda, bu yersiz tiyatroda oynanan oyun her zaman aynıdır: Tahakküm uygulayanların ve tahakküm altındakilerin sonsuzca tekrarladıkları oyun.” M. Foucault, “Nietzsche, Soybilim, Tarih”, Felsefe Sahnesi, çev. I. Ergüden, Ayrıntı Yay., İstanbul, 2004, s. 240. Hukuk ve ekonomide cisimleşen düşünme tarzımızla tanınır bir çehre kazandırdığımız dünyanın arkasında hiçbir şey olmadığını söyleyen birini daha hatırlama zamanıdır: “Dekorların yıkıldığı olur. Yataktan kalkma, tramvay, dört saat çalışma, yemek, uyku ve aynı uyum içinde salı çarşamba perşembe cuma cumartesi, çoğu kez kolaylıkla izlenir bu yol. Yalnız bir gün ‘neden’ yükselir ve her şey bu şaşkınlık kokan bıkkınlık içinde başlar…[E]tin bu başkaldırışı, uyumsuz [absurde] budur işte.” Albert Camus, Sisifos Söyleni, çev. T. Yücel, Can Yay., İstanbul, 2004, s. 24.

[22] Pharmakon’un hem zehir hem ilaç anlamına gelen çift-değerli (ambivalent, doppelsinnig) bir sözcük olduğunu duymayan kaldı mı? Jacques Derrida, Platon’un Eczanesi, çev. Z. Direk, Pinhan Yay., İstanbul, 2014, s. 20.

[23] Jacques Lacan, “Çalınan Mektup Üzerine Seminer”, Çalınan Poe: Lacan ve Derrida, çev. M. Erkan-A. Utku, Birey Yay., İstanbul, 2005, s. 70.

Exit mobile version