Site icon Terrabayt

Geleceğe Dönüş

Hastalıkların ve siyasi çalkantıların damgasını vurduğu bu belirsiz zamanlarda, geleceğin ve geçmişin geri dönülmez bir şekilde kaybolup kaybolmadığını kuşkusuz merak ediyoruz. Böyle bir anda, geleceğin aslında geçmiş ve geçmişin de gelecek olduğu fikri güven verici görünebilir: bu olayların hepsi daha önce yaşandı ve sonsuz sayıda tekrarlandığı gibi şu anda da tekrarlanıyor. Her birimiz hayatımızı daha önce yaşadık ve yine yaşayacağız: “Hayatımızda yeni bir şey olmayacak; ama her acı, her sevinç, her düşünce, her iç çekiş ve hayatınızdaki unutulmayacak kadar küçük veya büyük her şey, hepsi aynı sıra ve düzen içerisinde size geri dönmek zorunda kalacak.”

Bu sözler – çok fazla olmasa da en az bir kez – bengi dönüş doktrininin en ünlü temsilcisi Friedrich Nietzsche (1844-1900) tarafından Şen Bilim‘de yazılmıştır. Araştırmacılar, Nietzsche’nin bunu kozmolojik bir teori olarak ciddiye alıp almadığı konusunda hemfikir değildir. Nietzsche, determinizmi desteklemek dışında, bu teori için gerçekten bir argüman sunmamıştır. Ancak determinizm bize yalnızca geçmişin kaçınılmaz kıldığı bir gelecek fikri verir, sonsuza kadar tekrar eden bir geçmiş ve gelecek değil. Dolayısıyla Nietzsche bengi dönüşünü “tüm olası hipotezler arasında en bilimsel olanı” (Güç İstenci) olarak adlandırsa da kozmolojik boyutundan ziyade psikolojik boyutu hakkında söyleyecek daha çok şeyi vardı.

Kendisinin de belirttiği gibi, bu oldukça nefes kesici düşünceyi düşünen ilk kişi de o değildi. Kendilerinin de Sokrates öncesi filozof Herakleitos’tan (MÖ 535-475) ilham alan antik Stoacılara dönüp baktı.

Hem Herakleitos hem de Stoacılar, kozmosu yönlendiren ve doğası gereği ateşli olan ilahi bir gücün var olduğunu düşünmüşlerdir. Gerçekten de Stoacılar, dünyanın bir zamanlar “kontrol altına alınamayan büyük bir yangın”dan başka bir şey olmadığını ve bu ateşe bürünmüş olan Tanrı’nın görkemli bir şekilde sıcak bir izolasyon içinde yaşadığını öğretmişlerdir. Tanrı daha sonra bizim gördüğümüz şekliyle büzüşerek kozmos haline gelmiş ve her parçasında fiziksel olarak mevcut olacak şekilde onu kaplamıştır. Örneğin ruhlarımız, bu ilahi ateşin özellikle saf parçalarından başka bir şey değildir. Zamanın sonunda, kozmos bir kez daha Tanrı’ya dönüşecektir – dünya buzla değil ateşle son bulacaktır. Sonra tam olarak aynı olaylar dizisi tekrar yaşanacaktır; tekrar ve tekrar.

Neden peki aynı olaylar dizisi olmak zorunda? Çünkü Stoacılar deterministtir ve aynı başlangıç noktalarının her zaman aynı sonuçlara yol açacağına inanır. Dahası onların Tanrıları, takdir edicidir ve bu tasarımın ardındaki bilgeliği her zaman fark edemesek bile dünya tarihinin mümkün olan en iyi şekilde gelişmesini sağlar.

Stoacıların haberi olmadan, başka bir çağdaş antik kültürün filozofları da benzer fikirler geliştiriyordu. Hindistan’da astronomi ve astroloji teorileri, yıldızların konumlarının Dünya’da meydana gelen olaylara işaret ettiği varsayımına dayanıyordu. Yeterli zaman verildiğinde yıldızlar tamamen aynı konfigürasyona geri döneceklerinden, işaret ettikleri olaylar eşleşmeliydi.

Kuşkusuz bu yakın zamanda olmayacak. Hindu astronomlar dünya döngüsünün uzunluğunu – ilahi Brahma‘nın yaşamındaki tek bir ‘gün’ – 4.32 milyar yıl olarak hesapladılar ve her günün sonunda kozmos yok oluyordu. Bu görüşte, zamanın kendisi yıkıcı bir güç olarak görülüyordu. Ancak Stoacıların önerdiği gibi sonsuza dek tekrar eden bir döngü yerine Brahma‘nın, çok uzun günle birlikte doğal bir ömrü olacaktı.

Bu tür nefes kesici bir kozmik görünümde, insanların kaygıları önemsiz şeylere indirgenecekmiş gibi görünebilir. Ancak Nietzsche’nin ellerinde, bengi dönüş doktrini tam tersi bir etkiye sahip olmalıydı.

Öyleyse biz, hayatlarımızın sonsuz kez tekrarlandığına inanıyorsak Nietzsche, bizim nasıl bir tutum benimsememiz gerektiğini düşünüyordu acaba? Yeni başlayanlar için, Netflix’te daha az zaman geçirmeyi seçebiliriz mesela.

Nietzsche, bundan daha dramatik sonuçlar çıkarırdı. Şen Bilim‘den alıntıladığım pasajda Nietzsche, bengi dönüş üzerine düşünmenin “sizi olduğunuz gibi değiştirmesi ya da belki de ezmesi” gerektiğini söylemeye devam ediyor. Ona göre bu durum bizi, yaşadığımız hayatı onaylayıp onaylamayacağımız ve sonsuza kadar onaylayıp onaylamayacağımız sorusuna zorlamaktadır. Eğer bunu yaparsak, ki bunun nedeni hayatımızın yalnızca iyi şeylerden – tekrar tekrar tadını çıkarmak istediğimiz zevklerden ve mutlu durumlardan – ibaret olması olmayacaktır. Nietzsche de hayatı boyunca hastalık ve acılarla boğuşmuştur: ama yine de sonsuza dek yinelenen bir deneyim olarak hayata “Evet!” demeyi arzulamıştır. Bu yüzden, arkadaşı Lou Salome ona bu doktrinin “dehşet verici bir anlamı olması gerektiğini” söylese de Nietzsche, bu olasılığa sınırsız bir sevinçle karşılık vermenin mümkün olduğunu düşündü.

Nietzsche’nin “bengi dönüşün bir öğreticisi” olarak tanımladığı kurgusal peygamberi Zerdüşt’ün tutumu da aslında buydu. Bu tutum, dünyayı tüm anlamsızlığıyla kucaklamak, ne anlatı yapısı ne de amacı olan bir tarihin içine gömülü sonsuz tekrarlanan hayatlardan keyif almaktır. Zerdüşt’ün bengi dönüş “müjdesi” bu bakımdan Cennetten Kovuluş ve Kefaret’i içeren Hıristiyan tarih düşüncesiyle taban tabana zıttır. Başlangıcı ya da sonu olmayan Nietzsche’nin dünyasının varoluşundan başka sunabileceği hiçbir şey yoktur ve acı kaçınılmaz olarak zevklerinin arasına karışmıştır. Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt’te yazdığı gibi: “Hiç Evet dediniz mi hazza? Ey dostlarım, o zaman Evet demiş oldunuz her acıya.” Bu, Stoacılar tarafından anlatılan rahatlatıcı ilahi düzen hikayesinden daha ürkütücü bir meydan okumadır, ancak bir bakıma daha da iyimserdir.


Philosophy Now’da yayınlanan bu yazıyı Beyza Şen çevirdi.

Exit mobile version