Site icon Terrabayt

Dublaj Üzerine

Terkip sanatının olanakları sonsuz değilse de korkutucu olma eğilimindedir. Yunanlar, aslan başlı, ejderha başlı ve keçi başlı bir canavar olan kimerayı; ikinci yüzyılın teologları, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlı olduğu Üçlü Birlik’i; Çinli zoologlar, altı ayağı ve altı kanadı olan ama ne yüzü ne de gözleri olan parlak kırmızı, doğaüstü bir kuş olan ti-yiang‘ı; 19. yüzyılın geometricileri, sonsuz sayıda küpü çevreleyen ve sekiz küp ve yirmi dört kareyle sınırlanan dört boyutlu bir şekil olan hiperküpü dünyaya getirdiler. Hollywood bu anlamsız, teratolojik müzeyi daha yeni zenginleştirdi: dublaj adını verdikleri sapkın bir yapaylıkla, Greta Garbo’nun tanınmış özelliklerini Aldonza Lorenzo’nun sesiyle birleştiren bir canavar sunuyorlar. Bu üzücü dehaya, bu dahiyane görsel-işitsel anomalilere hayranlığımızı nasıl ilan etmeyiz?

Dublajı savunanlar, dublajlamaya yönelik itirazların benzer şekilde (belki de) başka herhangi bir çeviri örneğine de getirilebileceğini düşüneceklerdir. Bu argüman temel hatayı görmezden gelir ya da kaçınır: başka bir sesin ve başka bir dilin keyfi olarak nakli. Hepburn ya da Garbo’nun sesi tesadüfi değildir; tüm dünya için onların tanımlayıcı özelliklerinden biridir. Benzer şekilde, mimiklerin İngilizce ve İspanyolca’da farklı olduğunu hatırlamakta fayda var.[1]

Taşrada dublajdan hoşlandıklarını duymuştum. Bu basit bir otorite argümanıdır; Chilecito ve Chivilcoy’dan[2] uzmanların kıyaslarını yayınlamadıkları sürece, en azından gözümün korkmasına izin vermeyeceğim. İngilizce bilmeyenlerin dublajı keyifli ya da katlanılabilir bulduklarını da duyuyorum. İngilizceye hakimiyetim Rusça’daki yetkinliğime göre daha zayıf; yine de, Alexander Nevski‘yi[3] orijinalinden başka bir dilde tekrar görmeye asla razı olmam ve orijinal versiyonunda ya da orijinal olduğuna inandığım bir versiyonda gösterilirse, dokuzuncu ya da onuncu kez hevesle izlerim. Bu son nokta mühim: Dublajdan daha kötüsü, dublajın zımnen önerdiği ikameden daha kötüsü, ikamenin, aldatmacanın yaygın bir surette farkında olunmasıdır.

Dublajı savunup da sonunda kadercilik ve belirlenimciliğin yardımını istemeyen kimse yoktur. Bu uygulamanın kaçınılmaz bir evrimin sonucu olduğuna ve yakında dublajlı film izlemekle hiç film izlememek arasında bir seçim yapmak zorunda kalacağımıza yemin ediyorlar. Sinemanın dünya çapındaki çöküşü gözönüne alındığında –The Mask of Dimitrios[4] gibi tek bir istisnanın bu durumu düzeltmesi zor- bu alternatiflerden ikincisi acıtmıyor. Son dönemdeki kötü filmler –Moskova’nın The Diary of a Nazi‘si[5] ve Hollywood’un The Story of Dr. Wassell‘ini[6] düşünüyorum– bizi filmleri bir tür negatif cennet olarak değerlendirmeye sevk ediyor. Stevenson, “Turistik gezi [sightseeing], hayal kırıklığı sanatıdır” diyor. Bu tanım filmler ve üzücü bir sıklıkta hayat denen o sürekli, kaçınılmaz egzersiz için de geçerlidir.

SUR, No. 128, Haziran 1945


[1] Birçok seyirci kendilerine soruyor: Madem sesler gasp ediliyor, neden yüzler de gasp edilmesin? Sistem ne zaman mükemmel olacak? Juana Gonzalez’i ne zaman doğrudan, Greta Garbo rolünde, İsveç Kraliçesi Christina rolünde göreceğiz? – Borges.

[2] İki taşra kasabası: ilki Rioja eyaletinin merkezinde, ikincisi Buenos Aires eyaletinin kuzeyinde. –en..

[3] Sergei Eisenstein’ın filmi, 1938.

[4] Jean Negulesco’nun Eric Ambler’ın romanından uyarladığı film, 1944.

[5] SSCB’nin II. Dünya Savaşı’na odaklanan film serisinin 9. filmi, “Voevoi Kinosbornik”.

[6] Cecil B. De Mille’in filmi, 1944.


Borges In/And/On Film isimli kitapta yer alan bu yazıyı Selim Karlıtekin Türkçe’ye çevirdi.

Exit mobile version