Site icon Terrabayt

Clayton Crockett ile Söyleşi


Aşağıdaki söyleşide, Deleuze Beyond Badiou: Ontology, Multiplicity, and Event kitabının yazarı ve Insurrections Series editörü olan Clayton Crockett, Gilles Deleuze’ü Alain Badiou’ya karşı savunmaya niçin karar verdiğini ve bu süreçte, Deleuze’ün politik felsefesini radikal bir şekilde yeniden çalışmaya nasıl başladığını, Fransız filozofun ihtilaflı ve kavranması zor yazıları arasında nasıl bir süreklilik keşfettiğini tartışıyor.


Teoloji ve din üzerine yazılar yazdınız ve yayınlar yaptınız. Dine karşı olan iki Fransız filozof hakkında neden bir kitap yazdınız?

Crockett: Evet, hem Deleuze hem de Badiou ateisttir, ikisi de benim teolojik meseleler ve sorular dediğim şeylerle mücadele ediyorlar; bunu en açık haliyle Badiou’nun Aziz Pavlus hakkındaki kitabında görebiliriz. Teoloji kavrayışım radikal olmadığı gibi dine dayalı da değil, ayrıca postyapısalcı Fransız ya da Kıta felsefesinden güçlü bir biçimde etkilenmektedir.

Badiou’nun eserleri ön plana çıkmaya başlayınca ben de Badiou’yu okudum, ancak onun Deleuze: Varlığın Uğultusu’nda Deleuze’ü ele alış biçimini gerçekten sevmedim.


Bu kitabı yazmaya nasıl başladınız?

Crockett: Siracusa’daki yüksekokulda Deleuze çalıştım ve ilerledikçe, onun düşüncesine, özellikle tam olarak anlamadığım, fakat muhteşem ve çığır açıcı bulduğum Fark ve Tekrar’a daha çok başvurdum. Badiou’nun eserleri ön plana çıkmaya başlayınca ben de Badiou’yu okudum, ancak onun Deleuze: Varlığın Uğultusu’nda Deleuze’ü ele alış biçimini gerçekten sevmedim. Son üç yılda, Fark ve Tekrar ile Sinema 2 üzerine yol gösterici seminerleri tamamladım ve bir bütün olarak Deleuze felsefesine ilişkin çok daha iyi bir kavrayış geliştirmeye başladım. Bu sıralarda, Insurrections Series’ten dizi eş-editörüm olan Jeff Robbins, öğrencilerinden birinin Deleuze ve Badiou arasındaki farka ilişkin bir sorusunu Creston Davis ile benim yanıtlamamızı istedi. Creston, Deleuze’ü severdi fakat Badiou’ya daha sıcak bakıyordu, bense Badiou’yu takdir ediyordum fakat Deleuze’ü tercih ettim. Sonuçta, beklediğimden çok daha ayrıntılı bir yanıt yazdım, ki bu da Creston’un “Objet Petit A” blogu için yazdığım bir yazıya dönüştü ve daha sonra da yazmaya devam ettim.


Özellikle, Badiou’nun Deleuze yorumuyla ilgili meseleniz nedir?

Crockett: Badiou, Deleuze’ü Bir’in gizli filozofu, aristokrat, dinginci (quietist) ve geçmişe saplantılı olmakla suçlar. Ayrıca, doğayı anlamaya yönelik Pre-sokratik saf çabalarla ilişkilendirir. Aslında Badiou’nun, kendisini usta-filozof olarak sunmak için bir folyo olarak kurulmuş olan bu Deleuze karikatürünü yarattığını düşünüyordum. Daniel W. Smith “Matematik ve Çokluklar Teorisi” isimli bir makalede bunun Deleuze’e dair niçin bu denli berbat bir kavrayış olduğunu açıklar.

Fakat, ben, bu kitabı sadece Badiou’nun Deleuze hakkında yanıldığını göstermek için yazmamıştım. Fark ve Tekrar üzerine çalışırken Deleuze felsefesine ilişkin kavrayışımın değiştiğini; eserin beşinci bölümündeki tekrar, yoğunluk, enerji ve fizik konusundaki çalışmalarına dayanarak Deleuze’ü okumak için radikal, devrimci bir yol bulduğumu; bunun zaman-imge hakkındaki olağanüstü kitabı Sinema 2’yle de tutarlı olduğunu fark ettim. Sonuçta, Sinema 2’nin politik bir kitap olduğunu ileri sürüyorum; Paola Marrati’nin dediği gibi, Deleuze’ün politik felsefesini geliştirdiği bir kitap bu. Ve sonra, Kapitalizm ve Şizofreni’yi, Fark ve Tekrar ile Sinema 2 arasında nasıl konumlandıracağımı anladım. Böylelikle Badiou, Deleuze hakkında kendisine karşı yorumumu sunabileceğim verimli bir folyo haline geliyor.

Badiou, Deleuze hakkındaki yazıda saldırganca davrandı ve hatta derslerinin kesilmesine sebep oldu, değil mi?

Badiou, Deleuze’ü Bir’in gizli filozofu, aristokrat, dinginci (quietist) ve geçmişe saplantılı olmakla suçlar. Ayrıca, doğayı anlamaya yönelik Pre-sokratik saf çabalarla ilişkilendirir. Aslında Badiou’nun, kendisini usta-filozof olarak sunmak için bir folyo olarak kurulmuş olan bu Deleuze karikatürünü yarattığını düşünüyordum.

Crockett: Evet, Badiou radikal bir Maocuydu ve Deleuze’ün yeterince radikal olmadığını hissetti. Deleuze, tüberküloz hastası olmasına rağmen, Lyon’da ders verirken 1968’de öğrenci hareketlerini destekledi. Her ikisi de 1970’lerde öğrenci protestolarına karşılık vermek için tasarlanan deneysel bir üniversite olan Vincennes’de ders veriyordu ve Badiou ile “ekibi” Deleuze’ün seminerine müdahalelerde bulundu. Ayrıca Badiou, takma bir isimle, Deleuze ve Guattari’nin yumruların kök-yapısı demek olan rizom kavramına saldırdığı “Patatesin Faşizmi” isimli bir yazı yayınladı.


Bu yüzden arkadaş değillerdi.

Crockett: Hayır hayır, Deleuze’ün hayatının son döneminde de olsa mektuplaştılar; bunun sebebi, Badiou’nun Bernard Henri Levy gibi yeni filozofların felsefeyi popülerleştirdiklerini ve değersizleştirdiklerini düşünen Deleuze tarafından reddedilişini takdir etmesiydi kısmen. Yine de Deleuze, Badiou’nun çokluk anlayışına eleştirel bir yaklaşım içindeydi ve bunu (Guattari ile yazdıkları) son kitabında Felsefe Nedir?’de dile getirdi. Deleuze, Badiou’dan mektuplaşmalarının yayınlamamasını istedi, çünkü daha da zayıf düşmüş ve hastalaşmıştı; meseleye ilişkin en iyi ifadelerinin bunlar olmadığını düşünüyordu. Badiou bunu kabul etti, fakat daha sonra Deleuze: Varlığın Uğultusu adlı kitabında bu mektuplara atıfta bulundu ve ölümünden sonra Deleuze’e nihai bir eleştirel yanıt yazmak için aralarındaki münasebeti kullandı; ki bu Deleuze’ün birçok okurunun hiç de adil olmadığını düşündüğü bir durumdur; çünkü Deleuze artık yanıt veremezdi.


Deleuze’le ilgili yorumunuz hakkında daha fazla bilgi verir misiniz?

Crockett: Badiou’nun yorumu, Fark ve Tekrar’daki üç zaman sentezini ikiye indirger ve bu hareket, Deleuze’ü Bergson’un içine çökertir. Böylece sadece madde ve hafıza, şimdi ve geçmiş, edimsel ve virtüel vesaireye sahip olursun. Fakat bu, Deleuze’ün ebedi dönüş okumasına dayanan üçüncü sentezi, geleceğin sentezini göz ardı eder. Yalnızca farklı olan geri döner. Bu fark, Deleuze’ün yeğinlik olarak adlandırdığı tekrarda temellendirilir. Ancak Deleuze, yeğinlik meselesini üçüncü bölümdeki düşünce imajı tartışmasından ve dördüncü bölümdeki diferansiyel analiz açısından virtüel bir çokluk olarak İdea’yı işleyişinden sonra, beşinci bölüme kadar çözümlemez. Deleuze’ün, fizik terminolojisini kullanmasa bile, kaotik karmaşıklığı kuramlaştırdığını iddia ediyorum. Manuel De Landa bunu takdir etmeye en yakın olan kişidir, fakat daha sonra, Deleuze’ün okurlarının çoğunun yaptığı gibi, o da virtüel üzerinde fazla durur. Virtüel ve edimsel aynı paranın iki yüzüdür, ancak simetrik değil, asimetrik bir sentezdir. Ve bu, dengesiz termodinamik biliminin, doğanın entropi dediğimiz şeyle gradyan farklılıkları azaltmak için çalıştığını söylemeye benzer. Yine de dengede olmayan belirli koşullarda, bu süreç, kaosun eşiği boyunca, sisteme enerji aktığı sürece yapı ve düzen dediğimiz şeyi yaratır. Deleuze, bu kaynaklardan bazılarına çekilse bile, pan-psişik anlamda bir dirimselci değildir; o tamamıyla maddecidir, ancak açık bir indirgemeci maddecilik yerine enerji dönüşümüne dayanan spiritüel bir maddeciliktir onunkisi.

Kapitalizm ve Şizofreni’nin, Zizek’in antipatisine rağmen, Fark ve Tekrar’la tümüyle tutarlı bir politik görüş tasarladığını, fakat savaş makinesi göçebebiliminin (nomadology), Devlet tarafından kapma aygıtına çarptığı Bin Yayla’nın sonucunda bir çıkmaza düştüğünü iddia ediyorum. Çünkü burada Deleuze ve Guattari’nin politik düşüncesi harekete dayanır. Peki, vuku bulan nedir? Deleuze önce resim, sonra sinema olmak üzere estetiğe çekilir, yeni bir silah arar ve onu zaman-imge’de bulur. Sinema 2, yeni bir zihin inşa etmeyle ilgilidir ve eksik olan halkı icat etmeye dayalı devrimci bir politik projedir. Politik düşünce zamana dayanır ve zaman-imge yeni olayların üretimini anlamanın yoludur.


Kapitalizm ve Şizofreni’nin, Zizek’in antipatisine rağmen, Fark ve Tekrar’la tümüyle tutarlı bir politik görüş tasarladığını, fakat savaş makinesi göçebebiliminin (nomadology), Devlet tarafından kapma aygıtına çarptığı Bin Yayla’nın sonucunda bir çıkmaza düştüğünü iddia ediyorum. Çünkü burada Deleuze ve Guattari’nin politik düşüncesi harekete dayanır.

Badiou’nun olay fikri Deleuze’ünkinden nasıl farklılık gösterir?

Crockett: Badiou için olayın paradigması veya modeli Fransa’daki Mayıs 1968 isyanıdır. Bu, insanlara sokağa çıkmaya ilham veren öngörülemeyen, beklenmedik ve görkemli bir politik olaydır. Deleuze için olay daha incelikli, daha çoklu ve daha yaygındır. Anlamın Mantığı’nda bir olayın gerçekleşen şey olmadığını, ancak gerçekleşen şeyin içinde olan bir şey olduğunu söyler. Bu yüzden, vuku bulan şeyleri yükleyen bir tür his ya da duygulanımdır. Badiou, bunun olayı sulandırdığını ve önemsizleştirdiğini hisseder. Fakat ben, Deleuze’ün aslında Badiou’dan daha iyi düşünmek için devrimci imkânları koruduğunu iddia ediyorum, zira düşünce bir duruma yanıt olarak ortaya çıkmasına rağmen, Deleuze’ün Sinema 2’de “zaman-imge” olarak adlandırdığı devrimci bir politik fikir olan olayın imkânını barındırır ve bu, Badiou’nun geliştirdiği apolitik Deleuze şeklindeki basmakalıp görüşe aksi istikamette bir yol açar.


 “Olayın politikası” nosyonunuzu Haiti’deki çağdaş durumla nasıl ilişkilendirirsiniz?

Crockett: Her ne kadar Peter Hallward’ın Out Of This World kitabındaki Deleuze yorumunu eleştirsem de, 2004 yılında Aristide’ye karşı ABD tarafından desteklenen başarılı darbeyi ele alan Damming the Flood adlı kitabına hayran kaldım. Aristide, diğer Latin Amerika liderleriyle birlikte, neoliberal ve muhafazakâr medya tasvirleri tarafından tanınmanın ötesinde çarpıtılmış ve şeytanlaştırılmıştı ve Hallward, Haiti’de olanları bir kurtuluş teoloğu olan Aristide’yi ve sel anlamına gelen takipçileri Lavalas’ı bir bağlama yerleştirmeye yardımcı olur. Haiti hakkında okumaya başladığımda, bir yanda Haiti devrimi ve Fransız devrimi diğer yanda Amerikan devrimi arasındaki ilişkilerden etkilenmenin yanı sıra, bu adada gerçekleşen kölelik, ırkçılık, yoksulluk, cehalet ve ıstırap beni dehşete düşürmüştü. Fakat Avrupa sömürgeciliği, Amerikan köleliği ve daha sonra ırkçılık sebebiyle, Haiti devrimi ihmal edilmiş ve görmezden gelinmiştir.

Her ne kadar Peter Hallward’ın Out Of This World kitabındaki Deleuze yorumunu eleştirsem de, 2004 yılında Aristide’ye karşı ABD tarafından desteklenen başarılı darbeyi ele alan Damming the Flood adlı kitabına hayran kaldım.

2010 yılında meydana gelen yıkıcı depremin ve yardım, kurtarma ve yeniden inşa çabalarının karmaşasının ardından, Haiti’yi hem bir çeşit demokrasi sınavı hem de Deleuze hakkında geliştirdiğim okumanın bir tür uygulaması olarak düşünmek istedim. Bu, muazzam derecede karmaşık ve pek de anlaşılmamış olan Haiti dininin bir tür zaman-imge olarak görülmesini içerir. Ayrıca, din ve teolojideki bazı ilgilerimi kitaba geri getirmektedir, zira Derrida’nın, Heidegger’in ölümünden sonra yayınlanan, özellikle Vodou’yla daha çok ilişkili olan “Bizi Yalnızca Bir Tanrı Kurtarabilir” röportajına ya da daha genel olarak Orisha ibadetine yanıtını okuyabiliyordum. Aynı zamanda, bunu derin bir alçakgönüllülükten hareketle yaptım, zira hiçbir şekilde Haiti veya Haiti Vodou uzmanı veya bilgini değilim, ancak kanımca bu konularda yapılan çalışmaların bazılarını daha geniş politik ve felsefi söylemlerle bağlantılandırmak çok önemli. Konuya ilişkin yazdığım bölümde eserinden özellikle yararlanmasam da, bu tür bağlantıları geliştirme girişiminin bir örneği olarak Susan Buck-Morss’un Hegel ve Haiti üzerine kitabından ilham aldım.


‘Badiou’nun Ötesinde Deleuze’ün’ neyi başaracağını umuyorsunuz?

Crockett: Umarım, her iki filozofun okurlarına da yardımcı olur. Badiou’nun üzerine ölü toprağı serpmek istemiyorum asla, ancak umarım Badiou okurları ve araştırmacıları Deleuze hakkındaki yanlış yorumlarından bazılarını dikkate alırlar ve en azından Deleuze’ün metinleriyle yakın ilişki kurmadan ilk bakışta bırakılan izlenim üzerinden bu yanlışları kabul etmezler. Yıllarca Deleuze’le çalıştım, Deleuze çalışıyorum fakat bir Deleuze uzmanı değilim. Yine de, umarım Deleuze okurları ve uzmanları, onun eserlerinin, felsefenin yanı sıra çağdaş din, bilim ve politika konularıyla nasıl da ilgili olduğunu görebilirler.


Clayton Crockett, “An Interview with Clayton Crockett” isimli söyleşiyi Mustafa Demirtaş Çevirdi, Sercan Çalcı redakte etti.

 

 

 

 

Exit mobile version