Site icon Terrabayt

Agamben Bu Ne Şimdi, ya da Felsefe Pandemide Nasıl Çuvalladı?


Yeni bir enfeksiyon dalgası yükselir ve acı aşı kartı tahsisi bir gerçeklik haline gelirken; toplumlar, bilgisizler, yanlış bilgilenenler, yanıltılanlar ve insan sevmezlerden oluşan üzücü derecede tanıdık bir koalisyonun tutsağı olmuş durumda. Kimsenin istemediği aşı kartlarını muhtemel bir zorunluluk haline getirenler onlar. Onların gürültüleri ve narsisizmleri olmasaydı aşılama oranları bu kartlara hiç ihtiyaç duymayacağımız kadar yüksek olurdu.

Ne var ki bu üzücü karmaşayı yaratanlar sadece bu “güruh” değil; akademinin yüksek kademelerinden bazı sesler de aynısını yapıyor. Toplumun çaresizce büyük resmi görmeye  ihtiyaç duyduğu pandemi esnasında Felsefe, bazen cehalet ve tutarsızlık bazen de tam bir entelektüel sahtekârlık yüzünden bu an karşısında çuvalladı. İtalyan filozof Giorgio Agamben örneği niye böyle olduğunu bize kısmen de olsa gösteriyor.

Beşerî Bilimlerdeki biyoloji, toplum, bilim ve siyaset perspektiflerini şekillendirme noktasında önemli rol oynayan “biyopolitika” eleştirmenleri arasında meşhur olan Agamben, pandemi döneminde mevcut durumu reddeden ve sağ (ve sol) komplo teorileriyle yakın paralellikler bulunan bir düzineden fazla metin yayımladı.



Agamben’in homo sacer (kutsal insan), zoē/bios, istisna hali gibi temel kavramlarının son yirmi yıldır Beşerî Bilimlerde yumuşak güç olarak etkisi hayli büyük oldu. Bu durum ayrıca, insan toplumunun biyolojik koşuluna yapılan her yapay yönetimsel müdahalenin zımni olarak totalitaryan olduğundan şüphelenen köhne bir ortodoksinin güçlenmesine de yaradı. Herhangi bir biyoteknolojiye karşı “eleştirel” olmak adına varsayılan tavır genellikle onu egemenin beden ve yaşanan tecrübe üzerindeki baskıcı bir manipülasyonu olarak değerlendirmek.

Bu durum ayrıca, insan toplumunun biyolojik koşuluna yapılan her yapay yönetimsel müdahalenin zımni olarak totalitaryan olduğundan şüphelenen köhne bir ortodoksinin güçlenmesine de yaradı.

Eğer Alex Jones’u[1] Teksaslı bir eski kurt olarak değil de Heideggerci bir ilahiyat öğrencisi olarak tahayyül edersek bu bize Agamben’in Covid-19 pandemisi hakkında yorumda bulunma taleplerine nasıl yaklaştığı hakkında bir fikir verebilir. Agamben, 2020 yılının Şubat ayında, “Bir Salgının İcadı” metniyle başlayarak virüsün bir uydurma, İtalya’da geciken kapanmaların da “teknomedikal despotizm” olduğunu söyledi. “Öğrencilere Ağıt” metninde, Zoom seminerlerini, Silikon Vadisi toplama kampı koşuluna boyun eğme olmakla suçladı (kendi sözleri). “Yüz ve Ölüm” metninde maske kullanımıyla, bunun çıplak yüzün ritüel insanlığını kurban ettiğini söyleyerek alay etti.

Her kısa metin bir öncekinden daha saçma ve sertti. Bu metinlerin ilkinin yayımlanmasından sonra, Agamben’in arkadaşı olan Fransız filozof Jean-Luc Nancy onu dinlemememiz noktasında bizi uyararak eğer Agamben’in kalp nakli olmaması hususundaki tıbbi tavsiyesini dinleseydi ölmüş olacağını belirtti.

Bu ayın başlarında Agamben, aşı kartlarını doğrudan ve açıktan Nazi “Yahudi” yıldızlarına benzeterek sıfırı tüketti. “İkinci Sınıf Vatandaşlar” başlıklı kısa metinde, aşı olmayı reddedenlerin kaderlerini faşizm idaresindeki Yahudilerle ilişkilendirerek “’Yeşil kart (İtalya’nın aşı kartı), bu kartı olmayan kimseleri filli sarı yıldız taşıyıcıları olarak kuruyor,” sonucuna vardı. Bir karış açılan ağzımı kapattıktan sonra Agamben’in değerlendirmesini QAnon’dan ilham alan ABD Temsilciler Meclisi Üyesi Marjorie Taylor Greene’in, Agamben’den daha evvel yaptığı yorumla karşılaştırmaktan alamadım kendimi. Greene Mayıs ayında attığı tweet’te, “Aşı olan çalışanlar tıpkı Nazilerin Yahudileri takmaya zorladığı sarı yıldız gibi bir aşı logosu alıyorlar,” demişti.

Agamben hâlâ sürdürdüğü performansında salgını azaltmaya yönelik tüm önlemleri, “geleneği kucakla, moderniteyi reddet” fikri lehine açıktan reddediyor. Bu fikir, onu adlandırmak için kullanılan isimlerden bağımsız gerçek bir biyolojinin geçerliliğini inkâr ediyor. Son zamanlarda Agamben’de bir şey değişmiş gibi ama onun temel metinlerini bu pandemi ışığında yeniden okumak da aynı zamanda aydınlatıcı. Onun tavrı birdenbire değişmedi, hep öyleydi.

Agamben hâlâ sürdürdüğü performansında salgını azaltmaya yönelik tüm önlemleri, “geleneği kucakla, moderniteyi reddet” fikri lehine açıktan reddediyor. Bu fikir, onu adlandırmak için kullanılan isimlerden bağımsız gerçek bir biyolojinin geçerliliğini inkâr ediyor.

Romantizm, Batı Modernliğinin güzergâhlarının daimi yolcusu oldu. Bu romantizmin daima erişilmez olan “kayıp nesneler” için tuttuğu yas ise melankoliyle isyan arasında salınır. Romantizmin rasyonaliteye ve teknolojiye karşı duyduğu estetik tiksinti, nihayetinde bu ikisinin sonuçlarından ziyade dünyanın gerçekte mitte tezahür ettiğinden nasıl farklı işlediğini ifşa etmelerinden kaynaklanır. Romantizmin gerçek düşmanı, yabancılaşmadan ziyade gizemsizleştirmedir ve bundan dolayı da Gelenekselcilerle iş birliğini her zaman kabul edecektir. Öyleyse Agamben’in hem Lega Nord’un[2] hem de maske/aşı karşıtı hareketlerin şükranını kazanması şaşırtıcı değil. Agamben’in vardığı sonuçlar, virüsü tekno-medikal küreselcilerin geleneksel otoritenin yanı sıra doğal bedensel ve toplumsal uyumu zayıflatmak için uydurulmuş abartılı bir komplo olarak gören Brezilya’nın popülist başkanı Jair Bolsonaro’nun sonuçlarıyla da benzer. Burada kayıp nesne nedir? Agamben’in katkıları, temelde Darwin öncesi bir insan kavramının ve bu kavramla gelen mistik bağlantıların ayrıntılı bir müdafaasıdır. Agamben nihayetinde hayatı savunmuyor, onu reddediyor.

Bugün Agamben’in internetteki en büyük destekçileri onu uzun süredir takip eden okurları değil, yeni hayranlardan oluşan bir ekip; özellikle de yaralı muhalif yetişkinimsi çocuklardan oluşan mesele-merkezli bir koalisyon. Julius Evola ve Alexander Dugin’i alıntılayan dirimselci Gericilerden, nargilesine enerji içeceği katan aşı karşıtı ev arkadaşlarına varana kadar bu insanlar ve diğer yalnız anti-kahramanlar, Matrix gerçekliğimizin ikiyüzlülükleri içinden her şeyi açık seçik görme külfetine mahkum olmuş insanlar. Onlar için Agamben’in ilkeli duruşu, onları Romantik muzaffer ve esrarengiz reddiyelerin mirasıyla birleştiriyor. Olan biten belki de at nalı teorisinin Kızıl-Kahverengi ittifakından[3] ziyade, dışlanmışlar ve aptallar arasında kurulan yumuşak bir bağ.

The Revenge of the Real: Politics for a Post-Pandemic World (Gerçeğin İntikamı: Pandemi Sonrası Dünya için Siyaset) kitabımda Agamben’in negatif biyopolitika tarzının kökenlerini ve kötü âkıbetini ele alıyorum. “Agamben’in kendi dünya görüşü, paçalarından korkutucu Heideggerci teoloji akan klasik bir Avrupacılık olsa da Beşerî Bilimler üzerindeki etkisi çok daha geniş ve derindir” ve bundan dolayı da müfredatları değiştirmekten çok daha fazlasını içeren bir hesaplamayı hak eder. “Soru, Agamben’in geçtiğimiz on yıllarda bağlantılandırıldığı felsefi geleneklerin ne kadarının da rafa kaldırılması gerektiğidir. Öyleyse, Agamben’in külliyatındaki eserlerle ne yapmalı? Bu külliyat, şeylerin ritüel anlamsızlıklarını, o şeylerin gerçekliğinin aşikar çıplaklığına karşı muhafaza eden gelenekselci, kültürelci, yerel olana gömülü, dogmatik bir anıtsal yapıdır: Güneyli bir vaizin cüretkâr monologları gibi onun hüzünlü ve vakur teorisi de gotik bir siyasi metin kadar güzeldir kesinlikle ve muhtemelen de sadece böyle okunmalıdır.”

Yine de, onun mirasıyla ve bu mirasla ilişkili diğer projelerle hesaplaşma vakti geldi de geçti bile. Onun biyopolitik eleştiri tarzı; bilimin, verilerin, gözlemin ve modellemenin doğaları gereği ve nihai olarak tahakküm biçimleri ve güç ilişkileri oyunları olduğunu neşe içinde iddia ediyor. Rakamlar adil değildir, kelimeler güzeldir. Biyokimyanın gerçek ve temel süreçlerinin erişilebilir olduğunu ve hem aklı hem de müdahaleyi ürettiğini kabul etmek naif farz ediliyor. Bu tavır, farklı tonlarda ve tınılarda Hannah Arendt’in, Michel Foucault’nun ve özellikle de yüzündeki bir tümör yüzünden doktorların önerdiği tedaviyi reddettiği için ölen Ivan Illich’in eserlerinde de görülebilen bir temayül. Hatta burada, San Diego’da, disiplinlerarası biyoteknoloji araştırmalarının bir merkezi olan California Üniversitesi’nde bile birçok meslektaşım; gerçek virüs daha Kuzey Amerika’ya ulaşmadan önce, Çin’de yüklenen, virüsün genomunun sayısal bir modelinden biyo-baskısı alınan prototipe dayalı bir mRNA aşısını kabul etmelerine rağmen “Doğanın dijitalleştirilmesinin” “imkansız bir fantezi” olduğunda ısrar ediyor.

Başka bir yerde söylediğim gibi, bu yönelim Boomer Teorisi’nin[4] uzun vadeli etkisinin bir örneği. Baby boomer’lar, otoriteyi yapı söküme uğratmak ve eleştirmek için muazzam, inşa etmek ve kurmak içinse çelimsiz yetiler miras bırakarak Sol’un muhayyilesini tahakküm altına aldılar. Belki de 68 neslinin onların karışıklıklarını devralanlardan son intikamı, sadece siyasi stratejiler olarak değil aynı zamanda metafizik normlar olarak da yapının, o yapının parçalanmasından her zaman daha şüpheli, inşa etmenin de direnişten her zaman daha sorunlu olduğuna dair entelektüel aksiyomdu. Onların projesi; kamusal aklın, kararın ve yapılanmanın imgesel parçalanışı yoluyla, koşullara bağlı bakış açılarının hem araçlar hem de amaçlar olarak yatay bir biçimde çoğaltılmasıydı, ki hâlâ da öyle. Bu sayede “Siyasi” olanı fetişleştirirken aynı zamanda “yönetimselliği” reddetmeyi başardılar.

Agamben’in pandemi çıkışları aşırı ama ayrıca daha genel çuvallamanın da bir örneği. Felsefe ve Beşerî Bilimler pandemide çuvalladı zira çürük bir kaideler dizisine oldukça sıkı bir biçimde bağlılar, amaca yönelik nicelleştirmeye karşı tepkisel biçimde şüpheciler ve karşılıklı bulaştırmanın epidemolojik gerçekliğini izah etmeyi ya da bağışık (immunological) bir müşterekler etiği oluşturmayı beceremiyorlar. Peki ama neden?

Ben bu gelenek içinde büyüdüm ama dünya atmışsekizlilerin ve onların yardımcılarının tasavvur ettiğinden bambaşka işliyor. Umuyorum ki felsefe yaratmak, kurmak ve içinde yaşadığımız dünyadan başka bir dünyaya uygulanabilir bir yapı kazandırmaya çalışmak zorunda olanları yüz üstü bırakmaya devam etmez.

Agamben’in pandemi çıkışları aşırı ama ayrıca daha genel çuvallamanın da bir örneği. Felsefe ve Beşerî Bilimler pandemide çuvalladı zira çürük bir kaideler dizisine oldukça sıkı bir biçimde bağlılar, amaca yönelik nicelleştirmeye karşı tepkisel biçimde şüpheciler ve karşılıklı bulaştırmanın epidemolojik gerçekliğini izah etmeyi ya da bağışık (immunological) bir müşterekler etiği oluşturmayı beceremiyorlar. Peki ama neden? Bunun nedeni; mevcut etik dilin, kısmen öznel ahlaki niyetsellik ve “Ben”in, neticelerin idaresinde ahlaki fail olduğu, kendini önemseyen bir kahramancılık (protagonism) vurgusunun tekelinde bulunması.

Pandemi başka türden bir etiği mecbur kıldı. Agamben’in biyopolitik eleştirisini etrafına ördüğü “yaşam” tarzları olan idealist zoēbios ayrımı, epidemolojik toplum görüşü karşısında çalı gibi kırılan bir kibir. Niçin maske kullandık? İçimizdeki fikirler dışımızda zuhur etsin ve bizi korusun diye mi? Yoksa kendimizi başkalarıyla yaşayan, zarar verme ve görme durumunda bulunan biyolojik organizmalar olarak gördüğümüz için mi?

Aradaki fark devasa. Bir yabancının yanından geçip gittiğimizde; etik, öznel zarar verme ya da yakın davranma niyetinden bulaştırıcılığın nesnel biyolojik durumuna nasıl kayar? O zaman bir nesne olmanın etiği nedir? Anlayacağız bunları. Ancak ihtiyaç sahiplerine sosyal hizmetleri tane tane sunmaya yönelik yoğun bir algılama ve modelleme ihtiyacı karşısında kamuya mal olmuş pek çok entellektüel tıkandı kaldı, sadece “gözetim” üzerine içi boş ve zaten aşikâr olan şeyler söyleyebildiler.

Burada mevzubahis olan şey birtakım muğlak akademik tartışmalar değil; insan olmanın, yani hep birlikte homo sapiens olmanın ne demek olduğunu, bu sorunun bütün yüküyle birlikte ifade edebilme kapasitesi. Yeni bir kapsama, ihtimam, dönüşüm ve muhafaza rasyonalitesine dayalı pozitif bir biyopolitikaya ihtiyacımız olduğunu, bunun düşünülmesine yardım edecek bir felsefeye ve beşerî bilimlere ihtiyaç duyduğumuzu söylüyorum.

Neyse ki böyle fikirlere birçok yönden zaten sahibiz. Bunların kısa ve eksik bir listesini yapacak olursak, Sylvia Wynter’ın Sömürgeci Modernitede İnsan “olarak sayılanları”, telafi kategorisini açacak şekilde haritalandırması buna dahil olabilir: “Biz” şimdiye kadar dışlama üzerinden tanımlandı. Bizleri hayatta tutan insan bedenlerinin içindeki mikrobiyal yaşamın rolü de dahil olmak üzere mikrobiyomu çalışanlar buna dahil. İnsan zaten insan olmayanı içerir. Antropogenez ve insan türleriyle gezegensel geleceğin müşterek evrimsel kökenlerini çalışanları içerir: İnsan, sürekli göçebe ve değişen bir şeydir. Deneysel uzay bilimleri ile kırılgan ve yapay bir çevrede hayatta kalmanın sınır durumlarını çalışanları içerir: Hayatta kalmanın sınırlarında insan, suyu keşfeden balığa benzer. CRISPR ve gen terapisine yönelik diğer yeniden-dokuma teknolojilerini çalışanları içerir: İnsan kendini en temel seviyelerde yeniden düzenleyebilen bir şeydir.

İnsanın ne olduğunun olumlanması ya da olumsuzlanması da insanların ne olabileceği üzerinden cereyan eder. Cinsiyet uyumlandırma terapileri ve tekniklerine dair kültürel ihtilaflar uyandıran da budur. İnsan aynı zamanda nihayet kendi bedeninde rahat etmek için kendini baştan yaratmaya elverişli olumsal, karmaşık ve çoğulcu bir tertiptir. Ne var ki sentetik androjenlerin, östrojenlerin ve progesteronların yaygın bir biçimde elimizin altında olmasına neden olan Agamben’in biyopolitikasının istilacı ve doğaya aykırı gördüğü Modern laboratuvar biyoteknolojisidir.

Eğer Felsefe ve Beşerî Bilimler, mevcut ve müstakbel zorluklar üzerinde haklı bir meşruiyet iddiasında bulunacaksa –müşterek teknik ve biyolojik koşullarımızın gerçekliğine dayanan- başka bir pozitif biyopolitika kesinlikle gereklidir.

Yazımı, bu hususla alakalı olarak The Revenge of the Real’dan başka bir paragrafla bitirmek istiyorum: “’Yaşam bir yolunu bulur,’ diyen laissez-faire dirimselcilik bir seçenek değil, lağım manzaralarının ve ortaya dökülen cesetlerin günlük aktör olduğu dünyalarda yaşamayan rahatı yerinde bir sınıfın masalıdır.” Aksine “(bu pozitif) biyopolitika kapsayıcıdır, materyalisttir, güçlendiricidir, rasyonalisttir; insan türlerinin gizemden arındırılmış bir imgesine dayanır ve birçok kültürel geleneğin bildirdiği gelecekten başka bir gelecek tasavvur eder. Memelilerle virüslerin birbirlerine evrimsel dolanıklıklarını kabul eder. Ölümü yaşamın bir parçası olarak kabullenir. Bundan dolayı da haksız ölümleri ve acıları engellemek ve azaltmak üzere tıbbi bilginin sorumluluklarını kabullenir, bunların da bir insan toplumunun diğerine karşı doğuştan bağışıklık kazanmasından bambaşka bir şey olduğu söyler. Sadece kişisel mahremiyet haklarını değil aktif ve gezegensel bir biyolojik çevreye (commons) katılma noktasında sosyal yükümlülükleri de içerir. Bu inatla pozitif ve izdüşümsel bir biyopolitikadır.”

Pandemi, yeni normalin basitçe yeni eski normal olamayacağına dair bir alarm olma potansiyeline sahip. Bu, -erişilebilirlik ve etki açısından daima gezegensel olan- insan toplumlarının kendilerini anlamlandırma, modellendirme ve oluşturmalarına dair bir değişim demek. Bu siyasi olduğu kadar felsefi de bir proje ve başarısızlık bir seçenek değil.


[1] ABD’li aşırı sağcı komplo teorisyeni ve radyo programcısı. Koronavirüs ve aşı hakkındaki komplo teorileriyle popülaritesi ABD’de oldukça arttı. Çn.

[2] İtalya’da 1991 yılında kurulan federalist ve aşırı sağcı parti. Parti 2018 yılındaki genel seçimlerde ikinci oldu.

[3] Aşırı sağ ve aşırı solun birbirine zıt değil, oldukça benzer fikirlerden oluştuğunu savunan siyaset bilimi teorisi. Kızıl aşırı solu temsil ederken Kahverengi aşırı sağı temsil eder. Çn.

[4] ç.n “Boomer” ya da “Baby Boomer” kelimeleri Türkçede genellikle “moruk” ile karşılanıyor fakat ben yaygınlığı sebebiyle böyle bırakmayı tercih ettim. Boomer kelimesi genellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında 1946-1964 yılları arasında doğan kimseler için kullanılıyor.


Verso’da yayınlanan bu metni Maddi Estetik Araştırma Kolektifi’nden Enes Öztürk çevirdi. Çeviriyi Öznur Karakaş redakte etti.

Exit mobile version