Site icon Terrabayt

Sevgiyi Nasıl Toplumsallaştırmalı?


Her yıl 14 Şubat romantizmin tüketim odaklı bir tatile dönüştürülüp bayağılaştırılmasına dönük tahkir bataklığına ilham kaynağı olur. Bizleri gereksiz boyutlarda pelüş ayılarla ve Hallmark kartlarıyla sevgimizi kanıtlamaya manipüle eder. Ancak sevginin parasallaşması ne yeni bir şey ne de Sevgililer gününe mahsus: bilakis kapitalist projenin tam kalbinde yatıyor.

İtalyan akademisyen Silvia Federici, Sıfır Noktasında Devrim isimli kitabında, “Ücret değil de ‘sevginin’ her daim [bakım] emeğinin karşılığını ödemesi; emeğimizin, ailenin ve erkeklere bağımlılığın kurumsallaşmasında en kuvvetli etken olmuştur aslında,” der. Bakım emeği -yemek yapma, temizlik yapma, çocuk yetiştirme vs.- geleneksel olarak sevgi namına kadının görevi olarak temsil edilir. Bu süreçte mistifiye edilen ise küresel pazarı yeniden üretme ve idame etme sürecinde zorunlu emek olarak üstlendiği işlevdir.

Federici, bakım emeğinin gayri meşrulaşmasını tarihsel olarak feodalizmden kapitalizme geçiş anında konumlandırır. Feodal serflik sisteminde, köylülere serbest emek ve tahıl karşılığı koruma ve geçim amaçlı bazı tarlaları kullanma hakkı bahşedilirdi. Feodalizmde “bütün işler ailenin geçimine katkıda bulunurdu.”

Feodalizmin düşüşü ile birlikte ise üretim ilişkilerinin ücretli emeğe dayalı yeni bir organizasyonu hâkim olmaya başladı. Bu sistemde, ev ve iş yeri arasında kati bir ayrım ortaya çıktı. Ücret hayatta kalmak için zorunlu hale geldiğinde, sadece iş yerinde geçirilen zaman kıymetli gibi görünmeye başladı. İşçinin her gün iş yerine gelmesini temin etmek için gereken emek ise giderek hanenin gölgesinde kaldı. Aynı zamanda emeğin yeniden üretiminin masrafları da elbette ona bağımlı olan kapitalistler tarafından ödenmedi.

Özel Hissin Kitlesel Üretimi

Bakım emeğinin sömürüsü ve sevginin araçsallaştırılması geçmişte kapitalizmin temeli olduysa, o zamandan bu yana pek de bir şey değişmedi. Mesela Sevgililer Günü’nün 1840’larda pek tanınmamış bir azize atfedilmiş bir günden süregelen bir Amerikan tüketim tatiline dönüşmesi normdan sapma gibi görülmemeli.

Bu kitlesel piyasalaşma süreci, büyük ölçüde hızlı sanayileşme karşısında Romantik yabancılaşma hissine dayanır. Philadelphia Public Ledger’in yazarlarından birinin dediği gibi, “o kadar sağduyulu olduk ki eski bayramların, kutsal günlerin, tatillerin, neredeyse tamamı silindi gitti… hepimiz çok hesap yapıyoruz.” Bu “kutsal günü,” Amerikalıların “iş kartlarını ve düşüncelerini” “terk edilmişlik hissiyle” bir tarafa kaldırma fırsatı diye över.

Erken dönem Amerikan kapitalizmine ilham olan Püriten disiplin ve mahrumiyet ethos’u Viktoryen Amerikası’nda eğlenceye ve şenliklere dönük romantik bir nostalji karşı kültürüne ilham oldu. Tüketim Ritleri isimli kitabında Leigh Eric Schmidt, Viktoryen çağında Sevgililer Günü’nün dönüşünün derinlerde saklı romantik bir özleme cevaben ortaya çıktığını belirtir. Matbaalar, kitapçılar ve litograflar, serpilmekte olan reklamcılık sektörünü, bu arzulardan istifade etme ve onları piyasaya yönlendirme amacıyla kullandı.

“Burjuva disiplininden ve Aydınlanma rasyonelliğinden romantik bir biçimde yabancılaşma -hayalperest bir festival ve oyun özlemi; yeşeren özgürlük, müsaade, hayal gücü hasreti- piyasayı tatiller üzerine yeni yeni deneyler yapmaya teşvik etti: Tüccarlar hissiyata, fanteziye ve kutlamaya dönük bu romantik açlığı uyandırmayı da tatmin etmeyi de bildi.”

Ancak Sevgililer Günü sadece elebaşıydı. Schmidt’in dediği gibi, Noel, Paskalya, Anneler Günü gibi pek çok başka tatilin de kitlesel olarak piyasalaştırılmasının yolunu açtı. Kapitalist düzende üstlendikleri yeni amaç, şenlik arzusunu tatmin ederken bir yandan da onu evcilleştirmekti. Bu tatillerin tüketim devriminin ardından, yerel toplulukların şenliklerinden ulusal aile ve dost-odaklı tatillere değin ritüeller yeniden şekillendi. Sevgililer Günü, eşleşme oyunları, fal bakma ve sokaklarda veya kilise avlularında içme gibi etkinliklerin yapıldığı komünal bir festivalden standart kutlamaların özel teatisine dönüştüğünde bu değişimin somut örneği oldu.

Ancak özel hissin kitlesel üretimi derhal geri tepti. 1844 yılında Ralph Waldo Emerson, “dükkanlara gidip bana yaşamını ve yeteneğini yansıtmayan bir şeyler alman soğuk ve cansız bir iş,” diye yakınmış, “Tek hediye kendinden bir parçadır” diye bitirmişti sözünü.

Sevgi bir suç ortağına döndüyse onu nasıl geri kazanırız?

Her ne kadar Emerson’un “kalbine itaat et” ve “her şeyi aşka teslim et” çağrıları sanayileşme baskısına bir tepki olsa da bireyin özerkliği ve kendiliğinden ve serbest ifade vurgusu, burjuva ideolojisine tamı tamına uygundu. Sosyal alanın atomize bir hal almasını ortaya koyan Emerson, sevginin kolektif toplumsal yaşamdan “özel ve tatlı bire bir ilişkiye” kaymasını savundu. Romantik ideolojinin birey vurgusu onun ethos’una tehdit oluşturmadığından kapitalizm bu enerjileri kolayca temellük etti ve bunları tüketim amaçlı markalaştırdı.

Ancak soru hala aynı: sevgi bir suç ortağına döndüyse onu nasıl geri kazanırız? Sosyalizm sık sık (ve hala) kolektif namına bireyi, romantizmi ve aileyi değersizleştirmeyle suçlansa da aslında tam aksini yapmaya çalışır: topluma katkıda bulunmak üzere (sağlık, eğitim ve çocuk bakımı vs.), bakımı ve ona harcanan emeği toplumsallaştırmak suretiyle aileye, romantik partnerlere ve bireye baskı uygulamayı bırakır. Salt hayatta kalmak için çalışma yükü olmaksızın bu ilişkiler yeşerebilir.

Kısa vadede, bakım emeğinin toplumsal yeniden üretiminde oynadığı merkezi rolü takdir eden bir refah ve daha cömert bir sosyal tedarik halini alabilir. Güçlü bir toplumsal destek sistemi, herkesin siyasi yaşama ve toplumun şekillendirilmesine iştirak etmesini sağlayacaktır. Ancak piyasa baskısı karşısında en hassas olan, ailelerine bakıp çocuklarını yetiştirirken düşük ücretli işlerde çalışmak zorunda kalanlar için de eşitlik sağlayacaktır.

Sevgililer Günü’nde soru sevgiyi nasıl geri kazanabiliriz ise yanıt belki de şu olacaktır: onu devrimcileştirerek.


Jacobin dergisinden Öznur Karakaş tarafından çevrilmiştir.

Exit mobile version