Site icon Terrabayt

Fırtınanın Göbeğinde: Donna Haraway ile Röportaj


Bölüm 1: İklim Değişikliği, Koronavirüs ve Kapitalizm Çağında Tür-Oluş

Donna Haraway, Santa Cruz Kaliforniya Üniversitesi’nde Bilinç Tarihi Bölümü’nde Ordinaryüs Profesördür. Üretken kariyeri boyunca bilim, teknoloji, feminizm, iklim değişikliği ve antropoloji gibi kesişen çalışma alanlarını bir araya getiren düzinelerce kitap ve makale yazdı. 2020 yazında, Science for the People’ın sekreteri Katherine Bryant ve Science for the People’da editörü Erik Wallenberg, Haraway ile 2020’nin krizleri ve isyanları, geleceğe yönelik beklentiler ve geçmiş mücadeleler tarihinden neler öğrenebileceğimiz üzerine konuştu.

Dr. Haraway ile yapılan röportajın üç bölümünün ilkini sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz.

Katherine Bryant: Dr. Haraway, sizinle konuşabildiğimiz için heyecanlıyız. İklim değişikliği ve son zamanlarda küresel pandemi hakkında sıklıkla yazıyor ve konuşuyorsunuz. Bu küresel krizleri birbirleriyle ilişkileri açısından ve küresel tarihte içinde bulunduğumuz momentin maden çıkarma endüstrileri ve teknolojileriyle bağlantılı olarak nasıl değerlendirdiğinizi bize anlatabilir misiniz?

Donna Haraway: Pandemi, küresel ısınma ve maden çıkarma endüstrisinin krizleri karşılıklı birbirlerini belirliyorlar ve birbiriyle bağlantılılar. Sanırım şu an için söze Brezilya Amazonlarından başlardım. Bolsonaro hükümeti (fakat Bolsonaro’dan çok daha uzun süredir, envai çeşit uluslararası güç tarafından bu süreç destekleniyor), Brezilya Amazonlarının uzun vadede yerleşim yerlerine ve çiftliklere dönüştürülmesine, ormanlık arazinin düzlenmesine ve yangınlara, Amazon ormanlarının ve halklarının sıra dışı imhasına müdahil oldu, dolayısıyla yok oluş krizi birçok Amazon Yerli grubu için bir imha krizi ve bir soykırım krizi anlamına geliyor. Bu elbette COVID-19 sahneye çıkmadan önce, ikinci koronavirüsten önce süregitmekteydi. Ancak bununla birlikte hastalığın Amazonlara ve yerli topluluklara yayılmasının açıkça soykırım boyutlarında sonuçları oldu ve buna Bolsonaro hükümetinin yanıtı daha fazla maden çıkarma, ağaç kesimi ve yangın oldu, bu yüzden yangınların bu yıl geçen yıldan daha kötü olması bekleniyor. Bu ise şu anda yok oluş kriziyle kesişiyor, insan ve insan olmayan varlıkların yaşam biçimleri fırtınanın göbeğinde.

Şu anda, dünyanın pandemi başkentlerinde neler olup bittiğini görmek için Amerika Birleşik Devletleri’ne bakabilirsiniz: mesela Navajo Nation’a ve Black Mesa’da kömür madenciliği tarihi boyunca süren uzun vadeli, aşırı kuraklığa; akiferlerin[1] uzun süreli drenajına ve Navajo Nation’a ait olmayan -hiçbir zaman olmadı-  Navajo Üretim İstasyonu’nun, bölgede yaşayan insanlar temiz su ve elektrik kullanamazken fosil yakıt enerjisi üretimine tahsis edilmesinin bu süreçteki rolüne bakabilirsiniz. Bu enerji üretme yöntemleri Güney Batı’nın çöl şehirlerini besliyor; dağın bir yanında yer alan suyun fosil yakıtlar yakılarak su kemerleri boyunca her vesileyle dağın diğer yanına taşındığı devasa bir dağlar-arası su aktarım sistemi de söz konusu enerji üretim süreçlerine dahil, bu şekilde çok iyi bildiğimiz o kapitalist kalkınmacılık besleniyor. Pandemi; bağımlı egemenlik, negatif yatırım, maden çıkarma ve bu sorunların birbirine yakınsaması karşısında yaşanan ıstırabı arttırıyor ve daha da kesif hale getiriyor. Aklıma Dine Bikéyah[2], Black Mesa Su Koalisyonu[3], Leave it in the Ground[4], Idle No More[5] gibi oluşumlar geliyor [çünkü] sadece bir tahakküm anından veya maden çıkarma endüstrisinin daha da gemi azıya aldığı zamanlardan geçmiyoruz, bu aynı zamanda eski ve yeni örgütlenmelerin de zamanı. Bu gruplar, GoFundMe dahil olmak üzere çeşitli yollarla örgütleniyor, kendi paralarını topluyor ve parayı Navajo Nation’da yerel halka mümkün mertebe yiyecek, su ve koruyucu ekipman tedarik etmek için kullanıyor.

Benim çalışma şeklim her zaman bir yerden, gökten değil de belli bir yerden düşünmeye başlamak, o noktadan başlayarak açılan bağları çözmek ve bunların yeniden birbirine bağlanmasını izlemek.

Bu krizleri bu şekilde pek çok yerde sıralamak mümkün. Bu analizi kentlerden de başlatabilirsiniz. Bu analize bu sorunların yoğun bir şekilde kesiştiği birçok yerden başlayabilirsiniz. Benim çalışma şeklim her zaman bir yerden, gökten değil de belli bir yerden düşünmeye başlamak, o noktadan başlayarak açılan bağları çözmek ve bunların yeniden birbirine bağlanmasını izlemek. Bunlar illa birbirine bağlanırlar ama kuşbakışı işlemez bu süreç.



KB: Bu durumun iklim değişimi ve Staying with the Trouble: Making Kin in the Chthulucene kitabınızda ortaya koyduğunuz Kthulusen ve Plantasyonesen kavramlarıyla bağlantısı nedir?

DH: Kuşkusuz bunların ikisi de sıkıntılı kelimeler, en az Antroposen kadar sıkıntılı ama farklı şekilde. Kthulusen‘i yeryüzünün, dünyevi varlıkların süregiden süreçlerinin, bir araya gelişlerinin ve ayrılışlarının onaylaması olarak görüyorum. Bu hiç de masum değildir. Ama ne göktanrısal bir kavramı ne de bir antropos kavramı. Birbirleriyle ilişki içerisinde oluşmakta olan ve birbirine kümelenmiş olan dünyevi varlıkları isimlendirmenin bir yolu. Yani benim bir kuzenim varsa, kuzenim de bana sahip olur. Bir halkın dağı varsa, dağın da halkı vardır. Benim bir kentim varsa, kentim de bana sahiptir. Bu, dünyevi olanların dolanıklığıyla ilgili. Yeryüzü için. Dolayısıyla Kthulusen, içinde bulunduğumuz bu konjonktürü adlandırmanın gerçekten önemli bir yolu olduğunu düşündüğüm, örneğin kapitalosen gibi diğer kavramların yerine geçen bir kavram değil.

Plantasyonesene gelince, bu terimi Hawaii’de veya Güney Pasifik’te sermayedarların ektiği plantasyonların ya da Liberya’da mevcut palmiye plantasyonlarının veya kauçuk plantasyonlarının, yani emek sömürüsü biçimlerine dayalı devasa monokrop[6] [tek mahsul ekilen] tarım arazilerinin tarihini ifade etmek için kullanıyorum. Buralarda [üretim biçimi] illa kölelik olmak durumunda değil ancak bilhassa Karayiplerin tarihinde, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Brezilya’da vs. durum bu. Bu nedenle emek sömürüsü ve emek örgütlenmesi biçimlerini birbirinden ayırmak ve hepsini aynı grup altında toplamamak gerçekten önemli. Tüm bu terimlerle ilgili sorun ise şu: hikayeler öyle büyük, öyle hızlı ki odanın havasını emerek boşaltıyor ve olası herhangi bir ittifakın zemini olan gerçekten önemli kritik lokal-farklılaşmalar sağlanamıyor.

Eksiltme yerine toplama ile çalışmayı düşünmem öğretildi bana, bu durumda muhtelif işler diğer işlerin ikamesi değildir. Bir şeyleri, mesela Antroposen gibi bir kelimeyi tabu haline getirmezsiniz, bir şeyi yasaklayarak çalışmazsınız.

Ancak ben yine de bunun gibi ve kapitalizm gibi büyük kavramları kullanma riskini göze almanın önemli olduğunu düşünüyorum. Sadece dünya için gerçekten önem taşıyan analitik soyutlamayı karıştırmadan. Bu kelimeler, tıpkı benim onları kullanırken yaşadığım deneyim ve düştüğüm veya kendim kurduğum tuzaklar gibi, bu soruna iyi örnekleri. Birbirimizden hesap sormamız gerekiyor, bunun ise nazik bir biçimde yapılmasını umut ediyorum.

Eksiltme yerine toplama ile çalışmayı düşünmem öğretildi bana, bu durumda muhtelif işler diğer işlerin ikamesi değildir. Bir şeyleri, mesela Antroposen gibi bir kelimeyi tabu haline getirmezsiniz, bir şeyi yasaklayarak çalışmazsınız. Tüm bir analitik sahayı ve anlatı alanını belirleyen hikâye-anlatım koşulunu belki de değiştiren bir şeyler ekleyerek çalışırsınız, bu belki de bir şey değiştirmeyecektir. Yıkıcı eleştiri anlamında eksiltme ve eleştiri ile değil toplama ve önerme yoluyla çalışırsınız.

KB: Yapıcı eleştiriden veya eklemelerden söz etmişken: Büyük harfle Bilim ve küçük harfle ve çoğul bilimler, yani diğer bilgi biçimleri arasındaki ilişkiden bahseder misiniz?

DH: Ya da tüm bilimlerle sürtünme içinde olan bilimler! Bu çok büyük bir soru.

KB: Yerlilerin bilgi üretimi ile ilişkisi bakımından Bilim’den veya bu konulardan bazıları ile ilişkisi bakımından yerli bilimlerinden bahsedebilir misiniz?

DH: Hiç şüphe yok ki bir yanda yerlilerin ürettiği bilginin eşzamanlı olarak temellük edilmesi ve yeniden kullanılması, diğer yanda yerlilerin ürettiği bilginin değersizleştirilmesi ve silinmesi, ırka dayalı sömürge kapitalizminin tarihinin bir parçası olmuştur. Yerli bilgi sistemlerinin “kültüre”, “dine” veya “kutsala” indirgenmesi, “akıl dışı” veya “modern olmayan” veya “seçkin olmayan” veya “yetkin olmayan” demek. Dolayısıyla bunun uzun, süregiden bir tarihi var ve bunu unutmak korkunç bir hata olur. Söz gelimi, Hawaii’de Mauna Kea’daki teleskoplarla ilgili tartışmalara bir bakın, gökbilimcilerin bunun ne anlama geldiğini anlamakta nasıl da yetersiz kaldıklarını izleyin. Büyük harfle Kutsal üzerinden ve ona karşı, büyük harfle Bilim ile ittifak halinde bir tür beyin hasarıydı. Hawaii’li aktivistler; kutsal kavramının, halkın yer-temelli bilgi biçimleri, yer-temelli otoritesi ve halk otoritesi -büyük harfle Halk- iddiaları açısından taşıyabileceği tuzağa pek de ihtimam göstermeyen biçimlerde bu kavramı mobilize ederek türlü şekillerde söz konusu alana giriyorlar ama bu karmaşık bir konu.

Bilimler, içinde bulunduğumuz dünyaya karşı sevgi edimleri, onları reddedecek değilim. Ama bazen kibir nefes kesici olabilir.

Ben her zaman bir şekilde bir temas bölgesi bulmak isteyen biriyim. Zira astronomi ve astrofiziği gerçekten seviyorum, bunlar derin uzay hakkında bilgi edinmenin muhteşem yolları, ah o teleskoplar; bilimler, içinde bulunduğumuz dünyaya karşı sevgi edimleri, onları reddedecek değilim. Ama bazen kibir nefes kesici olabilir. Peki ya yavaş bilim? O teleskopu bir dizi anlaşmaya varılana kadar önümüzdeki 50 yıl boyunca, belki de asla yapmamaya ne dersiniz? Aksi takdirde gayet iyi olan ama başka insanların haklarını ayaklar altına aldığından kötüleşen planları riske atmalı belki de. Belki de yerli Hawaililer o teleskopları asla istemeyecekler, bunların kaldırılmasını isteyecekler. Ya da böyle bir şey istemeyecekler. Saygıya ve bir temas noktası oluşturabilmeye bağlı olabilir pek çok şey.

Öte yandan, mücadelelerini izlediğim -ki dikkat, izleyen kişi sömürgeci beyaz bir insan- çeşitli yerli grupları düşünüyorum da. İnsan olmayan hayvanlar da dahil olmak üzere uzun vadede halkların birlikte yaşaması açısından, yerli bilgi sistemlerinin kapitalist kalkınmaya dayalı bilim sistemlerinden daha iyi olduğuna ve bu bilgilerin ileri taşınması gerektiğine dair bulgular sunan bazı bilgi biçimleri – beslenme, toprak, yangın rejimleri, suyun korunması, çok-türlü birlikte yaşam – olduğunu düşünüyorum. Bunlar “kültür” değil gerçek bilgiler. Sonra, bilgi biçimlerinin tek taraflı olmadığı, birbirleri açısından risk teşkil ettikleri bu temas noktalarını geliştirme ihtiyacının yoğun olduğunu düşünüyorum, öyle ki en azından bir temas noktası olsun.

Erik Wallenberg: Buna bağlı olarak iklim değişikliği, COVID-19 ve doğal dünya karşısında insan elinden çıkma teknolojiler söz konusu olduğunda teknolojinin rolüne dair ateşli tartışmalar da var. Elbette bu konu hakkında ve teknolojik olan ile doğal olan arasındaki bariyer -ya da aralarında bir bariyerin olmaması- hakkında çok şey yazdınız. Kısa süre önce “lütufkar tekno-düzeltmeleri reddetmekle birlikte” yine de teknolojiyi kullanmamız gerektiğini, dünyanın dört bir yanında karşı karşıya olduğumuz bu krizlerde hala teknolojinin rolünün ne olduğunu düşünmemiz gerektiğini söylediğinizi duydum. Meselenin bazı açılardan reformlar ve devrim arasındaki ilişki olduğunu, bazı açılardan da onların teknolojisi karşısında bizim teknolojimiz olduğunu düşünüyorum. Bu ilişkiden biraz daha bahseder misiniz?

DH: Evet ve yine, sanırım bu soru hakkında konuşmaya başlamamın yolu, başlangıçta ikili karşıtlık kategorilerini (teknoloji ve doğa) kullanmamaya çalışmaktır. Ve büyük harfle teknoloji de büyük harfle bilimin sorunlarından muzdarip: dolayısıyla teknolojiler, teknolojik çalışma, teknolojik bilgi birikimi, teknolojik araştırma, çok uzun bir süredir biriktirdiğimiz, gerçekten kaybetmek istemeyeceğimiz değerli bilgiler. Nasıl iyi bir aşı yapılır buna güzel bir örnek. Evet aşı üretimi gerçekten pahalı, devlet ise yalnızca Amerika Birleşik Devletleri’nde değil, birçok başka yerde de aşı geliştirme, kimin için aşının geliştirileceği, aşı üretimi, dağıtımı gibi halk sağlığı ve aygıtları üzerindeki yükümlülüğünden vazgeçti ama bunun onların teknolojisi bizim teknolojimiz sorunu olduğunu düşünmüyorum. COVID-19 bağlamında bu yeniden şiddetle tartışılıyor. Farmasötik kalkınma gerçekten de çok çok büyük bir kapitalist girişim, halk bu süreçte çok küçük bir rol oynuyor, kurumsal kapitalizm ise aşı geliştirmede veya ilaç geliştirmede çok büyük bir rol oynuyor.

Hem aşı hem de ilaç geliştirme dijital teknolojide, moleküler teknolojide, malzeme teknolojisinde muhakkak en son gelişmeleri gerektirir. Diyelim ki, yerel sağlık çalışanları tarafından dünya çapında gerçekten güvenilir ve yaygın bir şekilde dağıtılabilmeleri için ısıya dayanıklı aşılar geliştirmek istiyorsunuz. Soğutucuya ihtiyaç duymak zorunda kalmak istemezsiniz. Bu sorunlara odaklanmak üzere aklınıza bir dizi teknolojik işçi gelebilir ancak bunları sadece teknik meseleler olarak gördüklerinde, farklı nüfusların nasıl patojenlerle birlikte yaşadığını, insan nüfuslarının patojenlerle nasıl ilişkilendiğini ve patojenlerin farklı insan nüfuslarına nasıl farklı şekillerde girdiğini pekâlâ göz ardı edebilir veya ilk etapta bilemeyebilirler.

COVID-19 kimin patojene maruz kaldığına ve kimin hastalık kapmaya daha eğilimli olduğuna dair yine mükemmel bir örnek. Her ikisi de bugün kaçıramayacağınız şekillerde ırksal ve sınıfsal olarak farklılaştırılmıştır. Yerliler, Latinler ve Siyahlar, COVID-19 hastalığından Amerika Birleşik Devletleri’nde Anglo insanlara göre iki kat daha fazla ölüyor. Dolayısıyla, elbette aşı! Fakat neden belirli cepler, belirli insan nüfusları patojenlerle diğerlerinden farklı şekilde ilişkileniyor? Bu biyolojik bir soru olduğu kadar politik, kültürel ve tarihsel bir soru. Nasıl böyle oldu? Bütün bu sulak alan drenajları nasıl böylesi bir kent üretti? Ya da çeperlere, ekotonlara[7] uzanan emlak piyasasının hareketi kendimiz dahil olmak üzere çeşitli türleri farklı şekilde nasıl riske atıyor? Bu, dünyada gerçek bir işçi -dünyada gerçek bir kişi- olmak için ihtiyaç duyduğumuz türden bütünleşik bilgidir.

Yani bu, doğa ve teknoloji ya da biz ve onlar gibi bir ayrım üzerinden düşünülemez. Bu, kapitalizmin karmaşıklıklarının ve gücünün, devlet yapılarının ve hiçbir zaman ortadan kalkmamış olanlar ve şu anda aktif olanlar da dahil olmak üzere başka türlü yaşama süreçlerinin ve pratiklerinin yanı sıra yeni yaşam biçimlerinin de sürekli bir eleştirisini gerektirir. Aklıma East Bay ve Oakland’da belli yerli beslenme biçimlerini, çağdaş beslenme bilgisinden de faydalanarak yenilemeye, yine ön plana çıkarmaya çalışan bazı çalışmalar geliyor. Yani “Her ikisi de.” Sonra kimin hangi bitkilere erişebildiğini de göz önünde bulunduruyorlar. Şehirlerdeki toksinlerin tarihine dikkat eden hakiki bir kent tarımı geliştirmek için ne gerekir? Detroit bu konuda büyüleyici işler yaptı; Buffalo da öyle. Bu gerçekten “her ikisi de”. Çağdaş bilim ve teknolojimizin tamamının hala son derece militer ve sömürgeci bir devletin, milliyetçi bir devletin parçası olduğunu – yeni Uzay Gücü buna iyi bir hatırlatma – bir dakika bile unutamazsınız.


Donna Haraway, PhD, California Üniversitesi, Santa Cruz’da Bilinç Tarihi Bölümü’nde Ordinaryüs Profesördür. Doktorasını Yale’de Biyoloji alanında tamamlamış olup bilim ve teknoloji çalışmaları, feminist teori gibi alanlarda yazılar yazmakta ve dersler vermektedir. UCSC’de Science and Justice Research Center and Center for Creative Ecologies‘de çalışmalar yürütmektedir. Haraway bilimsel gerçeklik, bilim kurgu, spekülatif feminizm, spekülatif fabülasyon, bilim ve teknoloji çalışmaları ve çok türlü dünyacılık üzerine çalışır.  Staying with the Trouble: Making Kin in the Chthulucene dahil olmak üzere birçok kitabın yazarıdır.


Science for the People sitesinde yayınlanan yazıyı Nalan Kurunç çevirdi, Öznur Karakaş çeviriyi redakte etti.


[1] Akifer: İçinde yer altı suyu bulunduran ve taşıyan jeolojik birim veya ortamlar. (ç.n.)

[2] Utah Diné Bikéyah, Kabileler tarafından kamu arazilerinin kültürel kullanımlarını korumak ve muhafaza etmek için çalışır ve Güneydoğu Utah’ın Bears Ears bölgesinin korunmasını aktif olarak destekler. (ç.n.)

[3] Black Mesa Su Koalisyonu, sürdürülebilir ve sağlıklı topluluklar inşa etme vizyonuyla Toprak Ana’yı ve Yerli Halkların kültürlerinin bütünlüğünü korumaya ve korumaya kendini adamıştır. (ç.n.)

[4] Fosil Yakıtsız yaşam savunucuları. (ç.n.)

[5] Idle No More, Aralık 2012’de dört kadın tarafından kurulan bir harekettir. (ç.n.)

[6] Tek bitki çeşidi yetiştirmek. (ç.n.)

[7] Ekotoplar arasında, geçiş özelliği gösteren ekosistemlere  ekoton denir. Yani iki komşu ekosistem arasında geçiş alanlarını ekotonlar oluşturur. (ç.n.)

Exit mobile version