Site icon Terrabayt

Normal İnsanlar’ın ‘Normali’

Genç bir İrlandalı yazar olan Sally Rooney’nin Dostlarla Sohbetler (2017) isimli ilk kitabının ardından yayımladığı ikinci romanı Normal İnsanlar, genç bir kadın ve erkek arasında daha lise yıllarında başlayan bir ilişkinin ilerleyen yıllar boyunca dönüşümünü, bu dönüşümün tek tek gençleri de değiştirmesini ele alıyor. Gerçeği eğip bükmeyen, süslemeyen, dosdoğru diliyle samimi bir anlatı kuran Rooney, Marianne ve Connell karakterleri üzerinden günümüzde kısmen gözden düşen sınıfsal belirlenimleri de es geçmeden güvencesizlikle malul çağımızda, ‘gelişmiş dünyada’ ilişkilerin aldığı yeni biçimleri gözler önüne seriyor.

Maddi zenginlik ve duygusal bir yoksunluk içerisinde, abisinden şiddet görerek yetişen Marianne Sheridan ile maddi yoksulluk içinde erdemli bir annenin duygusal yakınlığını hissederek yetişen Connell Waldron’un yolları lise yıllarında kesişir. Ortak noktaları ikisinin de babasızlığıdır. Parlak bir öğrenci olan Marianne, zekasına ve sınıfsal konumuna rağmen okulun ucubeleri arasındadır, gizlilik içerisinde sürdürdükleri ilişkileri, popüler bir öğrenci olan Connell’in sosyal sermayesi gereği daha cazip gördüğü bir kızla resmi bir ilişkiye başlamasıyla sona erer.



Çift daha sonra, Trinity Üniversitesi’nde yeniden karşılaştıklarında bu roller tersine dönmüş gibidir. Sınıfsal konumunun yetişkin hayatlarında daha da önem kazanmasının da etkisiyle popüler olan Marianne, ‘dışarıda’ tutulan artık Connell’dir. Kitapta ikilinin bir başlayıp bir biten, araya başkalarının girdiği ilişkilerinin dört yıllık seyri anlatılır.

Kitabın esas teması, ilişkilerin doğal seyrinin Zygmunt Bauman’ın tabiriyle ‘akışkan’lık olduğu, piyasa ekonomisine mahsus güvencesizliğin öznellik üretimine ve ilişkilenme biçimlerine de yansıdığı bir zamanda, güç ilişkilerini belirleyen farklı eksenlerin – bilhassa cinsiyet ve sınıf eksenlerinin- girift yapısı içerisinde zaman içerisinde kopan ve tekrar tekrar kurulan bir bağın izini sürmektir. Marianne, Connell karşısında sınıfsal açıdan ayrıcalıklıdır, ilişkilerinin her safhasına yansır bu ayrıcalık, öte yandan yetiştiği ortamda gördüğü, annesi tarafından da olağanlaştırılan erkek şiddeti, cinsiyet üzerinden sahip olduğu avantajsız konumu pekiştirir. Belki de bu şiddet geçmişi yüzünden erkekler karşısında zaman zaman yıkıcı da olan mazoşist bir tavır takınır. Kitabın büyük bir kısmında kendi değerinin farkına varamaz.

Bu durumun yarattığı cinsiyetli kırılganlık Connell’in bir erkek olarak Marianne’in üzerinde sahip olduğu gücü net bir biçimde hissetmesine neden olur. Kitapta birkaç yerde Connell’in içinden ‘şu anda ona ne istersem yapabilirim ve hiçbir şey demez’ diye düşündüğü görülür. Hatta bu düşünce yüzünden suçluluk ve utanç duyduğu da olur. Marianne’in Connell karşısında sahip olduğu sınıf ayrıcalığının, farklı bir eksende sahip olduğu bu kırılganlıkla dengelendiği, bu hassas dengenin bitip yeniden başlayan ilişkilerinin seyri boyunca korunduğu görülür. Babasızlık ortak paydasının Connell’daki tezahürü, toplumsal cinsiyet belirlenimine uygun olarak yakınlık kurma sorunlarıdır -öyle ya bell hooks’un da dediği gibi ataerkil bir toplumsal düzende duygusal yakınlık kuramama, sevememe erkekliğin nişanı olarak görülür- oysa Marianne abisinin şiddetiyle ve annesinin kayıtsızlığıyla pekişen bu ortak paydayı kendini değersiz görme, mazoşizme eğilim ve ona zarar veren erkeklerle bağ kurma şeklinde yaşar. Cinsiyet ve sınıf belirlenimleri böylece ilişkilerinin seyrini belirlerken, içinde bulunduğumuz çağa mahsus kırılgan ve güvencesiz ilişkilenme biçimlerinin de bu toplama arka plan oluşturduğu görülür.

Zygmunt Bauman, modern çağı ‘akışkanlığın’, yani bağların kırılganlığının belirlediğini öne sürerek günümüzde hâkim ilişkilenme biçimini de ‘akışkan aşk’ şeklinde ifade etmişti. Akışkan modern yaşamda, ona göre, kalıcı bağlar kurulamaz, geçici bir süre ilişkilendiğimiz her şeyin aynı kolaylıkla bozulması beklenir. Sanal iletişim de gerçek bağlar olmaksızın, bağ içerisinde olma tatmini doyurarak buna hizmet eder. Bu aslında 2008 ekonomik krizi ve sonrasında finansal dünyada yaşanan hale benzer. Para üzerine para yapmaya dayalı sanal finansal hareketin yarattığı devasa balon, gerçek yaşamda ödenemeyen borçlar vs. şeklinde reele çarptığında yaşanan kriz, olmayan ama varmış gibi yapılan ve Bauman’ın belirttiği gibi kolaylıkla yapılıp bozulabilen ilişkilenme biçimlerinin yarattığı duygulanımsal krizle konuşur. Brigitte Vasollo da bunu tüketim ilişkileriyle bağlantılandırır, ihtimallerin sonsuz olduğu fikri ve her daim daha iyisinin bizi bir yerlerde beklediği anlayışının insanlara da meta muamelesi yapılmasına vardığını belirtir. Sistemik krizler, öznellik krizleriyle, bireysel olan toplumsal olanla konuşur.

Normal İnsanlar, genç bir yazarın bu ilişki dünyasına dair dürüst, cesur, neredeyse hiper-gerçekçi yaklaşımı. Belki de bunca sevilmesinin ardında bu cüret yer alır. Nasıl ki Gurur ve Önyargı belli bir zamanın Tin’ini, toplumsal cinsiyetli ilişkilenme düzleminde karşılaşma ve bağı kurma/koruma ihtimallerini yansıtmıştır, Normal İnsanlar da belli ölçülerde modern, hatta modern-sonrası dönemde öznellik ve ilişkilenme biçimlerine ayna tutar. Dilinin romantizmden, süslü ifadelerden uzak handiyse kuru olmasını buna mı yormalı? Günümüzde Gurur ve Önyargı muadili yakınlaşma-uzaklaşma, yanlış anlaşılmalar, hesaplaşmalar ve kendini bulma temelli bir sevgi, dostluk ve dönüşüm hikayesinin koşulu belki de bu sert gerçekçi dildir.

Nihayetinde Normal İnsanlar, bu ‘akışkanlık’ zemininde karşılaşan iki gencin, git-geller içinde de olsa bütün kırılganlığıyla karşılıklı güçlenme zemini olarak bir bağı koruma, bu şekilde dönüşme yönlü iradesini gösterir.  Semptomları birbiriyle konuşan Marianne ve Connell, bu ilişki boyunca kendileriyle yüzleşir, olgunlaşır, birbirini güçlendirir. Kitabın sonlarına doğru nihayet çiftin gerçekten birlikte olabildiğini, Marianne’in kendini değersiz hissetmeye dönük yıkıcı hisleriyle yüzleştiğini görürüz. ‘Sonsuza kadar mutlu’ kolaycılığı da sunmaz Rooney, ayrılık belli ki yine kapıdadır. Lakin Marianne ve Connel, belki de, Clarisa Pinkola Estes’in Kurtlarla Koşan Kadınlar’da belirttiği gibi her türlü bağın ve ilişkinin de yaşam, ölüm, yeniden doğum döngüsünü izlediğini kabul etmiş, modern tüketim çağının dayattığı ‘akışkanlık’ karşısına bu döngüyü koymuştur kim bilir? Hep bir ‘normal olma’ arzusu ve olamama, gerçeğin soğuk beklentilerine uyma/ma endişesinin ve kırılganlığının belirlenimi altında kalan günümüz gençlerinin çıkışı belki de budur.


Bu yazı ilk olarak AdHoc Dergi‘de yayımlanmıştır.

Exit mobile version