Site icon Terrabayt

“Moon” (Ay) Filmi Hakkında Bir İnceleme

Duncan Jones’un ilk uzun metraj filmi olan 2009 yapımı “Moon” (Uzay), ilginç bir olay örgüsüne sahip olmakla birlikte ne yazık ki ekranlara yeni bir soluk getirme konusunda yetersiz kalıyor. 2001: A Space Odyssey (Stanley Kubrick, 1968), Alien, The Eighth Passenger (Ridley Scott, 1979) ve Blade Runner (Ridley Scott, 1982) filmlerinden ilham alan “Moon”, çevremizdeki dünyanın sahteliği ve her birimizin varlığının biricikliği gibi çekici temaları irdeliyor. Bunlar, daha önceki makalemizde derinlemesine incelediğimiz Matrix (Wachowski kardeşler, 1999) ve Truman Show (Peter Weir, 1998) filmlerinde de ele alınan konular. Bu heyecan verici konular birçok insanın ilgisini çekiyor ve onlara sorular sorduruyor.

Yaşadığımız dünya gerçek mi? Bizi çevreleyen gerçeklik gerçek mi? Biz gerçekte kimiz? Bunlar kendimize sormaya çok alışık olmadığımız sorular, çünkü cevapları bize apaçıkmış gibi geliyor. Elbette dünya gerçek! “Moon” filminde, karşımıza çıkan “gerçek” gerçeklik şu: Ay’ın karanlık yüzündeki Sarang Maden Üssü’nde çalışan insan bir operatörün üç yıllık iş sözleşmesi biter. Sam Bell, Ay’ın o bölgesindeki Helyum-3 yataklarından yararlanan, enerji sektöründe yer alan çok uluslu Lunar Industries şirketi için çalışmaktadır. Gelecekteki bu yıllarda Dünya gezegeni aşırı nüfuslu ve aşırı sanayileşmiş bir toplumun enerji ihtiyaçlarını karşılayacak doğal rezervlerden yoksundur. Helyum-3 ise dünya nüfusunun hayatta kalması ve gelişmesi için elzem bir kaynaktır.

Sam Rockwell’in başarıyla canlandırdığı Sam Bell karakteri, uzay üssünde geçen üç yıllık tecrit ve yalnızlığın etkilerini hissetmeye başlar. (Not: Dublajlı versiyonlarda Bell’in performansı seyirciye çok iyi geçmeyebilir.) Görevi de büyük kazı makinelerinin Helyum-3 çıkarma işleminin sorunsuz bir şekilde gerçekleşmesini sağlamaktan ibaret olduğundan ona pek bir eğlence alanı sunmaz. Bu can sıkıcı, fiziksel ve zihinsel açıdan yorucu ortamda, olaylar gelişmeye başlar: Sam Bell halüsinasyonlar ve rüyalar görmeye başlar.

Moon (2009)

Ürkütücü bir sahne bizi Sam’in uzay üssünde yalnız olmadığını gördüğümüze inandırır. Hepsi aslında bizim (ve de onun) hayal gücünün ürünüdür. Aslında kahramanımızın sahip olduğu tek yoldaş, üssteki tek çalışan olan Sam’in kahyası, kölesi ve koruyucusu olarak görev yapan GERTY isimli bir yapay zeka robotudur: Alien filmindeki Anne karakterinde gördüğümüz şeytani emellere sahip olmamakla birlikte, gerçekte gizlediğinden daha fazlasını gizliyormuş izlenimi bırakan bir karakter.  

Dünyayla ve şirketteki kıdemlileriyle sürekli ve doğrudan iletişim halinde olan Sam Bell, sözleşmesini tamamlamak için yalnızca iki haftası kaldığının farkındadır. Dünyadaki eşi ve kızı onun eve dönüşünü beklemektedir. Ancak tüm hikayelerde olduğu gibi, olayların sarsıcı biçimde yön değiştirmesi, aynı derecede şiddetli bir olayla gerçekleşir. Kazı araçlarından birini kontrol ettiği esnada Sam ciddi bir kaza geçirir. 

Bunu takip eden sahnede, Sam’in GERTY’nin kendisini karşıladığı bir sağlık odasında uyandığını görürüz. “Neredeyim ben? bana ne oldu?” diye robota sorar. Sadık robot ona bir kaza geçirdiğini açıklar ve ondan dinlenmesini ister. Bir süre sonra Sam yeniden enerji dolu haline döner ve kazayı unutmuş görünmektedir.

Bir noktada Sam, robot dostunun üssü terk etmesine izin vermediğini fark eder. Israr eder ve amacına ulaşır: Üssünden ayrılır ve hasarlı kazı aracını aramaya başlar. Kaza mahalline vardığında şaşırtıcı bir şey bulur: Kendisini. Şimdiye kadar, ona söylenmeyen bir sebepten dolayı üssü terk etmesine izin verilmemiştir. Ne keşif ama!

Daha önce bu temayı işleyen başka filmler izlememiş olan biri için filmin bu noktası oldukça beyin yakıcı. Bu tür konuları işleyen filmlerle haşır neşir olanların ise akıllarında tek bir soru var: robot mu, halüsinasyon mu yoksa klon mu? Aynı sahnede birbirinin aynısı olan iki insan belirdiğinde, seyirci karşısındaki Sam Bell ile ilgili bir sorun olduğunu anlar.Truman ve Neo’nun hikayelerinde bir şeylerden şüphelenmeleri çabuk olmuşken, burada zaman alır. İşin içinde bir bit yeniği vardır. Morpheus’un deyişiyle , beyinde bir kıymık. Sam yaralı olan Sam’i üsse geri getirip tedavi ettiğinde, izleyici hikayede Duncan Jones’un başarılı yönetmenliğiyle aktardığı ilginç bir değişime tanıklık eder: Sağlık odasında uyanan Sam, filmin ilk bölümünde tanıştığımız Sam ile aynı kişi DEĞİLDİR. Bizim ilk tanıştığımız Sam, kazı aracıyla kaza yapan kişidir ve bu nedenle yaralıdır. O halde, sedyede uyanan ve bizim tanıştığımız Sam’i kurtarmaya giden Sam kim?

Bizim Sam kazadan sonra zar zor toparlandığında, sağlıklı ve birbirinin aynısı iki Sam karşı karşıya gelir. Elbette ikisi de orijinal Sam olduğuna inanmaktadır, ve diğer Sam’in klon olduğunu düşünmektedir. Bu noktadan itibaren kaza geçiren Sam’den Sam 1, üssü terk etmesine izin vermesi için GERTY’i ikna eden ve kaza mahalline giden Sam’den ise Sam 2 diye bahsedeceğiz.

Moon (2009). Sam Bell’i canlandıran Sam Rockwell.

Kazadan önce halüsinasyonlar görmekte olan Sam 1, Sam 2’yi kendi hayal dünyasının bir ürünü sanar. Neo ve Truman’ın kırmızı hapı Sam 1’den çok daha önce seçtiklerini söylememizin nedeni de bu, çünkü Sam 1 illüzyonlarına inanmaya devam etmeyi tercih ediyor (ki aslında illüzyon değiller). Sam 2 bir yanılsama değil ve Sam 1 onu görünce daha yoğun bir tepki göstermiş olmalıydı. Filme gelen eleştirilerden biri tam da budur: Sam 1’in üç yıl boyunca yalnız başına yaşadığı üsste birdenbire yeni birinin ortaya çıkmasını ve bu yeni kişinin onun tıpatıp aynısı olmasını çok hızlı kabul etmesi. Bu sebeple Sam 1’in tepkisi seyirciye pek inandırıcı gelmez.

Nihayetinde, günler geçtikten ve sözleşmesinin bitişi yaklaştıktan sonra, Sam 1 sonunda GERTY’ye ortada ne haltlar döndüğünü sormaya karar verir (dil için üzgünüm, ama durum bunu hak ediyor). Robot, her zamanki güvenilir haliyle, aşırı direkt bir şekilde cevap verir (ki bu da inandırıcılığı zedeler ve senaryoyu kötüleştirir) ve gerçeği açıklar: Sam 1, asıl Sam’in basit bir klonudur , asıl Sam ise yıllar önce bir dönem burada çalışmış olan bir insan operatördür. Sam 2 de elbette, aynı kişinin, şimdi ailesiyle birlikte Dünya’da bulunan asıl Sam’in bir klonudur. 

Bu devasa haber karşısında Sam 1’in tepkisi yine aşırı derecede kayıtsızdır. Bu durum kendini içinde bulduğu talihsiz fiziksel ve zihinsel durumla açıklanabilir. Klonun bozulmaya ve çökmeye başlamadan önce ömrü üç yıldır. Yavaş yavaş genel fikri anlıyoruz: her bozulan klonun yerini şirket yenisiyle doldurur. Yapılacak iş basittir ve Lunar Industries Şirketi için bir çalışan (maaş, haklar ve aile ile) tutmak, bir klon yerleştirmekten (maaş yok, haklar yok… ve aile yok) çok daha pahalıya patlayacaktır. Doğru tahmin ettiniz: Sam’in beynine yapay hatıralar yerleştirilmiştir, tıpkı Blade Runner’daki zavallı Rachel gibi. Sam 1’in Dünya’da onu bekleyen hiç kimsesi yoktur, ne bir eşi ne de bir kızı. Duvardaki tüm o resimler ve yolladığı mesajlar sahte bir gerçekliği yansıtmaktadır.

Tüm hikâye ortaya çıktıktan sonra film herhangi bir aksiyon olmadan, Mozart’ın K299’u (Kaptan Dallas da “Nostromo”da klasik müzik dinlemeyi sever) eşliğinde devam eder. Şu anda Dünya’da yaşayan belirli bir Sam Bell’in klonları olduklarını kabul etmelerinin akabinde, her gördüğümüzde durumu daha kötüye giden Sam 1 ve ondan üç yaş daha genç olan Sam 2 üssün altında diğer klonların depolandığı gizli bir oda keşfederler: Sam 3, Sam 4, Sam 5… sanki nesnelermiş gibi.

GERTY, her yeni klonun sağlık odasında uyandırıldığını ve onlara “bir kaza geçirdin” dendiğini açıklar. Ve artık üç yaşına gelmiş, halüsinasyonlar gören, dikkatleri dağınık olan, bedenleri zayıf, zihinleri yorgun, işlevleri zayıflamış ve yaşlanmış klonlardan kurtulmanın yolu, onları teoride “Dünya’ya geri gitmelerini sağlayacak olan” bir kapsülün içinde yakmaktır. Duncan Jones, tüm olay örgüsüne mantıklı bir açıklama getirmeyi başarmaktadır ve sonunda her şeyin aslında çok basit olduğu ortaya çıkar.

 “Moon” filmini iyi yapan şey filmin felsefesi, ancak bir başyapıt veya Sinema Tarihi kitaplarına geçmeyi hak eden bir film olma şansını 40 yıl geç gelerek kaçırdı. Ne bize söyleyeceği yeni bir şey var ne de Blade Runner ve Matrix’in çoktan sorduğu sorular dışında sunduğu bir alternatif.


Vanventura dergisinde yayınlanan yazıyı Müberra Özkan çevirdi. Çeviriyi Aylin Şengüldür redakte etti.

Bu metin, Boğaziçi Üniversitesi’nde 2021-2022 eğitim döneminde Dr. Tülay Çağlıtütüncigil tarafından verilen SPA 412 dersi kapsamında çevrilmiştir. Kaynak metinler öğrenciler tarafından seçilerek İspanyolca aslından Türkçeye çevrilmiş, metinlerin ilk revizyonları öğrenciler tarafından yapılmıştır.


Exit mobile version