Site icon Terrabayt

Gecenin Sonuna Yolculuk: Düşkün ve Sefil

Giriş: Aydınlığın Sefaleti

Althusser’in bir söyleşisinde aydınları toplumun en alt kesimi sayması,[1] entelektüelliğin kayıpları üzerine düşünmemi müthiş teşvik etmişti. Sanatçı biyografilerini okuduğumda görürüm ki bu hayatların istisnasız birçoğu, bana sanat üretimindeki başarının ekonomik bir arka planı olduğunu ispatlar; birinin bir okuma eylemine yani boş bir zamanına hitap eden bir kültür nesnesi üretecekseniz sizin de boş bir zamanınız olmalı. Yazar biyografilerinin, lisans dereceleri ve burjuva kültürüne çıkan okul isimleriyle dolu olduğu görülür. Ancak tüm bunlar, sanatçının çıkışı hangi sınıftan olursa olsun ticari başarı elde ettiğinde, modern toplumda burjuvalaştığı anlamı veriyor.

Ortalama bir işçinin-esnafın; felsefenin, sanatın vb.nin dertleriyle uğraşmasına imkân yok. O, yaşamını ikame ettirmesine yarayacak asgari güven alanını oluşturabilmek için çalışmaya mecbur bir insanın dertleriyle doludur. Oysa birçok sanatçı, eser üretimi için mesainin mecburiyetlerinden artakalan bir konfor vaktine ihtiyaç duyar. Sanatın; düşünce derinliğinin zorluklarından filan hiç değil, tersine mesaiden artakalan zamanın bolluğundan türediğini düşünüyorum. Sanatçıların bir çoğu hali vakti yerinde veya hali vakti yerinde bir kişinin kimliği ve alışkanlıklarını, içine girdiği çevrelerin de ilgisini çekebilecek denli kuşandığında sanatçı etiketine ulaşabilen, aslında içinde piştikleri kültürde mahsur kalmış kimseler. Sanat gereksinmesi de bu sınıfsal mahsurluk haline ihanet etme hırçınlığıyla ikame ediliyor genellikle. O kadar ki, yakın geçmiş özelinde, yoksul bir sanatçı dendiğinde, aslında eserlerinden ticari başarı sağlayamamış bir aristokrat veya burjuva geçmişi olan bir kişi kastediliyor. Yani bir işçinin Basit Bir Yaşamı Sağlamanın On Altın Kuralı türünden meselelerle uğraşmasının ne gibi bir açıklaması olabilir? Basit yaşam, her zevke kendini boğabilecek olmanın anhedonisiyle[2] içi şişmiş birinin, İmparator Marcus Aurelius gibi Stoiklerin[3] derdine merhem olabilir ancak, söz gelişi balık tezgâhında çalışan bir esnaf için hayat, bu tür başlıklar üzerinden tartışıldığında ölçülebilen bir olgu değildir, onun dünyayla ilişkisi Aurelius gibilerinkinden daha gerçek değil de nedir.

Céline de şüphe yok ki, yukarıda bahsettiğim sanatçı-aydın tiplemesinden üç eksiği beş fazlası olan biri fakat sokağı raporlayan bir üslubu sanatına marifetle aktarması, bu tarz bir şeyi tercih etmesi bakımından da onu genel sanatçı tipinden ayıklıyorum.

Bardamuleşmiş Louis-Ferdinand Céline

Bardamu, kesinlikle vurdumduymaz biri. Savaş esnasında yitip gitmiş insanlara karşı hamasi bir acıma duygusuna kapılmıyor, yitip gidişin absürt gerçekliği onu daha fazla ilgilendiriyor:

“Bana, kapkaranlıkla göt deliği hakkında söylediklerini iki üç kez daha tekrarladı, sonra da öldü, aradan bir süre geçtikten sonra, bir köyden çıkarken, vuruluverdi, gayet iyi anımsıyorum, başkası sandığımız bir köy çıkışında, bizi başkası sanan Fransızlar tarafından.” (Céline, 2022, s. 43)

Bardamu karakterinin doğrudan Céline ile alakalı olduğu düşüncesini banal bulmuyorum. Bardamu’yü yazabilmiş Céline’in veya Bardamuleşmiş Céline’in ise, ideolojik fikirlerinde ‘’malum’’ noktalara kadar düşünce sınırını sündürmesine ise hiç şaşırmıyorum.[4] Zira romandaki savaş sahneleri; hiç de öyle bir medeniyet krizini aktaran ideolojik belgeseller değiller ve bir takım ahlaki tezler de içermiyorlar -biz eseri sindirdiğimizde ancak ortada bir medeniyet sorunu olduğunu çıkarsıyoruz, yazarın bu tarz bir dertle ne kadar dertlendiği meçhul: Sen anarşistin tekisin, işte hepsi bu!- (a.g.e., s. 24) tersine; ahlaken çirkin ve sorumsuz bulunabilecek bir perspektifle, komedi denebilecek bir merceğe kadar çekilmiş bir kamerayla karşı karşıyayız. Céline’de duyarlı bir eleştiri gözü yok: Gecenin Sonuna Yolculuk, tezleri olduğu; yoksa bile bulunabileceği türünden eleştirel okumalara imkân verecek denli alegorik bir zekânın ürünü olmaktan çok; parlak gözlemlerinde takıntılı bir gerçekçiliğin okunabileceği, lirizmin romanı okuyan kişiyi tatlı tatlı sardığı bölümlerindeyse özdeyişlere dayalı bir koyvermişliğin zihni tırmaladığı bir roman. Ama buradaki vazgeçmişliğin de işte, babasının dişiyle tırnağıyla yarattığı ataerkil kontrol alanını sözüm ona reddetmenin çileleriyle dolu bir burjuva-küçük burjuva aydınının toplumsalın soğuk ve kıllı göbeğiyle didişmekten uzak bir tavrı yok, yazar ya gerçek bir düşmüş ya da düşkünlüğü çok iyi aynalayan sinik bir narsisist: “İnsanların çoğu ancak son anda ölürler; kimileri ise yirmi yıl öncesinden, hatta daha bile erken başlarlar bu işe. Onlar işte dünyanın düşkünleridir.” (a.g.e., s. 51)

Louis-Ferdinand Céline, Gecenin Sonuna Yolculuk. Çev. Yiğit Bener. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2002.

Bardamuleşmiş Céline’in o kırılgan entelektüel nezaketiyle de işi yok, felsefi bir duyarlık yok onda; contalara karşı ilgisi ustalık seviyesinde olan bir sıhhi tesisatçının veya hiltinin tüm sırlarını bilen bir zanaatkârın, mesleğinden başka hiçbir detayın nuruyla aydınlanmayan zihnine milyarda bir ihtimalle bir şimşek çakmış da şimdiye kadarki düşüncesi kömür olmasına karşılık, hayatının bundan sonrasına acayip bir dehayla devam etmeye mecbur kalmış bir hali gibi kendisi. Bardamu’de dostluğa, aşka, şehrin boğuculuğuna, tüm zorluklarına rağmen bir işte dikiş tutturabilmenin erdemlerine filan da övgü yok çünkü özellikle para denilen cisimleşmiş kötülük Huysmans’da olduğu kadar[5] onda da başlı başına ahlaki bir sabotaj derecesindedir, Bardamu’de küçük insanların çalışkanlığı olsa olsa medeni görünen her ağırbaşlılığın en haylaz kırıntısına inebilmeye kapı araladığı ölçüde ilgi çekici ve bilhassa eğlencelidir: “Kapıcısız bir kentin tarihi de yoktur… Doğrudan doğruya kapıcıya, yaşamın tam ortasına, oluk oluk akarak yatak odasından, mutfaktan, tavan arasından sızan ayıplar… Bizim oraların kimi kapıcılarının görev aşkına telef oldukları bile görülmüştür…” (a.g.e., s. 224)Ve sanatçılığın ayrıcalıklı psikolojik doğası da onun için övgüye değer bir iş sayılmaz: “Narin kişilerin sağlığına duyarlı bu hekimler, onu ordudan uzak tutuyorlarmış. Bu durumu telafi etmek için de, bu ozancık, sağlığını tehlikeye atma pahasına ve tüm yüce manevi gücünü kullanarak bizler için ‘Zaferimizin Manevi Tunç Siperi’ni kazımaya koyulmuş.” (a.g.e., s. 115)

Ne Anlatıyor?

Romanın anlattığı şey ise, düşkün bir aylaklıkla çalkalanan uzun bir gezintidir. Başkarakter, gittiği her yere kendisini götürüyor, gitmenin kurtulmakla bir ilgisi yok bu yüzden, o sebeple, Ferdinand Bardamu tüm düşkünler yerine seyahate çıkarılmış belli ki, bizlere, gözlerimizi kapatıp hayale kapıldığımızda, gezip sürttüğümüzde bile, kendi sefaletimizin ötesine varamadığımız, fakirliğin zevkleriyle dolu züğürt bir evreni sunmasını biliyor.

Roman çok fazla mekân atlıyor: Fransız ordusu, karargâh olarak kullanılan sakin Fransız köyleri. Hop oradan savaş gerilimi içinde akılları şaşmış erlerin biriktiği koğuşlarla dolu, Issy-les-Moulineaux’daki askeri hastane. Oradan Amerika’ya doğru Ahabvari bir yolculuk. Başka bir medeniyete kaçarak anavatanın çürümüşlüğünden doğduğu sanılan sorunların bu sefer yeni bir kültür sahasında tecrübe edilmesi. Oradan Fransız sömürgesi Bambola-Fort-Gono’ya doğru bir gemi seyahati ve bu seyahat sonrasındaki kaba fars[6] gösterisi: Asker ve memurların; kendi aralarındaki rütbe farkından doğan; üniformalarının içinde aslında yozlaşmış bir toplumu medeni kılmaya çalışan sömürgeci insanların yontucu fakat köhne bir sorumlulukla mumyalanmış görev ahlaklarına dair güldürüler: “Nice memur Vali’nin günün birinde karılarıyla yatacağı umuduna bel bağlayıp bununla oyalanıyordu ama Vali kadınları sevmiyordu.” (a.g.e., s. 141) Fort Gono’daki talana dayalı kurnaz medeni çehre ve hem iklimsel hem de Kıta’dan[7] transfer edilen taşıma bir kültürün doğurduğu çoraklığa dair bir mizah ve daha nicesi.


Ana Görsel: Lâedrî, İhlaller, Mart 2023. Kolajda, Clark Hullings’in 1951 tarihli bir Gecenin Sonuna Yolculuk baskısı için yaptığı kapak çalışmasından istifade edilmiştir. Kaynak: Make It Old, CC BY-NC-SA 2.0. https://openverse.org/en-gb/image/c25d6306-752f-4aa4-bacb-9ff0ec4d29b6?q=louis%20ferdinand%20celine. İhlaller’de faydalanılan diğer bütün görseller, temin edildikleri sitelerde kamu malı (public domain) olarak etiketlendirilmiştir. (Yazarın notu)


[1]‘’İşçiler, köylüler, aydınlar, vb… Bir rejim en alttakiler tarafından reddedildiği zaman, devrimin patlak vereceğini söylemek yeterlidir.’’ (Althusser, 2017, parag. 34).

[2] Anhedoni: Süreğenleşmiş zevk kaybı.

[3] Stoisizm, Stoacılık: Modern hukuk sistemine de gönderimleri ve ilhamları olan, Antik Yunan’ın çöküşüne yakın ortaya çıkmış bir felsefe okuludur.

[4] Burada malûmun ilâmı faşizm ve Yahudi karşıtlığı meseledir. Romanın çevirmeni Yiğit Bener, bir yazısında yazarın kafasındaki yabancı karşıtlığını Yahudiler nezdinde cisimleştirmesine sebep olan 1937 tarihli Bagatelles pour un massacre (Bir Katliam İçin Ivır Zıvır) ile başlayan ve daha sonra devamı gelen kitapçıklar için ‘’mide bulandırıcı antisemit risaleler’’ ifadesini kullanır. (Bener, 2020, para. 2) Yazarın ırkçı fikirleri işte bu tarz kitapçıklarla kendilerini göstermeye başlamışlardır.

[5] “Ruhların efendisi olan bu para, Şeytan’a ait, başka açıklaması yok. Bunun kadar çözülemez ne çok gizem var; düşünmeyi bilen insanların, önünde titremesi gereken ne çok rastlantı!” (Huysmans, Lâ – Bas (Orada), 2010, s. 16)

[6] Bir komedi alt türü. Farslar; mesaj kaygısı gütmeyen, tesadüfi olaylarla örülü, komikliğini daha çok yanlış anlama, bedensel tuhaflıklar, söz oyunları gibi durumlardan çıkarır.

[7] Avrupa kıtası kastediliyor.

Exit mobile version