Site icon Terrabayt

Eşzamanlılık: Thomas de Quincey ve Nihat Hatipoğlu

“Tarihte, İsa’nın henüz ortaya çıkmadığı, Tanrıların ise artık olmadığı, Cicero’yla Marcus Aurelius dönemleri arasında insanın tek başına direndiği benzersiz bir an vardır.”

– Gustave Flaubert [1]


Hayat çok tuhaf. Bazı şeyler hiç hesapta yokken, üstüne üstlük siz koltuğunuzda sessizce oturmaya karar verdikten kısa bir süre sonra pattadanak kucağınıza düşüp zaten zor bulduğunuz huzurunuzu kaçırıveriyor (bir koltukta hiçbir şey yapmadan otururken şeylerin ta ayakucunuza gelip dingin ruhunuzu etkilemesiyle neyi kastettiğim hemen aşağıda açıklık kazanacak, üstelik Kafka’ya bile başvurmadan[2]). Gerçekten kurgu bana ait değil: Malum, bu pandemi günlerinde oyalanmak için Thomas de Quincey’nin yıllardır kitaplıkta okunmadan duran İngiliz Posta Arabası’nı okumaya karar veriyorum. Quincey bir posta arabası yolculuğunda arabacının yanında sessizce oturmak dışında yapacağı bir şey yokken, arabacının uyuyakalması yüzünden yaşanacak bir kazadan kıl payıyla kurtulur. Kurtulur kurtulmasına da, yaşadığı o kısacık an ömrü boyunca peşini bırakmaz, muhtemelen bu kitabı da “yazmak zorunda kaldığı için” yazar (Quincey’nin hiç zorunda kalmadığı bir şey yazıp yazmadığı sorusunu ise filologlara ve tarihçilere bırakıyorum). Neyse, kitabı okurken yazarın “ani ölüm”e dair yazdıkları dikkatimi çekiyor. Tam da ölüm korkusunun panem et circenses (yoksa “maske ve kolonya” mı demeliyim?) ile kol kola gezdiği şu Barok zamanlara yakışır bir tema… Aynı günün akşamında internette lalettayin gezinirken televizyon hatibi ve üniversite rektörü Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu’nun da “ani ölüm” olgusundan bahsettiği bir gazete fıkrasına (“Bu Da Geçer Ya Hû!”) rastlıyor muyum? Rastlıyorum ve tahmin edersiniz, çok şaşırıyorum. Ekrandaki görüntüyü yukarı kaydırmakla kurtulamadığım bu tesadüfle ne yapacağımı düşünürken, bu karşılaşma üzerine yazma fikri Quincey’de olduğu gibi beni de dürtüp duruyor (elbette benim karşılaşmam Quincey’ninki ile karşılaştırılamaz). Açıkçası yukarıda tesadüf olarak nitelediğim bu karşılaşmayı Jung’un terimiyle bir “eşzamanlılık” (synchronicity) olarak görme ayartısına da kapılmıyor değilim.[3] Kısacası dev balina videoları izlemek dururken böyle bir yazı yazmaya, hele şu (teolojiko-politik göndermemi mazur görün) ahir zamanlarda iyice azmanlaşmış yazı enflasyonuna katkı yapmaya hiç niyetim olmadığını baştan vurgulamak isterim. Mecbur kalmasaydım yapmazdım. Zaten mecbur kalmamış biri neden başlıktaki iki ismi yan yana getirmeye çalışsın ki?

T. de Quincey’nin aktardığına göre kendisine düzenlenecek suikasttan önceki gece, son akşam yemeğinde Jül Sezar’a (MÖ 100-MÖ 44) hangi ölümün daha iyi olduğu sorulmuş, o da “en ani şekilde gelecek ölüm” diye yanıt vermiş.[4] İngiliz Kilisesi’nin yaptığı backhand hamlesi ise bekleneceği üzere bunu bir müminin başına gelebilecek en büyük felaketler arasında saymak olmuş: “Yıldırımdan ve fırtınadan; vebadan, salgından ve açlıktan; savaştan ve cinayetten ve de ANİ ÖLÜM’den koru bizi, Ulu Tanrım”.[5] Ani bir ölüm kişinin elinden tövbe ihtimalini, dolayısıyla o ana dek yaptıkları üzerine tefekkür edip ruhunu arındırma fırsatını çekip alır. Romalı anlayış kişinin yaşamdaki iyi eylemlerinin (eu prattein) ötesini pek önemsemez[6], Hıristiyanlık ise kişinin yaşarken yaptıklarından bağımsız olarak ruhunun bedenden ayrılmadan önceki son hijyen raporunu da kendi oluşturduğu Son Yargı denklemine yerleştirir. Kısacası, gerçek bir Romalı (ille de ölmesi gerekiyorsa) ani bir ölümü arzular, Hıristiyan mümin ise böyle bir felaketin kendi başına gelmemesi için dua eder.[7] T. de Quincey çoğu okurun bu ayrımda “Paganizm” ve “Hıristiyanlık” arasındaki temel farktan öte bir şey görmeyeceğini söyler ve konu üzerine kendi derinlemesine tefekkürünü sürdürür. Ben şimdilik onun tanımladığı “çoğu okur” kümesinin bir elemanı olarak kalmayı tercih ediyor ve Pagan ile Hıristiyan tavır arasındaki bu temel karşıtlığı kabul etmekle yetiniyorum; zira benim buradan itibaren ilgileneceğim şey Quincey’nin meseleyi derinleştiren parlak fikirleri değil, bu “ani ölüm” temasına dair Nihat Hatipoğlu’nun yukarıda adı geçen yazısında söyledikleri olacak.

Ani ölüm Allah’ın bir lütfuna dönüşürken, acılar içinde bir can verme süreci de kişinin yaptıklarını gözden geçirip tövbe kapısı kapanmadan evvel bahşedilmiş son bir fırsata dönüşüyor. Bu kapsayıcılık bana Elias Canetti’nin Katolisizme ilişkin sözlerini hatırlattı: “Katolisizm” adı onun başlıca iddiasını, yani kendisinde herkese yer olduğu iddiasını yansıtır der Canetti.

N. Hatipoğlu’na bakılırsa “Müslümanın ani ölümü hediyedir”.[8] Ani ölüme dair bu Romalı tavır nereden çıktı derken, hemen ardındaki cümle işleri daha da karıştırıyor: “Sıkıntı çekmediği için hastalanarak, çekerek vefatı ise tövbeye vesiledir”.[9] Anlatım bozukluğundan kurtulup anlayabildiğim kadarıyla bu kez doğal olarak semavî dinlerin günahlardan arınma çağrısı mevzuya dâhil oldu! Elbette insan bir köşe yazısından diyalektik bir sentez beklemiyor ama hiçbir ayrım yapmadan “o da olur ama bu da uygundur” diyen bu hızlı geçiş de başımı döndürüyor (aklıma huzuruna getirilen davadaki herkese “haklısın” diyen Anadolu bilgesi Nasreddin Hoca geldi). Dini hususlarda görüş bildirecek ehliyetim yok, sadece sıradan bir okurun yapması gerektiği gibi herkes için erişime açık göstergeler arasında ilişki kurmaya çalışıyorum. Wittgenstein’ın “düşünme, bak!”[10] buyruğuna uyup Hatipoğlu’nun yazısına baktığımda gördüğüm manzara şu: İslam’da iki karşıt ilmihale ait her iki yazgıya da yer verilebiliyor. Ani ölüm Allah’ın bir lütfuna dönüşürken, acılar içinde bir can verme süreci de kişinin yaptıklarını gözden geçirip tövbe kapısı kapanmadan evvel bahşedilmiş son bir fırsata dönüşüyor. Bu kapsayıcılık bana Elias Canetti’nin Katolisizme ilişkin sözlerini hatırlattı: “Katolisizm” adı onun başlıca iddiasını, yani kendisinde herkese yer olduğu iddiasını yansıtır der Canetti (Sözcüğün Yunanca kökeni olan katholou ve Latince catholicus “bütün, evrensel, genel” anlamına gelir).[11] Katolik ritüeller müminlerini sükûnete davet etmek, kitlesel heyecanların yol açtığı tehditkâr patlamalardan uzak tutmak, dolayısıyla “ani ölümden” ve “keder yükünden” kurtarmak üzerine kurulmuştur; bu anlamıyla tam bir tevekkül dinidir: “Rahiplerin ağır ve katı, dini esaslar içindeki hareketleri, ölçülü adımları, sözcüklerin ağızdan çıkışı; bunların hepsi, ağıdın son derece seyreltilmiş hali gibidir; bu seyreltik ağıt yüzyıllar boyunca öyle düzenli bir biçimde yayılmıştır ki ölümün aniliğinden ve kederin şiddetinden geriye neredeyse hiçbir şey kalmamıştır; mumyalanmış fani bir ağıttır bu”.[12] Karl Marx “din, kitlelerin afyonudur” derken aklında sanırım buna benzer bir imge vardı.

Hocam, bu minvalde “İslam kolaylık dinidir” sözünün aşırı yorumlanmış olma ihtimali var mıdır? Şimdiden teşekkürler, hayırlı programlar…


[1] Aktaran Marguerite Yourcenar, Hadrianus’un Anıları, çev. Nili Bilkur, Helikopter Yay., 2018, İstanbul, s. 279.

[2] Hani sosyal medyada dolaşıp duran, Kafka’nın ünlü “Odandan çıkmana gerek yok, masanda otur ve dinle. Dinleme bile, sadece bekle. Bekleme, sessiz ve yalnız ol. Tüm dünya maskesini çıkarıp kendini sana özgürce sunacak. Başka seçeneği yok, kendinden geçerek karşında kıvranacak” aforizmasını kastediyorum (The Zürau Aphorisms, çev. Michael Hofmann, Harvill Secker, Londra, 2006, s. 108 (Aforizma 109) (Elbette bunu K.’ın içinde bulunduğumuz küresel salgın günlerine mahsus çok önceden yaptığı “evde kal” çağrısı olarak yorumlayacak kehanetperverlere sözüm yok). Gündeme “tinbilimsel” bir hava katma hevesinde değilim ama hem virüs gündemiyle hem de Kafka’nın sözüyle bir simetri oluşturduğu için Kont Yorck’un sözünü nakletmeliyim: “Tarih öyle bir şeydir ki, büyük patırtı kopartan ve gözle görülebilir olanlar aslında onun gerçek davası değildir. Örneğin sinirlerimiz gözle görülmez. Özsel olanların hiçbiri gözle görülmez aslında. Nasıl ki ‘sessiz olsaydınız güçlü olacaktınız’ sözü doğruysa, onun başka bir biçimi de doğrudur: sessiz olursanız duyacak ve anlayacaksınız’ (s. 26)”. Aktaran Martin Heidegger, Varlık ve Zaman, çev. K. Ökten, Agora Yay., İstanbul, 2008, s. 425. Ayrıca Briefwechsel zwischen Wilhelm Dilthey und dem Grafen Paul Yorck v. Wittenburg 1877-1897, Max Niemeyer, Halle, 1923, s. 26. archive.org (Mit der Geschichte ists so, dass was Spektakel macht und augenfällig ist nicht die Hauptsache ist. Die Nerven sind unsichtbar wie das Wesentliche überhaupt unsichtbar ist. Und wie es heisst: ‘Wenn ihr stille waret, so würdet ihr stark sein’ so ist auch die Variante wahr: wenn ihr stille seid so werdet ihr vernehmen d.h. verstehen. Tırnak içindeki kısım Yeşaya 30:15’tenmiş: Wilhelm Dilthey, Briefwechsel: Band II-1892-1895, Vandenhoeck-Ruprecht, 2015, s. 8n3. Okuyanlar görecektir, Nihat Hatipoğlu’nun adı geçen yazısında yer alan tevekkül tavsiyesiyle ilgili ilginç bir tesadüf de şu: Yeşaya “Rab kurtarıcıdır” anlamına geliyormuş…). Gözle görülemeyenlerle mücadele ettiğimiz şu zamanda, belki değiştirmek için değil ama anlamak için sessizliğe ihtiyaç var.

[3] “Bu varsayım nedenselliğe tam olarak karşıt bir bakış açısını formülleştiren bir kavram olan ve benim eşzamanlılık dediğim kuşkusuz ilginç bir ilkeyi içerir. Nitekim olayların nasıl olup da bir başkasından evrimleşerek geliştiğine dair bir tür geçici varsayım olan nedensellik yalnızca istatistiksel bir doğru olup mutlak değildir; eşzamanlılık ise zaman ve mekân içindeki olayların çakışmasını sırf tesadüften daha fazla bir şey, diyelim ki nesnel olayların hem kendileri arasındaki hem de gözlemcinin veyahut gözlemcilerin öznel (psişik) durumlarıyla arasındaki kendine özgü bir karşılıklı-bağlantı olarak ele alır”. C. G. Jung, Psychology and Religion: West and East, çev. R. F. C. Hull, Princeton University Press, Princeton, 1975, s. 592.

[4] Thomas de Quincey, İngiliz Posta Arabası, çev. Mehmet H. Doğan, YKY, İstanbul, 2016, s. 41.

[5] A. g. y.

[6] “Her bilgi ve her tercih bir iyiyi arzuladığına göre siyasetin arzuladığını söylediğimiz şey ve tüm yapılabilecek iyilerin en ucundaki şey nedir? Adı konusunda pek çok kişi anlaşıyor, hem sıradan hem de seçkin insanlar ona mutluluk diyorlar, iyi yaşamayı ve iyi durumda olmayı da (eu prattein-benim notum) mutlu olmakla bir tutuyorlar.” Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, çev. S. Babür, Kebikeç Yay., Ankara, 2005, s. 11 (1095a15). Nietzsche teşhisi şöyle koyar: Ah şu Yunanlar! Nasıl yaşayacaklarını biliyorlardı: Bunun için gereken cesurca yüzeyde durma; kıvrımda, tende, görünüşe hayranlık. Formlara, seslere, sözcüklere, görünüşün tüm Olympos’una inanmak. Bu Yunanlar yüzeyseldi-derinlikten uzak! Şen Bilim, çev. A. İnam, Say Yay., 2011, s. 19.

[7] Başka bir imparator, Marcus Aurelius da yaşama ilişkin tavrında aynı Stoacı yolun yolcusudur: “Her zaman o anda yaşamı terk edecekmişsin gibi davranmalı, konuşmalı ve düşünmelisin”. Düşünceler, çev. Ş. Karadeniz, YKY, İstanbul, 2017, s. 42. Spinoza’nın önerisi de sezaryen tavra uygundur: “Özgür insanın en az düşündüğü şey ölümdür, onun felsefesi ölüm üzerine değil, yaşam üzerine bir tefekkürdür”. Ethica, çev. Ç. Dürüşken, Kabalcı Yay., İstanbul, 2011, s. 671 (IV, 67. Önerme).

[8] https://www.sabah.com.tr/yazarlar/hatipoglu/2020/04/03/bu-da-gecer-ya-h (Erişim tarihi: 27.04.20)

[9] A. g. y. Aynı yazıda bir liste var: Ahirette kavga, hastalık, bela, musibet, ibadet, haram, sorumluluk olmayacakmış (italik bana ait).

[10] Ludwig Wittgenstein, Felsefi Soruşturmalar, çev. Haluk Barışcan, Metis Yay., İstanbul, 2007, s. 51 (pasaj 66). Din olgusu söz konusu olduğunda Wittgenstein’ın “aile benzerlikleri”ne başvurmak seçeneklerden biri olabilir: “Birbiriyle kesişen ve üst üste binen karmaşık bir benzerlikler ağıdır gördüğümüz. Gerek büyük gerekse küçük ölçekte benzerlikler”. A. g. e., s. 52.

[11] Elias Canetti, Kitle ve İktidar, çev. Gülşat Aygen, Ayrıntı Yay., İstanbul, 1998, s. 154. Geçenlerde Jose Mourinho’nun basın toplantısında bir muhabire Hegel okuyup okumadığını sorduğu bir videoya rastladım. Şöyle diyor: “Hegel says the truth is in the whole. It’s always in the whole that you find the truth” (Hegel hakikat bütündedir der. Hakikati bulacağın yer daima bütündür). https://youtu.be/VjnvtIMDphc?t=189 (Erişim tarihi: 03.06.20) Dünya-tarihsel süreklilik hattı Helenizm, Hıristiyanlık, Hegel, Mourinho şeklinde kurulabilir.

[12] Canetti, a. g. y. Zizek’in aktardığına göre G. K. Chesterton pagan tutumun hayatın neşeli bir savunmasıyken Hıristiyanlığın kederli bir vicdan azabını ve yaşamdan feragati dayattığı yönündeki yanlış anlamayı tersine çevirir, zira esas melankolik olan pagan tavırdır: Haz dolu bir hayat vaadi varmış gibi görünse de “her şeyin tadını çıkar, sonrasında seni ölüm ve çürüme bekliyor” der gibidir. Hıristiyanlık ise yüzeydeki azabın ve feragatin altındaki sonsuz neşeyi müjdeler: “Hıristiyanlığın dış halkasında etik feragatlerin katı muhafızları ve profesyonel papazlar vardır; fakat o katı muhafızın içinde çocuklar gibi dans eden, erkekler gibi şarap içen yıllanmış insan hayatını bulursunuz; Hıristiyanlık pagan özgürlüğü için tek çerçevedir”. Aktaran Slavoj Zizek, “Giriş: Etik olanın Teolojik-Siyasi Olarak Askıya Alınması İçin”, Acı Çeken Tanrı, çev. A. Çiltepe, Sel Yay., İstanbul, 2013, s. 33.

Exit mobile version