Site icon Terrabayt

Emre Yavuz: Rachmaninof Kaydımdan Farklı Olarak Dans Temalı Bir Albüm Projem Var

Emre Yavuz’la yeni çıkan Rachmaninoff albümünün ardından birçok röportaj yapıldı. Günsu Özkarar, sorulmuş olanların dışında sorular sormaya çalışarak, onu bir kez daha dinledi.

Müzik hayatınıza nasıl başladınız?

Aslında biliyor musunuz? Müziğe başlamam psikoloğumun önerisiydi. Dolayısıyla ailem beni müziğe yönlendirdi. Çocukken hobi olarak başladım ancak o zaman ki öğretmenlerim benim yetenekli olduğumu düşünerek, hobinin ötesine geçmeli diye düşündüler ve çok şanslıyım ki çok iyi hocalara denk geldiğim için iyi bir müzik eğitimi almış oldum. Hacettepe’de Kamuran Gündemir’le başlayıp, lisede Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları’nda Fazıl Say ve Sanem Berkalp ile  devam ettim. Yurtdışında da çeşitli hocalarım oldu. Viyana’da Roland Batik, Hannover’de Karl Heinz Kammerming, Tel Aviv’de ise Arie Vardie ile çalıştım. Hala da Arie Vardi ile çalışıyorum diyebilirim.

Farklı hocalarla çalışmanın ne gibi yararları vardır?

Dediğim gibi ben bu konuda çok şanslıydım. Çünkü hepsi birbirinden kıymetli hocalarla çalışmış oldum. Hepsi birbirinden farklıydı ama her hocadan öğrendiğiniz başka birşey oluyor ve ben de hepsinden alabileceğim en iyi şeyi almaya çalıştım. Sadece bir eğitimciyle çalışmaktansa, insanın farklı hocalarla farklı yönlendirini keşfetmesini eğitim anlamında daha zenginleştirici buluyorum açıkçası.

Türkiye’deki müzik eğitimini müzik nasıl buluyorsunuz?

Türkiye’deki eğitimin gün geçtikçe daha iyi bir yere geldiğini düşünüyorum. Oldukça değerli öğretmenler var ve öğrencileriyle de yakından ilgileniyorlar. Dolayısıyla Türkiye’deki konservatuvarlardan çok iyi öğrenciler çıkıyor. Ayrıca Avrupa’ya kıyasla Türkiye’nin çok daha avantajlı olduğunu düşünüyorum çünkü çocuklar daha erken yaşta başlıyorlar ve eğitim süreci boyunca da her türlü dersi görüyorlar. Orkestrasyonundan solfejine geniş bir ders yelpazesi bu. Ben üniversite döneminde Avrupa’ya geldiğimde bu dersleri önceden almış olmam benim için çok büyük avantaj olmuş oldu gerçekten. Solfeji, armoniyi, orkestrasyonu daha iyi bilir durumdaydım yaşıtlarıma göre inanır mısınız?

Genç kuşağa ekoller nasıl öğretilebilir?

Aslında artık ekol diye birşey pek kalmadı biliyorsunuz ki… bu sebeple de şu ekol şöyle, bu ekol böyle, öğrenmenin çok da faydası kalmadığını düşünüyorum açıkçası. Çünkü zaman içinde bütün ekoller birbiri ile etkileşim içine girdi, birbirine benzemeye ve bir bütün olmaya başladılar. Günümüzde artık evrensel olandan daha rahat bahsedebiliriz.

Bösendorfer Piyano Fabrikası’nda kayıt yapmak nasıl bir deneyimdi?

Kayda Bösendorfer’in destek olması benim şansım oldu. Fabrikada sayısız piyano vardı ve ben bu piyanolardan 30-40 tanesini deneyip, ilk turdan sonra 4-5 piyano arasında kalarak, bu sonuncuları da hep birlikte deneyerek kayıtta hangi piyanoyu kullanacağıma karar verdik. Hem fikir olduğumuz piyano, bana en puslu, şarkılı ve çekici gelendi. Çalması hem çok zevkli, hem de kolay oldu.

CD’nize geri dönüşler nasıl oldu?

Tahmin ettigim gibi kutuplaşmış eleştiriler gelmedi, belli bir ölçekte beklediğim eleştiriler vardı. Bu eleştirilerin gelmemesi beni şaşırttı ve mutlu etti.

Çalışmayı çok istediğiniz müzisyenler var mı?

Benim kendime dair tanımım, önce bir müziksever olduğum, sonra bir piyanist olduğum. Dolayısıyla da bir müziksever olarak  tüm müzisyenlerden bir şey öğrenileceğimi düşünüyorum ve her yerden besleniyorum. Mesela sporculardan bile bir şeyler öğreniyorum. Müziğe dair yeni şeyleri her daim herkesten öğrenebilirsiniz. Zaten her zaman piyanistlerden de öğrenmedim, hatta şaşırtıcı şekilde bazen müzisyen olmayanlardan bile bir şeyler öğrendim. Ama illa bir müzisyen ismi verecek olursam bu Dietrich Fischer-Dieskau olur. Eğer aramızda jenerasyon farkı olmasaydı ve birlikte müzik yapabilseydik çok sevinirdim.

Bösenderfer ailesine dahil olmanız size ne kattı?

Hikaye şöyle başlıyor: Viyana’daki Beethoven Yarışması’na katılmıştım ve o yarışmada yarı finale kaldım. Sonra finale çıkamadım. Daha önce de birçok yarışmaya katılmıştım ve yine kazanamadıklarım olmuştu ama çok net olarak bu yarışmanın finalinde elenmemem gerektiğini düşünüyordum. O yarışmadaki performansları izleyenlerden biri de Bösendorfer yetkilisiydi ve demek ki onlar performansımı beğenmiş olacak ki, beni bu aileye kattılar. Bu aileye girdiğinizde Bösenderfer piyanisti olarak, onların piyanolarını her yerde kullanabiliyorsunuz. Kayıtlarda ve konserlerde enstrüman desteği alıyorsunuz yani… Ben de bu piyanoyu tercih ediyorum zaten. Çünkü uzun yıllar Viyana’da yaşadığım ve çok yerde bu piyanoları çaldığım için tınısından daha iyi anlar hale geldim ve oldukça alıştım.

Yarışma kazanmış bir müzisyen olmanın getirileri neler?

Yarışmaların müzisyenlere en büyük getirisi hazırlık sürecinde kathedilen süreç. Bu süreç müzisyeni çok geliştiriyor her şekilde. Yarışmaya katılacak olmak ve ona göre hazırlanmak çalanın seviyesini kaçınılmaz olarak yükseltiyor. İkincisi ise tabiki yarışmalar müzisyenlere başka kapılar da açıyor. Ancak günümüzde, geçmişe kıyasla artık çok fazla yarışma olduğu için yarışma kazananı olmak eskisi kadar büyük bir önem arz etmiyor. Yine de açılan bir kapı oluyor. Konser ve tanınınırlık olarak tanımlayabileceğimiz bu kapının getirileri de, müzisyenin bunu sonrasında nasıl kullanacağına göre değişiklik gösteriyor.

Gelecek konserlerinizi öğrenebilir miyiz?

Tabi. Yoğun bir program olacak. Bazı konser teklifleri albüm projesine denk geldiği için, kayıttan hemen sonra bu albüm konserlerini yapmaya başladık. En yakın tarihli konser 5 Mart’ta Viyana’da Mozart’ın Evi’nde olacak. Sonrasında 25 Mart’ta CSO’da Rengim Gökmen’le bir konserimiz olacak. 30 Mart’ta İstanbul’da bir resitalim var. 31 Mayıs’ta ise Opus Amadeus Festivali’nde Deniz Müzesi’nde Tuluğ Tırpan’la çalacağız ve haziranda da Viyana’da bir konserim olacak. Şimdilik yaza kadar programımız böyle. Bunların yanında da birkaç yılı da göz önünde bulundurarak uzun soluklu bir planlamam var. Bir sonraki albüme gelecek olursak, Rachmaninof kaydımdan daha farklı birşey yaparak, dans temalı bir albüm projem var.

Dansla aranız nasıldır peki?

Dansla aram mı? (Gülüyor.) Ben dans müziğini çok severim. Çok dans eden biri değilim ama yavaş yavaş keşfetmeyi istiyorum. Hatta bu albüm hazırlık aşamasında ders almayı da düşünüyorum.

Pandemide müzik sektörü çok sekteye uğradı. Bu konuda ne yapılabilir?

Evet maalesef bu süreç özellikle benim gibi müzisyenleri çok etkiledi. Belki durum mesleğinin başında olmayan, kendini ifade etmiş ve kariyerini oturtmuş müzisyenler için böyle değildir ama benim gibi maratona yeni başlamış olanlar için çok vakit kaybettiğimiz ve sürecin sekteye uğradığı bir durumdu. Tam da bu yüzden tüm pandemi şartlarına rağmen bu kaydı yapmakta direttim. İyi ki de yaptım. Çünkü ileriye dönük konser planları yapamadık, daha çok spontane gelişen konserler oldu. Ben de yeni repertuvarlar öğrenerek bu süreci değerlendirmeye çalıştım.

Çalışma taktikleriniz neler, genç piyanistlere ne önerirsiniz? Son olarak da başka tarzlarda da çalmayı düşünür müydünüz?

Öncelikle şunu söylemeliyim ki, düşünmüyorum. Kendi kendime zevk için tabiki herşeyi çalabilirim. Mesela evde caz denemeleri yapmayı seviyorum ancak başka türlerde çalmak, o alanın uzmanlarına ayıp olur diye düşünüyorum her zaman.

Çalışmalara gelince, aslında her gün aynı sistemde çalışmıyorum, çalıştığım şeyler hep değişiyor. Konserlerden önce de günlük çalışma rutinimi devam ettiriyorum. Bu çalışma rutinimde de mutlaka yeni bir eser deşifre ediyor oluyorum. Bunun çok faydasını gördüğümü söyleyebilirim ve bunu da genç piyanistlere tavsiye ederim.

Türkiye’deki dinleyiciyi nasıl buluyorsunuz?

Ben güzel bir dinleyicimiz olduğunu düşünüyorum. Kendi konserlerimde gözlemlediğim şey, bizim dinleyicimiz çok genç ve klasik müziğe yönelim artıyor. Pozitif bir ilerleme var, umarım bu katlanarak artacaktır.


Ana Görsel: Romana Maalouf

Exit mobile version