Kim Stanley Robinson’un son romanı The Ministry for the Future (Gelecek Bakanlığı), kolektif eylemle kapitalizme son verilen ve dünyanın iklim değişiminden kurtarıldığı bir spekülatif gelecek tarihi kurgulayarak Küresel Kuzey’de egemen kapitalist gerçekçiliğe meydan okuyor. Statükoya bir alternatif sunan Robinson, ütopyacı kurgu yazan onurlu sol bilimkurgu yazarlarının geleneğini devam ettiriyor.
Bu gelenek en azından William Morris’in News from Nowhere (1890) (Ütopyadan Havadisler) isimli eserine kadar götürülebilir, ki bu roman bir proleter devrimiyle yoksulluğun ve sömürünün olmadığı ideal devlete giden yolu anlatır. Farklı açılardan Robinson ve Morris, doğanın hem içinde olan hem de ona karşı işleyen bir toplumsal etkinlik olarak emekle geçinen bir insanlık öngörüsünü paylaşır. Böyle eserlerin tamamı ve H.G. Wells’ten Iain M. Banks’e kadar giden diğer ünlü ütopyacı sosyalist romanlar, basında başka yerlerde nadiren rastlanan, kapitalizm sonrası yaşamın radikal tasvirlerini sunarak sosyalizm davasını ileri taşıdılar.
Ütopyacı bilim kurgu, yalnızca gelecek için bir taslak sunmaz bizlere aynı zamanda tarih hakkında yeniden düşünmemizi sağlar. Tribune dergisinin son sayısı Marx’ın şu sözlerini bu bağlamda alıntılar: “Eğer mücadeleye elverişli şartlarda girişilseydi, tarih yapmak çok kolay olurdu elbette.” Peki ya koşulları yeniden düzenleyecek bir durumda bulursak kendimizi? Pekala tarihi geçmiş ile olan ilişkisi yerine gelecek perspektifinden düşünmeye başlarsak ne olur?
Max Saunders, (Imagined Futures) (2019) Hayali Gelecekler kitabında, iki savaş arası Britanya’da “gelecek tarihi”nin ortaya çıkışını anlatıyor, “gelecek tarihi” ile kast ettiği, şimdinin ve hayali uzak bir geleceğin bakış açısından yazılan yakın geleceğin tarihi. Bilim insanı ve komünist entelektüel J.B.S. Haldene, Deadalus; or, Science and the Future (1923) (Deadalus ya da Bilim ve Gelecek) kitabının bir bölümünü, 2073’te biyolojik gelişmeleri, misal annenin bedeninin dışında embriyo geliştirmenin nasıl yaygın bir uygulama haline geldiğini anlatan bir ödev şeklinde yazmıştır. Haldene, konvansiyonel cinsel ilişkilerde tam bir dönüşümü basit bir olgu gibi öngörmüş; geleceğin bakış açısından, içinde bulunduğu zamanı tarihin aşılacak bir evresi olarak ele almış ve onu geleneğin ve geçmişin kısıtlayıcı vicdanından özgürleştirmişti.
Haldene’in kız kardeşi Naomi Mitchison, benzer bir mantığı kendi feminist bilim kurgusuna uyguladı. We Have Been Warned (1935) (Uyarıldık) isimli kitabını ‘kendi zamanına dair tarihsel bir roman’ olarak yazdığını söylerken aynı zamanda kendi zamanını gelecekteki daha ilerici bir toplumun bakış açısından düşündüğünü de ima eder. Romanın İngiltere’de faşist bir darbeyi tasvir edişi, bu kaderden kaçınmak ve herkesin eşit olacağının öngörüldüğü bir gelecek sunmak üzere okuyucuları sınıf ve cinsiyet ilişkilerinin değişmesi gerektiği hususunda uyarır.
Bu fikir – geleceğin toplumunun ihtiyaçları geçmiş ve şimdiki toplumlarımızınkinden önemlidir- endüstriyel eylem benzerliği üzerinden etik bir ilkeye çevrilir. Mitchison, kamuoyunun süregiden grevleri ya da siyasi kampanyaları var olan düzene saldırı veya tehdit olarak görme eğiliminde olduğunu yazmıştı; böylesi mücadeleler, yalnızca yaşam koşullarında bir iyileşme olduğu yaygın olarak fark edildiğinde geriye dönük olarak meşrulaşırdı. Böylece sosyalistler ütopyacı geleceğin değerlerini etik olarak iyi kapitalist sınıfın pratiklerini ise geleceğin ‘iyi toplumuna’ karşı düşmanca edimler olarak temsil etmeliydi. 1930’larda sol kültür politikalarınca kutlanan, bilim-kurgusal manada uğruna savaşılmaya değer bu gelecek, Britanyalı işçilerin İkinci Dünya Savaşı’na, savaşın seyrini değiştiren katkısına temel teşkil etmiş ve 1945’te İşçi Partisi’nin hükümete gelmesinde kısmen etkili olmuştur.
İki savaş arası dönemde, sol kurmacanın büyük bir kısmında, bu ilerici geleceğin modeli Büyük Tasfiye-öncesi Sovyetler Birliği’ydi, ki bu We Have Been Warned (Uyarıldık) romanında, çocuk yapıp yapmayacaklarına ve kimden çocuk yapacaklarına karar veren özgürleşmiş kadın işçilerin bakış açısından anlatılır (Mitchison’ın özgürleşme ve doğum kontrolü tartışmalarına katkılarından bahsederken onun Öjeni Toplumu‘na dahil olduğu şerhini düşmek gerekir). Kurgu-dışı The Moral Basis of Politics’de (1938) (Siyasetin Ahlaki Temeli) isimli eserinde Mitchison, geleneksel cinsel ahlakın kıtlık ekonomisinden kaynaklandığını ve özgürlük ve eşitliğin ancak maddi ihtiyaçlar karşılandığında gerçekleşeceğini söyler. O böylece Sovyetler Birliği’nin nihai zaferinin ya da yenilgisinin kıtlık sonrası bir toplum kurma kapasitesine bağlı olduğunu ön görmüştü.
Nihayetinde SSCB başarısız oldu, ama bu başarısızlığın hikayesi, muarızlarının hiç hakkını teslim etmediği kadar ilginç ve öğreticiydi. Sovyetlerin tüm ihtiyaçları bilimsel bir biçimde karşılama girişimini anlatan Francis Spufford’un Red Plenty (2010) (Kızıl Bolluk) isimli yaratıcı belgesel anlatısının, Robinson ya da Ursula Le Guin’in bilimkurgu romanlarına denk olduğu söylenmiştir.
Daha genel anlamda, bolluk sonrası ütopyacı bir toplum fikri, son yılların uzun soluklu sosyalist bilimkurgu literatürünün çerçevesini oluşturur: Iain M Banks’in Culture serisi buna örnek olarak gösterilebilir (1987-2012). (bu serinin ilk kitabı Phlebas’ı Hatırla 2019’da Türkçe’de yayınlandı ç.n). Böylece bu romanlar, geleneksel hiyerarşik devletleri halklarını özgürleştirmek suretiyle harekete geçirsin diye tasarlanan sosyalist kuvvetlerin müdahalesinin etik vasıflarının uzum erimli bir incelemesidir. Yapay Zekâ ‘Zihinleri’ gelecek-tarihsel bakış açısından yazan Banks, günümüzde insani müdahalelere dair tartışmalara hükmeden klasik liberal ideolojinin merkezini kaydırarak yerine mevcut siyasi değerlerin aklı selim bir analizini koyar.
Bu tarz bir uzay macerasının ölçeği aynı zamanda egemen sınıfın değerlerinin sınırlarını gösterme işlevi de görür. Eleştirmen Fredric Jameson’ın söylediği gibi, geleneksel roman, yapısal olarak formal bir çözüme bağımlı olan burjuva bir biçimdir, tıpkı Jane Austen’ın kadın kahramanlarının mülkiyet ilişkilerini ve toplumsal düzeni bir arada tutan evlilik sözleşmesi altına girmesi gibi. Buna karşılık bilim kurgu, bu türden sınırlandırmaların cesurca ötesine geçmeyi arzulayan bir türdür. Eylemin ölçeğini doğum sertifikaları ve iş fırsatlarıyla tanımlanan modern yaşamın sınırlandırmalarından çıkarıp sonsuz evrene taşıyarak bireysel ve toplumsal imkanların sınırsız keşfine açılır. Eğer Tannhäuser Kapısı’nın[i] yanında karanlıkta parıldayan C-ışınlarını bir kere izlediyseniz, pasif geç kapitalist yaşama geri dönmek artık imkansızdır.
Yüz yılı aşkın bir süredir aktif olan sosyalist bilim kurgu, şimdinin ideolojik sınırlandırmalarından kurtulmamız ve tarih yapma görevine koyulmamız için gereken kimi bakış açısı değişimlerine kılavuzluk eder. Bu romanlar bize sadece çalkantılı zamanlarda umut ve ilham sunmakla kalmazlar aynı zamanda gerçek bir eşitler toplumunun neler başarabileceğine dair yepyeni bir merak uyandırırlar.
Tribune Magazine‘de yayınlanan bu yazıyı Koray Kırmızısakal çevirdi, Öznur Karakaş redakte etti.
[i]Yazar burada Blade Runner filminin son sahnesine gönderme yapıyor. Bu sahnedeki androidin ölmeden önceki dokunaklı konuşmasında, Tannhäuser Kapısı yanında karanlıkta parıldayan C-ışınlarını izlediğinden söz eder.