Site icon Terrabayt

Astro Gürültü

Yıldızlar, ONLARI DİNLEYENLER İÇİN şarkı söylüyor. Tepemizden inmeyen güneşten, en berrak gecede sadece uzak bir karanlık olarak görünenlere kadar her birinin kendine has bir sesi var. Ve onların şarkıları sırlarımızı koruyabilir.

Kriptoloji gizlilik bilimidir. Şifreleme sanatı, yani kıymetli bilgileri gerçek sahibi dışındaki herkes için matematiksel olarak rastgele bir gürültüden ayırt edilemeyen anlamsız bir akışa dönüştürerek korumak, kriptografik yöntemler sayesinde ortaya çıkmıştır. Sırrı bilen, anahtara sahip olan kişi dışındaki herkesten saklamaktır.

Ancak modern kriptografi bilgisayarlara dayalıdır ve bilgisayarlar deterministiktir. Başka bir deyişle, yaratıcılıktan yoksundurlar ve belirli bir girdiye karşılık olarak her zaman tam olarak aynı sonucu vermelidirler. Dış güçlerin yokluğunda, gerçekten rastgele davranış göstermeleri mümkün değildir. Geçmişte matematikçiler, “sözde rastgele” sayı jeneratörleri geliştirerek bu kısıtlamanın etrafından dolanmaya çalışmışlardır. Kullanılan bu yöntemlerde tek ve gerçekten rastgele bir “tohum” sayısı kullanılarak milyonlarca yavru sayı üretilir. Bu sayısal çocuklar rastgele olmayan bir sıra izler, ancak orijinal tohumlarının değeri gizli kaldığı sürece bu sıra asla tahmin edilemez.

Ancak bu tohum çalınırsa veya değeri tahmin edilirse, bir saldırgan şifreleme sürecini tersine çevirebilir ve gizlenen şeyi ortaya çıkarabilir.

İnsanlar doğaları gereği örüntü tanıma makineleridir. İster yaşam koşullarımızda ister sabah kahvaltıda hazırladığımız bir tostun yüzeyinde olsun, her yerde bir anlam ararız. Ve tıpkı bilgisayarlar gibi, biz de belli bir zaman içinde gerçek anlamda rastgele değerler üretmekten aciziz. Telefonunuzun şifresinin “DH zM#XUAgolj/l;R161 “rK7’6k” gibi bir şey olmak yerine “2846” ya da “kittymittens2 ” gibi bir şey olmasının nedeni budur. Rastlantısallık arayışında bizler de dış güçlere bel bağlamak zorundayız.

Peki ya sırtımızı yıldızlara yaslayabilseydik?

Doğru bir anten kullandığımızda, evrenin radyo gürültülerini duyabiliyoruz. Yıldızların kendileri (ya da teoride öyle deniyor) bize bir daha asla aynı şekilde duyulmayacak, öngörülemeyen bir bilgi kaynağı sağlayabilir. Dünya dönmeye devam ederken, antenimizin evrenin o uçsuz bucaksız genişliğini zamanın belirli bir noktasında taradığını hayal edin. Almış olacağımız sinyaller, gökyüzünün bizzat kendisi tarafından dövülmüş, sürekli değişen bir anahtar oluşturuyor. Bu tür bir anahtar ancak aynı yerden, aynı yönde, aynı zamanda, aynı yıldızları dinleyen bir fail tarafından taklit edilebilir.

Bu şekilde bakıldığında gökyüzü, gerçek anlamda rastgele tohumlar için sınırsız bir kaynaktır. Bilgisayarlara yüklediğimiz gün be gün artan işi evrenin yapmasına izin verebiliriz.

* * *

Peki bu işe yarayabilir mi? Eğer sadece tek bir yıldızı dinleyecek olursak – tahmin edilebilir aralıklarla titreşen bir yıldız olduğunu varsayalım – akıllı bir hasmımız bu örüntüyü çıkarsayabilir, gürültüyü eşleştirebilir ve tıpkı bir casusun sondalarını bilgisayarıma yerleştirip devrelerin birbiriyle konuştuğunu görebilmesi ve bellekte saklanan anahtarı tersine mühendislikle bulabilmesi gibi bu tohumumuzu da tersine bir mühendislikle bulabilir. Fakat Astro-Gürültümüz gökyüzünün tamamını kapsasaydı, o uzaklardaki yıldızlar en büyük dünyanın en büyük casuslarını bile geride bırakabilirdi.

Carl Sagan’ın hatırlattığı gibi: “Bizler yıldız tozlarından dövüldük. DNA’mızdaki nitrojen, dişlerimizdeki kalsiyum, kanımızdaki demir, elmalı turtalarımızdaki karbon ve daha pek çok parçamız, çökmekte olan yıldızların içlerinde üretildi.” Bizi en çok insan yapan şeyleri korumaya yardımcı olmak için yıldızlara geri dönme fikri kulağa ne kadar da uygun geliyor.


Metnin Orijinali Edward Snowden tarafından Laura Poitras’ın Astro Noise sergisine ek olarak hazırlanan “Astro Noise: A Survival Guide for Living Under Total Surveillance” içinde yayınlandı.

Çeviren: Ege Çoban

Ana Görsel: Laura Poitras’in enstelasyonu, Bed Down Location, 2016.

Exit mobile version