Site icon Terrabayt

Yas Tutma ve Devlet Olma Üzerine

Bence İsrail’i anlamak adına söylenmesi ve tartışmalı olmaması gereken şeylerden biri onun kederi güce dönüştüren bir makina olduğudur. Siyonist düş, ilkin pogrom hiddetinden ve 19. yüzyılda sık rastlanan romantik milliyetçi arzulardan doğmuş, “Bir Daha Asla”[1] sözlerinin gölgesindeki Yahudi kitlesel katliamının küllerinde gerçek olmuştu. Hepimizin bildiği gibi Yahudilere yapılan korkunç şiddet, İsrail’in anlamı ve ellerinde bulundurduğu toprakların meşruiyeti için merkezi önemdedir: olayın bir daha gerçekleşmemesi için Yahudi halkına verilen kılıç ve kalkandır. İnsan, ister dünyadaki herhangi bir sinagogu ziyaret etsin ister İsrail’de Holokost’u Anma Günü’ne katılsın ya da Holokost Anma Merkezi’ne gitsin, devlet olma ile yas arasındaki bu sıkı ilişkiyi fark edebilir.

Üzerine düşünüldüğünde bu korkutucu bir gerçektir ve şu anlama gelir: sevseniz de sevmeseniz de İsrail Ordusu’na ideolojik olarak destek vermeden şiddet yüzünden hayatını kaybeden bir İsrailli Yahudi için alenen yas tutmak imkansızdır. Barış isteyen pek çok İsrailli elbette sevdiklerinin bu şekilde ölüme mahkum edilmemesi için haykırıyor. Noi Katsman’ın Hamas saldırısında ölen kardeşi Hayim için söylediği gibi,

“Benim ve kardeşim için en önemlisi, onun ölümünün masum insanları öldürmek için kullanılmaması. Ne yazık ki benim hükümetim öldürme hakkı için bu ölümleri sinik bir şekilde kullanıyor, bize güvenlik vaatleriyle yapıyorlar bunu ama tabii ki böyle olmuyor. Her zaman diyorlar ki eğer yeteri kadar Filistinli öldürürsek bizim için daha iyi olacak. Ama bu elbette bize hiçbir zaman barışı ve daha iyi yaşamı getirmiyor, sadece daha fazla terör ve kardeşim gibi daha fazla insanın ölümünü getiriyor. Kardeşime olanların Gazze’deki insanlara hiçbir şekilde yapılmasını istemiyorum ve eminim ki o da böyle isterdi.”

Ama Katsman’ın gözlemlediği gibi, bu iş onlara kalmıyor. Devlet, Yahudilerin yasıyla ne yapıyorsa onu yapacaktır, ki şu an da bunu yapıyor: bu yası şiddete dönüştürüyor. Fail için bu hamlenin dolaysız psişik doyum sağladığı aşikar ama uzun vadedeki bedelleri daha karmaşık.

Bu bağlamda Siyonist maceranın özünde olan siyasal yas, pek çok sol görüşlü kişiyi Hamas’ın kurbanlarına alenen üzülme konusunda çekingen bırakmıştır. Karanlık bir ifadeyle, onlar belki de “zaten yası tutulmuş” olanlardır. Ölümlerini alıp buna herhangi bir anlamı değil de özellikle Gazze’ye düşen bombalarda kazanılan anlamı vermek üzere çalışan bir aygıt hali hazırda işlemektedir. İsraillilere karşı en kaba şiddet görüntülerine duyulan iştah öyle gözünü karartmış bir halde ki, kan iftiralarına[2] benzeyen kafa kesme ve tecavüz gibi şüpheli iddialar tekrarlanıp duruyor. Zira yas devletinin aygıtı durmaksızın çalışıyor. Hammaddeye ihtiyacı var. Bu aygıtın gücü, Eric Levitz ve Joshua Leifer gibi herkes için barış ve insani bir yas çağrısı yapan en güçlü muhalif seslerin bile sadece duygusal sızlanmalar olarak yankılanmasına sebep oluyor. Böylesi insancıl çabaların içeriği ne kadar ulu ve takdire şayan olursa olsun biçimleri çoktan kalıba dökülmüş durumda. Onlar, muhtemelen niyetlerinden bağımsız şekilde, Hamas taraftarlarına karşı değil Filistinlilerin yaşamını ve eşit bir şekilde yaşama hakkını savunanlara karşı hazırlanan yeni bir Kızıl Korku’nun parçası olmaktadırlar.

Yası silah olarak kullanarak Yahudiler de dahil Filistin yanlısı solcuları; Alman politikacıların Yahudi ölümlerine gereken saygıyı göstermek için ailesi Holokostta öldürülmüş Bernie Sanders ile konuşmayı reddetmesine benzer[3] karanlık ve gülünç sahnelere boyun eğmeye mecbur etmeye çalışmaktadırlar. İsrail yas makinesinin gücü tam da budur: Almanlara; Yahudilere yas tuttukları şeyin yanlış olduğunu söyleme yetkisini veren şeydir. Sanders ile ilgili haberleri duyunca, Yahudi Katliamının bir daha yaşanmaması için Almanların özel sorumluluğu olduğuna ağlayan bir Alman’ı beni [yazar bir Yahudi’dir] vagonlara tıkarken hayal edebiliyorum diye şaka yapmıştım. Avrupa’da hükümetler işgale karşı yapılan her gösteriyi yasaklamaya çalışırken Birleşik Devletler’de politikacılar Müslümanlara topluca iftiralar atıyor ve Filistin’i destekleyen her sesi kınamak için çağrılar yapıyor. Bu gerçek şu açıdan önemli: bizler, sol görüşlüler Hamas’ın kurbanlarına gereken saygıyı gösterdi mi göstermedi mi diye tartışırken İsrail soykırım makinesini hızlandırdı ve bu makine şimdi serbest. Muhtemelen bir hafta sonra Batı liderleri endişelerini ifade eden açıklamalarda bulunacak ama tabii ki o zamana kadar çok geç kalınmış olacak. Yüz binlerce çocuk bombaların hedefindeyken soyut ahlak bizi zorlayan sorulara hiç benzemiyor.

Bir diğer yandan, herkesin bildiği gibi, Filistinlilere ölümlerinin yad edilmesi reva görülmüyor; bunun kamusal bir değeri yok. İsrailli politikacılar, Filistinli sivillerin ölümünün bahsi açıldığında bile deliye dönüyorlar, ki bu ölümlerin sayısı ilk Hamas saldırısında ölenlerin sayısını çoktan aştı -üstelik her şey daha yeni başlıyor. İsrail devleti, nüfusunun yarısı 18 yaş altından olan Gazze’de masum bir kişinin bile kalmadığını beyan ediyor. Amerikalı ve Avrupalı liderlerse İsrail’in ayan beyan, gündüz vakti, videolar eşliğinde, saat saat yayınladığı ve savaş suçu olduğu tartışılmaz olan gerçekler karşısında ifadesizce seyirci kalıyorlar.

Her bir Şiva’nın[4]; Yahudilerin, tüm halklar arasından kendilerini soykırımcı yapan Devleti lanetledikleri bir fırsata dönüştüğünü hayal etmek çok yüksek ve şu anda belki de makul olmayan bir eşik. Ancak yine de “Bir Daha Asla” ifadesinin tüm manasına sadık kalmayı isteyen biz Yahudilerin karşılaması gereken eşik budur.

Filistinlilere yönelik bir soykırım planlanıyor gibi görünüyor. Levitz ve Leifer’in bu çıkarıma katılmayacağını düşünmüyorum, hatta bu gerçek onları mahvediyordur. Ancak İsrail devletinin ideolojik projesinin, kasıtsız ya da dolaylı bir parçası olmayı reddedecek kadar da mahvolmuyorlar. İki taraftan da ölümler için eşit derecede kahır duymak gibi samimi, insancıl bir duygu, ne yazık ki doğru değil. Bir taraf işleyen dev bir yas makinası, bu konuda dünyanın en iyisi; ölü bedenler ve gözyaşlarıyla besleniyor, onları bombalara devşiriyor. Öbür tarafsa yasa aç. Çarşamba günü Filistinli doktor Belal Aldabbour Gazze’den bir tweet attı: “Yakında bu azıcık elektrik ve internet de tükenecek. Eğer ölürsem, unutmayın ki ben, biz, birer bireydik, insandık; isimlerimiz, hayallerimiz, başardıklarımız vardı. Tek hatamız, tüm bunlara rağmen, hakir sayılmamızdı.” Gazze açık hava hapishanesi olmasının yanında, bombalanmış mahalle resimlerine bakarsak büyük bir isimsiz toplu mezar aynı zamanda.

İsrail hükümeti, siz prensipli kişilerin kurbanlar için duyduğu eşit kahrı umursamıyor: o, sizin Yahudiler için tuttuğunuz yası yalayıp yutup bundan daha çok Filistinli kurban yaratacak. Bu esnada Filistinliler için tuttuğunuz, durumu eşitleyen yasınız ise görünürdeki şiddet ve baskının kuvvetiyle silinip gidecek. Bu hafta sıklıkla “insancıl” diye adlandırılan bu her iki taraftaki kayıpları eşit olarak kabul etme dürtüsü, aslında yasın politik olmadığına dair bir kandırmacadan ileri geliyor. Keşke öyle olsaydı ama o zaman bu Siyonizm’in de sonu olurdu zaten. Herkese barış ve adalet isteyen bu kesimin insancıl duyguları ve Batı’yı yeteri kadar kahrolmayıp aşırı siyasetine devam ettiği için azarlamasının tek sonucu, masumların kanını ve şüphe duyanların sessizliğini şimdi açıkça talep eden bu propaganda makinasını güçlendirmek oldu.

Şiddete uğrayanlar için kim gözyaşını esirgeyebilir ki? Yine de yas tutma şeklimiz, gözyaşlarımıza biçilen anlam, istesek de istemesek de son derece politik bir mesele ve İsrailliler bunun kaynağını çok yakınlarında bulabilirler. Filistinliler uzun senelerce İsrail ordusunun öldürdüğü yakınlarının bedenlerine saygısızlık edileceği korkusuyla yaşadı. Antropolog Randa May Wahbe; ölülerin, ailelerinin izni veya bilgisi olmadan açıklanmayan askeri bölgelere gömüldüğünden bahsetmişti. Filistinliler bu mezarlıklara, cesetlere kimlik diye anonim bir numara atandığından maqaber al-arqam –sayı mezarlıkları- derlerdi. Bu durum, yas sürecinin dışında değil bizzat bu süreçte süregelen bir mücadeleye dönüştü. Filistinliler her kaybın yasını tutmakla kalmadı, tüm defin ve anma işlerini işgalci devlete meydan okumak için bir fırsata çevirmeyi de öğrendiler (İsrail’in öldürülen gazeteci Shireen Abu Akleh’in cenazesine yönelik şiddetli saldırısını hatırlayın). İsrailliler kulak verseler bundan bir şeyler öğrenebilirler. Her bir Şiva’nın[4]; Yahudilerin, tüm halklar arasından kendilerini soykırımcı yapan Devleti lanetledikleri bir fırsata dönüştüğünü hayal etmek çok yüksek ve şu anda belki de makul olmayan bir eşik. Ancak yine de “Bir Daha Asla” ifadesinin tüm manasına sadık kalmayı isteyen biz Yahudilerin karşılaması gereken eşik budur.


Dissent Magazine‘de yayınlanan bu yazıyı İdil Atabinen ve Koray Kırmızısakal çevirdi. Redaksiyonunu ve son okumasını Öznur Karakaş yaptı.

Ana Görsel: Gazeteci Shireen Abu Akleh’in cenazesine İsrail polisinin müdahalesi. AP Photo/Maya Levin.

[1] “Yahudilerin kitlesel katliamından alınan dersleri işaret eden bir ifade. Holokost müzelerinde sıkça karşımıza çıkan bu ifade, günümüzde Ruanda’dan Bosna’ya ve Gazze’ye diğer kıyımlara dikkat çekmek için de kullanılabilmektedir, ç.n.

[2] Kan iftiraları, Yahudilerin insanların kanından ekmek vs. yaptığını iddia eden eski bir antisemit iftira biçimi, ç.n.

[3] Sanders, açıklamasında İsrail’i savaş suçları nedeniyle kınamıştı, ç.n

[4] Yahudilerin yas ritüeli, ç.n.

Exit mobile version