Site icon Terrabayt

Yapay Zekayı Yeniden Düşünmek: Dağıtılmış Biliş ve Genişletilmiş Bedensellik

Yapay zekanın bir kamu malı olduğu ve gelişimine toplu olarak müdahil olmamız gerektiği fikri üzerine bir savunma.


Yapay zekanın (AI, artificial intelligence) gelişimi, algoritmaların mükemmelleştirilmesine ön ayak olmanın ötesinde, daha fazla verinin sınıflandırılma ve analiz edilme kapasitesini açığa çıkardı. Bu verilerin toplumca ortak üretildiği gerçeğini göz önünde bulundurduğumuzda, yapay zeka özünde her birimizin bedeni ve bilişsel süreçleri ile ilişkilidir. Bu sebeple yapay zekayı ortak faydalanabileceğimiz bir kamusal kaynak olarak yeniden düşünmeliyiz ve bedenimiz ile bilişsel süreçlerimizin yapay zeka ile ilişkisini yeniden değerlendirmeliyiz.

Yapay zeka (AI) üzerine yürüttüğümüz fikirler pek çok açıdan sorunlu. Bunlardan ilki, genel olarak zeka kavramına bakış açımız ile ilgili. Yapay bir varlığın zekası bir yana insanların zekasını tanımlarken bile çeşitli sorunlar ortaya çıkıyor. En azından Batı felsefi geleneğinde, zekanın akıl ve kavrama yetileriyle, dolayısıyla bilinçli bilginin mantıksal ve zihinsel etkinliği ile ilişkilendirildiğini söyleyebiliriz. Bilişsel etkinliği tamamen zihin-beden düalizmine indirgeyen bakış açılarına yönelik eleştiriler bu kavramın etrafındaki tartışmaların çoğunu oluşturur. Bu eleştirilere göre bilişsel aktiviteler ne sadece zihinsel-psikolojik bir boyutta ne de tamamen bilişsel bir boyutta yer alır. Duyularımız, duygularımız, hislerimiz ile bedensel ve somatik süreçlerle bağıntılı diğer bilinçdışı süreçler de bilişsel aktivitelerimiz üzerinde etkilidir. Zeka kavramına getirilen bu bakış açısı, zeka özelliğinin aralarında insan yapımı cihazlar ile teknik sistemlerin de yer aldığı materyal süreçlere ve insan dışı aktörlere de atfedilebilmesi gerektiğini işaret eder.

Zekaya daha geniş bir çerçeveden bakılması gerektiğini savunan bu çizgide, bilişselliğin insan olmaktan gelen bilinçlilik boyutuyla beraber yine insanı oluşturan sindirim süreçleri, hücresel ve kimyasal süreçler gibi ögelerin yer aldığı bilinçdışı boyutta yer aldığını belirten N. Katherine Hayles gibi düşünürler vardır. Yemek yediğimiz zaman, sindirim sistemimiz süreçsel diyebileceğimiz bir biçimde çalışır. Sindirim sistemimiz besinleri ayırma ve yediğimiz yiyeceğin ihtiva ettiği toksik olabilecek maddeleri ortadan kaldırma yetisine sahiptir. Ayrıca bu besinlerin sağladığı enerjiyi bedenimizin çeşitli bölgelerine mükemmel bir şekilde nasıl dağıtacağını bilir. Yukarıdaki süreçlerin tamamı biz farkında olmadan gerçekleşir. Bu süreçlerin çalışmasını sağlayan somatik bilgi var olmasa diğer hiçbir bilinçli bilişsel aktivite gerçekleştirilemezdi. Ancak bu gereksinim yalnızca insan bedeninin sınırlarından doğduğunu iddia edebileceğimiz bir ilişki değil, bitkiler ve teknolojik sistemler gibi insan dışı aktörlere de atfedebileceğimiz bir özellik. Hayles, Unthought isimli kitabında bu durumu şöyle açıklar:

“Bilinç kavramının düşüncelerimizde merkezi bir konumda yer almasının sebebi bilişi bütünüyle kapsaması değil hayatlarımıza anlam yükleyen ve dünyanın tutarlılığı hakkında sahip olduğumuz temel varsayımları destekleyen (yer yer kurgusal) anlatılar oluşturmasıdır. Tam aksine biliş, bilinç kavramından çok daha fazlasını kapsayan bir yetidir. Beyindeki tüm diğer nörolojik süreçlerde yer almakla kalmayıp diğer yaşam formlarında ve karmaşık teknik sistemlerde de bulunur”. 1

Bu “bilinçsiz biliş” formlarının bilinç kavramına yabancı olmayıp kendi içlerinde çeşitli büyüklüklerde ve farklı aktörler arasında karmaşık dağıtılmış bilişsel düzenekler oluşturduklarının altını çizmek önemlidir. Bu düzenekler, arayüzler, iletişim devreleri, sensörler, aktör sistemler, işlemciler, depolama ortamları, dağıtım ağları; insani, biyolojik, teknik ve materyal bileşenler içerir. Tüm bu bileşenler kendilerini durmadan yeniden düzenler ve yapılandırır. Kurdukları ağlar tanımlanmış ve kararlı ağlar değil, sürekli kendine bileşenler ekleyip çıkaran ve bileşenlerinin arasındaki bağlantıları yeniden düzenleyen, sonu belirsiz bir geçiş halinde olan süreçlerdir.

Rethinking Thinking: Material Processes and the Cognitive Nonconscious- Katherine Hayles

Katherine Hayles | Düşünmeyi Yeniden Düşünmek: Materyal Süreçler ve Bilişsel Bilinçdışı | Qualcomm Enstitüsü


Yapay zekayı bu dağıtılmış biliş perspektifinden düşünmeyi fakat bu sırada genellikle büyük bir değişim anı ya da makinelerin öz farkındalık kazanabileceği bir teknolojik tekillik gibi Promotheus-vari, insan merkezli ve görkemli hayallerden kaçınmayı öneriyoruz. Aslında yapay zeka, Siri gibi dijital asistanlardan kişiselleştirilmiş öneri sistemlerine günlük hayatımızın çok daha sıradan bir parçası. Bu nedenle, yapay zekayı insanların dengi, insanlara üstün veya insanlardan bağımsız bir varlık olarak düşünmek yerine, dağıtılmış biliş düzeneklerine dahil olmuş bir aktör olarak düşünelim. İnsan-makine düalizmine bağlı kalıp yapay zekayı insanlarla yarışacak ya da onların yerini alacak bir şey olarak görmek yerine her ikisinin de farklı düşünce yetilerinden faydalanmayı amaçlayan, dışlayıcılıktan kaçınıp sinerji gözeten, işbirlikçiliği rekabetçiliğe tercih eden düşünce biçimleri olduğunu tercih edelim.

Teknik bilişsel düzeneklerle olan ilişkimizi bu paradigma ile ele almak ve onların gelişimiyle halihazırda ne kadar işbirliği içinde olduğumuzu anlamak için ilk önce bedensellik tanımımızın kapsamını genişletmemiz gerekebilir. Aynı şekilde zeka kavramına zihin-beden düalizmini aşan daha geniş bir açıdan bakmış olsak da halen bedeni tek bir nesne olarak algılıyoruz ve beden üzerine düşünürken biyolojik-somatik bir paradigmanın dışına çıkmıyoruz. Ancak bedensel gerçeklik, somatik cisimlerin yalnızca organik değil aynı zamanda teknik olan diğer boyutlarla birlikte bedensel gerçeklikler oluşturduğunu da hesaba katan daha geniş çerçevelerden de düşünülebilir. Bu açıdan bakarsak veriyi somatik olmayan ama yine de somatik süreçlerle bir karşılıklı bağımlılık ve oluşturma ilişkisi içinde var olan ikinci bir beden olarak düşünebiliriz. Sonuç olarak bizim “veri bedenlerimizin” yapay zeka eğitimi için son derece önemli olduğu ortaya çıkıyor çünkü eğitildiği veri miktarı arttıkça yapay zeka daha kesin genellemeler yapabilecek ve veri içinde daha karmaşık, daha detaylı örüntüler tespit edilebilecek.

Teknik bilişteki en son gelişmeler büyük teknoloji şirketlerinin bizi inandırmayı istedikleri gibi algoritmaların yetkinliğinden çok toplanan veri miktarı ile bu veriyi depolama ve işleme kapasitesine dayanmaktadır. Meredith Whittaker, 2021 tarihli “The Steep Cost of Capture” adlı makalesinde 2012 ImageNet Büyük Ölçekli Görsel Tanıma Yarışmasını kazanan ve yapay zekanın yakın geçmişinde bir mihenk taşı haline gelen, tahmine dayalı örüntü tanımada oldukça etkili bir algoritma olan AlexNet örneğiyle bu gerçeği ortaya koymakta. Ancak, yazarın belirttiği gibi “AlexNet algoritmasının temelinde yaklaşık yirmi yıllık geçmişi olan makine öğrenme yöntemleri yer alıyor. Yapay zekada çığır açan şey algoritmanın kendisi değil, büyük ölçekli veri ve veri işleme kaynakları ile birleştirildiğinde yapabildikleriydi.”2 Bu nedenle yapay zekadaki en son gelişmelere ön ayak olan şey, veri bedenlerimizi bir araya getirilmesiyle açığa çıkabilen bilişsel potansiyeldir.

Introducing ‘Abolish Silicon Valley’

Silikon Vadisi’ni Yıkmak | Wendy Liu


Bu demektir ki yapay zekayı “zamanında ortak kullanılan bir kaynak iken ele geçirilip ticarileştirilmeye maruz kalan” kolektif gücün bir ürünü olarak ya da Kate Crawford ve Matteo Pasquinelli’nin ticari yapay zeka ile kamu malının ortak üretimi arasındaki sömürü ilişkisini “bilişsel hafriyatçılık rejimi”4 olarak tanımlamasına benzer şekilde “üstü kapalı bir özelleştirme, kamu malından değerli bilgilerin çıkarılma”3 çabası olarak görebiliriz. Bu nedenle, büyük şirketleri olağanüstü teknolojiler geliştirdikleri için kutlamak yerine, onların faaliyetlerini ticari çıkarlara öncelik vererek bu teknolojilerin tam sosyal potansiyellerine ulaşmalarını engelleyen bir yağma ve talan biçimi olarak görmeliyiz. Yalnızca bazı uygulamalarının getirdiği muazzam faydalardan dolayı değil onun Marx’ın “genel üretim biçimi” olarak nitelendirdiği, belirli bir zaman ve mekanda kapitalist üretimi şekillendiren teknolojiler, kurumlar ve uygulamalar arasında yer aldığından yapay zekaya bu şekilde bakmalıyız. Yapay zekanın kapitalist üretimi şekillendirişi Nick Dyer-Whiteford gibi uzmanları “altyapı yapay zekası” kavramından bahsetmeye yönlendirmiştir:

“Eğer yapay zeka elektrik kadar önemli bir hale gelirse, yalnızca işyeri otomasyonunun yoğunlaştırılmış bir biçimi olarak kullanılmakla kalmayıp kapitalist ekonominin geniş kapsamlı ve kökten bir altyapı reformuna temel olacaktır. Yapay zekanın böyle yaygınlaşması, onun kimi kapitalistlerin kullandığı bir araç halini almayacağını, aksine günümüzde tüm kapitalist şirketlerin üretim süreçlerinde yer alan elektrik ve telekomünikasyon gibi yapay zekanın da bir altyapı, bir bilişsel üretim aracı haline geleceğini gösterir. Bu nedenle, yapay zeka bir genel üretim biçimi haline gelecektir”.5

“Bilişsel üretim araçları” kavramı, insan algısının ve bilişininin yerine üretim, ulaşım ve iletişim araçları ile iç içe bir teknolojik altyapının geçişini ifade eder. Bu gelişmeleri göz önünde bulundurarak, üretim süreçlerinin otomasyonunu takiben akselerasyonistlerin savunduğu gibi evrensel bir temel gelir düzeninin kurulmasından ziyade yapay zeka sermayesinin kamulaştırılmasından, yapay zekayı kolektif bir mülk olarak değerlendiren yeni sistemlerin geliştirilmesinden ve yapay zeka aracılığıyla diğer sektörlerin kollektifleştirilmesinden oluşan bir “komünist yapay zeka” biçimi önerilmiştir. Bu bakış açısının temelinde, yapay zekanın veri bedenlerimizin bilişsel potansiyelinin bir araya getirilmesinden meydana gelmesi, bu yüzden kamuya ait bir hesaplama aracı olarak tanımlanması, dolayısıyla demokratik kontrole tabi olması gerektiği fikri yer almaktadır.

Daha önce üreme adaleti ilkelerini teknolojik egemenlik alanına uygulamayı önermiştik. Zira veriyi ikinci bir beden olarak gören bakış açısını benimseyecek olursak, istenmeyen yapay zekanın kürtaj hakkını elimize alarak büyük şirketlerin bedensel özgürlüğümüzü suistimal etmelerini kınayabilir, bunun yanı sıra yapay zeka teknolojilerinin kolektif çıkarlarımız ve ihtiyaçlarımız için geliştirilmesini talep edebilecek bir zemine de sahip oluruz. Bu bakış açısına göre, sosyal açıdan faydalı olası uygulamalara odaklanmak yerine teknolojik gelişmeyi sermaye mantığından ayırmak gerekir, zira teknolojinin dönüştürücü potansiyeli, ancak özel şirketlere kar sağlamak yerine kamu yararına hizmet ettiğinde açığa çıkarılabilir. Silikon Vadisi’ni Yıkmak [Silikon Vadisi’ni Yıkmak] isimli çağrısında6 Wendy Liu, bu amaca yönelik bazı adımlar önermektedir: girişimciliği kapitalist olmayan amaçlar için bir kamu hizmeti olarak benimsemek, kamu yatırım fonlarını kar amacı gütmeyen şirketlere tahsis ederek finansmana geniş erişim sağlamak, üretim üzerinde kontrol sahibi olan işçi kooperatifleri gibi yeni işletme mülkiyeti biçimleri geliştirmek, teknoloji endüstrisindeki çalışma koşullarını iyileştirmek ve çalışanları güçlendirmek, aşamalı olarak artan bir servet vergisi oluşturmak, son olarak da fazla kazancı olan şirketleri kamulaştırmak.

Bu adımlar, cildimizin sınırlarını aşan veri bedenlerimizin toplaşması sonucu ortaya çıkan genişletilmiş bir beden ile kafamızın sınırlarının ötesine uzanan zihnimizden meydana gelen dağıtılmış bilişin temel unsurlarını oluşturduğu yapay zeka üzerinde özgür irade ve kontrol sahibi olabilmemizi amaçlıyor. Bu bağlantıyı açıkça görülür hale getirmek, yapay zekayı yalnızca algoritmaların geliştirilmesine bağlı ve bizden bağımsız teknik bir başarı olarak görmeyi bırakmamıza, onu toplu olarak yönetilmesi gereken, şahsileşmiş reklamlar ve yüz tanımadan daha övgüye değer amaçlara hizmet etmesi gereken ortak bir fayda olarak görmeye başlamamıza yardımcı olabilir. Bu nedenle amaç yapay zekayı -ister bizi yok etmeye hazır şeytani bir süper zeka ister işlerimizi elimizden alacak robotlar şeklinde- türümüz için olası bir tehdit olarak karakterize ederek kınamak ya da onu tüm dertlerimizi çözebilecek tarafsız bir teknoloji olarak eleştiriden yoksun bir şekilde kutlamak değildir. Amaç, yapay zekanın bedensel gerçekliğimizin ve bilişsel süreçlerimizin bir uzantısı olduğunu iddia ederek onun gelişimine, değerlendirilmesine ve uygulanmasına müdahil olmaktır.


[1] N. Katherine Hayles (2017), Unthought. The Power of The Cognitive Nonconscious. Chicago: University of Chicago Press.

[2] Meredith Whittaker, «The Steep Cost of Capture». Interactions, 28(6), Aralık 2021, p. 52. içinde. https://dl.acm.org/doi/pdf/10.1145/3498853 adresinden ulaşılabilir.

[3] Kate Crawford (2021), Atlas of AI: Power, Politics, and the Planetary Costs of Artificial Intelligence. Cumberland: Yale University Press.

[4] Matteo Pasquinelli and Vladan Joler, “The Nooscope Manifested: Artificial Intelligence as Instrument of Knowledge Extractivism”. KIM (Karlsruhe University of Arts and Design) Research Group and Share Lab (Novi Sad), 1 Mayıs 2020 (AI & Society dergisi için ön basımda). https://nooscope.ai.

[5] Nick Dyer-Witheford, Atle Mikkola Kjøsen ve James Steinhoff (2019), Inhuman Power: Artificial Intelligence and the Future of Capitalism. London: Pluto Press.

[6] Wendy Liu (2020). Abolish Silicon Valley: How to Liberate Technology from Capitalism. London: Penguin Random House.


CCCB’de yayınlanan yazıyı Aylin Şengüldür tercüme etti, metnin son okumasını Öznur Karakaş gerçekleştirdi.

Bu metin, Boğaziçi Üniversitesi 2021-2022 eğitim döneminde Dr. Tülay Çağlıtütüncigil tarafından verilen SPA 412 dersi kapsamında çevrilmiştir. Kaynak metinler öğrenciler tarafından seçilerek İspanyolca aslından Türkçeye çevrilmiş, metinlerin ilk revizyonları öğrenciler tarafından yapılmıştır.


Ana görsel: Paul Klee, Seiltänzer

Kaynak: Wikipedia Commons

Exit mobile version