Site icon Terrabayt

Yapay Zekâ Yeni McKinsey mi Olacak?

Şu anda hayal edildiği üzere, teknoloji serveti yoğunlaştırmayı ve emekçileri güçsüz kılmayı vaat ediyor. Bir alternatif mümkün mü?

Yapay zekâ üzerine konuşurken, yeni ve yabancı bir şeyle uğraşırken her zaman yaptığımız gibi metafora bel bağlıyoruz. Metaforlar fıtratları gereği kusurludur, ancak yine de onları dikkatle seçmemiz gerekir, zira kötü olanlar bizi yoldan çıkarabilir. Örneğin, güçlü yapay zekâları peri masallarındaki cinlere benzetmek epey yaygın hale geldi. Bu benzetme, güçlü varlıkların komutlarınıza itaat etmesini sağlamanın zorluğunu vurgulamak içindir; bilgisayar bilimcisi Stuart Russell, dokunduğu her şeyin altına dönüşmesini isteyen Kral Midas’ın kıssasını, bir yapay zekânın yapmasını istedikleriniz yerine yapmasını söylediklerinizi yapmasının tehlikelerini göstermek için aktarmıştı. Bu metaforla alakalı çok sayıda sorun var ama bunlardan biri, atıfta bulunduğu masaldan yanlış dersler çıkarmasıdır. Midas benzetmesinin maksadı, açgözlülüğün sizi yok edeceği ve zenginlik peşinde koşmanın gerçekten önemli olan her şeye mal olacağıdır. Eğer bu kıssadan anladığınız, tanrılar tarafından bir dileğiniz kabul edildiğinde dileğinizi çok ama çok dikkatli bir şekilde ifade etmeniz gerektiği ise, o zaman asıl noktayı kaçırmışsınız demektir.

Bu nedenle, yapay zekânın riskleri konusunda başka bir metafor önermek istiyorum. Yapay zekâyı McKinsey & Company gibi bir yönetim danışmanlığı firması olarak düşünmemizi öneriyorum. McKinsey gibi firmalara çok çeşitli nedenlerle başvurulur ve yapay zekâ sistemleri de pek çok nedenle kullanılır. Fakat Fortune 100’ün yüzde doksanıyla çalışan bir danışmanlık firması olan McKinsey ile yapay zekâ arasındaki benzerlikler de bariz. Sosyal medya şirketleri, kullanıcıları akışlarına bağlı tutmak için makine öğrenimini kullanıyor. Benzer bir şekilde Purdue Pharma, opioid salgını sırasında OxyContin satışlarını nasıl “turbo” yapacağını bulmak için McKinsey’i kullanmıştı. Yapay zekânın yöneticilere insan işçiler yerine ucuz bir ikame sunmayı vaat etmesi gibi, McKinsey ve benzeri firmalar da hisse senedi fiyatlarını ve yönetici tazminatlarını artırmanın bir yolu olarak toplu işten çıkarma uygulamasının normalleşmesine yardımcı oldu ve Amerika’da orta sınıfın yok olmasına katkıda bulundu.

Eski bir McKinsey çalışanı şirketi “sermayenin gönüllü cellatları” olarak tanımlamıştı: bir şeyin yapılmasını istiyor ama ellerinizi kirletmek istemiyorsanız, McKinsey bunu sizin adınıza yapacaktır. Hesap vermekten kaçış, yönetim danışmanlıklarının sağladığı en değerli hizmetlerden biridir. Patronların belirli hedefleri vardır ama bu hedeflere ulaşmak için gerekenleri yaptıkları için suçlanmak istemezler; danışmanları kullanarak, yönetim sadece bağımsız, uzman tavsiyelerini takip ettiklerini söyleyebilir. Şu anki ilkel haliyle bile yapay zekâ, bir şirketin “algoritmanın” dediğini yaptığını söyleyerek sorumluluktan kaçmasının bir yolu haline geldi, her ne kadar algoritmayı ilk etapta görevlendiren şirket olsa da.

Sormamız gereken soru şu: Yapay zekâ daha güçlü ve esnek hale geldikçe, McKinsey’in başka bir versiyonu olmasını engellemenin bir yolu var mı? Bu soru, “yapay zekâ” teriminin farklı anlamları açısından ele alınmaya değer. Eğer yapay zekâyı şirketlere maliyetlerini düşürmelerine yardımcı olmak amacıyla pazarlanan geniş bir teknoloji seti olarak düşünürseniz, soru şu olur: Bu teknolojilerin “sermayenin gönüllü cellatları” olarak çalışmasını nasıl engelleyebiliriz? Alternatif olarak, yapay zekâyı insanların kendisinden çözmesini istediği sorunları çözen yarı otonom bir yazılım programı olarak hayal ederseniz, o zaman soru şudur: Bu yazılımın insanların hayatlarını daha da kötüleştirecek şekilde şirketlere yardımcı olmasını nasıl önleyeceğiz? İnsanlara tamamen itaat eden, aldığı talimatları yanlış yorumlamadığından emin olmak için defalarca kontrol eden yarı otonom bir yapay zekâ geliştirdiğinizi varsayalım. Bu, pek çok yapay zekâ araştırmacısının hayalidir. Yine de böyle bir yazılım kolaylıkla McKinsey’in verdiği kadar zarara neden olabilir.

Çözmesini istediğiniz sorunlara yalnızca toplum yanlısı çözümler sunan bir yapay zekâ geliştireceğinizi o kadar kolay söyleyemeyeceğinizi aklınızdan çıkarmayın. Bu, yalnızca bu tür çözümler sunan bir danışmanlık firması kurarak McKinsey tehdidini bertaraf edebileceğinizi söylemeye eşdeğerdir. Gerçek şu ki Fortune 100 şirketleri sizin toplum yanlısı firmanız yerine McKinsey’e başvuracaklardır, zira McKinsey’in çözümleri hissedar değerini sizin firmanızın çözümlerinden daha fazla artıracaktır. Hissedar değerini her şeyin üstünde tutan bir yapay zekâ oluşturmak her zaman mümkün olacaktır ve çoğu şirket sizin ilkelerinizle kısıtlanmış bir yapay zekâ yerine bu yapay zekâyı kullanmayı tercih edecektir.

Yapay zekânın kapitalizmin bıçağını keskinleştirmekten başka bir şey yapmasının bir yolu var mı? Açık olmak gerekirse, kapitalizmden bahsederken, pek çok iktisadi sistemin bir özelliği olan, piyasa tarafından belirlenen fiyatlar karşılığında mal veya hizmet alışverişinden bahsetmiyorum. Kapitalizmden bahsederken, sermaye ile emek arasındaki, parası olan özel kişilerin başkalarının emeğinden kâr elde edebildiği belirli bir ilişkiden bahsediyorum. Dolayısıyla, bu tartışma bağlamında, ne zaman kapitalizmi eleştirsem, bir şeyler satma fikrini değil, çok parası olan insanların gerçekten çalışan insanlar üzerinde tahakküm kurma fikrini eleştiriyorum. Ve daha spesifik olarak, servetin giderek daha az sayıda insan arasında yoğunlaşmasını eleştiriyorum; bu kapitalizmin içsel bir özelliği olabilir ya da olmayabilir, ancak bugün uygulandığı şekliyle kapitalizmi kesinlikle karakterize etmektedir.

Şu anda uygulandığı şekliyle yapay zekâ, genelde insanların gerçekleştirdiği bir görevi analiz etme ve insanın yerini almanın bir yolunu bulma çabası anlamına geliyor. Tesadüfe bakın ki, bu tam da yönetimin çözülmesini istediği türden bir sorun. Sonuç olarak yapay zekâ, emek pahasına sermayeye yardımcı olur. İşçilerin çıkarlarını gözeten bir emek danışmanlığı firması gibi bir şey gerçekten yok. Yapay zekânın bu rolü üstlenmesi mümkün mü? Yapay zekâ yönetim yerine işçilere yardımcı olmak için bir şey yapabilir mi?

Bazıları yapay zekânın işinin kapitalizme karşı çıkmak olmadığını söyleyebilir. Bu doğru olabilir ama yapay zekânın görevi kapitalizmi güçlendirmek de değildir. Yine de şu anda yaptığı şey bu. Eğer yapay zekânın servet yoğunlaşmasını azaltacak yollar bulamazsak, o zaman yapay zekânın faydalı bir teknoloji olması bir yana, tarafsız bir teknoloji olduğunu iddia etmek bile zorlaşır.

Pek çok insan yapay zekânın daha fazla işsizlik yaratacağını düşünüyor ve bu soruna bir çözüm olarak evrensel temel geliri veya ETG’yi gündeme getiriyor. Genel manada evrensel temel gelir fikrinden hazzetmiyorum ama yapay zekâ alanında çalışan insanların zaman içinde yapay zekâ kaynaklı işsizliğe bir yanıt olarak ETG’yi önerme biçimlerine şüpheyle yaklaşmaya başladım. Halihazırda evrensel temel gelirimiz olsaydı farklı olurdu ama yok, bu nedenle buna destek ifade etmek, yapay zekâyı geliştiren insanların suçu devlete atmasının bir yolu gibi görünüyor. Esasında kapitalizmin yarattığı sorunları, bu sorunlar yeterince kötüleştiğinde hükümetin devreye girmekten başka çaresi kalmayacağı beklentisiyle yoğunlaştırıyorlar. Dünyayı daha iyi bir yer haline getirmeye dönük bir strateji olarak bu şüpheli görünüyor.

Hatırlarsınız, 2016 seçimleri öncesinde Bernie Sanders’ın ateşli bir destekçisi olan aktris Susan Sarandon, Donald Trump’a oy vermenin Hillary Clinton’a oy vermekten daha iyi olacağını, zira bunun devrimi daha çabuk getireceğini söylemişti. Sarandon bunu ne kadar derinlemesine düşündü bilmiyorum ama Slovenyalı filozof Slavoj Žižek de aynı şeyi söylemişti ve eminim ki o da bu konu üzerinde çok düşünmüştü. Trump’ın seçilmesinin sistemde o şekilde bir şok yaratacağını ve değişim getireceğini savunuyordu.

Žižek’in savunduğu şey, siyaset felsefesinde ivmecilik (akselerasyonizm) olarak bilinen bir fikrin örneği. İvmeciliğin pek çok farklı versiyonu var ama solcu ivmecileri birleştiren ortak nokta, işleri daha iyi hale getirmenin tek yolunun işleri daha kötü hale getirmek olduğu fikridir. İvmecilik, kapitalizme karşı çıkmanın ya da onu reforme etmeye çalışmanın beyhude olduğunu söyler; bunun yerine, tüm sistem çökene kadar kapitalizmin en kötü eğilimlerini şiddetlendirmemiz gerekir. Kapitalizmin ötesine geçmenin tek yolu, motor patlayana kadar neoliberalizmin gaz pedalına basmaktır.

Bunun daha iyi bir dünya yaratmanın bir yolu olduğunu düşünüyorum ama yapay zekâ endüstrisinin benimsediği yaklaşım buysa, herkesin ne için çalıştıkları konusunda net olduğundan emin olmak istiyorum. Yapay zekâ araştırmacıları, daha önce insanlar tarafından yapılan işleri yapmak üzere yapay zekâ geliştirerek, servetin yoğunlaşmasını o kadar aşırı seviyelere çıkarıyorlar ki, toplumsal çöküşü önlemenin tek yolu devletin devreye girmesi haline geliyor. Kasıtlı ya da değil, bu durum daha iyi bir dünya yaratmak amacıyla Trump’a oy vermeye çok benziyor. Ve Trump’ın yükselişi, bir strateji olarak ivmeciliği takip etmenin risklerini gösteriyor; işler çok kötüye gidebilir ve daha iyiye gitmeden önce uzun süre çok kötü kalabilir. Esasında işlerin daha iyi hale gelmesinin ne kadar süreceği konusunda hiçbir fikriniz yok; emin olabileceğiniz tek şey, kısa ve orta vadede önemli ölçüde acı ve ıstırap olacağıdır.

Yapay zekânın insanlığa tehlike oluşturduğu iddiaları beni pek ikna etmedi, zira kendi hedeflerini geliştirebilir ve onu kapatmamızı engelleyebilir. Fakat yapay zekânın kapitalizmin gücünü artırdığı ölçüde tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Kıyamet senaryosu, meşhur bir düşünce deneyinin öngördüğü gibi, tüm gezegeni ataçlara dönüştüren bir üretim yapay zekâsı değildir. Olan şey, yapay zekâ ile güçlendirilmiş şirketlerin hissedar değeri peşinde koşarken çevreyi ve işçi sınıfını yok etmesidir. Kapitalizm, onu kapatmamızı engellemek için ne gerekiyorsa yapacak bir makinedir ve cephaneliğindeki en başarılı silah, herhangi bir alternatifi düşünmemizi engelleme kampanyası olmuştur.

Yeni teknolojileri eleştiren insanlar bazen Luddite (makina kırıcı) olarak adlandırılır ama Luddite’lerin özünde ne istediklerini açıklığa kavuşturmak yararlı olacaktır. Protesto ettikleri en önemli şey, gıda fiyatlarıyla birlikte fabrika sahiplerinin kârları artarken ücretlerinin de düşüyor olmasıydı. Ayrıca güvensiz çalışma koşullarını, çocuk işçi kullanımını ve tüm tekstil endüstrisinin itibarını zedeleyen kalitesiz malların satışını da protesto ediyorlardı. Luddite’ler ayrım gözetmeksizin makineleri yok etmediler; eğer bir makinenin sahibi işçilerine iyi ödeme yapıyorsa, onu kendi haline bıraktılar. Luddite’ler teknoloji karşıtı değillerdi; istedikleri şey ekonomik adaletti. Fabrika sahiplerinin dikkatini çekmenin bir yolu olarak makineleri tahrip ettiler. “Luddite” kelimesinin artık bir hakaret olarak, birine mantıksız ve cahil demenin bir yolu olarak kullanılması, sermaye güçleri tarafından yürütülen bir karalama kampanyasının sonucu.

Ne zaman biri, bir başkasını Luddite olmakla suçlasa, sormak gerekir, suçlanan kişi gerçekten teknolojiye karşı mı? Yoksa ekonomik adaletten mi yana? Ve suçlamayı yapan kişi gerçekten insanların yaşamlarını iyileştirmekten mi yana? Yoksa sadece özel sermaye birikimini artırmaya mı çalışıyorlar?

Bugün kendimizi teknolojinin kapitalizmle, onun da ilerleme kavramıyla iç içe geçtiği bir durumda buluyoruz. Eğer kapitalizmi eleştirmeye kalkarsanız hem teknolojiye hem de ilerlemeye karşı çıkmakla suçlanıyorsunuz. Fakat ilerleme, çalışan insanlar için daha iyi yaşamlar içermiyorsa ne anlama geliyor? Tasarruf edilen para hissedarların banka hesapları dışında bir yere gitmiyorsa, daha fazla verimliliğin ne anlamı var? Hepimiz Luddite olmak için çabalamalıyız, zira hepimiz ekonomik adaletle özel sermaye birikimini arttırmaktan daha fazla ilgilenmeliyiz. Teknoloji karşıtı olarak tanımlanmadan, teknolojinin zararlı kullanımlarını eleştirebilmeliyiz, ki bunlar arasında işçilerden ziyade hissedarlara fayda sağlayan kullanımlar da bulunuyor.

Bundan yüz yıl sonra, hiç kimsenin sevmediği bir işte çalışmak zorunda kalmadığı ve herkesin zamanını kişisel olarak en tatmin edici bulduğu şeye harcayabildiği idealize edilmiş bir gelecek hayal edin. Açıkçası buradan oraya nasıl ulaşacağımızı görmek zor. Ancak şimdi önümüzdeki birkaç on yıl için iki olası senaryo düşünün. Birinde, yönetim ve sermaye güçleri şu anda olduklarından daha da güçlü. Diğerinde ise emek şu anda olduğundan daha güçlü. Bunlardan hangisinin bizi idealize edilen geleceğe yaklaştırması daha olası görünüyor? Ve şu anda uygulandığı şekliyle yapay zekâ bizi hangisine doğru sürüklüyor?

Elbette, yeni teknolojinin uzun vadede yaşam standartlarımızı iyileştirdiği ve bunun da kısa vadede yarattığı işsizliği telafi ettiği argümanı mevcut. Bu argüman Sanayi Devrimi sonrası dönemin büyük bir kısmında ağırlık taşımıştı ama son yarım yüzyılda gücünü kaybetti. Amerika Birleşik Devletleri’nde kişi başına düşen GSYİH 1980’den bu yana neredeyse iki katına çıkarken, medyan hane geliri bunun çok gerisinde kaldı. Bu dönem bilişim teknolojisi devrimini kapsıyor. Bu da kişisel bilgisayar ve internetin yarattığı ekonomik değerin, bir bütün olarak ABD vatandaşlarının yaşam standardını yükseltmek yerine, çoğunlukla en tepedeki yüzde birlik kesimin servetini artırmaya yaradığı anlamına geliyor.

Elbette artık hepimiz internete sahibiz ve internet harika bir şey. Fakat emlak fiyatları, üniversite harçları ve sağlık masrafları enflasyondan daha hızlı arttı. 1980’de tek bir gelirle bir aileyi geçindirmek yaygındı; şimdi ise nadir. Peki, son kırk yılda gerçekten ne kadar ilerleme kaydettik? Elbette, internetten alışveriş yapmak hızlı ve kolay, evde film izlemek harika ama bence pek çok insan bu kolaylıkları kendi evlerine sahip olabilmek, çocuklarını ömür boyu borçlanmadan üniversiteye gönderebilmek ve iflas etmeden hastaneye gidebilmekle takas edebilir. Medyan gelirin kişi başına düşen GSYİH’ye ayak uyduramaması teknolojinin suçu değil; bu büyük oranda Ronald Reagan ve Milton Friedman’ın suçu. Ancak 1981-2001 yılları arasında General Electric’i yöneten Jack Welch gibi CEO’ların yönetim politikalarının yanı sıra McKinsey gibi danışmanlık firmalarının da sorumluluğu var. Servet eşitsizliğindeki artıştan kişisel bilgisayarı sorumlu tutmuyorum, yalnızca daha iyi teknolojinin insanların yaşam standartlarını mutlaka iyileştireceği iddiasının artık inandırıcı olmadığını söylüyorum.

Kişisel bilgisayarların medyan geliri artırmadığı gerçeği, yapay zekânın muhtemel faydalarını düşünürken bilhassa önemli. Araştırmacıların, yapay zekânın çalışanların yerini almak yerine bireysel üretkenliklerini artırabileceği yollara odaklanmaları sıklıkla öneriliyor; bu, otomasyon yolunun aksine güçlendirme yolu olarak nitelendiriliyor. Bu kıymetli bir hedef ama tek başına insanların ekonomik kaderlerini iyileştirmeyecektir. Kişisel bilgisayarlarda çalışan üretkenlik yazılımları otomasyondan ziyade zenginleştirmenin mükemmel bir örneğiydi; kelime işlem programları daktiloların yerine daktilocuların, hesap tablosu programları da muhasebecilerin yerine kâğıt hesap tablolarının yerini aldı. Fakat kişisel bilgisayarın getirdiği artan kişisel üretkenlik, artan yaşam standardıyla eşleşmedi.

Teknolojinin yaşam standardını yükseltebilmesinin tek yolu, teknolojinin faydalarını uygun bir şekilde dağıtacak iktisadi politikaların mevcut olmasıdır. Son kırk yıldır bu politikalara sahip değiliz ve bunları elde etmediğimiz sürece, yapay zekâ alanındaki ilerlemelerin, bireysel çalışanları artıracak yollar bulabilsek bile, medyan geliri yükselteceğini düşünmek için hiçbir neden yok. Yapay zekâ kesinlikle işgücü maliyetlerini azaltacak ve şirketlerin kârlarını artıracaktır ama bu yaşam standardımızı iyileştirmekten tamamen farklıdır.

Ütopik bir geleceğin hemen yanı başımızda olduğunu varsayabilseydik ve o gelecekte kullanılmak üzere teknoloji geliştirebilseydik bu çok makul olurdu. Ancak belirli bir teknolojinin bir ütopyada yararlı olacağı gerçeği, şu anda yararlı olduğu anlamına gelmez. Zehirli atıkları gıdaya dönüştüren bir makinenin olduğu bir ütopyada, zehirli atık üretmek bir sorun olmayacaktır ama burada ve şimdi, hiç kimse zehirli atık üretmenin zararsız olduğunu iddia edemez. İvmeciler, daha fazla zehirli atık üretmenin atıktan gıdaya dönüştürücünün icadını motive edeceğini iddia edebilir ama bu ne kadar ikna edici? Teknolojilerin çevresel etkilerini, gelecekteki varsayımsal hafifletmeler bağlamında değil, şu anda mevcut olan hafifletmeler bağlamında değerlendiririz. Aynı şekilde yapay zekâyı de ETG’nin olduğu bir dünyada ne kadar faydalı olacağını hayal ederek değerlendiremeyiz; onu sermaye ve emek arasındaki mevcut dengesizlik ışığında değerlendirmek zorundayız ve bu bağlamda yapay zekâ, sermayenin ekmeğine yağ sürme rolü nedeniyle bir tehdittir.

McKinsey’in eski bir ortağı şirketin eylemlerini şöyle savunmuştu: “Biz karar almıyoruz, pratiğe döküyoruz.” Fakat bu oldukça zayıf bir mazeret; zararlı politika kararlarının danışmanlık firmaları —ya da yeni teknolojiler— bunları uygulamak için yollar önerdiğinde alınması daha olası. Şu anda geliştirilmekte olan yapay zekâ versiyonu, şirketlerin insanları işten çıkarmasını kolaylaştırıyor. Peki bunu zorlaştıran bir yapay zekâ geliştirmenin bir yolu var mı?

Sosyolog Erik Olin Wright, “How to Be an Anticapitalist in the 21st Century,” [21. Yüzyılda Nasıl Antikapitalist Olunur?] adlı kitabında kapitalizmin zararlarına karşılık vermek için bir strateji taksonomisi sunuyor. Bahsettiği stratejilerden ikisi, muhtemelen bu tartışmanın kapsamı dışında kalan kapitalizmi parçalamak ve kapitalizmi ortadan kaldırmak. Burada daha önemli olanlar kapitalizmi ehlileştirmek ve kapitalizme direnmektir. Kabaca konuşmak gerekirse, kapitalizmi ehlileştirmek devlet düzenlemeleri anlamına gelirken, kapitalizme direnmek de taban aktivizmi ve işçi sendikaları anlamına geliyor. Yapay zekânın bunları güçlendirmesinin yolları var mı? Yapay zekânın işçi sendikalarını veya işçi kooperatiflerini güçlendirmesinin bir yolu var mı?

1976 yılında Britanya’nın Birmingham kentindeki Lucas Havacılık ve Uzay Şirketi’nde çalışan işçiler, savunma harcamalarındaki kesintiler nedeniyle işten çıkarılmayla karşı karşıyaydı. Bunun üzerine işyeri temsilcileri, Lucas Planı olarak bilinen ve diyaliz makinelerinden rüzgâr türbinlerine ve arabalarda kullanılan hibrid motorlara kadar, işgücünün işten çıkarılmak yerine mevcut beceri ve ekipmanlarıyla inşa edebileceği yüz elli “sosyal açıdan faydalı ürünü” tanımlayan bir belge hazırlamıştı. Lucas Aerospace yönetimi bu öneriyi reddetmişti ama bu, kapitalizmi daha insani bir yöne çekmeye çalışan işçiler açısından kayda değer bir modern örnek olarak kalmıştı. Şüphesiz benzer bir şey modern bilgisayar teknolojisi ile de mümkün olmalı.

Kapitalizm şu anda olduğu kadar zararlı olmak zorunda mı? Belki de değildir. İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden otuz yıl bazen kapitalizmin altın çağı olarak bilinir. Bu dönem kısmen daha iyi kamu politikalarının sonucuydu ama kamu altın çağı kendi başına yaratmadı, bu dönemde şirket kültürü farklıydı. General Electric’in 1953 tarihli yıllık raporunda şirket, ne kadar vergi ödediği ve maaş bordrolarına ne kadar harcama yaptığı konusunda övünüyordu. Açıkça “İstihdam güvenliğini en üst düzeye çıkarmak şirketin başlıca hedefidir,” deniyordu. Johnson & Johnson’ın kurucusu, şirketin çalışanlarına karşı sorumluluğunun hissedarlarına karşı sorumluluğundan daha yüksek olduğunu söylemişti. O zamanki şirketler, toplumdaki rolleri konusunda bugünkü şirketlere kıyasla çok daha farklı bir anlayışa sahipti.

Bu değerlere geri dönmenin bir yolu var mı? Pek mümkün görünmüyor ama kapitalizmin altın çağının Yaldızlı Çağ’ın muazzam servet eşitsizliğinden sonra geldiğini unutmayın. Şu anda servet eşitsizliğinin 1913’tekiyle hemen hemen aynı olduğu ikinci bir Yaldızlı Çağ’da yaşıyoruz, bu nedenle şu anda bulunduğumuz yerden ikinci bir altın çağa geçmemiz imkânsız değil. Elbette, ilk Yaldızlı Çağ ile altın çağ arasında Büyük Buhran ve iki Dünya Savaşı yaşadık. Bir ivmeci, bu hadiselerin altın çağı getirmek için gerekli olduğunu söyleyebilir ama sanırım çoğumuz bu adımları atlamayı tercih ederdik. Önümüzdeki görev, teknolojinin bizi bir başka Büyük Buhran’a yol açmadan altın çağa taşımasının yollarını hayal etmektir.

Hepimiz kapitalist sistemde yaşıyoruz, dolayısıyla istesek de istemesek de hepimiz kapitalizmin katılımcılarıyız. Ve bir birey olarak yapabileceğiniz bir şey olup olmadığını merak etmek mantıklı. Frito-Lay’de bir gıda bilimcisi olarak çalışıyorsanız ve işiniz yeni patates cipsi çeşitleri icat etmekse, tüketimciliğin motoruna yardım ettiğiniz için istifa etmek gibi etik bir yükümlülüğünüz olduğunu söylemeyeceğim. Bir gıda bilimcisi olarak aldığınız eğitimi müşterilere hoş bir deneyim sunmak için kullanıyorsunuz; bu da geçiminizi sağlamanın son derece makul bir yolu.

Fakat yapay zekâ alanında çalışan pek çok insan bunu yeni patates cipsi çeşitleri icat etmekten daha önemli görüyor. Bunun dünyayı değiştirecek bir teknoloji olduğunu söylüyorlar. Eğer durum buysa, o zaman yapay zekânın dünyayı daha kötü hale getirmeden daha iyi hale getirmesinin yollarını bulmak gibi bir görevleri var. Yapay zekâ bizi toplumsal çöküşün eşiğine getirmek dışında dünyamızdaki eşitsizlikleri iyileştirebilir mi? Eğer yapay zekâ, savunucularının iddia ettiği kadar güçlü bir araçsa, sermayenin acımasızlığını körüklemenin dışında başka kullanım alanları da bulabilmeleri gerekir.

Dilekleri yerine getiren cinlerle ilgili hikâyelerden almamız gereken bir ders varsa, o da bir şeyi çaba sarf etmeden elde etme arzusunun asıl sorun olduğudur. Çırağın süpürgelerin su taşıması için büyü yaptığı ama onları durduramadığı “Büyücünün Çırağı” hikayesini düşünün. Bu hikâyeden çıkarılacak ders, büyünün kontrol edilmesinin imkânsız olduğu değildir; hikâyenin sonunda büyücü geri gelir ve çırağın yarattığı karmaşayı hemen düzeltir. Buradan çıkarılacak ders, zor işi yapmaktan kaçamayacağınızdır. Çırak ev işlerinden kaçmak istemiş ve kestirme bir yol aramak başını belaya sokmuştur.

Yapay zekâyı sihirli bir sorun çözücü olarak düşünme eğilimi, daha iyi bir dünya inşa etmenin gerektirdiği zor işlerden kaçınma arzusunun bir göstergesidir. Bu zor iş, servet eşitsizliğini sona erdirmek ve kapitalizmi ehlileştirmek gibi şeyleri içerecektir. Teknoloji uzmanları için en zor iş —en çok kaçınmak istedikleri görev— daha fazla teknolojinin her zaman daha iyi olduğu varsayımını ve her zamanki gibi iş yapmaya devam edebilecekleri ve her şeyin kendiliğinden yoluna gireceği inancını sorgulamak olacaktır. Hiç kimse dünyadaki adaletsizliklerdeki suç ortaklığı hakkında düşünmekten hoşlanmaz ama dünyayı sarsan teknolojileri inşa eden insanların bu tür bir eleştirel öz incelemeye girişmeleri zorunludur. Yapay zekânın daha iyi bir dünyaya mı yoksa daha kötü bir dünyaya mı yol açacağını belirleyecek olan, sistemdeki kendi rollerine korkusuzca bakma isteklilikleridir.


The New Yorker‘dan Emre Köse çevirdi.


Ana Görsel: Paul Klee, Tightrope Walker (1923)

Exit mobile version