Site icon Terrabayt

Utanç (Buda as sharm foru rikht), Hana Makhmalbaf, 2007

Şiddetin yaşamın her alanında hissedildiği erkek egemen bir coğrafyada “oyuna katılmama” kararlılığıyla dimdik ayakta duran bir kız çocuğunun hikayesi, benzer koşullarda yaşayan ve hayallerinin peşinden giden tüm kadınların hikayesini anlatıyor.

Hana Makhmalbaf’ın henüz 18 yaşında çektiği ilk uzun metrajlı filmi olan Utanç, adını yönetmenin babası ünlü yönetmen Mohsen Makhmalbaf’ın bir sözünden alıyor: “Bir heykel bile bütün bu şiddetten, insafsızlıktan ve bunların getirdiği çöküşten utanırdı.” Senaryosunu annesi Marzieh Meshkini’nin yazdığı ve Yeni Gerçekçi üslupta amatör oyuncularla çekilen film, bir yandan Taliban diğer yandan ABD saldırılarının devam ettiği Afganistan’da geçiyor ve altı yaşındaki Baktay’ı takip ediyor.

Utanç, annesi ve küçük kardeşiyle bir mağarada yaşayan Baktay’ın (Nikbakht Noruz), okula giden komşularının oğlu Abbas’ın (Abbas Alijome) okuduğu kitaptan etkilenerek “komik hikayeler” öğrenebilmek için okula gitmeye karar vermesiyle başlar. Filmin başından sonuna kadar Baktay’ı takip eden kamera, küçük kız çocuğunun okula gitme mücadelesine şahitlik ederken Afganistan’daki yoksulluğu, kadınların üzerindeki baskıyı ve ülkenin içinde bulunduğu şiddetten etkilenen çocukları perdeye taşır.

Baktay okula gitmeye karar verdiğinde, annesi su almak için yaşadıkları mağarayı terk etmiş, henüz bebek olan küçük kardeşi de ablasına emanet etmiştir. Baktay, komşu kadının oğluna yaptığı gibi bir iple kardeşini mağaraya bağlayarak annesinden defter, kalem almak için para istemeye gider. Annesini bulamayınca da evden aldığı yumurtaları pazarda satarak gerekli parayı bulmaya çalışır. Avucundaki 3 yumurtayı bile taşımakta zorlanan küçük kızın çarşıdaki esnafla pazarlığını, bıkmadan kapı kapı dolaşmasını izlerken küçük kızın direncine hayran olmamak mümkün değil.

Uzun bir uğraştan sonra ancak defter alacak kadar para bulabilen Baktay, kalem olarak kullanmak üzere annesinin tek rujunu da yanına alır. Abbas ile birlikte okul yoluna düşen Baktay, tüm ısrarlarına rağmen erkekler sınıfının öğretmenini ikna edemez, çünkü başka bir yerde bulunan kızlar sınıfına gitmelidir. Bu duruma anlam veremeyen Baktay ısrarla öğretmenden kendisine “komik hikayeler” öğretmesini ister. Sonunda çaresiz, kızlar sınıfını aramaya başlar.

Çocuklar hararetle Baktay’ın mezarını kazmaya devam ederken Baktay Allahın emrinin sınırlarını gösteren dairelerde sek sek oynamaya başlar. Yasaklar ve sınırlar arasında zıplayan Baktay’ın ilham verici pervasızlığı nefes almakta bile zorlandığımız bu coğrafyada neye ihtiyacımız olduğunu gösterir.

Yolda ellerinde silah olarak kullandıkları dallarla, “savaş oyunu” oynayan erkek çocuklar önünü keser küçük kızın. Afganistan’da Taliban kuvvetlerinin yönetimi ele geçirmesinin ardından patlatılan, tarihin en eski Buda heykelinin yıkıntılarının önündedirler. Çocuklar “Taliban’ın askerleri”dirler ve Baktay’a kızların okula gidemeyeceğini söyleyerek defterini yırtmaya başlarlar. Baktay’ın çantasını arayan çocuklar ruju bulunca makyaj yapmanın günah olduğunu, putperest kadınların ruj kullandığını söylerler. “Taliban’ın askerleri” olan bu çocuklar, bu “günahkar putperest”in recm edilmesine karar verirler. Oynadıkları savaş oyunu gibi sembolik bir recm olacağını düşünürüz ancak hepsi elleriyle toprağı kazıp bir çukur hazırlamaya başlarlar. Bu sırada çocuklardan biri yerden beyaz bir toz alarak Baktay’ın etrafında bir halka şeklinde döker bu tozu. İşleri bitene kadar Baktay’ın o çizgiden dışarı çıkmamasını, bunun “Allah’ın emri” olduğunu söyler. Günah olanın ne olduğuna erkek karar verir ve Allah’ın emrinin sınırları yine erkeğin eliyle çizilir. Tüm bunlar olurken Baktay hala çocukların oyun oynadığını sanar, sağa sola gider ve Baktay’a tövbe etmesini söyleyen çocuğu yeni daireler çizmek zorunda bırakır. Çocuklar hararetle Baktay’ın mezarını kazmaya devam ederken Baktay Allahın emrinin sınırlarını gösteren dairelerde sek sek oynamaya başlar. Yasaklar ve sınırlar arasında zıplayan Baktay’ın ilham verici pervasızlığı nefes almakta bile zorlandığımız bu coğrafyada neye ihtiyacımız olduğunu gösterir.

Erkek çocuklar işlerini bitirip Baktay’ı kazdıkları çukura koyar, kafasına kese kağıdı geçirirler. Buda heykelinden kalan taş parçalarını ellerine alıp Baktay’ın etrafına dizildiklerinde dairesel hareket eden kamera tüm çocukların yüzlerindeki nefreti tek tek göstererek gerçekten bir cinayet işleyebileceklerine inandırır bizi. Tam bu sırada ceza aldığı için sınıftan atılan Abbas’ın Baktay’ı aramak için oradan geçmesi üzerine Baktay’ı mağaraya saklarlar. Mağarada kafalarına kese kağıdı geçirilmiş halde ayakta bekleyen üç kız daha vardır. Baktay kafasındaki kese kağıdını çıkararak onların neden çıkarmadığını sorar. Kızlar korkuları nedeniyle kaderlerine teslim olmuş, çocukların onları serbest bırakmasını beklemektedirler ve bu sırada kafalarındaki kese kağıtlarını bile çıkarmaya cesaret edemezler. Baktay onlara “suçlarını” sorar. Biri sakızından futbolcu resmi çıktığı için, diğeri de gözleri kurt gözüne benzediği yani gözleri güzel olduğu için ordadır. En küçüğü de ruj sürdüğü için suçlu bulunmuştur. Günah ve yasak sınırlarının keyfi bir erkek egemen düzen tarafından belirlendiği bir ortamda kadınlar için suçlanmaktan kurtuluş yoktur aslında.

Diğerleri kurtulmak için çaba gösterecek cesareti bulamazken Baktay çocukların oyun oynamasını fırsat bilerek defterinden kalanları da toplayarak kaçar. Sonunda kızlar sınıfını bulup öğretmene bile sormadan sınıfa girip diğer kızlarla adeta mücadele ederek oturacak bir yer bulur kendine. Ancak yazı yazmak için kalemi olmadığından çıkardığı ruju yanında oturan kızın görmesiyle tahtaya bakan öğretmen arkasını dönene kadar tüm kızlar birbirlerini boyar. Öğretmen sınıfın halini gördüğünde Baktay bu kez de kızlar arasındaki düzeni bozduğu için sınıftan atılır.

Bu kez çocuklar “Amerikan askerleri”dir ve onlara “teröristler” diye seslenirler. Savaşın hüküm sürdüğü bir coğrafyada şiddetin ne yönden geldiğinin artık bir önemi yoktur.

Dönüş yolunda kendisini arayan Abbas’la birlikte eve dönerken yollarını yine aynı çocuklar keser. Bu kez çocuklar “Amerikan askerleri”dir ve onlara “teröristler” diye seslenirler. Savaşın hüküm sürdüğü bir coğrafyada şiddetin ne yönden geldiğinin artık bir önemi yoktur. Çocuklar “silahlarını” doğrultarak Baktay ve Abbas’a teslim olmalarını söylerler. Ateş etmiş gibi yapan çocukların karşısında Abbas oyuna katılarak vurulma taklidi yaparak kendini ölü gibi yere bırakır. Çocuklar dediklerini yaptırmış, istediklerini elde etmişlerdir ve Abbas’ı orada bırakıp kaçan Baktay’ın peşine düşerler. Baktay ısrarla oyuna katılmaz, savaş oyununu sevmediğini söyleyerek kaçmaya devam eder. Küçük kızın etrafını çeviren çocukların yüzlerindeki nefret ve kararlılık yine tek tek gösterilir, ancak Baktay ellerini havaya kaldırıp ayakta durmaya, ölü taklidi yapmamaya devam eder. Film biterken Abbas’ın arkadan gelen sesi duyulur: “Öl Baktay, ölmezsen özgür olamazsın!”

Utanç, öykünün geçtiği coğrafyadaki ekonomik ve toplumsal koşulları gerçekçi bir dille ele alan etkileyici bir film. Baktay’ın okula gidebilmek için bin bir güçlükle aldığı defter yol boyunca sürekli eksilir. Yolculuğu boyunca çocuklar, sınıf arkadaşları, yolda gördüğü bir adam farklı nedenlerle kıymetli defterinden sayfalar koparırlar. Yolculuğun başından sonuna kadar Baktay’ın hayır cevabını kabul etmeyen inadı, taleplerini dile getirmekteki ısrarı tüm kadınlara umut veriyor. Şiddetin yaşamın her alanında hissedildiği erkek egemen bir coğrafyada “oyuna katılmama” kararlılığıyla dimdik ayakta duran bir kız çocuğunun hikayesi, benzer koşullarda yaşayan ve hayallerinin peşinden giden tüm kadınların hikayesini anlatıyor. Baktay’ın inadı kadınların en temel hakları için ne büyük bir savaş vermek zorunda bırakıldığını, sahip olduğumuz her şeyi nasıl bir kararlılıkla yaşamdan koparıp aldığımızı gösteriyor.

Exit mobile version