Site icon Terrabayt

Ucuz Gıdaya Karşı Bir Memorandum


Mayıs 2015’te, Gıda Geleceği İçin Küresel İttifak, ilk Enternasyonal Diyalog etkinliğini gerçekleştirdi. Bu etkinlikte farklı sektörlerden 150 paydaş, daha sürdürülebilir, güvenli ve eşitlikçi bir gıda geleceğine dönük güzergahları tartıştı ve belirledi. Değerli yazar ve aktivist Raj Patel’i bu konuşmayı bizlere özetlemesi ve kulağımıza ilişenlere yanıt vermesi için sohbete davet ettik.

Ekolojik Öğrenme ve Sosyal Eylem Hareketi’nin Etiyopya yöneticisi olan Million Belay, “Ya yoksullar?” diye sormuştu. Nestle’nin Sürdürülebilirliğe Paydaşların Dahiliyetinden sorumlu İkinci Başkan Yardımcısı Duncan Pollard’dan, dünyanın en büyük gıda şirketinin, yürüttüğü işin hakiki çevresel ve toplumsal bedellerine dair kurum-içi bir denetleme yaptığını işittik. Ortaya çıkan rakam oldukça yüksekti. O kadar yüksek ki kamuya bunu duyurmak şirketin “çarmıha gerilmesine” neden olurdu. Masraflar kardan ve “gelir kazanma trendinden” yüksekti. Geçen sene, şirketin karı 15 milyar dolardı, geliri ise 98 milyar dolar. Rakam çok büyük.

Ya marketlerde ucuz gıdayı kabul eder, ucuz gıdanın sebebiyet verdiği sağlık, sosyal ve ekonomik masrafları insanlara -illa yoksullara- ödetiriz ya da üretim sürecine dahil olan her türlü masrafı yansıtan pahalı gıda kalır elimizde.

Bu sadece Nestle’nin sorunu da değil. Bu gıda endüstrisinin sorunu. KPMG, 2012 yılında, endüstrilerin çevresel hasarın ne kadarını “dışa aktardığını” ele alan bir rapor yayımladı, raporda bedeli ödenmeyen hasar hesap ediliyordu. Bu alanda maliyeti en yüksek olan gıda endüstrisiydi: 200 milyar dolar. Bu karının %224’ü üstelik.

Ya marketlerde ucuz gıdayı kabul eder, ucuz gıdanın sebebiyet verdiği sağlık, sosyal ve ekonomik masrafları insanlara -illa yoksullara- ödetiriz ya da üretim sürecine dahil olan her türlü masrafı yansıtan pahalı gıda kalır elimizde. Pollard’ın dediğine göre, gıda endüstrisi doğru olanı yaparak bu maliyetleri üstlenme konusunda isteksiz değil. Ancak hiçbir gıda şirketi ilk olmak istemiyor. Bir araya gelip nasıl koordine olacaklarına karar verecek olsalar bu defa da antitröst yasalarına ters düşecekler.

“Peki ya yoksullar” doğru soru.  Ucuz gıdanın bedelinden tutup çektiğinizde bütün bir gıda sistemi çözülür. Ucuz gıda ücretlerin düşük tutulmasına yardımcı olur. Gıda ücretleri artacak olsa, aç insan sayısı mevcut rakam olan 850 milyonu da aşacaktır.

Pollard’ın yanıtı, “sosyal güvenlik ağları olmalı.” Sistemik bir çözüm bu. Endüstrinin yeni bir ekonomik gerçekliğe uyum sağlamasına, daha iyiye dönük değişmesine izin verelim, hükümetler de yoksullara para aktarsın ki eskiden satın alabildikleri şeyleri almaya güçleri yetsin.

Burada bir tür değişim kuramı var. Ücretlerin çevresel hasarı yansıttığı bir dünyada, iyi davranışları ödüllendiriyorsunuz. Maliyeti üstlenirseniz, yerel köy pazarındaki agro-ekolojik gıda süpermarketlerdeki paketlerden daha ucuz olacaktır. Fosil yakıtlar değil güneş tarımın can damarı olur bu durumda.

Ucuz gıdanın bedelinden tutup çektiğinizde bütün bir gıda sistemi çözülür. SEKEM’den Helmy Abouleish, farkı öyle iyi biliyor ki. Mısır’da patates tarlasında hesabı yapmış. Endüstriyel olarak üretilmiş 1.70 libralık bir kilo patatesin masrafı, gizli çevresel ödenekleri kattığımızda 2.12 libra ediyor. Ancak şu anda organik bir kilo patates 1.77 libra tutuyor, söz konusu masraflar da eklendiğinde %7 artışla 1.90 libra, yani endüstriyel olarak üretilmiş patatesten %10 daha ucuz. Ücretleri bu şekilde ayarlarsak, sürdürülebilir gıda eşit şartlar altında endüstriyel gıdayla rekabet edebilir ve kazanabilir.

Çevreye kıymet vermeye başladığımıza göre neden endüstriyel gıdayla bağlantılı sağlık bakım masraflarını da hesaba katmayalım? Diyabet küresel bir sorun, her 30 saniyede bir birileri bu hastalığa bağlı olarak bir ayağını kaybediyor. Bunu gerekirse ücretlendirin.

Sağlık önemliyse, işi mümkün kılan işçiler ve sosyal sistemler de önemli. Ücretleri artıracak olursak, çiftçilerin ve tarlada çalışanların da iyi yaşamasını mümkün kılarsınız. Polikültürün ve çeşitliliğin kültürel faydalarına neden değer vermeyelim? Gıda kültürleri ve tohumlar, yemek tariflerinde veya tohum bankalarında değil gerçek hayatta, bir parçası oldukları yaşayan topluluklarda yaşar.

Kötü beslenme ve açlık mevzuysa eğer toplumsal cinsiyeti de yok sayamazsınız. Tarım ve Ticaret Politikası Enstitüsü’nden Shiney Varghese, çocuklukta büyüme bozukluğunda görülen düşüşün %20’den daha azının gıdalardan daha fazla enerji elde edilmesiyle bağlantılı olduğunu belirtti. Kalori artırmadan daha önemlisi -aşağı yukarı %30- kadınların daha iyi eğitim alması ve güçlenmeleriydi. Güney Asya’da kadınların eğitimi ve güçlenmesi, çocuklarda kronik kötü beslenme oranlarında %45 azalma doğurdu. Bütün bunları tahayyül ediyorsanız eğer, sistemik değişimin önündeki engelleri görmeniz lazım: kamusal altyapı eksikliği, kemer sıkma, sosyal programların daraltılması, şirketlerin ‘serbest ticaret’ baskısı, düşük çevre ve emek standartları. Kendimizin nasıl davrandığına ve bu yıkıcı gıda sisteminin yeniden üretilmesine ne şekilde izin verdiğimize de bakmalıyız.

Kırsal kesimle kentleşmiş bölgeler arasındaki bağlantı nedir? Bu coğrafyalar birbiriyle ve ulusal politikayla nasıl ilişkilenir? Endemik açlık çeken pek çok ülke, borçla ihracat pazarlarına bağımlıdır, bu pazarlar ucuz gıda satın almak üzere takas ettikleri malları ihraç etmek için onların toprağını kullanır. Uluslarası ticaret rejimini hesaba katmadan değişim nasıl gerçekleşebilir? Daha adil, sağlıklı ve sürdürülebilir bir dünya için değişim sağlamak üzere hükümetin, toplumun ve hareketlerin farklı kesimleri nasıl birbiriyle ilişkilenebilir?

Bu soruların ne kadar zor olduğunu görünce insanın kendi kent bahçesine çekilip en sevdiği çözümün arkasına sığınması ve diğerlerinin de kendi payına düşeni yapmalarını beklemesi cazip geliyor. Oysa bu bir hata. Böyle parça parça çözümler sistem tarafından kapılmaya müsaittir. Hataları karşısında oldukça dirayetli olduğunu kanıtlamış bir sisteme dahil edilmeye hazırdırlar onlar.

Bu hatalar o kadar ciddi ki yeryüzünün kapasitesini çoktan aştık, ‘altıncı yok oluş” baş gösteriyor. Martin Luther King’in “şimdinin yakıcı aciliyeti” dediği durumu göz önünde bulundurarak acil eylemler talep etmemizi gerektirecek kadar kötü durum. Bu noktada dahi kişinin bir gözünü ufka dikmesi önemli, yoksa bugün uygulanan yangın söndürme siyaseti yarın gelişmeyi engelleyebilir.

Toplumsal değişim amaçlayan hareketler bu geleceği nesillerdir hayal ediyor. Brezilyalı topraksız köylüler hareketi (MST), 30 yılı aşkın bir süredir toprak işgal ederek agro-ekolojik çiftçilik yapıyor mesela. Ancak muhteşem federal programlara imza atan koalisyonların da bir parçası bu girişim: çocukların en az %20, en fazla %70’inin beslenme gereksinimlerini yerel çiftçilerden karşılayarak onlara agro-ekolojik olarak üretilmiş üstün kaliteli gıdalar sunan bir okul gıda girişimi var mesela.

Bu fikirler yayılabilir, yayılmalıdır da. Doğru destekle, sistemik değişim amaçlayan hareketler, günümüz sistemiyle gelecek arasında bir köprü kurabilir. Ama nasıl? Olivier de Schutter, “uluslararası konferansların sonunda imzalanan belgelerin altında görmeyeceğiniz sözcük iktidar,” der. İktidarla yüzleşmek haliyle güçtür. Ancak bu yüzleşmede kendine düşeni yapma cesareti olmaksızın, gerçek dünyada insanlar acı çekerken sistemik değişim bir hayal olarak kalır.

Yoksullar çok uzun bir zamandır küresel gıda sisteminin bedelini ödüyor, dünyanın en büyük hükümetlerinden, şirketlerinden ve hayırseverlerinden bazıları bu sistemin bilenmesine destek oldu. Değişime dönük hareketler mükemmel olmayabilir ama vizyonları değişime giden yolu sorumluluk üstlenerek aydınlatan pusulalar olabilir.

Million Belay haklı. Sistematik, radikal, hesap verebilir, umut dolu bir düşünce ve “Peki ya yoksullar?” sorusu bambaşka bir gıda sistemine yol açabilir.


Gıda Geleceği için Küresel İttifak hareketinin web sitesinde yayınlanan yazıyı Öznur Karakaş, Kolektif Kitap’ın desteğiyle çevirdi.

 

 

 

 

 

Exit mobile version