Site icon Terrabayt

Taylor Swift’in Bana Faşizm Hakkında Öğrettikleri

Yıllar önce Félix Guattari’nin “Everybody Wants to be a Fascist” başlıklı kısa makalesiyle karşılaştığımı hatırlıyorum. O zamanlar başlığı bana öngörülü olmaktan çok zekice gelmişti. (Her ne kadar Deleuze ve Guattari’nin kuramsallaştırmasında faşizmin ve faşizmle karşılaşmanın bu Reich referansının çok ötesinde, merkezi bir yeri olduğunu hatırlamakta fayda olsa da). Günümüzde faşizmle farklı bir ilişki içerisinde yaşadığımıza göre Guattari’nin (ve Deleuze’ün) ortaya attığı arzu sorunu çok daha yerinde ve kritik görünüyor.

Bugün özellikle ABD’de faşizm kelimesini kullanmanın sorunlarından biri, her şeyin devlet tarafından kontrol edilmesine dayalı bir siyaset olarak ona dair sahip  olduğumuz imajla M&M’leri, Barbie’yi ve Taylor Swift’i hedef alan mevcut siyasi taarruzu bağdaştırmamamız. Faşizm nasıl bu kadar önemsiz ve cüzi bir mevzu olarak görülebilir? Bunun Trump ile ilgili bir sorun olduğu düşünülebilir ancak bu durum Trump ile sınırlı değildir. Filmlerde oyuncu seçimlerine ve Amerikan futbolu maçlarının kaç kez Taylor Swift’in pahalı koltuklarda kutlama yaptığı görüntülerle kesildiğine acayip derecede sinirlenen bir sürü uzman ve insan var. The Fox News Expanded Universe’ün tek derdi her kütüphanede veya çeşitli süper kahraman gruplarında kötü adam bulmak. Uzman sınıfının cüzi kaygılarını otoriter bir devletin oluşumuyla uzlaştırmaya çalışmak oldukça zor. Daha önce Trump’ı ya da Trumpzimi anlamanın tikel ile evrensel, muhayyel ile gerçek arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmek anlamına geldiğini iddia etmiştim. Ya da Angela Mitropoulis’in savunduğu gibi faşizme ilişkin şu sorunun sorulması gerekir: Post-fordist montaj hattından ziyade franchise’a odaklanan çağdaş kapitalizmde faşizm neye benzer? Onun da dediği gibi, “Milliyetçi mit ile eğlence endüstrisinin duygulanımsal emek süreçlerinin birleşmesi faşizmin politika ve teknikleri açısından ne ifade eder?”

İşte bu yüzden Alberto Toscano’nun Late Fascism kitabı (diğerlerinin yanı sıra) çok önemlidir. Faşizm, kitabında (ve Hotel Bar Sessions’taki bir söyleşide) savunduğu gibi bir tür ruhsat, şiddet ve öfkenin meşrulaştırılması ve bu meşrulaştırmadan alınan zevk olarak anlaşılmalıdır. Faşizmi merkezi ve evrensel tahakküm olarak gören o karikatürize edilmiş imajdan vazgeçmeli ve onu, sadece tutarsızca uygulanan güdük bir zulüm olarak değil aynı zamanda bazıları zulmedilirken diğerlerine zulmetme ruhsatı verilmesi olarak görmeliyiz. Faşizm; nihayet arzularını dile getirme ve bunları eyleme geçirme hakkı kazanan ırkçı, cinsiyetçi ve homofobik için özgürleşmedir. Toscano’nun belirttiği gibi “… devlet-karşıtı devlette faşist potansiyelleri ayırt etmek için üzerinde durmamız gereken şey, sahiplenici ve ırksallaştırılmış özgürlük anlayışlarının teşvik edilmesiyle birlikte şiddet içeren hakimiyetin doğallaştırılmasına yapılan öznel yatırımlardır. Burada sadece neoliberalizmin ırk-temelli bir devlet aracılığıyla işlediği ya da yorumcuların fark etmeye ve detaylandırmaya başladığı gibi, piyasa özgürlüklerine kimin sahip olabileceğini sınırlayan ırkçı ve medeniyetçi bir tahayyül tarafından şekillendirildiği gerçeği üzerinde durmak eksik bir perspektif oluşturur (Toscano, Tosel’e atıfta bulunmuyor ancak bu Tosel’in çalışmasının önemli bir parçası). Ayrıca devlet-karşıtı devletin ancak ırk aracılığı ile yaygın bir bağlılığın ya da, daha iyi bir ifadeyle, popülist yatırımın bir nesnesi haline gelebileceği gerçeğine de dikkat etmeliyiz.”

Toscano’nun bu pasajdaki vurgusu ırk üzerinedir ancak yazdıklarının, cinsiyetçilik, homofobi vb. eski hiyerarşilerden herhangi birinin uygulanması ve sürdürülmesi için de geçerli olduğu söylenebilir. Toscano’nun kitabın ilerleyen sayfalarında Maria Antonietta Macciochhi’den aktardığı gibi, “ataerkilliği de tartışmaya hazır olmadığınız sürece faşizm hakkında konuşamazsınız.” Sahip olma, ilk ve en hayati mülk olarak aileyi içerir. Bu noktada faşizm kulağa klasik muhafazakârlıktan çok farklı gelmiyor, özellikle de ikincisinin tanımını şu şekilde kabul ederseniz: “Demek ki muhafazakârlık tam olarak tek bir önermeden oluşur: Yasanın koruduğu ama bağlamadığı iç grupların yanı sıra yasanın bağladığı ama korumadığı dış gruplar da olmalıdır.” Ancak Toscano’nun vurguladığı şey bununla birlikte gelen libidinal hazdır; bu sadece kimin içeride olup kimin olmadığı, kimin korunup kimin korunmadığı değil kişinin bu tür bir dışlamadan aldığı hazdır, kitlelere yayılan ve neredeyse kitlelere delege edilen bir hazdır bu. Muhafazakâr hiyerarşiler ve asimetriler, devletin içi boşaltılmış kurumlarına ve mahkemelerine aktarılırken faşist milletvekilleri sokaklara ve sosyal medyanın sanal sokak kavgalarına çıkar. Foucault’nun yetmişli yıllarda faşizmin cinsel politikalarına ilişkin sözleriyle Guattari’nin analizini karşı karşıya getiren Toscano’nun da belirttiği gibi:

“Foucault’ya göre, Nazizm altında erotikleştirildiği ölçüde, belli bir delegasyon, vekalet ve dikey, dışlayıcı ve öldürücü bir iktidar türünün formundan ve içeriğinden geriye kalanın merkezsizleştirilmesi mantığı iktidarın koşuludur. Faşizm sadece liderin, kendisine körü körüne itaat eden takipçi kitleleri karşısında yüceltilmesi değil aynı zamanda, daha az dikkat çekici ancak belki de daha mühim bir şekilde cüzi egemenliğin yerleşik mantığının yeniden icadı, şiddet tekelinin son derece koşullu ama çok gerçek “serbestleştirilmesi” ve “özelleştirilmesi”dir. Hem klasik hem de geç faşizmlerin analizinde, Foucault’nun şiddetin birine vekalet edilmesine dayanan türden bir iktidarın “erotizmi”ne dair öngörüsünün Guattari’nin “kitleler, faşist makineyi… fantastik bir kolektif ölüm içgüdüsüyle donattı” şeklindeki abartılı iddiasından daha verimli bir çerçeve olduğunu iddia ediyorum. Guattari’nin bu iddiası, Foucault’nun faşizmin arzu edilebilirliği açısından kritik olarak gördüğü kitlelerin belirli bir kesimi’ne ‘iktidar aktarımı’nın maddiliğini gözden kaçırıyor.”

Bence Toscano’nun analizi, Benjamin’den Foucault’ya (ve ötesine) uzanan faşizm tartışmalarında değinilen önemli bir konuyu ele alıyor. Benjamin’in Work of Art makalesinde yazdığı gibi, “Modern insanın giderek proleterleşmesi ve kitlelerin oluşumunun hızlanması aynı sürecin iki veçhesidir. Faşizm, yeni yaratılan proleter kitleleri, kitlelerin ortadan kaldırmaya çalıştığı mülkiyet yapısına etki etmeden örgütlemeye çalışır. Faşizm kurtuluşu bu kitlelere haklarını değil kendilerini ifade etme şansını vermekte görür. Kitlelerin mülkiyet ilişkilerini değiştirme hakkı vardır; Faşizm, mülkiyeti korurken onlara bir ifade vermeyi amaçlar. Faşizmin mantıksal sonucu estetiğin siyasi hayata girmesidir.”

Bugün ifade özgürlüğünün iktidarın vekalet edilmesini ve onu kullanmaktan zevk almayı içerdiğini söyleyebiliriz. Maddi varoluş koşullarının kapitalist sınıfa ait olması gereken kapitalist bir toplumda, kitlelere yayılabilecek tek şey başkalarına hükmetme gücü ve zevkidir. Reel ücretler düşmeye devam ederken faşizm, kişinin varlığı üzerindeki maddi kontrolünü değil kimliğinin avantajlarına yapılan libidinal yatırımı genişleterek beyazlık, erkeklik, cislik vb. ücretlerini takdim eder.

Tüm bunlar beni Taylor Swift’e getiriyor. Fox News Expanded Universe şürekasının Taylor Swift’in Amerikan futbolu maçlarını takip etmesine ve zaman zaman televizyonda maçları izlerken ve eğlenirken görülmesine kızmasını eğlenerek ve biraz da dehşetle izledim. “He-Man Kadın Düşmanları Kulübü”nün inceliğine sahip bir şey hakkında bir anlığına düşünmek dahi zor ancak bunun makro-faşizm eğilimini sürdüren ve mümkün kılan mikro-faşizm biçiminin ilginç bir örneği olduğunu düşünüyorum. Bu hususta kayda değer üç şey var: Öncelikle Swift hakkındaki komplo teorilerinin çoğu Swift’in gerçekte yaptığı şeylere değil yapabileceği şeylere; misal Biden’ı desteklemesine, Biden için kampanya yürütmesine vb. dayanıyor. Bence bu, komplo düşüncesinin bir eylem ya da olayın gerçek etkilerinden (Covid’in Trump’ın başkanlığını baltalaması) hayali bir olası etkiye doğru mutasyonu olarak görülmelidir. Çağdaş iktidarın asimetrilerinden biri, bir grubun fantezilerini veya paranoyak korkularını, başka bir grubun gerçek koşullarından ve hegemonyasından daha muteber saymaktır. İkinci olarak, biraz daha diyalektik olmak gerekirse, sağdaki Swift korkusu, siyasetin ne ölçüde tamamen seyirlik taraftar etkisi altına girdiğini gösterir. (Hotel Bar Sessions da bu konuda bir program yaptı.) Trump’ın, büyük mitingler şöyle dursun kalplere ve zihinlere hitap eden gerçek rakibi Biden değil Swift’tir. Son olarak, ki bu başlı başına bir yazıyı hak ediyor, Swift’in maça gelmesine duyulan öfkenin bir kısmı Kate Manne’in mizojini teorisini akla getiriyor. Bu teoriye göre, mizojini temelde kadınları geleneksel rollerinde tutmaya dayanır. Swift’i maçlarında görmeye itiraz eden erkeklerin birçoğunun aynı maç sırasında amigo kızların cut-away çekimlerine itiraz etmediğini tahmin ediyorum. Öfke uyandıran şey, maç sırasında kadın görmek değil yerini bilmeyen, yani sadece erkekleri eğlendirmek için orada bulunmayan, orada olmaktan keyif alan bir kadın görmek.

Faşizm söz konusu olduğunda eskiden oldukça kaba bir materyalist çizgiyi takip ederdim. Buna göre, insanların, yani işçilerin; işleri, yaşamları ve yaşam koşulları üzerinde gerçekten kontrol sahibi olmasını sağladığınızda faşist güç gösterisinin cazibesi de ortadan kalkacaktır. Bu basit bir reel güç ve bunun görünümü meselesiydi. Ancak böylesi bir muhalefetin, günümüz kitlesel medya faşizminin mümkün kıldığı ve pek çok kişiye yaydığı zevkleri göz ardı ettiği gittikçe daha da aşikâr görünüyor. Duygulanım, tahayyül ve arzu siyaseti içermeyen herhangi bir siyasetin buna karşı durabileceğini hayal etmek zor. Libidinal ekonomi ve arzunun mikro-politikası, yüksek teori günlerinden kalma bir kalıntıdan ziyade kültür, medya ve siyasetin kesişiminde yer alan iç içe geçmiş arzu ve hınç ağlarını düşünmek için gerekli koşullar gibi görünüyor. Bana kalırsa, popüler kültürün bütün bu çerçöp şikâyet siyasetlerinin faşizme giden yolu açan güzergahlar olarak ciddiye alınması ama bu siyasetlerin kendi terimleriyle kabul edilmemesi günümüzün en acil konularından birini oluşturuyor. Şirketleri ve milyarderleri savunmak için toplanarak hiçbir şey elde edilemez.


unemployednegativity‘den çeviren: Yusuf Enes Karataş. Redakte eden Öznur Karakaş.

 

Exit mobile version