Site icon Terrabayt

Ray Brassier ile Söyleşi

Ray Brassier felsefe doktorasını 2001 yılında Warwick Üniversitesinden aldı. 2002 ve 2008 yılları arasında Middlesex Üniversitesi’nin Modern Avrupa Felsefesi Araştırma Merkezinde araştırma görevlisiydi. 2008’den beri Lübnan’da Beyrut Amerikan Üniversitesi felsefe fakültesi üyesi. Nihil Unbound: Enlightenment and Extinction (Palgrave Macmillan 2007) isimli eserin yazarı. Önceleri Alain Badiou, Quentin Meillassoux ve François Laruelle gibi filozofların İngilizceye çevirisini yapan Brassier şu an Wilfrid Sellars’ın düşüncesi üzerine Reasons, Patterns, and Processes: Sellars’s Transcendental Naturalism başlıklı bir kitap yazıyor ve Marx üzerine çalışıyor.


Sunuş: Kaybolmayan Dolayımlayıcı

Yüzyılımız şüphesiz ki kendi alanlarında çok önemli atılımlar yapan bir sürü düşünüre ev sahipliği yapıyor. Ancak kurumsal duvarların daraldığı şu günlerde gerçekten çok az figür alanlar arasındaki akademik sınırları deneysel bir şekilde aşarak onların her birini mümkün kılan müştereklere odaklanabiliyor. Ray Brassier de soyu gittikçe tükenen bu figürlerden biri. Kariyerini ana akım dalgaların zayıf noktalarını bulmak adına felsefenin bête noire düşünürlerini okuyarak ve onlardan aldığı teçhizatla geriye sadece yenilik kalıncaya dek arkaik olan her pozisyonu eriterek geçiren Brassier, bu şekilde son otuz yıldır yaşanan her teorik yeniliğin öncülerinden biri oldu. Warwick Üniversitesinde doktora yaptığı dönemde Sibernetik Kültür Araştırma Ünitesinin mirası olan Deleuze ve Guattari söylemi herkes tarafından revaçta iken o dönemler İngilizce konuşulan dünyada hiç okunmayan François Laruelle[i] üzerine çalıştı ve ondan esinlenen bir tez yazdı[ii]. Fransız düşüncesinin anti-rasyonalist namını değiştirmek adına Alberto Toscano, Peter Hallward, Knox Peden vb. akademisyenlerle beraber Fransız düşüncesinin gölgede kalan bir sürü düşünürün İngilizceye çevrilmesinde rol oynadı. Bunların arasında daha sonra global sol için çok önemli bir figür olacak Alain Badiou[iii] ve Goldsmiths Üniversitesi’nin 2007 yılında düzenlediği Spekülatif Realizm konferansında beraber panelist olacağı Quentin Meillassoux da vardı.[iv] Ontoloji yapma iddiasında bulunmanın neredeyse yasak olduğu dönemlerde Nihil Unbound[v] kitabıyla suçlu durumuna düştü. Yetmezmiş gibi Varlıktan söz ederken aynı zamanda bir Aydınlama ve Rasyonalite savunusu yaptığı için cezası ikiye katlandı. Ancak, 2010’lara doğru yeni bir ontoloji yapmıyor olmanın bir yavaşça suça döndüğünü izleyince gelişmelerden şüphelenmeye başladı ve Amerikan filozof Wilfrid Sellars’ın geliştirdiği semantik pragmatizm üzerinden Kant’a döndü. Bu dönem yayınladığı ( “Kavramlar ve Nesneler”[vi], “Nominalizm, Natüralizm ve Materyalizm: Sellars’ın eleştirel ontolojisi”[vii] vb.) makalelerle hem Analitik felsefe içerisindeki Sellars rönenansına katkıda bulunarak analitik geleneğin Alman İdealizmi fobisinin azalmasında, hem de Kıta felsefesine Sellars’ı tanıtarak oradaki Analitik pragmatizm okur-yazarlığının artmasında rol oynadı ve günümüzde Reza Negarestani, Peter Wolfendale, Daniel Sacilotto gibi önemli temsilcileri olan Neo-Rasyonalizm[viii] anlayışının doğmasına neden oldu. 2014’te yayınlanan “Prometeanizm ve onun Eleştirmenleri” isimli makalesiyle Sol-Akselerasyonizmin felsefi arka planını oluşturdu ve Rasyonalist İnhümanizmin[ix] temellerini attı. Ve 2014’te Berlin’de gerçekleşen “Navigasyon olarak Özgürleşme”[x] yaz okulunda katıldığı tartışmalarla daha sonra Xenofeminist Manifesto’nun yazarı olacak Laboria Cuboniks kolektifinin ortaya çıkmasına aracı oldu. 2017 itibariyle[xi] Sellars’a sadık kalmaya devam ederek Kant’tan Hegel’e doğru hareket etmeye başladı ve çalışmalarının başından beri sahip olduğu Marx[xii] etkisi bu viraj ile beraber daha görünür oldu. Bütün bu devinim ve dönüşümler arasında sürekli kalan en büyük şey felsefeye bağlılığıydı. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda karşımıza sadece yaşayan en dinamik düşünürlerden biri değil (zira bu kategoriye sığdırılabilecek başka isimler de var), aynı zamanda Platon, Hegel ve Marx’ı kat eden diyalektik geleneğin 21.yüzyılda yerini bulabilmesini sağlayan bir dolayımlayıcı çıkıyor. Ancak, Jameson’ın çok bilinen “kaybolan dolayımlayıcı” kavramından farklı şekilde Brassier bu diyalektik geleneğin bir parçası olarak kalıcılaşacağa benziyor.

Ege Çoban


 

Niemoczynski: Felsefe ile ilk nasıl ilgilenmeye başladınız ve kariyerinizi felsefede sürdürmeye (öğretimde veya araştırmada) nasıl karar verdiniz? Beyrut Amerikan Üniversitesi’ndeki mevcut pozisyonunuza nasıl geldiniz?

Ray Brassier: Felsefeyle nispeten gençken (13 yaşımda) ilgilenmeye başladım ama akademik olarak onun peşinden düşmeye karar vermem uzun bir zaman aldı. Okuldan çok hoşlanmıyordum, üniversiteye gitmeye de hiçbir arzum yoktu, ki bu aslında pek de bir seçenek değildi çünkü zaten berbat bir öğrenciydim ve yeterli nitelikleri karşılamıyordum. Üniversitede bir felsefe lisans programına kayıt olmayı nihayet başardığımda 27 yaşındaydım. Bunu sürdürebildiğim en son noktaya kadar kovalamaya karar verdim çünkü benim için geri kalan her şeyden daha önemliydi. Ama bir kariyer planım yoktu ve akademik bir iş bulmayı başardığıma şaşırıyorum. Akademik kariyerimi hiç beklenmedik ama oldukça memnuniyetle karşıladığım bir talih olarak görüyorum. Beyrut’a tamamıyla şans eseri geldim. Londra’dan ayrılmak istiyordum ve Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde bir pozisyon teklifi alacak kadar şanslıydım.

LN: Yakın zamanda Berlin’de verdiğiniz bir konuşmada; Bergson, Deleuze ve Whitehead gibi filozoflardan ve onların çağdaş akademik araştırmalarda nasıl temellük edildiğinden bahsettiniz (sanırım bir noktada benim de felsefesiyle oldukça ilgilendiğim Iain Hamilton Grant’e de bir atıfta bulundunuz). Bergson ve benzeri filozofları siz nasıl kullanıyorsunuz (Bergson hakkında Zagreb’de de konuşmuştunuz), onun düşüncesi sizin çalışmalarınızda nasıl bir rol oynuyor? Sizin bakış açınızda yaşam veya anti-yaşam felsefesi, vitalizm veya anti-vitalizm, vitalizm ötesi veya “sonrası” söz konusu mu?

Brassier: Bergson’a ve genel olarak vitalizme fazlasıyla eleştirel yaklaşıyorum. Bununla beraber, Bergson’un yine de doğru soruları soran önemli bir filozof olduğu kanaatindeyim, ne kadar bu sorulara verdiği cevapların yanlış olduğunu düşünsem de. Bir yaşam veya anti-yaşam felsefesi önermekle ilgilenmiyorum, daha ziyade “yaşamın” çağdaş felsefe içerisinde temel bir kavram olana kadar şişirilmesini sorgulamakla ilgileniyorum. Bu sadece açık vitalistler tarafından değil aynı zamanda fenomenologlar, eleştirel teoristler ve enaktivistler tarafından da yapılıyor. Iain’ın büyük bir destekçisiyim ve projelerimizin epey ilginç şekillerde örtüştüğünü düşünüyorum. Özellikle “İdeanın fiziği” üzerine yaptığı çalışmalarla ilgileniyorum. Bu konu Platon’un natüralizmle ilişkisine bağlanıyor ki bu benim için çok önem taşıyan bir mesele. Bu bağlantıyı eserlerinde en beklenmedik ve en dahiyane şekilde geliştiren filozof Wilfrid Sellars, kendisi tam da bu nedenden dolayı çalışmalarım için vazgeçilmez bir kaynağa dönüştü. Sellars, düşüncesinde bir süreç metafiziği iması da bulunan Kantçı bir filozof. Kantçı metafizik karşıtları için de Kant karşıtı metafizik yanlıları için de düşüncesinin bu kadar zorlayıcı olmasının nedeni bu. Bergson’un süre metafiziğinden bazı fikirler alıyor ama bunu yaparken onları empirik bilimle uyumlu kılan Kantçı bir dönüşüme tabi tutuyor.

LN: [Başka yerlerde olduğu gibi] Berlin konuşmanızda da Platon ile bir hayli yol kat ediyorsunuz. Bunun yanında felsefi natüralizme ilgi duyduğunuz da biliniyor. Platon, sizin felsefi natüralizminize uygun mu, uygunsa nasıl? Sizin projenize göre Platon’dan ne öğrenebiliriz? (Konuşmanızın başlıca noktalarından biri buydu sanki).

Brassier: Platon benim için önemli bir mihenk taşı. Hakikat ve doxa, düşünce ve algı arasında yaptığı ayrımın her türlü felsefe yapma edimini başlatan, vazgeçilmez bir jest olduğunu düşünüyorum. [Platon] aynı zaman diyalektik felsefesinin de kurucusu; karikatürize edilmiş versiyonlarından uzun bir süre rahatsız olduktan sonra bunu aşarak onu yeniden onaylama taraftarıyım. Esasen; ideanın diyalektiğini algılananın dinamizmi ile birleştirerek Platonizmi natüralizmle uzlaştırmak istiyorum. Bu aynı zamanda idealizm ve materyalizmi uzlaştırmanın da bir yolu, ki bunun zorunlu olduğunu düşünüyorum. Burada yine temel ilhamım Sellars.

LN: Nihil Unbound (2007) ile elde ettiğiniz son başarı göz önünde bulundurulursa, o kitapla ilgili şimdiki düşünceleriniz neler, özellikle de bu kitabın belki de gelecekte çıkacak araştırmanızla ilgili olacağını düşündüğümüzde? Şu an birkaç konu üzerine çalıştığınızı söylediniz, bu kitapta hangi araştırma alanlarını (ya da önermeleri) görmeyi beklemeliyiz? Belki yeni bir kitap olacaktır bu. Gelecekte sizden ne tür makaleler, kitaplar veya konuşmalar bekleyelim? Lütfen söylemek istediğiniz son bir şey varsa paylaşmaktan çekinmeyin ve istediğiniz gibi bitirin.

Brassier: O kitabı baştan savma bir iş olarak görüyorum. [Kitap] Doğanın bir amaç deposu olmadığını ve bilincin düşüncenin dayanak noktası olmadığını ileri sürüyor. Bu iddiaların ikna gücü, düşünce ve anlamın ne Aristotelesçi– her şey anlam taşıyor çünkü her şeyin var olmasının bir nedeni var – ne de fenomenolojik– bilinç düşüncenin kökeni ve anlamın temel kaynağı – bir açıklamasını varsayıyor. Bu tür açıklamanın olmayışı ise kitabın temel zaafı (başkaları da var ama en ciddisi bu). Ancak kitabı bitirdikten sonra Sellars’ın anlam ve düşünce konusundaki pozisyonunun tam da ihtiyacım olanı bana sunduğunu fark ettim. Düşünmek, çıkarım nitelikleri doğrultusunda kavramları birbirine bağlamak ve birbirinden ayırmaktır. Anlamlar ise dil-kullanan hayvanların örüntülere-uygun davranışlarına eklemlenen kurallara uygun işlevlerdir. Semantik kurallar ile fiziksel süreklilik arasındaki ayrım diyalektik bir ayrımdır, metafiziksel değil. Bunu vurgulamak, savunmaya fazlasıyla hazır olduğum, nitelikli bir insan-merkezciliğe bağlı kalmayı da beraberinde getiriyor. Sellars için temel olan sapience [çıkarımsal zekâ] ve sentience [duyumsallık bazlı zekâ] ayrımının bir diğer parçası bu[i]. Nihil Unbound’u tamamladığından beri yazıları üzerinde çalışıyorum ve onun düşüncesine dair kitapta kısa (ve ne yazık ki yetersiz) olan anlayışım o zamandan beri önemli ölçüde ilerledi. Onun etkisi, şu anda üzerinde çalıştığım ve adı şimdilik That Which is Not olan kitapta belirgin bir şekilde öne çıkacak. Nihil Unbound‘da çok ele almadığım bir konu olan görünüşün [appearance] gerçekliği üzerine olacak. Rasyonalizmin zorlu görevi, görünüş ile gerçeklik arasındaki ayrımda ya da anlamlı olan [intelligible] ve duyusal olan arasındaki ayrımda ısrar ederken, görünüşün gerçekliğini veya duyusal olanın anlaşılabilirliğini açıklamaktır. Bu Platon’a kadar giden bir problem. Bu her görünüşün tek bir koşulla bir tür gerçekliği olduğunu anlama meselesidir: göstermediği şey tarafından kendi içinde bölünmek. Bu oluşun [becoming] anlaşılabilirliği ve zamanın yapısı konusuna da bağlanıyor. Bunlar Nihil Unbound’da değinilen ancak yeterince çalışılmayan temalar. Diğer uzun vadeli projem ise tarihsel materyalizm ve revize-edilebilir bir natüralizm üzerine bir kitap yazmak. Ancak henüz ilk aşamalarında olduğumdan bunun hakkında konuşmak için daha çok erken.

2012 yılında gerçekleştirilen ve Leon Niemoczynski’nin bloğunda yayımlanan röportajı Ege Çoban Türkçe’ye çevirdi.

[i] Çevirmen notu: Her çıkarımsal-zekâ aynı zamanda bir duyumsal zekadır ancak tersi geçerli değildir. Çıkarımsal-zekayı ayıran temel fark, faal aktörlerin bilgi-işlem sistemlerinin verileri sıkıştırarak bildirim cümlelerine dönüştürebilecek kadar linguistik işaret kullanabilme yetileri ve bu cümleler arasındaki ilişkileri denetleyen çıkarımsal [inferential] normların ortaya çıkmasına neden olacak kolektif modelleme pratikleridir. Bu iki faktör karşılıklı bir şekilde geliştikçe aktörlerin simüle etme kapasiteleri her biri diğerinden daha kompleks davranış katmanlarında yenilenmiş bir şekilde ortaya çıkar. Genelleşmiş bir araç-kullanma söz konusudur.

Bu konuda daha fazlası şu bağlantıya bakabilirsiniz.


[i] Laruelle’in düşüncesi üzerine yaptığı çalışmaların iyi bir örneği için bkz. https://www.radicalphilosophy.com/article/axiomatic-heresy

[ii] Tezin özeti için bkz. http://wrap.warwick.ac.uk/4034/

[iii] Alain Badiou, Saint Paul: The Foundation of Universalism, transl. by Ray Brassier (Stanford: Stanford University Press, 2003). Alain Badiou, Theoretical Writings, transl. by Ray Brassier & Alberto Toscano (New York: Continuum, 2004).

[iv] Quentin Meillassoux, After Finitude: An Essay on the Necessity of Contingency, transl. by Ray Brassier (New York: Continuum, 2008). Türkçesi, Quentin Meillassoux, Sonluluğun Sonrası, çev. Kağan Kahveci, İstanbul: Türkiye İş Bankası, 2020,

[v] Nic Pizzolatto True Detective televizyon serisinin birinci sezonunu yazarken kendisine ilham veren metinlerden biri olarak Nihil Unbound’u da sayar

[vi] Concepts and Objects” in The Speculative Turn: Continental Realism and Materialism (Melbourne: Re-Press, 2011)

[vii] “Nominalism, naturalism, and materialism: Sellars’s critical ontology” in Contemporary Philosophical Naturalism and its Implications (Oxon: Routledge, 2013)

[viii] Neo-Rasyonalizm için bkz. https://deontologistics.co/2018/02/11/on-neorationalism/

[ix] Rasyonalist İnhümanizm için bkz. https://www.academia.edu/26697819/Rationalist_Inhumanism_Dictionary_Entry_

[x] https://www.hkw.de/media/texte/pdf/2014_1/summer_school_further_information_application.pdf

[xi] “Transcendental Realism” in The Kantian Catastrophe? Conversations on Finitude and the Limits of Philosophy (Newcastle: Bigg Books, 2017)

[xii] Bkz. Concrete-in-Thought, Concrete-in-Act: Marx, Materialism and the Exchange Abstraction’ in Crisis and Critique, Vol. 5, No.1, 2018: 111-129.

 

Exit mobile version