Site icon Terrabayt

Paralel Evrenler ve Portaller


Paralel dünyalar arasında açılan portallere dair özellikle bilim-kurgu filmlerde bazı tasarımlar bulmak olanaklıdır. Örneğin uzay gemisi sakinleri uzay boşluğuna çıkmak istediklerinde bir kabin içerisine girerler. Basınç odası da denilen bu ara yer, içerisi ve uzay boşluğu arasındaki basıncı dengeler. Her iki tarafa da kapalı olan bu aralıkta bir süre bekleyen dışarı çıkmak veya tekrar içeri girmek için uyumlanır. Böylece yerçekimi, ısı veya atmosfer farkları da eşitlenmiş olur. Uzay yürüyüşüne çıkanın üzerine geçirdiği giysi ve sayısız başka eklentiler, iki ortam arasındaki farka tahammül göstermesini sağlar. Benzer filmlerde bir başka portal türü de ışıklı geçitler gibi iki farklı gezegen arasında açılır. Örneğin Thor veya kardeşi Loki yeryüzüne inip çıkarlarken bu açıklığı kullanırlar.

Portaller iki ayrı dünyanın sakinleri arasında geçişlere imkân sağlasa da bazıları tek taraflıdır. Işık ve karanlığın birleştiği böyle bir geçit, zaman ve yer olarak farklı dünyaları uyumlu kılar. Bazı mitolojiler veya mesellerde de portal türünde böyle aralıklar çoğunlukla ışıklı köprüler gibi tasvir edilir. Işık, zaman ve mekândaki kesişmenin en açık belirtisidir. Mahiyet olarak farklı ortamlar arasındaki dolayım ışıklı kapılar yardımıyla gerçekleşir. Tünelin sonundaki ışığa veya nurlu açıklığa varan için canlıların ve ölülerin dünyası arasında bir geçiş mümkün olur. Işınlanmak ise bu geçişin en ileri aşamasıdır. Işınlanma kabininde paralel dünyalar veya gezegenler arasında yer değiştirecek varlıklar, öncelikle ışığın diline tercüme edilirler. Işıkla sarmalanmış bünye, uzay giysisi içindekiler gibi öbür dünyaya geçebilecek bir donanıma kavuşur. Işıklı huzme ona yeni melekeler kazandırınca paralel evrene dâhil olur.

Yine bazı filmlerde ölü veya diri başka bedenlerle, ruhlarla buluşmak için medyumlara başvurulur. Şamanlar, şifacılar, üfürükçüler, falcılar da yakın bir hizmet sunarlar. Peygamberler daha büyük, külli bağlamlar içinde benzeri bağlantılara aracı olurlar. Tanrılar, kullar ile onlar yardımıyla konuşurlar. Bazen bu tefsir yetersiz kalınca tanrıların nurlu cümlelerini fanilerin diline tercüme etmesi için mistik öğretilere, batın ve batıl ilimlere, simyaya, kabalaya başvurulur. Tüm aracı failler, özünde ne söylediği belli olmayan ve başka bir evrenden gelen bir ışığı, seslere, yazılara, resimlere ve bedensel temsillere dönüştürme çabası içine girerler. Sonrasında bu yorum, temsil veya tefsir kabul görürse bir inanca, emre, kaideye, ibadete veya kanaate dönüşür. Işıklı geçit kaybolunca içtihat kapıları da kapanır. Heidegger gibi söylersek, varlık hakkındaki soru geri çekilir. Zamanla kalıplaşan ifadelerin yenilenmesi için başka dünyalardan gelen yeni bir sese, ışığa, temasa ihtiyaç vardır. Başka olanlarla karşılaşmaların verimi sanat işleri, şiirler böyle yeni cümlelerin kurulmasını sağlar.

Bu durumda paralel dünyaları birbiriyle uyumlandıran portallerin sadece uzay boşluğunda veya maddi âlemlerde açılmadığı anlaşılabilir. Örneğin estetik alanda güzel ve çirkin diye ayrılan şeylerin dünyasından etik âleme, yani iyi ve doğru şeylerin dünyasına geçiş yapıldığında bazı kavramlar bu uyumlandırma işlevini yerine getirir. Böylece bir tarafın kendi zaman ve mekânından diğerine geçiş mümkün olabilir. Uzay gemisindeki şahıs nasıl doğrudan içeriden dışarı çıkamıyorsa, bu gibi mahiyet, yer ve zaman farkı olan varlık yüzeyleri arasında da doğrudan ve keyfî geçişler mümkün değildir; bilimin egemen olduğu bir dünyadan teolojik bir başkasına doğrudan çıkmaya çalışmak gibi.

Özellikle medyada sıkça rastlanan böyle münazaralarda kimse karşı taraf için anlamlı bir cümle kuramaz, hatta sesini karşıya ulaştırmakta zorlanır. Bir yerden bir başkasına manalı bir geçiş yapamaz, daha çok kendi dünyasındaki bir fanteziyi, rüyayı, hülyayı aktarır. İçerisinde inanmak ve bilmek gibi iki farklı yetinin belirleyici olduğu etik ve fizik dünyalar arsında geçiş yapamaz. Her ikisi de kendi dünyasını terk etmeden muhayyel cümleler kurar. Örneğin bu türden çekişmelerde evrim üzerine konuşanların anlaşamadıklarını zorlanmadan fark ederiz. Her ikisi de kendi âleminde yetkin şahsiyetler olsalar bile karşısındakini ikna etmek bir yana daha da uzlaşmaz bir kimseye dönüştürebilir. Birisi diğerinin düşüncesinde tutarsızlıklar bulur; dayanaktan yoksun konuştuğunu söyler. Her ikisi de kendi yaşadığına paralel diğer evrende geçerli hakikat rejimini yetersiz, kusurlu görür. Çünkü her ikisinin savundukları hakikatlerin kaynağı olan metafizikler içerisinde neden sonuç ilişkileri birbirinden farklıdır. Bu tartışmadan eğer birisi başarıyla ayrılacaksa, onun daha güçlü bir retorikle kendi hakikatini savunduğunu önceden söylemek mümkündür. Münazara yarışmalarında olduğu gibi, kendi başlığını daha iyi savunan tartışmayı kazanır gibi görünür.

Yakın zamanlı bazı sinirbilim çalışmalarında da medyadaki sonuçsuz tartışmalarda olduğu gibi, farklı belirlenimlere sahip, kendi zamanı, mekânı, öznesi, manzarası olan bir alana dair üst perdeden konuşma yaklaşımı belirgindir. Sinirbilimcilere göre nöron etkileşimlerinde gözlenemeyen karmaşık zihinsel etkinlikler, maddi ve bedensel belirlenimlerden uzak sayılmamalıdır. Onlara göre bu bilgisizlik alanı, bilinçdışı gibi muhayyel bir görüngünün de sebebidir. Bilinçdışı gibi bir görüngü, sinirbilimcinin mesaisinin bitmediğinin bir belirtisidir. Böyle müspet alanlar içerisinde açıklanamayan olayları, eylemleri, işlevleri bilinçdışı alana havale ederek onları tartışma sorumluluğundan kurtuluruz. Oysa sinirbilim dâhilinde her zihinsel etkinlik bilincin eriminde, açıklanması zor da olsa, belirli nedenler ve sonuçlar içerisinde gerçekleşir. Nöron bağları, bedensel etkinlikler kadar duyular, duygular ve düşünceler arasındaki belirsizlik sahasına yerleşmiş birer geçit gibi tasvir edilir. Nörolojik işlevler toplumsal ve beşerî tüm etkinliklerin gizli sebebi gibi dile gelir.

Hangi vasıftan öznenin ürettiğinden bağımsız olarak, paralel dünyalar arasında, benim ve başkasının yaşam alanlarında etkileşim olmadığında karşılıklı sözler bazı ezberlerin, kalıp söylemlerin sonucu gibi ortaya çıkar. Böyle kapalı, kapısız ve penceresiz bir evrenin sakini, aracı varlıkları, kavramları, giysileri yanına almadan başka düzlemlerle bağ kuramaz. Örneğin tektanrılı öğretilerin temel beklentisi gerçekleşmez. Yani Tanrı ve kulları baş başa kaldığında biri diğerine pek bir şey söyleyemez, yeni cümleler kuramaz; önceden yorumlanmış, yazıya, hafızaya dökülmüş kayıtlı satırlar üzerinden konuşurlar. Bu yorumlar mahiyet olarak farklı iki evren arasına girerek, ikonik temsiller gibi birini diğerine tercüme eder. Birinden diğerine geçecek olanın sadece zaman ve mekâna ait belirlenimlerini değil, duyu, duygu ve düşünce hallerini de bir çeşit teknik dönüştürücü gibi araya girerek uyarlar.

İkonkırıcı girişimlerde ise farklı bir çabaya rastlanabilir. Yeryüzünden ötedünyaya açılan portalleri kapatmak için tüm ikonlar kireçle sıvanır; sonlu dünyanın zaman ve mekânı içinden öbür tarafı kimse düşünmesin, düşlemesin diye; ne yazıldıysa, uygun görüldüyse öyle devam etsin, başka dünyalara kimse kapılar aralamasın, “icat çıkarmasın” diye. Kimse batına ve dolayısıyla batıla yüz vermesin diye diğer dünya hariçte tutulur. Çünkü o taraf hakkında akıl yürütenler kutsalı kirletirler. Özellikle haricî düşünce yapıları, metafizik ve estetik dünyaları, sadece teolojik olan aydınlık kalsın diye karartır. İlahiyatın gölgesi altındaki dünyanın ilkeleri ile başka dünyanınkiler arasında paralellikler kurulmasın, olur olmaz kapılar, pencereler açılmasın diye bir tenzih duvarı çekilir. Böylece etik önermeler, metafizik ve estetik dünyalara egemen olur; güzel ve doğru gibi sıfatlar, iyinin altında toplanır. Hatta kendi başına güzel veya doğru olan kötülükle eşanlamlı sayılır.

İkonkırıcı veya haricî şiddetle başka dünyalara kapanan kapılar, pencerelerin yanında tek taraflı kapı tasarımları küresel dünya manzarasının temel yapı malzemelerindendir. Küresel güçler denilen varlıklar böyle bir geçit üzerinden, söz gelimi para ve mal geçişine izin verseler de, mülteci geçişlerini engellerler. Yani paranın mutena dünyasının yoksul ve koşulsuz insanlık halleri ile kirlenmesine mâni olurlar. Fakat diğer yandan Parazit filminin bize öğrettiği gibi, insan sınıfları arasında bir zamanlar açılmış ve yeri bilinmeyen çift yönlü kapılar sebebiyle karşılıklı kirlenme halleri son bulmaz; herkes zaten birbirine bulaşmıştır. Küresel güçler onları ayrı tutmaya çalışsalar da birbiriyle iyi geçinmeyen varlıkları karıştıran aracılar her zaman çalışmaya devam ederler. Meksika ve Amerika gibi iki paralel ülke arasındaki yeri bilinmeyen tüneller üzerinden geçişleri yöneten coyote gibi aracılara hayatın her alanında rastlanabilir.

Diğer yandan metafizik ya da fiziksel kirlenme biraz da zorunludur, “sağlıklıdır”. Aralarında kapılar ve pencereler olmayan paralel evrenler bir süre sonra artan steril, türdeş yapıları nedeniyle kendi üzerlerine kapanır. Baudrillard’ın tanımladığı gibi, başkasının olmadığı dünyada başka türden kirlenmeler ve “bağışıklık yitimi” meydana gelir. Yani soyut ya da somut başka dünyalardan, gizli ya da açık kapılardan aramıza katılan canlılar, işlevler veya kavramlar nasıl bağışıklık kaybına, entropiye sebep oluyorsa, aynının ekonomisi içerisinde kapalı kalan da farklı biçimlerde sıhhatini yitirir; ırsi sorunlarla malûl olur, hep aynı odada soluyanların kapı ve pencereleri açmadan uzun süre sağlıklı yaşayamamaları gibi. Portaller, geçitler, köprüler, aracılar, aralıklar, üçüncüler veya dolayımlar olmadığında yapılar üretimsiz kalır ve adaletsizliğe meyleder, katatonik bünyeler ortaya çıkar. Bu sebeple sağlıklı kalabilmek için farklı dünyalar haberleşmeli ve biri diğerini yenilemelidir.


 

Exit mobile version