Site icon Terrabayt

Oransız Karşılaşmalar: Düz Ontolojide Güç Savaşları

Çetin Balanuye, Naturans üst başlığıyla kaleme aldığı iki ciltlik kitabında, “GVarsa” (Güçtendir ancak ve ancak Varsa]) adını verdiği bir failin kenar çizgilerini ortaya koyar. Spinozacı anlamda bir gücün etkin olduğu, insan olan veya olmayan canlıların, nesnelerin karşılaştığı bu failin devindiği zeminde “agonistik” etik-politik imkânları aralar; “sonsuz bir dolanıklık” içerisinde gerçekleşen karşılaşmaları “güç ontolojisinin” temel olayları gibi ele alır. GVarsa’ya tereddüt etmeden bir özne veya birey demek zordur. Onu yeni materyalist veya olay/nesne felsefeleri kapsamında beliren faillerden birisi saymak olanaklıdır. Etkilenme ve etkileme yetilerine göre özne ve nesne arasında dalgalanan bir varlık gibidir. Balanuye onu Spinoza’nın “modus”, Hume’un “deneyimler bohçası”, Guattari ve Deleuze’ün “arzulayan makineler”, Latour’un “aktant” gibi isimler verdikleri failler veya figürler galerisine eklemeyi dener.

GVarsalar, kendi neden ve sonuçlarına sahip içkin bir yüzeyde olumsal karşılaşmalar içerisine girerler; başka GVarsalarla ayrışır veya bitişirler. İnsan olan veya olmayan türlü nesnelerin olaylar çıkardığı ve bu olayların yeni nesneler oluşturduğu hareketli bir yüzeyde gezinirler; gücü ölçüsünde belirleyen veya belirlenen tarafta yer alırlar. Sonsuz karşılaşmalar ve karşıtlaşmalar düzleminde bir devlet, kavram veya tek hücreli bir canlı GVarsa niteliği edinebilir. Bu oransız, asimetrik faillerin ilişkileri neticesinde var ve gerçek olmaya gücü yetenler yaşamaya devam ederler. Böyle faillerin yer ve zaman tuttuğu ontolojinin birimi olarak güç, var kalmanın nedeni ve sonucudur. Çok güçlü GVarsalar daha güçsüz olanları kendilerine tabi kılar veya onları yok ederler. Bu durumda “yeni ontoloji”, kimin veya neyin var kaldığını tespit etmekten ziyade, onun var olmaya gücü yetip yetmeyeceğini belirlemeye dönük spekülatif bir çaba halini alır. Ne kadar hayatta kalacağım sorusu, gücümü ne kadar etkin kullanacağım ve artıracağımla doğrudan ilişkili görünür.

Böyle bir ontolojik tasvirin düzleminde henüz etik-politik düzenlemeye veya doğa halini aşan bir tertibe rastlayamayız. Balanuye’nin çoğu zaman etik-politik şeklinde ayırmadan bir arada kullandığı bu tamlamanın, böyle asimetrik karşılaşmalar zemininde nasıl yeniden düzenleneceğine dair kesin bir cümleye metinlerde rastlayamayız. Yazar, etkin ve edilgin, güçlü ve güçsüz, etkileyen ve etkilenenler arasındaki ilişkiyi yer yer mukadderata terk edermiş gibi görünür. Örneğin devlet türünden bir GVarsa’nın her karşılaşması onu daha muktedir kılar bu durumda. Balanuye’nin Spinoza’nın sözlüğünü genişleterek oluşturduğu yeni ontoloji betimlemesi ikna edici görünse de, ikinci cildin esas vaadi olan etik-politik çerçevenin muhtevasına yeni bir çalışmasında rastlayacağımızı umuyoruz. Ayrıca etik ve politik katmanların bir tamlama gibi kullanılması da bu kapsamda kuramsal açıklığın bir kenarda sırasını beklediğini umut etmemize neden oluyor. Yeni ontolojik karşılaşmalar düzleminde, devletin de gücünü en etkin şekilde kullandığı, GVarsaların içkin tabiat kanununu nasıl aşabilecekleri merakıyla metni okumayı sürdürelim.

Balanuye, ontolojik zeminden ayrı politikayı, etik eylemlerin bir devamı, kararlı hali gibi anlatır. Örneğin tikel veya birleşik GVarsalar güçlerini ifade ettikleri ve bu sırada tesir edip müteessir oldukları zeminde gerçekliği dönüştürdükçe politik sahaya girerler. Politikanın kurucusu etik bireyin kendi kudretini kararlı bir şekilde uygulamasıdır. Fakat bu güç keyfi nitelikte bir potestas değil, başka GVarsaları da hesaba katan bir patentia’dır. Özellikle birleşik bir GVarsa, “sosyal hareketler, lobiler, meslek odaları, sendikalar, partiler, şirketler, söylem veya menfaat grupları (…) etik performansları arttığı ölçüde uzun erimde politik belirleyiciliği de artacak olanlardır” (2022: 64). Bu durumda etik eylemin başarı ölçüsü politik olanınkine koşuttur. Uygarlık tarihi de muvaffak olmuş birleşik GVarsaların “performans kayıtları” gibi okunabilir. “Başarılı” bir GVarsa etkilenmeye açık olduğundan, politik alana daha muhalif GVarsalar katıldıkça değişmeye başlar. Kadın hareketleri, ırkçılık karşıtları, çevreciler, hayvan hakları savunucuları hemzemin agorada kendi güçlerini ifadeye fırsat bulurlar. Fakat onların kazanımları tekrar tersine dönebilir, zamanla açık veya örtük biçimde bastırılabilir. Örneğin mobbing türünde bir şiddet, kadına şiddet hususunda böyle bir yön değişimini işaretler; veya ırkçılığın yerini nefret suçlarının alması gibi.

Herhangi bir GVarsa’nın kendini ifadesini sürdürebilmesi, gerçekliğe ne derece etkili biçimde eşlik ettiğiyle ilgilidir. Zayıf düşen bir GVarsa, “karşılaşmaların sayı ve çeşitçe çoğaltamamış, karşıtlıkların virtüel güçlerini okuyamamış ve giderek aktüel eyleme gücünü yitirmiştir” (2022: 67). Böyle bir GVarsa’nın “performansı” düşer, “etik kavrayışında yetersizlikler” ortaya çıkar. Diğer GVarsalarla kayıtsız biçimde uzlaşmak da bir “zayıflığın” belirtisi olabilir. Çünkü güç sahibi olmanın uzanımı agonistik karşılaşmaları göze alamaz. Agonizmi, ne antagonizmaya ne de mutlak uzlaşmaya dönüştürmeden eylemde bulunmayı başaramaz. Antagonizma, tesirden uzak kalmayı, uzlaşmacılık ise tesire fazla açık olmayı imler. Etik bir GVarsa, her karşılaşmanın karşılıklı temas, etkilenme ilişkisi olduğunu bilir ve hayata geçirir. Her modusun, failin veya GVarsa’nın conatus’u başkasıyla koşulsuz uzlaşmakla mutlak çatışma arasında bir yerde karşılığını bulur. Onun varoluşuna kayıtlı içkin güç, şiddet veya hınç biçimini almaz. Kendi gücüyle diğer güçlerin karıştığı, karşılaştığı veya karşıtlaştığı, yer yer çatıştığı dolanık zemin ve zamanın duyusunu kaybetmez. Balanuye bu içkin ve karmaşık ilişkiler sahasına “agonistik sosyalist demokrasi” adını uygun görür. Burada ontolojik, etik ve politik sahalar arasında üretken bir ilişkisellik olduğunu varsayabiliriz. GVarsaların bu katmanlar arasında nasıl bir geçişlilik içerisinde hareket ettiğini, etkilendiğini Balanuye biraz okurun muhayyilesine terk etse de, bu katmanların birbirinden ayrı olmamasında bir çeşit adalet fikri bulabiliriz.

Yeni ontolojinin engebesiz içkinlik düzleminde herhangi bir GVarsa’ya ayrıcalıklı bir yer tahsis edilmez. Fakat politik zeminde insan öznesi ve onun kurumları ayrıcalık kazanır. İnsan kendi uyruğu yaptığı, kendisine eklediği diğer failler ve nesnelerle asimetrik bir konumda buluşur. Karşılaşmaları bir “güç alışverişi” olmaktan ziyade, tek taraflı bir ilişki ve tercümeye dönüşür. Kendisini ve başkasını insanca bir dilin içinden konuşur. Bu sırada bir vantrilok gibi diğerinin ifadesini elinden aldığını da fark etmeyebilir. Karşılaşmaların kendisini “aşındırmasına “izin vermez. Kime rast geleceğini önceden belirler ve aşina olduğu ilişkiler içerisine girer. Diğer bir GVarsa’nın direncini kırmayı, kültürel, teknik veya bilimsel kapsam içerisinde önceden öğrenir. Böylece başkasının ve nesnelerin çıkardığı olaylara daha az maruz kalır; başına gelen gayriiradi hadiselerin sayısı azalır. “Olan ile ön yargısız bir karşılaşma” içerisine girmekten her geçen gün daha da uzaklaşır. Çoğu provası yapılmış etkileşimler içerisinde yer alır.

Buna karşılık Balanuye’nin etik bir fail gibi dile getirdiği “bilge”, güç istencini geri çekebilmesiyle ayırt edilir. Bu sayede sözgelimi meşe veya geyik GVarsalarının kendilerini ifade etmelerine izin verir. Etrafında “sürekli desenlenen güç alanları” oluşturmaktan kaçınır. Bilge çoğu zaman özne olmamayı seçer. Bilge Karasu’nun “dirim ortakları” adını verdiği varlıklar arasında dengeyi gözetir. Fakat böyle bir bilgeliğin de gerek şart kipli bazı cümlelerin ötesinde etik-politik kapsamı karanlıkta kalır. Bilgeyi gücünü ifade etmekten kimi zaman neyin engel olduğunun tutarlı bir açıklamasına ihtiyaç duyarız. Diğer türlü bilge gibi bir tipleme dayanaksız bir şekilde sahneye dâhil olur. Onun eyleme gücünü geri çekmesini sağlayan etik-politik sorumluluğun kaynağı dile gelmemiş olur. Bu durumda bilgeyi etik değil de ahlaki bir figür olmaktan kurtaramayız. Kendi mizacına içkin bir kudreti hayata geçirmesine mani olan, kendisini inkâr etmeye çağıran etik önermeleri gözden kaçırırız. Neden kendisiyle bir dolayıma razı olduğu konusuna ikna olmayız; onu iki ayrı etik nedenselliğe tabi kılan, güçlü ve vicdanlı yapan dinamiği kavrayamayız.

Balanuye, sözgelimi Deleuze’ün Fark ve Tekrar veya Anlamın Mantığı gibi metinlerde denediği gibi, ontolojik manzarayı sadece betimlemeyi seçseydi böyle karanlıkta kalmış noktalara takılmayabilirdik. Fakat böyle bir tasvirin kestirmeden etik-politik bir karşılığını araştırmak da çok kolay bir girişim sayılmamalıdır. “Ne var?” ve “Ne yapmalı?” soruları arasında ikna edici sentetik bir birlik oluşturmak önemli bir mesai gerektirir muhtemelen. Ayrıca ontolojik olarak yetersiz güç ifade eden bir failin veya nesnenin, aksiyolojik olarak kıymetli ve lüzumlu olduğunu belirlemek, etik gerek ve şart cümlelerinin ötesinde bir tutarlılık, nedensellik ve nesnellik oluşturmayı zorunlu kılar. Örneğin etkin, etkileyen, güçlü bir GVarsa’yı edilgin olanı korumaya, gözetmeye iten gerekçeyi düşünmek ontolojik, etik ve politik katmanlar arasında antinomiye düşmeden cevaplanamayacak bir soru olabilir. Değerlere, fiillere yönelik bir soruşturmanın veya aksiyolojik ilginin noksan olduğu bir mantık arayışı değildir buradaki.

Herhangi bir değerle, nitelikle bağ kurmayan GVarsa, şimdi ve burada gücünü hayata geçirmeyi isteyebilir. Diğer yandan önüne çıkan bir bitkiye, hayvana akılcı gerekçelerle özen gösterebilir. Daha zayıf, kendini ifade sorunları yaşayan GVarsaların yok olduğu bir yeryüzünde yaşamın zor olacağını uzun menzilli bir akıl yürütmeyle çıkarsayabilir. Bu durumda Karen Barad gibi söylersek, herhangi bir ontolojik belirlenimden ziyade, etiko-onto-epistemolojik eylemlere sahip bir failden ve onun içerisinde gezindiği bir nesnellikten söz etmek daha yerinde olabilir. Yani var olmasını, doğru, iyi, güzel ve adaletli fiillerinden ayırt etmeyen, bunların sentezini sırtlanmış bir aktörün hareketlerini betimlemek gerekli olabilir. Donna Haraway’in figürleri de böyledir. Doğrusuyla yanlışıyla, güzelliği çirkinliğiyle varlık kazanan veya kaybeden failler olarak, ontolojik ve aksiyolojik, teorik ve pratik sıfatların yüküyle devinirler onlar da. Fakat GVarsaları kimi zaman güç kullanmamaya, kendilerini ifade etmemeye ikna edecek değerlerle, niteliklerle nasıl bağlantı kurdukları biraz belirsiz kalır. Balanuye’nin tasarısının devamında bu ayrıntıları da okumayı umut ediyoruz.

Ontolojik birimler olarak GVarsalar, tabiat farklarından ziyade, derece veya yeğinlik farklarıyla ayrılırlar. Onları birbirinden ayırmaya dönük nitelikler kaybolduğunda etik-politik önerme ve fiillerin hangi varsayımlara yaslanacağı da belirsizleşir. GVarsaların birinin diğerine “iyi eşlik etmesini” güdüleyenin, tembihleyenin ne olduğu gizemini korur. Birisinin eyleme gücünü artırmanın yolunun diğer GVarsaların etkin ve etkileyen varlıklar olmalarının yollarını açmak yolunda gerek şart kipiyle konuşmanın nasıl ötesine geçilebilir? Haraway’in “yoldaş türler” arasında bulduğu eşlikçiliğin imkânları nasıl yaratılabilir? Benzer şekilde Nietzsche’nin bir ağacın öğretisine açıklık şeklinde dile getirdiği tavrın akli zemini bulunabilir mi?

Balanuye’nin, etik ve politik olanla bağ kurmaya gönülsüz insanlar çağında yazdığı bu değerli metinlerinde, ontolojik zeminde gücünün yettiğini veya canının istediğini yap çağrısıyla yarışacak başka seslenişlere nasıl yer açılabilir? “Ahlaki iyi” ile “kozmik devinimin” sebep olduğu yükleri aynı anda sırtlanan bir fail tanımlanabilir mi? Döneme özgü “demokratik liberal yozlaşmaya” karşı ne söylenebilir? Spinoza’nın karşılaştığı “güçlük”, yani düz bir ontoloji geliştirmenin yanında, bu düzlüklere engebeler, meyiller, türlü yer şekilleri kazandıran etik, politik, estetik cevaplar bulunabilir mi? Düz ontolojide eyleşen bir modus olan, tarzı, tavrı, bireyliği oluşan failin bazı değerler yüklenmesi onu ontolojik olarak zayıflatır mı? Temelde bir hareket ve sükûn oranını cisimleştiren varoluş tarzları olarak moduslar veya GVarsaları başkasına özen göstermeye çalışmaları bir hakikat kaybı veya güç ifade eğiliminde sapma gibi anlaşılabilir mi? Sözgelimi psikanaliz ruhsal örgütlenmenin bir çeşit yanlış anlamanın, inkârın, gücünü, dürtülerini yadsımanın sonucu olduğunu farklı açılardan bize anlatır. Fakat Balanuye’nin sorduğu gibi, “ben olmayandan beni ayırmak ne derece mümkündür?” Her karşılaşmasında yenilenen bir GVarsa, bireyin sağduyusuyla, korkularıyla, çeşitli duygularıyla davranamaz. Diğer türlü GVarsa’nın bir çeşit şizofreni sergilemesi beklenir. Burada Balanuye’nin GVarsa ile arzulayan makineler arasında kurduğu koşutluk anlam kazanır.

Yatay ve düz bir içkinlik yüzeyi dışında insan ile meşe ağacı gibi GVarsalardan eş bir düzlemde söz etmek olanaklı değildir. Ontolojik katmanda gezindiğinden sağduyudan yoksun bir GVarsa’nın karşılaşmaları boyunca azaltıp çoğalttığı güç sermayesi onu meşe ağacından nicel olarak ayırt etmemize müsaade eder. İkisi arasındaki tabiat farkını işaret edemediğimizde, birisinin neden diğerine ihtimam göstereceği, koruyacağı da cevaplanabilir bir soru olmaktan çıkar. Üstelik insan ile karşılaşan meşe artık eski sınırlarını kaybeder. Balanuye betimlediği bu manzaranın doğal sonucunu anlamlı bir soruya dönüştürür: “Eylemin faili bir özneyi bu denli sıvılaştırırsak etik ve politik muhatabımız kim ya da ne olacak?” (2022: 32) Yeni materyalizmi, olay ve nesne felsefelerini önceleyen yapısalcılık ve sonrası kuramlar, öznenin kuran ve kurulan niteliği hakkında bir kararsızlık içine düşer. Fakat şimdi de tam karşı zaviyeden öznenin aslında müstesna bir nesne olduğu dile gelir. Her nesne bir öznelik sergilemeye başlar. Balanuye için de bir GVarsa gücü nispetinde muktedir veya zayıf bir nesne sıfatı edinir. Her koşulda belirli bir eylem alanı olan bir faildir; etkilenerek veya etkileyerek, tesir altında veya müteessir olarak yer ve zaman değiştirir; kendisini temellendiren bir içkinlik zemininde gezinir. Bu hareketi bir çeşit “desen” veya ağ benzeri ilişkiler oluşturur. Gerçeklik de içkin yüzeye yeni “virtüellikler” ve “aktüellikler ekleyen” faillerin ilişkilerinin sonucudur. Onların karşılaşmalarının neticeleri aynı failin sıradaki eylemi için bir nedensellik oluşturur. Bir önceki eyleminde oluşan derinlikler, yüzeyler, yükseklikler ve bu topografyayı dolduran nesneler arasında bir başka devinime başlar.

Etik-politik de bir eylem, ilişki, karşılaşmalar dizisinin “iyi yollarını” üretmekle ilişkili sayılabilir. Bu güncel yer şekilleri üzerinde “zayıflar” doğal meyilleri izlerken, muktedir olanlar kendilerine yeni çığırlar açarlar. Onların etik yönelimlerini önceden kurulmuş iyi ve kötü nitelikler değil, gücün azalan ve artan nicelikleri belirler. Onların eylemlerini Spinoza-Nietzsche-Deleuze hattında seyreden “gerçekliğe eşlik etme” çabasındaki artma ve azalma eğilimleri belirler (2022: 38). Bu sırada kendilerini zayıf düşüren duygulanımlardan sakınırlar. Diğer türlüsü yaşama yönelik bir hıncın açılımları sayılmalıdır. Kudretli faillerin bu egemen hareketlerini “yargılayabilecek ilkeler, değerler, ölçütler” bulunmaz. Böyle bir failin mizacının esası varoluşuna içkin gücüne gösterdiği sadakattir. Güçlüyüm o halde yapabilirim (veya tersi) gibi bir deyişe uygun davranır. Bu durumda böyle muktedir faillerin hangi etik-politik kapsama uygun varolacağını belirlemek ayrı bir zorluk kazanır. Sözgelimi Spinoza Etika’da oluşturduğu çerçeveye, Teolojik Politik İnceleme’de sınırlarını çizdiği akılcı ve yer yer pragmatik politikadan ayırır. Nietzsche böyle bir ayrım yapmaz, çünkü onun için insan türünden bir failin faydası, esenliği önemli değildir. Deleuze ise ontolojik betimlemeyi kerhen Guattari’nin hatrına aşma çabası gösterir.

Spinoza’nın politika tasavvuru Machiavelli ve Hobbes ile aynı sınıfa dâhil edilebilir. Balanuye de bu koşutluğu doğrular: “Ne Machiavelli ne de Spinoza romantik bir kurtuluşun peşindeydi.” Bir diğer satırdaysa aralarındaki farklara karşın Spinoza’nın Hobbes’un etkisini “açıkça ortaya koyduğunu” dile getirir (2022: 70, 79). Onların müşterek vurgusuyla, bir politik birimde akıl her zaman gücün sınırlarını ve yönelimini dönüştürmelidir. Diğer türlü sağduyu ve ortak duyuya uygun bir huzuru, ortaklığı tesis etmek zorlaşır. Politika, gücüne, istencine sınırlar koyabilen faillerin birlikteliği gibi anlaşılır. Foucault’nun ısrarla anlattığı gibi, eğer yurttaşlar buna gönüllü olmazlarsa, biyopolitika ve yönetsel tertibatlar beraber çalışarak etkin faillerden bazı uyruklar yaratmak üzere araya karışır. İktidar tekil varlıkların kudretini azaltıp, onları genellikle müteessir kılmaya çalışır. Etkin oldukları sahaları sınırlar, öyle davranmayanları kapatır. İktidar kendini gerçekleştirme gayretini, “gerçekliğe upuygun eşlik etmeyi” bir ihlal olarak değerlendir; faillerin eyleme gücüne sınırlar yerleştirmek üzere kurumlaşır. Bir failin nerede etkilenen veya etkileyen olacağının kararını önceden vermek ister. Bu amaçla iktidar yapısı içerisinde karşılaşma tarzları düzenlenmeli, öznelerin nesnelerle ilişkileri tertip edilmelidir. Üstelik tüm bu fesat yukarıdan çalışan bir “kuklacı” olmadan, özneler ve nesnelerin uzlaşarak hayata geçirmeleri beklenir. Psikanaliz, özellikle nesne ilişkileri kuramında, bu uysallaşmanın güzergâhlarını etkili bir şekilde anlatır.

GVarsa “aktörü ve nesnesi” olduğu bir dolanıklık içerisinde gün içinde etkileyerek ve etkilenerek eylemlerde bulunur. Her eylemi gücünü ifade etmek gibi temel bir fiilin içerik ve biçim kazanmasının sonucudur. Fakat güç alışverişleri içerisindeki GVarsaların agorasında cereyan eden agonistik ilişkiler içerisinde bir insanla bitkinin karşılaşması eğer etik-politik bir dolayım olmazsa nasıl sonuçlanacağı baştan belli gibidir. İnsan türünden bir GVarsa, artık sınırsız donanımı, eklentileriyle içkin ontolojik düzlemde besin zincirinin insafsızca tepesine yerleşir. Onun bir hayvanı veya bitkiyi kendi gücüne tâbi kılmasını engelleyen etik-politik önermeler de bu sebeple çoğu zaman gerekçelerini yitirir. Bu zorluğun farkındaki Spinoza, Etika’daki ontolojik, onun ifadesiyle etik betimlemesini, Teolojik Politik İnceleme’de sürdürmez. Politika artık gücün agonistik etkinliklerini düzenleyen aklın sahasıdır onun için. Politik bir yapı içerisinde etik güç savaşlarının modusları kendi keyiflerine terk edilemezler. Yani Spinoza, kendi ontolojik betimlemesiyle aksiyolojik ilişkiler yüzeyini birbirine karıştırmaz. Akıl, gücün meyillerini yeniden tertip edemediğinde sürdürülebilir bir hayattan söz edilemez. Bu sebeple ontolojik seviyede gerçekleşen karşılaşmalar, epistemolojik, etik, estetik, politik katmanlar tarafından yeniden düzenlenmelidir. Diğer türlü güçlü olduğu için var olan özneler, doğru, iyi, güzel ve adaletli olanı tarif etme hakkına kavuşur. “Canım ne istiyor?” sorusu en yukarı taşınır. Gücümün neye yettiği ve canımın ne istediği sorularını dolayımlayan, düzenleyen, baskılayan, yönünü değiştiren veya yücelten bir doğruluk, iyilik, güzellik çerçevesi kaybolur.

Ağustos 2022


Kaynakça

Balanuye, Çetin (2020). Naturans I: Yeni bir Ontolojiye Doğru, İstanbul: Ayrıntı.

Balanuye, Çetin (2022). Naturans II: Yeni Etik Politik, İstanbul: Ayrıntı.


Ana Görsel: Tree Nursery, Paul Klee, 1929.

Exit mobile version