Mutsuzuz. Cemre havaya, suya, toprağa düşüyor düşmesine ama başımızdaki bu kara bulutlar neden dağılmıyor? Baharın gelmesine mâni olan nedir; kara baht, kör talih midir? Doluya koysak almaz, boşa koysak dolmaz. Neden gülmez yüzümüz? Kolektif bir duygusal yönelimi imlediği ölçüde, dokunsan ağlayacak gibi kırılgan ya da öfkeden canı burnunda, yani mutluluk, memnuniyet ve neşeden fersah fersah uzak hâl-i pürmelalimize “mutsuzluk salgını” ya da “depresyon pandemisi” gibi kof nitelemeler[1] yaraştırılırken nasılsın sorusuna yanıt verebilmek kolay iş midir?
Bu yazı, siz de iştirak etmek isterseniz, düşünce deneyi nevinden bir oyunsallıkla üç kısımdan oluşuyor:
- İlkin soru şu: Nasılsın sorusu gündelik etkileşimde neye karşılık geliyor? Alelade small talk sekansındaki nasılsın soru-cevap etkileşimini kimlik/benlik olgusu, nezaket ve yüz çalışması ve gündelik hayatın idamesi olmak üzere sosyal/eleştirel psikolojik bazı kuramsal adreslere uğrayarak irdeleyeceğiz.
- İkincisi: Nasılsın sorusu nasıl sabote edilebilir? Nasılsın sorusuna ‘gerçek’ yanıtlar verebilmenin bir aracı olarak şarkılarla sabotaj için hacimli bir playlistte gezineceğiz. Şarkıları kümeleyerek iyimser olmayan bazı konum alışlara demir atacağız. Bu bir mutsuz şarkı seçkisi.
- Üçüncüsü: Nasılsın sorusunu ve yanıtları nasıl dönüştürebiliriz? Kolektif duygusal yönelimler üzerine eğilecek ve (iyimser olmayan) umudun gerektirdikleri ve olanakları üzerine kafa yoracağız.
1. “Nasılsın?” Sorusunun Neliği ve Sosyo-Psikolojik Bir Kurcalama
“Nasılsın?” sorusunu kişilerarası iletişimi başlatıcı bir söz ve selamlaşma pratiği olarak değerlendirmek mümkündür. Çünkü “n’aber?”, “nasıl gidiyor?”, “ne var ne yok?” ve dahasını da hesaba katarsak sözlü ve yazılı iletişimdeki dil kullanımlarında nasılsın sorularının, günaydın, merhaba veya selam sözcüklerinin ‘virgülü olarak’, yani bu sözcüklerin kuyruğuna takılı kalarak small talk[2] ritüelinin, diğer bir ifadeyle ayaküstü laflamanın, hoşbeş etmenin yapaylığı ve teatralliğine kurban giden bir yanı var. Hakiki bir diyalog imleyen, muhatabın gözünün içine bakılarak sorulan ‘gerçek’ bir nasılsın sorusu gündelikte pek nadir.
Olumlu, nötr, olumsuz. Sacks’a (1975) göre, üç değer durumunda yanıtlanabilecek nasılsın sorusu için doğru yanıt olumsuz olduğunda muhatap genellikle bunun yerine nötr bir yanıt seçme eğiliminde olur (örn. Orta şekerli. / İyi diyelim, iyi olsun. / İdare ediyoruz işte, bir yaramazlık yok. / Bildiğin gibi, yuvarlanıp gidiyoruz.) Bu, ek sorular ve mahrem konulardan kaçınmak için ideal bir yol olarak görülebilir. Dolayısıyla Sacks, sorunun müdahaleci olarak görülmemesi ve ne kadar paylaşılacağına karar verme yükünün doğrudan muhataba ait olması nedeniyle insanların zaman zaman yalan söylemek (ya da doğruyu söylemekten kaçınmak) zorunda kalacağı sonucuna varıyor. Bir konuşma rutininin parçası olarak nasılsın sorusuna, uzun uzadıya bir yanıtla ‘kötü’ demek yerine, kısa ve öz ‘iyi’ yanıtını vermenin beklendik ve istendik bir şey olduğunu ifade edebiliriz (Wierzbicka, 2003).
Chen’in (2018) Amerika ve Britanya’daki iki veri tabanı üzerinden karşılaştırmalı çalışmasında gördüğü şu: Nötr yanıtlar yaygın olarak kullanılıyor. Bölgesel farklılıklar açısından İngilizler nasılsın sorusuna karşılık “iyi” demek maksadıyla çoklukla “fena değil” (not bad) sözünü sarf ederken, Amerikalılar doğrudan “iyi”yi kullanıyor. İngilizler bu değer durumu ifadelerini “teşekkür” ile bağlarken, Amerikalılar daha çok karşılıklılık soruları kullanıyor. Bu, Chen’e (2018) göre İngilizlerin nezaketini, Amerikalıların açıklığını yansıtıyor.
Ekşi Sözlük’te “Nasılsın Sorusuna Verilebilecek Cevaplar” başlığında[3] 85 sayfa, yani 850’ye yakın entry var. Konu üzerine kafa yorarken, bu içeriği gündelik ve sosyal düşüncede nasılsın sorusunun neliğini irdeleyebilmek açısından önemli addedip bir hevesle (ve sanırım akademik bir alışkanlıkla) entryleri çekip içerik analizi nevinden bir incelemeye koyuldum. Ancak çok sürdüremeyerek (en azından şimdilik) caydım. Nasılsın sorusu ve soruya verilebilecek yanıtlar elbette bir sosyal bağlama gömük. Sabah işyerinde, cenaze merasiminde, cafede arkadaş buluşmasında, hastanede doktor randevusunda, Whatsapp’ta bayram tebriğinde, Twitter-Instagram DM’sinde… Sözgelimi, sorarken ve yanıtlarken bireysel kimlikler, ilişkisel-rol kimlikleri, mesleki kimlikler veya kolektif kimlikler belirgin olabilir, yani bu etkileşimlerde anneyiz, işçiyiz, sevgiliyiz, yurttaşız (vd.) ve kimliklerimizi sergileriz. Duygu durumunun değişkenliğinin yanında, kimlik repertuvarının çeşitliliği, kimliklerin akışkanlığı ve kesişimsel konum alışlar dolayısıyla, soyutlamaya çalışarak kişilerarası genelgeçer bir soru-cevap etkileşimi tahayyül etmeye çalışmak güç bir iş. Varmaya çalıştığım yer açısından da beyhude bir çaba.
Kimlik olgusunu biraz açalım. Goffman, “yüz” (face) nosyonunu, “kişinin kendisi için etkin bir şekilde talep ettiği, başkaları tarafından ise kendisine atfedildiği varsayılan pozitif sosyal değer” olarak tanımlıyor (Holtgraves, 2019, s. 38). Mead, Cooley, Bakhtin gibi isimlerin görüşlerinden hareketle ele alabileceğimiz, benliğin/kimliğin kartezyen tasavvuru karşısında etkileşime dayalı, sosyal, diyalojik ‘doğasına’ dair savunuyu Goffman’da da görmekteyiz: Yüzü, kişinin kimliğinin/benliğinin başarılı denebilecek bir sunumu olarak değerlendiren Goffman’a göre, yüz, ‘diğeri’ tarafından onaylanmış bir kimliğe sahip olmak demektir. Buna göre, bir metafor olarak yüz, birey içi bir süreçten öte sosyal etkileşimde kendini gösteren bir olgudur. Diğerinin varlığında yüz görünür olduğunda, kişiler yüz çalışması (facework) yaparak iletişimi sürdürür. Ve, insanlar yüz çalışması yaparken kaçınma ve sunma ritüelleri sergileyebilirler.
Dil kullanımına dair sosyal psikolojik bir kuram olarak nitelendirebileceğimiz bir kuram var: Nezaket Kuramı (Politeness Theory) Goffman’ın yüz kavramsallaştırmasına çok şey borçludur. Nezaket, dilsel, sosyal ve bilişsel süreçlerin arasında dille iletilen, sosyal bağlamın bilişsel değerlendirmesinin bir çıktısı olarak ele alınan teknik bir terim ve olgudur (Holtgraves, 2019). Dilbilimsel sahada nezaket prensiplerini irdeleyen öncü isimler arasında Lakoff (1973), Leech (1983), Brown ve Levinson (1987) bulunuyor. En çok atıf alan ve kabul gören yaklaşımı oraya koyan Brown ve Levinson’a (1987, s. 311) göre, bir toplumun tüm yetkin yetişkin üyelerinin sahip olduğu (ve sahip olduklarını bildikleri) “yüz”leri var. Rasyonel bir kapasiteye sahip olan toplumun her üyesinin kendisi için talep ettiği, birbiriyle ilişkili iki boyuttan oluşan kamusal benlik imajı olarak yüz nosyonu, Goffman ve Durkheim gibi isimlerin görüşlerinden beslenerek, kuramsal açıdan merkezdedir: Negatif yüz, hareket özgürlüğüne ilişkin temel iddia olarak “özerklik arzusuna” gönderirken; pozitif yüz, etkileşimde bulunanlar tarafından iddia edilen olumlu tutarlı benlik imajını ve/veya bu benlik imajının onaylanması motivasyonu açısından “ilişki kurma arzusunu” ifade etmektedir.[4] Ricaların negatif yüzü, özürlerin pozitif yüzü tehdit etmesi örneklerinde olabildiği üzere, Holtgraves’e (2019) göre, kişilerarası konuşma dinamiğinde sergilenen nezaket, ‘doğası gereği’ konuşmacı ve dinleyici için farklılaşan türde yüzü tehdit edici niteliğe sahiptir. Diğer bir ifadeyle, insanlar asosyal bir vakumda ve tam bir izolasyon içinde hayatlarını idame ettirmediğinden, bitimsiz bir yüz çalışması içinde ve nezaket sergileme hâlindedir. Yüz çalışması bir iş birliğini de çatışmayı da imleyebilir.[5]
Small talk ritüeli özelindeki nasılsın soru-cevap etkileşimi, etkileşime giren kişilerin pozitif ve negatif yüzü iş birliği içinde yönetmesine dair bir motivasyon gerektirmektedir. Peki, bu motivasyonda ortaklaşılmazsa ne olur? İki açıdan değerlendirelim:
Birincisi, ‘nasılsın sorusu’ yüzü tehdit edici nitelikte olabilir. Sözgelimi, ‘gerçek’ bir nasılsın sorusu, muhatabında olanca ağırlığıyla sarsıcı biçimde, örneğin gözyaşlarıyla karşılık bulabilir. Hümeyra’nın sorusu (bir diziden sahne) sosyal medya platformunda epey paylaşılmıştı.[6] Bir öfke patlaması anında nasılsın sorusu ise tipik bir deneyim olmasa gerek.[7] Detay bekleyen bir nasılsın sorusu kişinin negatif yüzünü tehdit edebileceği gibi, bunun aksine, bir yakın ilişkide, ilişkisel sorumluluğu ıskalayan alelade bir soru olarak nasılsın, kişinin pozitif yüzü, yani ilişki kurma arzusunu engelleyebilir.
İkincisi, ‘nasılsın sorusuna verilen yanıtlar’ yüzü tehdit edici nitelikte olabilir. Sözgelimi, oversharing, bir sosyal norm ihlali olarak aşırı (kişisel) bilgi paylaşımını ifade ediyor. Röportaj Adam-Mahsun Karaca’nın bunalımını hoyratça ortaya saçtığı 30 saniyelik skeci[8] bunun bir örneği. Veya (Mesut Yar’ın Burada Laf Çok programında) yine nasılsın sorusuna Sunay Akın’ın “Çok, çok güzel bir öyküdür bu. Nasılsın, biliyor musun… Orta Amerika’da bir ülkede darbe oluyor. (…)”[9] diyerek başladığı (hacimli ve dokunaklı) cevap meşhurdur. Bu örneklerdeki mizahi tonu paranteze alırsak, gündelik bir konuşma rutininde bu gibi pragmatik olmaktan hayli uzak yanıtlara maruz kalmanın beraberinde getireceği kimi sonuçlar olabilir. Dinleyen kişi ne tepki vereceğini bilemeyerek donakalabilir, tersine kaçacak yer arayabilir yahut da sizi tiye alabilir. Nasihat bombardımanına tutulabilirsiniz veya diyalog beklentisi bir kenara, monoloğa dönen bir kıvamda aniden kendi dertlerini sıralayan, sizinkileri ise değersizleştiren biri belirebilir karşınızda.
Yüz yönetimi ve nezaket açısından temellenen bu kritiğin yanı sıra, “gündelik hayat” nosyonu da nasılsın sorusunu irdelemek için önemli bir adres olabilir.
Toplumsal-sistemik koşullanmışlıklara karşı gündelik hayat eylem olanakları ve potansiyelleri taşır ve gündelik hayatın idamesi, bireysel özne ile toplumsal yapının ikiliğinde aracı bir bağa karşılık gelir. Belki bir yanıyla komik ama bir insanın deneyim ve eylemleriyle gündelik hayatını nasıl idame ettirdiği (conduct of everyday life) “anaakım psikolojide” yeterince dikkate alınmış bir konu değil. Bazı sosyolog ve sosyal teorisyenler (örn., Weber, Garfinkel, Bourdieu, Lefebvre), özne-yönelimli/mikro sosyoloji anlayışları (örn., sembolik etkileşimcilik) ve eleştirel psikoloji ekolleri (örn., Holzkamp ve Alman Eleştirel Psikoloji Ekolü) sayesinde gündelik hayat nosyonu psikoloji kuram ve pratiğinde giderek yer edinmektedir (bu ve devam eden pasajlardaki yorumlarımı dayandırdığım bazı yazarlar: Brandl, 2019; Schraube ve Højholt, 2016).
Eleştirel psikolojik açıdan, gündelik hayatın idamesi bağlamında özneye (yani, bağlam içindeki aktöre) odaklandığımızda, rutinler ve sosyal-benlik anlayışı (social self-understanding) inceleme konularımız olabilir. İfade etmek gerekir ki gündelik hayatta nasılsın diye sormak da, kestirme ve ezber hâlde iyiyim cevabını vermek de âdet olmuş (hem gündelik tabirle hem de yukarıda değindiğim gibi kuramsal açıdan, buna ‘nezaketen’ diyebiliriz). Bunu çoğunluk normu olarak nitelendirmek zannediyorum yanlış olmayacaktır. Norm ve değerlere bağlı olarak kültürel-bölgesel farklıları, kent gündeliğini, sosyal medya ve anlık iletişim platformlarındaki kullanım alışkanlıklarını ve içselleştirilen yaşam tarzlarının çıktısı olarak kimi tutum ve davranış kalıplarını hesaba katarak bu çoğunluk normunun sebeplerine dair çeşitli spekülasyonlar yapabiliriz. Sözgelimi, kentli genç-yetişkin bir birey için başarılı bir kariyer, bir hayat amacı hâline gelebilir. Böyle olunca, sosyal karşılaştırma ve rekabetin sonucu olarak başarısızlıkları yahut sorunları gizlemek pekâlâ olası. Yanlış bilinçle malul bir bireysel kurtuluş yanılsaması gündeliğe de sirayet eder. Offline ve online benlik sunumlarında, yani örneğin bir aile buluşmasındaki sohbette (Nasılsın, işler nasıl gidiyor?) yahut Instagram paylaşımında (Ofiste bir gün nasıl geçiyor?) nasılsın sorusuna gerçek yanıtlar hasır altı edilir. Ekonomik sorunlar, güvencesizlik ya da mobbing koşullarını açık etmeden sakınarak güllük gülistanlık bir tablo çizmek alışkanlık ve rutin hâlini alabilir. Dahası, bu, benliğin metalaşmasına yol açarak anlam ve değer dünyasını belirleyebilir. Bu farazi bir örnekti.
Buna rağmen, bir azınlık var ki, nasılsın sorusunu alelade, kestirme yanıtlamayı beceremeyerek zorlanıyor ya da içine sindiremiyor. Hele de (azınlığın içinden, diyelim) kimisi kestirme yanıtlar vermeye direnme deneyimlerinde iç karartıcı ve ‘huysuz şirin’ olmakla, ‘felsefe’ yapmakla suçlanıyor (ki bu nitelemeler kuvvetle muhtemel doğrudur). Bu yazı, mutluluk diktatörlüğü ile başı dertte olan, türlü hâlleriyle nasılsın sorusundan mustarip mutsuz ve iyimserlikten uzak azınlık içindir.
Ben daha ziyade, yüzü tehdit edici nitelik kazanması pahasına nasılsın sorusuna verilebilecek (gerçek? ve azınlıkta?) yanıtlarla ilgilenmek istiyorum. Klişe ve otomatik yanıtları yadırgayan, yadsıyan ve de “sabote eden” esaslı yanıtlardan söz ediyorum. Gündelik hayatın eylem potansiyelini göz önünde bulundurursak, bu sabotajın bir karşılığı olabilir. Yukarıda değindiğim, Mahsun Karaca ve Sunay Akın örneklerinden farklı olarak bunu müzikle, “şarkılarla” yapmanın imkânını aradım. Bir sonraki başlıkta hâl-i pürmelalimize mutsuz bir seçki bulacaksınız.
2. Şarkılı Sabotaj: Nasılsın Playlist İçin Mutsuz Seçki ya da Nasılsın Sorusuna Verilebilecek Şarkılı Yanıtlar
Serbest çağrışımla başlayarak sınıflandırıp üzerine koya koya bir playlist şekillendirdim.[10] Buna Nasılsın Playlist adını veriyorum. Sınıflandırmak dediğime bakmayın, kiminde birbirine benzemez parçalar yan yana düştüler. Şarkı sözlerinden alıntıları içeren pasajları okurken kimisi tanıdık gelebilir; hepsinin linklerini en sonda dipnot kısmında görebilirsiniz. Arada bazı şiirler, alıntılar da belirdi. Oluşan bu mutsuz seçki, mutsuzluğun bazı hâllerine dokunuyor, mutsuz ve kötümser bazı konum alışlara karşılık geliyor olabilir. Yanı sıra, içinde yer yer umudu ve başka duygulanımları da barındıran bu mutsuz seçki, nasılsın sorusuna esaslı bazı cevap olasılıkları sunabilir.
Nesini Söyleyim:[11]
Nesini söyleyim, canım efendim?
Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim
Arzuhâl eylesem deftere sığmaz
Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim
Söyle, dost, söyle
Sorma:[12]
Sorma ne hâldeyim sorma kederdeyim
Sorma yangınlardayım zaman zaman
Sorma utanırım, sorma söyleyemem
Sorma nöbetlerdeyim başım duman
(i) Sorma… Nesini söyleyim canım efendim, arzuhâl eylesem deftere sığmaz
İlk sırada özel olarak yalnızca iki eseri öne çıkarmak istiyorum: Nesini Söyleyim, Ruhi Su’nun icrasıyla, Serdarî’nin deyişi. Ve, söz-müziği Sezen Aksu’nun olan Sorma isimli şarkı. İki parça sözcük düzeyinde kimi benzerlikler ima etse de peş peşe oluşları bir çeşit kontrast, toplumsallıktan bireyselliğe bir salınım yaratıyor. İkisi de nasılsın sorusunu yanıtlamaya ideal başlangıçlar olabilir.
Nesini Söyleyim’in olması gereken, ‘gerçek duygusundaki’ icra Ruhi Su’nundur bence. Ruhi Su’nun icrasındaki ezgi de farklıdır. Popüler ezgisindeki icralar (oldukça fazla versiyonu var, örn. bkz., Grup Abdal, İlkay Akkaya veya Sadık Gürbüz) salt hüzün yayıyorken, bunda yılgınlık, usanmışlık, öfke ve ama sözgelimi, “kısa çöp uzundan hakkın’ alacak” derken iyimser olmayan bir umut sezinliyorum. Diğer versiyonlar gayet heveslice uzunken (ne-sini söylemeye), bu iki dakikaya ancak varan kayıt kendiliğinde ‘nesini söyleyim’ diyor, birçok şey söylüyor ve ama fazla uzun etmeden.
Sorma parçası ise gündelik ve şahsi gerçekliğe daha çok sürüklüyor. Şarkının yer aldığı albümün isminin “Yürüyorum Düş Bahçeleri’nde…” olmasını pay biçersek, romantik-estetize bir ruh hâlinin başat, keder ve sıkkınlığın ise duygu yükü olarak belirgin olduğunu ifade edebiliriz. Zeki Müren ve Kaan Tangöze’nin icraları dinleme alternatifleri olabilir.
Dünyada Tükenmez Murat Var imiş:[13]
Dünyada tükenmez murad var imiş
Ne alanı gördüm ne murad gördüm
Meşakkatin adın murad koymuşlar
Dünyada ne lezzet ne bir tad gördüm
(ii) Dünyada tükenmez murat var imiş; bedenimde değil, ruhumda sızı
Mutsuz seçki için Alevi deyişi seçmek işten bile değil. Neçedir ağlarsın?[14] Şen değil bağım,[15] bu dünya misaldir handan.[16] Acıyı bal eylemek[17] de var. Derdim çoktur, hangisine yanayım.[18] Yoruldum yorgunum, fazla gidemem, neler etti kahır beni, zül beni.[19] Doktoru, lokmanı yok, bedenimde değil, ruhumda sızı.[20] Dünya arsızındır, fırsat pirsizin, sefil sergan olmak reva mı bize?[21] Hal yaman oldu.[22] Boz atlı Hızır nerededir? İlle dostun bir fiskesi…[23] Ben aşık değilim, yoksul ozanım; içimde dert kaynar, bünyem kazanım.[24] Anlatmam derdimi dertsiz insana,[25] bunca seneler yaşadım sır açmadım kimseye, ölünce mezarda dinler, bir dikili taş beni.[26]
Yaşamaya Dair:[27]
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
“yaşadım” diyebilmen için…
(iii) Gururla bakıyoruz dünyaya, bu dünya soğuyacak günün birinde
Birer birer, biner biner ölürüz, yana yana, döne döne yine geliriz.[28] Bir hikâye anlatmamız gerekiyorsa eğer, 1915’ten başlamamız lazım. Unutmadık, inandık; bulanmadık, bilendik; geldik.[29] Burada nasılsın sorusunun cevabı, memleket gibiyimdir. Hüzün ve öfke belirgindir. Sözgelimi, Mithatpaşa Caddesi’nde Gaziler Sokağı’nda yola çıkmış bir çocuk var, ekmek alma çabasında; katli vacip görülmüş, sebep orda olmasında.[30] Dünyanın kederi kaplıdır âdeta. Ancak umut tükenmiş değildir. Sen bir yana, ben bir yana, dostlarımız bir yana… Düşer düşer kalkarız, her “Eylül’e isyan” gibi.[31] Bir yandan… Yaşar Kemal der ki “ben sevgiden, sevinçten söz açmak istemez miyim, delice, çılgınca, içim taşa taşa, bir sevinçten söz açmak istemez miyim? Ben sevinçli adamım. Bu dünya böyle olmasa, böyle kara, karanlık olmasa, ben sevinçten taşar coşardım. Yaradılışım karanlıktan çok aydınlığa, acıdan çok sevince… Ne çare, ne çare ki sevinmek gelmiyor elimden…”[32] Bir yandan ise… güneş yerindedir. Karanfil kokuyor cigaram, dağlarına bahar gelmiş memleketimin.[33] Nazım Hikmet’e göre yaşamak şakaya gelmez. Mahzunluğunu içinde duyarak sevilecek bu dünya, yaşadım diyebilmek için. Çünkü devran devrilir, bu devran döner.[34]
Lorî Lorî:[35]
Nenni nenni yavrum neni
Nenni yaşamımın umudu
Gözlerimin önünde eriyorsun
Çare gelmez elimden
(iv) Bir ömürlük ağıt
Ne sahibim bu yerde ne kiracı, sadece bir ömürlük misafirim ben.[36] Yaralıyız, yaramız derin, aç susuz bu çöllerde… Nefessiz kalmış, çaresiz hâlde.[37] Bir ağıtın, feryadın içinde süzülmek de var.[38] ‘38’di, açlıktı, sefaletti. Bu nasıl devrandır, yer gök tümden yanıyor.[39] Darağacının öksüzlüğü müdür, hep kardeşimin payına düşen?[40] Bir ömür daha lazım, zira süren ömrümüz, geçti umutlanmakla.[41]
Yalan Dünya:[42]
Sen ağladın canım, ben ise yandım
Dünyayı gönlümce olacak sandım
Boş yere aldandım, boş yere kandım
İrengi gözümde solan dünyada
Ah yalan dünyada, yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada
(v) Boş yere aldandım yalan dünyada
Dünya muamma, anlamadım, dönüp durmada. Bir yağmur bir güneş, sezemedim, felek ne istersin benden?[43] Hiçbir türlü bulamadım ben beni.[44] Deli gönül şu alemde dolanırken,[45] sahte plastik ağaçlar altında,[46] ânın olanca genişliğine karşı[47] yalan dünyada her şey boşuna,[48] boşu boşuna[49] geliyorsa, bu varoluşsal-nihilist bir angajmana karşılık geliyor olabilir. Büyük balığın küçük balığı yediği bu hayvan çiftliğinde, dinozorlar dünyada hüküm sürerken iyimser olmak mı?[50] Dünyada vefasızlığa bak, on günde bir gül yetişip, açıp, solup kaybolur.[51]
Yaşamak İstemem:[52]
Benden bir ruhsuz yaratmayı nasıl başardınız
Benden bir hissiz yaratmayı nasıl başardınız
Benden bir uyumsuz yaratmayı nasıl başardınız
Benden sizden biri yaratmayı nasıl başardınız
(vi) Depremler oluyor beynimde, yaşamak istemem artık aranızda
El yükseltelim. Hayat berbat.[53] İtirazım var bu yalan dolana, benim şu dertlere ne borcum var ki?[54] Bak, bu son perde, oyun yok bundan sonra.[55] Dertler birike birike büyüdü bir telaşla, biri bitmeden öbürü, bitmeden öbürü başlar.[56] Siz benim neler çektiğimi, nereden bileceksiniz?[57] Sigara dumanının altında, yana yana en sonunda kül oldum.[58] Yerle yeksan olmuşken, sessizce geçen yıllar ya da yılların sessizliği umutsuzluğu büyütür de büyütür.[59] Aklı yitirmenin sınırlarında, hiddetli, hırpani ve yoğun hisler içinde müesses nizama ve hemen her şeye eleştiriyle yaşamak istemem artık aranızda ya da usulca, basitçe, bıktım ben insan işinden, vazgeçtim kalan yaşımdan[60] demek; insanlara yabancılaşmış hâlde içimde ölen biri var[61] demek yahut da geçip gitmiş günlere, ilerideki günlere ve bugüne sitem ve efkârla geberiyorum kederden[62] demek… “Yaşamak İstemem”de kendine acıyan bir insan beliriyorken, belki tersi güzergâhta yalanı bol, kölesi bol bu dünyanın acısını duyumsamak da burada ikâmet edebilir: Keşke anlattıklarım yalan olsa, insanın insana ettiğine bak.[63]
Memurun Şarkısı:[64]
Pazartesi acımasız, pazartesi sıkkın
Hep aynı şarkıyı söylemekten bıkkın
Bi’ masanın kenarları kadar, buluşmazmışız, öyle derler
Oysa bütün masalarda tam dört köşe var
Umarsız ve umursamaz günler, gözlerde bir habersizlik var
(vii) Umarsız ve umursamaz günler
Gündeliğe sızalım, geçip giden umarsız ve umursamaz günlere. Ortaçgil nasılsın sorusuna çeşitli cevaplar verebilir. Duygusal ton burukluk diyebiliriz. Gündelik girdapta yenilgiler, bocalamalar ve naçarlıklar karşısında sıkkın ve bıkkın hâller belirgindir. Sahi siz nasılsınız Ruhi Bey? Kelebeklerden dokunuşlar alan bir yaprak gibi ince, para bozduranların az çok bildiği, adres soranların gene bildiği, bir sokakta bir aşağı bir yukarı saatlerce dolaşanların hemen hemen bildiği amansız bir gücenikseniz[65] bu şarkılar sizi paklar. Bu iş zor, çok zor Yonca.[66] Renkler müşkül durumda, ressamlar şaşkındır, aşk yorgun düşmüş ve meşguldür[67] belki, ama yağmurun türküsü teselli eder; her şey olur, her şey büyür, her şey geçer, hayat kalır.[68]
En Güzel Yerinde Evin:[69]
Sen nehirleri yataklarında ayırırdın da örterdin üstümü
Hani yuvarlanıverirdi taşlar, hani canları isterse
Lunapark, üzgünüm diye değil
Bu sefer mutsuzum ama keyfim yerinde
Gel beraber diye değil
Karanlık artık hurda bir eşyadır
Ve en güzel yerinde durur evin
Hiç gitmemiş gibi ışıklar
(viii) Mutsuzum ama keyfim yerinde
Size nasılsın diye soran birine, “mutsuzum ama keyfim yerinde,” diyebilirsiniz. Bu nasıl olabilir ki, hem mutsuz hem keyifli? Amansız güceniklik ve burukluk pekâlâ devam edebilir, melankoliye doğru adımlayarak. Durumunuz tel cambazının tel üstündeki durumu misaliyse, nasılsın sorusuna cevaben şöyle diyebilirsiniz: Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum, hiçbirinizle dövüşemem… Benim bir gizli bildiğim var. Ama sizin adınız ne? Benim dengemi bozmayınız.[70] Herkes kendi boşluğunu arıyorken, “İyi misin?”, aldı yerini “N’aber?”in.[71] “Nasılsın kızım, anlat bana hikâyeni, kimler üzdü gözlerini?”[72] diyen birine, “sazlarım, ırmaklarım, çakıl taşlarım vardı benim… Bir kedim bile yok, anlıyor musun?”[73] diyebilirsiniz. Yahut da kendi kendinize soruyor olabilirsiniz. Bilmem bu dünyaya niye geldim?[74] Kaybolmuş, yüzyıla ölü doğmuş[75] gibi ya da hep dert, tasa, keder, gam, doğduğumdan beri…[76] Zor yollar senindir.[77] Bu yerler, bu sokaklarda koşar adım savrulurken, içindeki iz derindir,[78] gün olur tanıyamazsın, insanlar başka insanlardır. Ruhunda derin bir ur, kuşlar içinden, düşünden uçmuş, yani derinden ve derinden.[79] Bir sarhoş gibi değil ama ağlaya ağlaya,[80] ağır ağır süzülmek… Can sıkıntısını nasıl tarif etmeli? Nedendir bilinmez bir sıkıntı, yağan yağmurdan, esen yelden mi muamma, havada bir hinlik vardır.[81] Yoksa dönüp dolaşıp aynı yere mi geldik, dinen dalgalar gibi, kayalık kıyılarda?[82] Melankoli bizim büyük çaresizliğimizi tırmandırırken kapıyı açıp dışarı çıkmak mı…[83] Evin evrenindir ve en güzel yerinde durur evin, hiç gitmemiş gibi ışıklar.
Kapıldım Gidiyorum:[84]
Kapıldım gidiyorum / Bahtımın rüzgarına
Ey ufuklar diyorum / Yolculuk var yarına
Ayrılık görünmüşken / Yar tutmuyor elimden
Misafirim bugün ben / Gurbet akşamlarına
(ix) Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına
Biz bir çift keklik olduk, öttük, sağır ve dilsiz olduk.[85] Değişmez sorumuz, nedir ki sonumuz?[86] Göze mi geldik, sen mi unuttun?[87] Âşık ve efkârlısınızdır. Sevda kuşun kanadında, ürkütürsen tutamazsın.[88] Gökyüzü bazen ciğerine dolar. Eksik bir şey mi var hayatında?[89] Hiç bahar yaşamamış güz gülleri gibi,[90] kapılmış gidiyorsundur bahtının rüzgârına. Çünkü o çölüne yağmur, gecene gündüzdür.[91] Bir ayrılığın beraberinde getirdikleri, belki bir imkânsıza tutunmak ya da arafta kalmak tüketiyordur. Kalbin işine bak, yüzüne bakamaz, ağlar durur, sen uyurken.[92] O her yerde, bir melodinin içinde ve küçük bir yara izindeyken,[93] bir damla yaş süzülür gözlerinden, sayfalarca birikenler dökülür içinden.[94] Akşam olur, hüzün çöker;[95] gözyaşlarımızı bitti mi sandın?[96] Yani, olmuyordur,[97] zaman zaman.[98] Yahut da bitmeyen işler yüzünden (siz böyle olsun istemezdiniz), bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi, kalbinizi dolduran duygular kalbinizde kalmıştır.[99] Gelgelelim, umutlarınızı borç vermiş de olsanız, bu su hiç durmaz.[100]
(x) Söze ne hâcet
Yavuz Çetin ve Erkan Oğur’un Dünya’sı,[101] Tigran Hamasyan’ın Mother, Where Are You’su,[102] Evgeny Grinko’nun Valse’i,[103] Gevende’nin Şeker’i,[104] Erik Satie’nin Gnossienne’i,[105] Philip Glass’ın Metamorphosis’i,[106] Balmorhea’nın Remembrance’ı[107] ve Akın Eldes’in Uzun İnce Bir Yoldayım yorumu[108] sert, ağır, ince, candan ve dingin kıvamlarıyla mutsuz seçkide ikâmet edebilir.
On tane adres belirmiş oldu. Ancak ilki bir öne çıkarma (Ruhi Su, Alevi deyişlerinin olduğu maddeye; Sezen Aksu ise ‘kapıldım gidiyorum’ başlığına dahil olabilir). Enstrümental parçalardan oluşan sonuncusu ise duygulanımsal çeşitlilik içinde bir başlık. Bu ikisi ayrı tutulursa, nasılsın sorusuna şarkılarla sekiz konum alışı açımlamış olduk. Bu konum alışlarda bireysellik-toplumsallık salınımında mutsuzluğun çeşitli hâlleri var: Sosyo-politik gerçekliğin beraberinde getirdiği öfke ve keder, gündelik gerçekliğin burukluğu, bitimsiz bir matemin acısı, romantik-gönül işlerinin hüznü ve efkârı, varoluşsal-nihilist tonlarda melankoli ve nicesi. Bunlar kimi zaman kesişerek geçişkenlik kazanabildiği gibi, kimisi birbirleriyle buluşması güç konum alışlar da olabilir. Ayrıca bu mutsuz şarkı seçkisiyle sekiz konum alışın üzerine yenilerini ilave etmeye girişilebileceği gibi, belki kimisini kenara koymak da düşünülebilir. Bu, mutsuzluğun içeriğine bağlı bir karar.
Ezcümle, sanıyorum, bunlardan biri, birkaçı, (kimisi birbirini dışlıyor gibi gözükse de) belki hepsi bir bütün olarak nasılsın sorusunu esaslı biçimde cevaplama olasılığı taşıyor. Yani, eğer iyimser biri değilseniz ve mutsuzsanız. İşte nasılsın sorusuna olası bir cevap:
Sorma ne hâldeyim… Nesini söyleyim canım efendim, arzuhâl eylesem deftere sığmaz. Dünyada tükenmez murat var imiş, ne alanı gördüm ne murad gördüm; bedenimde değil, ruhumda sızı. Eh ama, gururla bakıyoruz, günün birinde soğuyacak bu dünyaya… Bir ömürlük misafirlik, bir ömürlük ağıttır bu. Hoş… aldanıp dursam da yalan dünyada, beynimde depremler olurken yaşamak istemesem de artık aranızda, umarsız ve umursamaz günler içinde, mutsuzum ama keyfim yerinde. Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına. Söze ne hâcet…
3. Nasılsın’ı Nasılız’a Dönüştürmek ve Kolektif Duygusal Yönelimle Bir Çıkış Stratejisi Olarak İyimser Olmayan Umut
Hâl böyleyken böyle. Peki, nasılsın sorusunu şarkılarla sabote etmek neye yarar?
İyimser biri, bu satırlarda olan biteni kabul etmez, kimisi bunları deli saçması, kimisi gülünç bulabilir. Hoş, bu yazı iyimserler için değil, mutsuzlar ve iyiyim demeye içi elvermeyen kötümserler (daha doğrusu iyimser olmayanlar) için. Mutsuzlar derken ya da mutsuzluk diye etiketleyerek bir sürü şeyi bir torbaya doldurmaya kalktığımın farkındayım. Derin bir keder, hayal kırıklıkları, hevesin kırılması, burukluk, hüzün, kaygılar, yılgınlık ve usanmışlık, bazı öfke hâlleri, efkâr ve amansız güceniklik, melankoli ve depresyon. Bunları ve dahasını birbirinden ayırt etmek önemli bir iş olabilir. Ancak ben geçişkenlikle, doğrusu kiminin ayrımını da pek bilemeden, bir bütün olarak sarf ediyorum hepsini. Bunun karşısında ise, mutluluk, memnuniyet ve neşe duruyor, yani iyimser bir konum alışla.
İyimser Olmayan Umut kitabına uğramalıyız. Terry Eagleton’ın (2016) incelikli çözümlemesinden hareketle (bkz. kitabın ilk bölümü, İyimserliğin Banalliği, ss. 13-59) iyimserlikte fena bir yan olduğunu belirtmek gerekir: Her şeyin her daim iyiye gideceğine inanma eğilimi olarak iyimserlik, kadercilik gibi, neşesine zincirlenmişlikken, umut bundan farklıdır. “İyimserler muhafazakârdır, çünkü iyi bir geleceğe duydukları inanç, şimdinin özünde iyi olduğuna duydukları güvenden kaynağını alır. (…) Gerçek umuda en çok, işler olabilecek en vahim hâlini aldığında yani iyimserliğin genellikle kabul etmeye gönülsüz olduğu uç durumlarda ihtiyaç duyulur. Umut etmek zorunda kalmamak tercih edilebilir; çünkü umutlanma ihtiyacı, nahoş olanın çoktan gerçekleştiğinin işaretidir” (s. 18). Eagleton, iyimserliğin banalliğini irdelerken, pek çok isim arasında Adorno ve Benjamin’in görüşlerine referansla aktararak “gerçekçi” olmakla örtüştürüp iyimserliğin reddinin ve yani kötümserliğin, politik değişimin koşulu olabileceğini söylüyor. Bunun yanı sıra, pek çok tespitte bulunuyor: İyimserler liberal-romantik, kötümserler muhafazakâr-klasist olabilir. Aynı anda hem iyimser hem kötümser olan 19. yüzyıl ideologları da vardır. Marksistler de, Hristiyanlar da kötümser ama gelecek konusunda umutludur. Gelecek-güzel-günler lafzıyla “ilerleme mitosu”, üzerinde özellikle durulmaya değer bir konudur. Istırap sizi olgunlaştırabilir ki bu, iyimserliği kozmik bir konuma yükseltir.
Eagleton’ın çözümlemesinden mülhem ifade etmek gerekir ki, iflah olmaz, müzmin, profesyonel, mizaçtan gelen, ütopik, akılcı, makul iyimserlik… yani, iyimserliğin türlü hâlleri, bu dünyanın acısına karşı kayıtsızlık, bireysel bir kurtuluş arzusu ve yanılsaması ya da statükocu bir yaklaşım vazederken, bana kalırsa, mutsuzluğun adını koymak ve iyimser olmamak, bu dünyanın yaşamına katılmak için bir kapı aralıyor.[109]
Bu dünya ki, tarihi savaş ve katliamlarla, şiddet ve ayrımcılığın farklı yüzleriyle, kolektif mağduriyetlerle dolu. Kendi coğrafyamızdan pay biçelim: Cumartesi Anneleri/İnsanları’ndan kadın cinayetlerine, Madımak’tan Suruç Katliamı’na, Hrant Dink’in katlinden Gezi Direnişi’nde yitirdiğimiz canlara, hangi birini analım ki? Daha yakın geçmiş ve aktüeli gözümüzün önüne getirsek deprem suçları, göçmenlere yönelik pogrom, sokak hayvanlarının öldürülmesine yönelik meclisten geçen yasa, ahlaki çürümenin türlü örnekleri, siyasi-keyfi yasaklar ve hapis cezaları örneğinde gördüğümüz gibi, çağın sağ-popülist ruhundan beslenen, faşizan politik şiddet ve nicesi. Gündelik gerçeklikte ise, tırmanan yoksulluk karşısında çaresizlik ve geçim sıkıntısı çekmek, işsizlikten ya da güvencesizlikten ötürü bir gelecek inşa etmek bir yana, önünü göremez hâle gelmek var. Yozlaşmış sözümona ilişkiler içinde veya hepten dostsuz, aşksız, sığ ve zehirli ilişkiler yüzünden sevgi ve aşkın coşkunluğunu yitirmek var. Bu boğuşma ve savrulma içinde varoluşsal kaygılar palazlanırken ağacın gölgesi, çiseleyen yağmur, havaya-suya-toprağa düşen cemre ya da denizin kokusu nerede? Derin bir iç çekerek yeni bir paragrafa geçmenin zamanıdır.
İyi tarafından nasıl bakalım? Böyle bakınca iyimserlikten eser, umut vadeden zerre kadar şey yok gibi. Psikopatolojinin sularında yüzmek ve mutsuzluğun kronikleşmesi ise işten bile değil. Herhâlde mutsuzluk salgını veya depresyon pandemisi[110] diyenler de öyle ya da böyle bunları temel alıyor. Zaten iyimserlikten uzaklaşmayalım desek… temellendirmeden uzak biçimde, her şeyin iyiye gideceği illüzyonuna kapılmanın, adil olmayan bu hayatta kırılganlaşan bireyin kederini daha da derinleştirme riski yok mu? Mutluluk hormonunu arttırmak gibi fizyolojik arayışlara yönelecek değilsek yahut da yaşam koçlarının safsatasına prim vermiyorsak, elimizde ne var? Yaşanabilir (bireysel ve kamusal) hayattan yoksunken, mutlu yaşam bir ütopya ya da fanteziye varmıyor mu? Nasılsın sorusuna iyiyim demek, koca bir yalan olmuyor mu? Small talk sekanslarının nasılsın sorusu tam da bu yüzden sabote edilmeyi hak etmiyor mu?..
Belki de mutluluk denen şeye, bu denli önem atfetmekte bir hata vardır. Wilhelm Schmid’in (2022) ifadesiyle, yaşama sanatında hegemonik yanıyla mutluluk diktatörlüğünü iyi çözümlemek gerekiyor. “Mutluluk önemlidir, ama anlam daha önemlidir” (s. 11). Pozitife ve hep daha iyiye yönelik arzu ve ısrar, insanı dibe daha fazla çekme riskini barındırıyorken, mutsuzluğu (yok sayma hatasına düşmeden) hayata katmak ve mutlu ve iyi bir yaşam beklentisinin yerine, anlamlı yaşamı koymak bir çıkar yol olabilir. Yazarın dediği gibi, hayatın bereketi, sadece olumlu şeylerden ibaret değil. Ancak bu pasif bir kabulleniş anlamına mı geliyor, pekâlâ tartışmak gerekir.
Hem iyi hem kötü bir haber: Görünen o ki umut var. Veya payımıza düşen bu. Ama nasıl bir umut, nedir bu umut?
Eagleton’ın (2016) kitabının ikinci bölümü “Umut nedir?” (ss. 60-124). Yazar, erdem bahsiyle başlayarak en çok “inanç” (63) ve “arzu” (71) kavramlarını ele alıyor ve umudun inanç ve arzuyla kesiştiği ve farklılaştığı yerleri irdeleyerek çeşitli düşünür, yazar ve eserlere atıfla derinlemesine bir inceleme sunuyor. Cımbızladığım bazı kavram ve nitelemeleri (sayfa numaralarıyla) anmak isterim:
Güven duygusu (63), aktif kararlılık (63), yanılsama ve sağaltıcı/teskin edici bir kurgu (65-66), insanlığın başına gelmiş bir lanet (66), geçmişi bir girizgâha, şimdiyi salt bekleyişe indirgeyen gelecek fetişizmi (67), devadan öte daha fazla eziyet için hayatta tutan şey (67), henüz-gerçekleşmemişe endekslilik (67), varoluşun temel bir tarzı (67), insan çabasının ayrılmaz bir teşvikçisi (68), ulaşabileceğimiz tek mutluluk (mutluluğa ulaşabileceğimiz umudu) (68), insana bahşedilmiş başlıca nimet (68), olanaklı olanı illa içermese de olanaklı olana dayanan şey (69), bir temenni ve beklenti (72), ulaşma düşüncesinin eşlik ettiği bir iştah (72), mümküne duyulan tutku (72), nesnesi ulaşılması güç ama imkânsız olmayan (74), kederin ve boş ütopyacılığın zıddı (75), rasyonel arzu türünde bir duygulanım (75), beklenti içerdiğinden arzudan daha anlatısal olan (76), potansiyellik (77), şiddetli bir arzudan ibaret olmayıp ona doğru bir hareketlenme (78), sabır – güven – cesaret – azim – direnç – sakınma – sebat – müsamaha gibi biri dizi nitelik içeren bir erdem (85), bilgece ve ahlaki yönelimi olan (88), hem yüce gönüllü-yürekten hem gündelik-alelade (89), iç yaşamdan değil yapıp etmelerden gözlemlenebilen (89), ideoloji ve yarı-dinsel teselli yolu (92), mutlak – saf – temel – bulanık – belirsiz hâlleri olan (93), inancın gelecek zaman kipi (97), Hristiyan bir bakışta hesaplanamaz ve denetlenemez olana kendini adama cesareti (98), metafizik umutsuzluk ve politik rehavetin düşmanı olarak sürekli devrim (99), gücünün sınırlarını kabul ediş ve tevazu (99-100), yeterli olmasa da zorunlu koşulu ‘hayat’ olan (103), nesnesinin belirsizliğinden ötürü korkuyla karışık bir duygulanım (110), salt bir gelecek beklentisi değil, geleceğin inşasında aktif rol oynayan güç (117), çaba, ısrar, sorumluluk (118), belirli bir amacın arzulanabilirliğine ve gerçekleştirilebilirliğine aktif bir adanmışlık (118).
Umuda yönelik farklı tasavvurların bir araya gelişinin kaotik bir tablo sunması pekâlâ şaşırtıcı değil. Bunlardan hareketle vurgulanmaya değer olan şey, umudun, kerameti kendinden menkul bir kehanet olmadığıdır. Umudun, iyimserlikten ve salt inanç ya da arzudan farklılaştığı nokta da burası. Sorumluluk ve emeği gerektiren bir duygu-motivasyon bileşkesi olarak iyimser olmayan umut, eleştirel ve edimsel bir olgu. Bu açıdan, gündelik dağarcıktaki sözgelimi, boş yere umutlanmak, umudunu yitirmek, son umut, umut esintisi/kırıntısı gibi olumsuzluk imli sözlerden sıyrılarak bu kavrayışla umudu anlamlandırmak değerli bir çaba olabilir. Eagleton’ın Bertolt Brecht’ten aktardığı gibi (s. 101), daha kötüye bir seyir olsa dahi, ‘değişim’ umutsuzluğu önleyici. Diyebiliriz ki hâl-i pürmelalimizi değiştirme potansiyeli taşıyan bir umut, sözgelimi sorumluluk, çaba ve kararlılık olduğu sürece, hep var. Buna göre, Eagleton’ın çözümlemelerinin ışığında iyimserliğin ötesinde umudu boş bir gösteren olmaktan çıkarmak mümkün gözüküyor.
Sosyal psikoloji literatüründe korku, nefret, suçluluk, (ama özellikle!) öfke gibi duygulanımların kolektif eylemi motive etmede payı olduğuna ilişkin çeşitli araştırma bulguları var. Öte yandan, bunlara kıyasla olumlu bir duygulanım olarak, paylaşılan umut da ele alınmaya başlanmıştır (Greenaway ve ark., 2016; Lala ve ark., 2014). Analiz düzeyi gruplararası ilişkiler olan bu zemini nasılsın soru-cevap etkileşimi gibi kişilerarası süreçlerde veya gündelik hayatın rutininde tahayyül etmeyi zoraki görmeyin. Bunda çıkar yolun, soruyu “Nasılız?”a çevirmek olabileceği kanaatindeyim. Anlatayım.
Nasılsın sorusuna şablon, tekerlemevari, teatrel yanıtlar sunmak yapageldiğimiz şey, fakat bir yandan verdiğimiz yanıtlar, kişisel ve politik olanın karşılıklı bağımlılığında, paylaştığımız koca anlatının küçük bir görüntüsü değil mi? “Mutsuzluk salgını”, “depresyon pandemisi” gibi lafların imlediği kolektif duygusal bir yönelim (bkz., Halperin ve Bar-Tal, 2011) ya da koca bir duygusal iklim olduğuna göre, bu sorunun yanıtı, ‘evet’. Dolayısıyla, nasılsın sorusu insanı iyi-oluşun bireyci konotasyonu ve modern çağın liberal gölgesi altında bir yanıt vermeye sevk ettiği ölçüde problemli olabilir. Buna karşı çözüm ise, “Nasılız?” sorusunda aranmaya değer. Bu, paylaştığımız bir öykü… Ama (nasılız’ın biz’inde) kastım bir ‘kaybedenler kulübü’ inşa etmek değil, özdeşim kurduğumuz kolektif kimlikleri, mensubu olduğumuz grupları öncelemekten söz ediyorum. Buna karşın bireyselliği dışlamak da değil niyetim. Çünkü kişinin kendi şahsi duygusundan kaçması anlamına gelecekse, bu da başka bir problem denebilir; ancak bir denge bulunamaz mı? Yanıtım: Denemeye değer.
Small talk ritüelini şarkılarla sabote etmek nasılsın sorusuna gerçek bir yanıt vermek için güçlü bir girişimken, soruyu “nasılız?”a çevirmek, yani ya öyle duymak yahut da biz’i yadsımadan ‘ben’ diliyle konuşmak ve iyimser olmayan bir umudu paylaşmak ve yayma girişimi dönüştürücü bir potansiyele işaret edebilir. Peki, minör siyasetin, yani yapabileceğimizi yapmanın bir kazanım olarak ‘neşeyi’ vaadi (Kara, 2019, ss. 279-289) yahut da bir vicdani retçinin gündelik hayat devrimi nevinden sosyo-politik eylemliliğinin öğrenilmiş çaresizliği aşarak ‘öğrenilmiş güçlülüğü’ beraberinde getirmesi (Göregenli, 2004) örneklerinde olduğu gibi, bunun, yani soruyu mutasyona uğratmanın mühim bir sonuç verme ihtimali var mı? Yanıtım: Umarım…
Kabul. Bir rehabilitasyon reçetesi olacak değil. Hem kamusal alanda terapötik bir bağlam aramaya da varmamalı iş(!) Ancak small talk etkileşimlerindeki basit bir davranış kalıbını sorgulama ve değiştirme girişimine dair sürdürdüğüm bu düşünce deneyi, hâl-i pürmelalimize karşı kolektif iyi-oluş ve social cure (bkz. Jetten ve ark., 2017) geliştirme olasılığı barındırıyor. “İyidir, senden n’aber?” ezberine karşı gündelik hayatın idamesini hiçe saymadan, iyimser olmayan bir umuda tutunarak nasılız sorusuna yanıt üretmeye girişmek ve yani nasılsın sorusunu sabote etmek bu belirsizlik çağında anlamlı bir uğraş olabilir. Sözgelimi, online benlik sunumunun hoş illüzyonlarıyla abluka altındayken,[111] belki suçu kendinde arayan kimselere nefes aldıracak bir şey olabilir ve yakınarak, kusarak bireysel ve kolektif esenliği pekiştirici mikro dayanışma alanları açabilir. Belki zorlu bir uğraş bu, ama ne iyi ki kimi şarkılar imdada koşmaya hazır. İşte, bazı denemeler:
* * *
— Nasılsın?
— Nasıl olalım cancağızım, mutsuzuz ama gururla bakıyoruz dünyaya. Durumumuz kudretlidir, değil mi!
* * *
— Ne var ne yok, işler nasıl gidiyor?
— Sorma… Umarsız ve umursamaz günler içinde savruluyorum. Hani dipte yaşayan bir balık vardır, neydi onun adı? Hani böyle yassı, kuyruğu var, dikenli yahu… Aynı onun gibi. Kuma yattık bekliyoruz, ses yok faça yok. Aniden çarpacaz![112]
* * *
— N’aber, nasıl gidiyor?
— Betonlar içindeyim… Sen, ben bir yana, dostlarımız bir yana. Ama düşer düşer kalkarız, her Eylül’e isyan gibi. Eksik olma… Senden n’aber?
* * *
Sonuç Yerine
Bu ciddiyetsiz bir yazıydı. Kendimce bir düşünce deneyi ve oyunsallık içerdiğini en başta söylemiştim. Bunu başka türlü adlandırmak da olası. Nazarıdikkatinizi celbettiyse, bir açıdan bakılırsa metin bir bütün olarak nasılsın sorusuna şahsen yanıt(lar) ve bu anlamda bir çeşit savunma mekanizması olarak entelektüalizasyonun çıktısı, belki de? Bunu kendime öz-muhasebe notu düşmek ve konuyu psikolog arkadaşlar(ım)ın ilgisine havale etmek dışında diyecek pek bir şeyim yok.
Nasılsın sorusunu sosyal/eleştirel psikolojik çerçevede Nezaket Kuramı ve gündelik hayatın idamesi açısından kritik ederek başladık. Ve, ciddiyetsizliğe rağmen iddia ve amaç nevinden iki şeyi serimledik: (i) Nasılsın sorusunu sabote etmek gerektiği mikro-anarşizan iddiasıyla Nasılsın Playlist için Mutsuz Seçki ve (ii) soruyu mutasyona uğratıp (Nasılız?) kolektif duygusal yönelim olarak iyimser olmayan umudu odağa alma çağrısı.
Yazı, en iyi ihtimalle dakikalara, ama genelde saniyelere karşılık gelen, gündelik, alelade selamlaşma pratiği ve kişilerarası etkileşim olarak small talk’un ezberine kurban giden nasılsın sorusu ve ona verilebilecek yanıtlar üzerine zorlama tespitler ve yargılar içeriyor olabilir. Değerlendirmelerde ‘dil kullanımı’, kimlik/benlik olgusu ve ‘gündelik hayat’ önce çıktı, ancak örneğin jest-mimik, ses tonu, emoji kullanımları, sessizlik gibi konular da üzerine düşünmeye değer. Genel ölçekte, konu üzerine düşünmeyi sonlandırmamak, gündelik hayatın idamesini ve kolektif iyi-oluşu gündeme aldığı ölçüde bana kalırsa anlamlı bir çaba. Bu yazıda bu çaba öyle ya da böyle vardı. Hem hiçbir şey değilse, çokça önemli, “bitmeyen işlerimizin” arasında saçmalama özgürlüğüyle bir (karanfilli) sigara molasına karşılık gelen bu yazı, mutsuzluğun türlü hâllerini paylaşanlara çok parçalı bir kolaj, hacimli bir playlist vadediyor. Ekleme-çıkarmaya, güncellemeye pekâlâ açık. Şarkılarla sabotajdan belki daha önemlisi, umudu irdelemek, umudu iyimserlikten uzak/farklı biçimde kolektif bir duygusal yönelim olarak odağa almaya çalışmak. Mutsuz seçkideki bazı konum alışlar ve şarkılar umudu imliyor. Ama belki ileride sadece umudu yeşerten bir playlist hazırlamak değerli olabilir.
Okurken katıldığınız, katılmadığınız, “evet tam da bu” ya da “hayır, şöyle düşünmek gerek,” dediğiniz yerler, iyi yahut kötü hissettiren şeyler olmuştur sanıyorum? Laf lafı açıyor, açmalı. Bu kadar lakırdıdan sonra sohbet ve oyun benden yana durulduğuna göre, biraz da siz anlatın. Ee… daha daha nasılsınız?
Not: Metin üzerine ilgisi, sohbetimiz ve katkıları için değerli dostum Selahattin Baklacı’ya teşekkürüm var. Yine fikirleştiğim arkadaşlarım Meryem Betül Topkaya, Sezen Sayınalp ve Duygu Över’e katkıları için teşekkürü borç bilirim.
Sözü Edilen Kaynaklar
Arundale, R. B. (2006). Face as relational and interactional: A communication framework for research on face, facework, and politeness. Journal of Politeness Research, 2(2), 193-216. https://doi.org/10.1515/PR.2006.011
Brandl, W. (2019). Conduct of everyday life–some views and insights. HiBiFo–Haushalt in Bildung und Forschung, 8(2), 54-76. https://doi.org/10.3224/hibifo.v8i2.05
Brown, P. ve Levinson, S. C. (1987). Politeness: Some universals in language usage. Cambridge University Press.
Chen, M. (2018). Responses to the greeting ‘how are you?’ in Britain and America. Theory and Practice in Language Studies, 8(8), 988-995. http://dx.doi.org/10.17507/tpls.0808.10
Eagleton, T. (2016). İyimser olmayan umut. (Emine Ayhan, çev.). Ayrıntı Yayınları.
Göregenli, M. (2004). Gündelik hayat devrimleri. Bianet: Bağımsız İletişim Ağı. https://bianet.org/haber/gundelik-hayat-devrimleri-34248 (Son Erişim Tarihi: 16.08.2024)
Greenaway, K. H., Cichocka, A., van Veelen, R., Likki, T. ve Branscombe, N. R. (2016). Feeling hopeful inspires support for social change. Political Psychology, 37(1), 89-107. https://doi.org/10.1111/pops.12225
Halperin, E. and Bar‐Tal, D., 2011. Emotional orientation, collective. D. J. Christie (Ed.), The encyclopedia of peace psychology (ss. 388–392) içinde. Wiley-Blackwell. https://doi.org/10.1002/9780470672532.wbepp098
Holtgraves, T. (2019). Konuşmanın kişilerarası temeli: Yüz yönetimi ve nezaket. G. Tekdemir (Çev. Ed.), Sosyal eylem olarak dil (ss. 37-63) içinde. Nobel Yayıncılık.
Jetten, J., Haslam, S. A., Cruwys, T., Greenaway, K. H., Haslam, C. ve Steffens, N. K. (2017). Advancing the social identity approach to health and well‐being: Progressing the social cure research agenda. European Journal of Social Psychology, 47(7), 789–802. https://doi.org/10.1002/ejsp.2333
Kara, O. E. (2019). Yapabileceğimizi yapmak: Minör siyaset ve Türkiye örneği. İletişim Yayınları.
Kristensen, K. ve Schraube, E. (2014). Conduct of everyday life. T. Teo (Ed.), Encyclopedia of critical psychology içinde (ss. 291-293). Springer.
Lakoff, R. (1973). The logic of politeness: Or, minding your p’s and q’s. Proceedings from the Annual Meeting of the Chicago Linguistic Society (Vol. 9, No. 1) içinde (ss. 292-305). Chicago Linguistic Society.
Lala, G., McGarty, C., Thomas, E. F., Ebert, A., Broderick, M., Mhando, M. ve Kamuronsi, Y. (2014). Messages of hope: Using positive stories of survival to assist recovery in Rwanda. Journal of Social and Political Psychology, 2(1), 450-468. https://doi.org/10.5964/jspp.v2i1.290
Leech, G. (1983). Principles of pragmatics. Longman.
Sacks, H. (1975). Everyone has to lie. B. G. Blount ve M. Sanches (Ed.), Sociocultural dimensions of language use içinde (ss. 57-80). Academic Press.
Schmid, W. (2022). Mutsuz olmak: Bir yüreklendirme. (Tanıl Bora, çev.). İletişim Yayınları.
Wierzbicka, A. (2003). Cross-cultural pragmatics: The semantics of human interaction. Mouton de Gruyter.
[1] Örn. bkz. Feyza Bayraktar’ın “Mutsuzluk salgınından nasıl korunabiliriz?” başlıklı bir yazısı: https://www.diken.com.tr/mutsuzluk-salginindan-nasil-korunabiliriz/
[2] “How to with John Wilson” isimli belgesel-komedi dizisinin ilk bölümü small talk üzerine düşünmek için önemli kritikler sunuyor. Bkz.: https://www.imdb.com/title/tt10801534/
[3] Ekşi Sözlük – Nasılsın Sorusuna Verilebilecek Cevaplar: https://eksisozluk.com/nasilsin-sorusuna-verilecek-cevaplar–155282
[4] Çevre psikolojisi literatüründen “açıklık / kapalılık” (mahremiyetin düzenlenmesi), sosyal psikolojide “aidiyet / ayırt edilme” (kimlik motivasyonları), kültürel psikolojide “karşılıklı bağımlılık / bağımsızlık” veya “ilişkisellik / özerklik” (benlik kurgusu) gibi sosyal ikilik-diyalektikler, “pozitif / negatif yüz” kavramsallaştırması için alternatif literal adresler olarak değerlendirilebilir. Nezaket Kuramı özelinde bakacak olursak, Arundale (2006, s. 205), Brown ve Levinson’ın (Goffman’ın) yüz kavramını bireyci bir konotasyonla ele alışını eleştirerek, pozitif ve negatif yüz kavramları yerine ilişkisellik ve etkileşimi önceleyerek diyalektik karşıtlık olarak bağlantı ve ayrılık yüzü (connection face / separation face) kavramlarını önermektedir. Yazara göre, bu yeniden kavramsallaştırma, bir kültürü oluşturan iletişim matrisi içinde sürdürülen insan ilişkilerini açıklayan kavramsal bir çerçeveden türetildikleri için indirgemeci değil, kültür-genelidir. Bunun yanı sıra, tek bir kültür içinde ve daha da önemlisi kültürel gruplar arasında pek çok farklı türde ilişkinin bulunacağını öngörür.
[5] Brown ve Levinson (1987, s. 316) görünür (on-record) olarak sınıflandıkları pozitif ve negatif yüz stratejilerinin yanı sıra gizli nezaket (off-record) stratejilerini de koymaktadır. Buna göre, (i) bir eylemin açık, net ve yalın ifadesi (bald-on-record), (ii) pozitif nezaket, (iii) negatif nezaket, (iv) gizli nezaket ve (v) yüzü tehdit edici eylemin dile getirilmemesi yahut icra edilmemesi olmak üzere beş nezaket stratejisi olasılığı söz konusudur. Yazarlar konuşma pratikleri açısından özgül örnekler yoluyla nezaket stratejilerini incelikli biçimde birbirinden ayırt ederler. Bunun yanında, sosyolojik faktörler olarak nitelendirdikleri “güç”, “mesafe” ve “yük” dolayımında yüz tehdidinin ağırlığını soyut-sembolik bir pahada formülize etmektedirler: Asimetrik bir ilişkilenme olarak dinleyici ile konuşmacı arasındaki göreli güç ilişkisi, simetrik bir ilişkilenme açısından konuşmacı ve dinleyici arasındaki sosyal mesafe ve belirli bir eylemin kültürel olarak tanımlı eylemi dayatma derecesi bir bütün olarak tehdidin ağırlığını belirlemektedir (s. 319). Eleştirilere maruz kalmakla beraber, Brown ve Levinson’a (1987) göre, yüz yönetimi evrensel bir süreçtir ve her kültürde kendini göstermektedir.
[6] “Kadın” isimli diziden bir kesit: https://x.com/emrpuzo/status/1817996358273450324?t=HLefqwxaw4CWftDs6XpEGQ&s=08
[7] Arım Balım Peteğim isimli programda Popstar Mehtap’a yönelik “O zaman nasılsın?!” sorusu (https://www.youtube.com/watch?v=eFLZXlyZT4c) bunun tuhaf bir örneği olarak mizah malzemesi olagelmiştir. Örn. bkz. Disko Kralı’nda (2009-10 yıllarında) Aziz Kedi ve Zeki Enes Akkan’ın absürt skeç serisinin adı buradan gelmiştir: https://www.youtube.com/watch?v=1PcE5P3mCoE
[8] “Nasılsın?” – Mahsun Karaca: https://www.youtube.com/watch?v=bSwNDJHAESY
[9] “Sunay Akın’a Nasılsın diye sorarsan o da alır seni başka diyarlara götürür.” – Sunay Akın’ın Burada Laf Çok isimli programdaki yanıtı: https://www.youtube.com/watch?v=PKo3_8uULL4
[10] Parçaları Spotify’da derledim. Ancak bazılarının burada göreceğiniz versiyonları yoktu, alternatiflerini ekledim. https://open.spotify.com/playlist/60FkJFBMWToP2BIPeJlymg?si=pTGSr8S5T4CZcMwuf96NsA&pi=J3SuK8KcQTaI9
[11] Ruhi Su – Nesini Söyleyim: https://www.youtube.com/watch?v=uvhiqHE7qIE (Aşık Serdarî deyişi)
[12] Sezen Aksu – Sorma: https://www.youtube.com/watch?v=rNhAHqpp6_g
[13] Ahmet Aslan, Kemal Dinç, Erdal Erzincan – Dünyada Tükenmez Murat Var imiş: https://www.youtube.com/watch?v=eC6kvXy6sgk (Aşık Veysel deyişi)
[14] Tolga Sağ – Neçedir Ağlarsın?: https://www.youtube.com/watch?v=NS5tCGaAzpk (Şah Hatayi deyişi)
[15] Kuan – Ben Yana Yana: https://www.youtube.com/watch?v=nMlxEKBxh2s (Pir Sultan Abdal deyişi)
[16] Hasret Gültekin – Demmi Demmi: https://www.youtube.com/watch?v=GizUuJN1D7M (Anonim)
[17] Hasan Hüseyin Korkmazgil – “Acıyı Bal Eyledik” şiirinden. / “Ekmeği bol eyledik / Acıyı bal eyledik / Sıratı yol eyledik / Geldik bugüne”
[18] Erkan Oğur & İsmail Hakkı Demircioğlu – Derdim Çoktur: https://www.youtube.com/watch?v=CJ5WFtWOGi4 (Pir Sultan Abdal deyişi)
[19] Muhlis Akarsu – Yoruldum Yorgunum: https://www.youtube.com/watch?v=Rv-Pu4MenZw
[20] Nesimi Çimen – Ruhumda Sızı: https://www.youtube.com/watch?v=zJUQBG8LWug
[21] Tolga Sağ – Dünya Arsızındır: https://www.youtube.com/watch?v=U0W73-U2qHg (Davut Sulari deyişi)
[22] Hüseyin Korkankorkmaz – Hal Yaman Oldu: https://www.youtube.com/watch?v=SC5x01sP1p0 (Noksani deyişi)
[23] Hüseyin Korkankorkmaz – Şu Kanlı Zalimin Ettiği İşler: https://www.youtube.com/watch?v=OuixGJHkUB4
[24] Özlem Taner – Aşıklar Meclisi: https://www.youtube.com/watch?v=IgyU9Zx7sMw (Davut Sulari deyişi)
[25] Cengiz Özkan – Anlatmam Derdimi Dertsiz İnsana: https://www.youtube.com/watch?v=Mh3cBZfDUOo (Aşık Veysel deyişi)
[26] Hüseyin Korkankorkmaz – Beni: https://www.youtube.com/watch?v=c6U_zeaSSeU (Ruhani deyişi)
[27] Fazıl Say, Genco Erkal, Serenad Bağcan – Nâzım Oratoryosu’ndan, Yaşamaya Dair: https://www.youtube.com/watch?v=vzU-KsyJkFA (Nazım Hikmet şiiri) Ayrıca bkz. Büyük Ev Ablukada – Güneş Yerinde (6.15 dk. sonrası): https://www.youtube.com/watch?v=ZXYaTnyaJok
[28] bANDİSTA – Bakıyoruz Dünyaya: https://www.youtube.com/watch?app=desktop&v=lXnYfWXdjns (Orhan Kotan ve Ahmet Kaya’nın eseri)
[29] bANDİSTA – İnkârın Şarkısı: https://www.youtube.com/watch?v=JJy_qA5aV_8
[30] Kaan Tangöze – Taksim Meydanı: https://www.youtube.com/watch?v=-yntg8d8diA
[31] Ahmet Kaya – Eylül’e İsyan Gibi: https://www.youtube.com/watch?v=26iQ2F9M304
[32] Yaşar Kemal – “Sevmek, Sevinmek, İyi Şeyler Üstüne” isimli yazıdan bir alıntı. (Yapı Kredi Yayınları, 4. Baskı, 2017, s. 43)
[33] Rahmi Saltuk – Dağlarına Bahar Gelmiş Memleketimin: https://www.youtube.com/watch?v=9t_qhm8_QGc (Ahmet Arif’in “İçerde” isimli şiiri)
[34] Metin-Kemal Kahraman – Dewrano: https://www.youtube.com/watch?v=3owY0eYyALA
[35] Gülseven Medar – Lorî Lorî / Nenni Nenni: https://www.youtube.com/watch?v=mNnj8SFtm_Q
[36] Erkan Oğur – Bir Ömürlük Misafir: https://www.youtube.com/watch?v=XUMfiMzLksA
[37] Şakiro – Xezal Dîne: https://www.youtube.com/watch?v=3MCEhoquGpE
[38] Metin Barlık – Way Lımın Dünyaye: https://www.youtube.com/watch?v=44QL9dG9VtU
[39] Aynur Doğan – Dayê Dayê: https://www.youtube.com/watch?v=5tN22p8n3GE
[40] Ahmet Aslan – Xerib: https://www.youtube.com/watch?v=hiIl9KUJV8k
[41] Mohsen Namjoo – Nobahari: https://www.youtube.com/watch?v=lTzxqfTOStw
[42] Jülide Özçelik – Yalan Dünya: https://www.youtube.com/watch?v=G8Tvei3n8RA (Neşet Ertaş türküsü)
[43] Kuan – Dünya: https://www.youtube.com/watch?v=n8tfSnxnghY
[44] Aşık Veysel – Hiçbir Türlü Bulamadım Ben Beni: https://www.youtube.com/watch?v=ikWy3Nhn3cs
[45] Hariçten Gazelciler – Değil: https://www.youtube.com/watch?v=YqrZ2c4tnwM
[46] Radiohead – Fake Plastic Trees: https://www.youtube.com/watch?v=n5h0qHwNrHk
[47] Radiohead – Present Tense: https://www.youtube.com/watch?v=kPAZV8y4B44
[48] Fikret Kızılok & Bülent Ortaçgil – Bir Nihavend Yalnızlık: https://www.youtube.com/watch?v=0wNjev40nZc
[49] Teoman – Boşu Boşuna: https://www.youtube.com/watch?v=xNPdSD5V004 (Mahzuni Şerif deyişi)
[50] Radiohead – Optimistic: https://www.youtube.com/watch?v=1On-ZHfTWOo
[51] Can Gox – Dal Goncayı Bir Sabah: https://www.youtube.com/watch?v=YYv_fgxjzwk (Ömer Hayyam şiiri)
[52] Yavuz Çetin – Yaşamak İstemem: https://www.youtube.com/watch?v=mqWDU9UmI9Y
[53] Müslüm Gürses – Hayat Berbat: https://www.youtube.com/watch?v=hfH6NuIIAxU
[54] Müslüm Gürses – İtirazım Var: https://www.youtube.com/watch?v=5ZxDK1E9XUA
[55] Mor ve Ötesi – Bir Derdim Var: https://www.youtube.com/watch?v=7RW8n4iXZbA
[56] Ogün Sanlısoy – Ne Yerdeyim Ne Gökte: https://www.youtube.com/watch?v=o8Ox7TH0nmQ
[57] Ahmet Kaya – Nereden Bileceksiniz?: https://www.youtube.com/watch?v=gQIH-pgzQSY
[58] Şebnem Ferah – Sigara: https://www.youtube.com/watch?v=M9QoG-viL04
[59] Thurisaz – Years of Silence: https://www.youtube.com/watch?v=aoVsLU_nIvk
[60] Emre Nalbantoğlu – Yansam: https://www.youtube.com/watch?v=PU6cm0YK_wE
[61] Ahmet Kaya – İçimde Ölen Biri: https://www.youtube.com/watch?v=3V4VQogwKZA
[62] Ahmet Aslan – Geberiyorum: https://www.youtube.com/watch?v=hS5qjx-xQc0 (Nazım Hikmet’in “Günler” isimli şiiri)
[63] Peyk – Köleler ve Kilitler: https://www.youtube.com/watch?v=v86NTQb5L3E
[64] Bülent Ortaçgil – Memurun Şarkısı: https://www.youtube.com/watch?v=q3BG5shryUI
[65] Edip Cansever – “Ben Ruhi Bey Nasılım” şiirinden.
[66] Bülent Ortaçgil – Bu İş Zor Yonca: https://www.youtube.com/watch?v=UWb6InipjUs
[67] Bülent Ortaçgil – Sen Ben: https://www.youtube.com/watch?v=FD4exRgOLjs
[68] Bülent Ortaçgil – Yağmur: https://www.youtube.com/watch?v=FaADPrBptbk
[69] Büyük Ev Ablukada – En Güzel Yerinde Evin: https://www.youtube.com/watch?v=bZZG_8rN4As
[70] Turgut Uyar – “Tel Cambazının Tel Üstündeki Durumunu Anlatır Şiirdir” eserinden.
[71] Büyük Ev Ablukada – Boşluk (Mutsuz Parti Şekli, 2019): https://www.youtube.com/watch?v=im8GQjOqKdw
[72] Hümeyra – Kirli Beyaz Kedi: https://www.youtube.com/watch?v=molFHJayL8U
[73] Sezen Aksu – Gülümse: https://www.youtube.com/watch?v=qgfLk8Uksxo
[74] Siya Siyabend – Bilmem Şu Dünyaya: https://www.youtube.com/watch?v=EBYWUHgfEHw
[75] Siya Siyabend – Gayb Olmuş: https://www.youtube.com/watch?v=BW3oxGkms08
[76] Hedonutopia – Bil ki: https://www.youtube.com/watch?v=JX8tsfRwxa8
[77] Gökçe Kılınçer – Zor Yollar Benim: https://www.youtube.com/watch?v=4PkEBOGM2t8
[78] Peyk – İçimdeki İz: https://www.youtube.com/watch?v=eE4wgs7MG5Q
[79] Barış Diri – Derinden: https://www.youtube.com/watch?v=hxCKMakV9vU
[80] Gevende – Ağlaya Ağlaya: https://www.youtube.com/watch?v=ucyYWFWFaNo
[81] Ayyuka – Havada Bir Hinlik Var: https://www.youtube.com/watch?v=mUM-FvJyug0
[82] Haluk Bilginer ve Oyun Atölyesi Ekibi – Dinen Dalgalar: https://www.youtube.com/watch?v=OncUIrLsWLk (Shakespeare’in 59. ve 60. sonelerinden derleme / 7 Şekspir Müzikali’nden)
[83] Sakin – Hamur İşleri: https://www.youtube.com/watch?v=NIkVntTMl1U
[84] Müzeyyen Senar – Kapıldım Gidiyorum: https://www.youtube.com/watch?v=6BL6Pa1cwjQ (Ömer Bedrettin ve Kaptanzade Ali Rıza Beyin eseri)
[85] Erdoğan Emir – Tew Veyvikê: https://www.youtube.com/watch?v=Upc59DXqKUg
[86] Tanju Okan – Koy Koy Koy: https://www.youtube.com/watch?v=DZ1zp9psghI
[87] Birsen Tezer – Göze mi Geldik? https://www.youtube.com/watch?v=fTO-Ef3rDZY (Osman Nihat Akın’ın eseri)
[88] Cem Karaca – Sevda Kuşun Kanadında: https://www.youtube.com/watch?v=Son8h3PpMaM
[89] Ezginin Günlüğü – Eksik Bir Şey: https://www.youtube.com/watch?v=0L7i5Ta53Cg
[90] Ali Atay & Feyyaz Yiğit – Güz Gülleri: https://www.youtube.com/watch?v=BLa6rIqkfz4 (Hakan Taşıyan şarkısı)
[91] Müslüm Gürses – Affet: https://www.youtube.com/watch?v=0eGk7EAFErQ
[92] Mor ve Ötesi – Araf: https://www.youtube.com/watch?v=OCi_fZ2r0xA
[93] Tamino – Habibi: https://www.youtube.com/watch?v=zznlf3ZKQi0
[94] Selin Çıngır – Ellerinin İzi: https://www.youtube.com/watch?v=BXFFP3BeivU
[95] Semahat Özdenses – Akşam Oldu Hüzünlendim: https://www.youtube.com/watch?v=Ha6cXwKzPds
[96] MFÖ – Gözyaşlarımızı Bitti mi Sandın?: https://www.youtube.com/watch?v=_8EWKs4KP9k
[97] Fırat Tanış – Yani: https://www.youtube.com/watch?v=tj3NGb9T8-s
[98] Fikret Kızılok – Zaman Zaman: https://www.youtube.com/watch?v=9nukGRBDZtY
[99] Behçet Necatigil – “Sevgilerde” şiirinden.
[100] Birsen Tezer, Jehan Barbur, Ceylan Ertem, Bülent Ortaçgil – Bu Su Hiç Durmaz: https://www.youtube.com/watch?v=B_tjIt9CdDc
[101] Yavuz Çetin & Erkan Oğur – Dünya: https://www.youtube.com/watch?v=3cBtumEwMBo
[102] Tigran Hamasyan – Mother, Where Are You?: https://www.youtube.com/watch?v=Y5ogerZedws
[103] Evgeny Grinko – Valse: https://www.youtube.com/watch?v=VYCOg-yglNM
[104] Gevende – Şeker: https://www.youtube.com/watch?v=gZtq7ejuAfM
[105] Erik Satie – Gnossienne No.1: https://www.youtube.com/watch?v=F1dTv_WsMRI Ayrıca bkz. Erkan Oğur yorumu: https://www.youtube.com/watch?v=53iLc9NRtYs
[106] Philip Glass – Metamorphosis: https://www.youtube.com/watch?v=M73x3O7dhmg
[107] Balmorhea – Remembrance: https://www.youtube.com/watch?v=YJ__ja4QpMM
[108] Akın Eldes – Uzun İnce Bir Yoldayım: https://www.youtube.com/watch?v=xtrLOZoTbJE (Aşık Veysel deyişi)
[109] Tanıl Bora, Birikim Haftalık’taki “Zalim İyimserlik” başlıklı yazısında (Lauren Berlant’ın kitabından mülhem kritikler içeren bir yazı), iyimserliği topa tutmanın karşı uçtaki zalim kötümserliğe kapı aralama ihtimalini sorguluyor ve umut ile iyimserliği bu denli ayırmaya bir şerh düşüyor. Bkz.: https://birikimdergisi.com/haftalik/11226/zalim-iyimserlik
[110] Uluslararası endekslerden bazı bulgular da bu değerlendirmeyi destekler niteliktedir (örn. bkz. Gallup Mutluluk Endeksi: https://gazeteoksijen.com/yazarlar/selcuk-sirin/turkiye-ofkeli-insanlarin-memleketi-215868 ve https://yesilgazete.org/gallup-arastirmasi-turkiye-sinir-stres-uzuntude-dunyada-ilk-ucte/).
[111] Buradaki kastımın koyu distopik (ama hayli gerçekçi) temellendirmesi için bkz. Black Mirror bölümü Nosedive: https://www.imdb.com/title/tt5497778/
[112] Neredesin Firuze’den bir kesit (Vatoz Balığı): https://www.youtube.com/watch?v=92hNenoTqr0 Film için bkz.: https://www.imdb.com/title/tt0410369/