Site icon Terrabayt

Lukács ve Sanat II: Estetik ve Politika


“Daima tarihselleştirin.”

– Fredric Jameson


Lukács ve etrafındaki praksis felsefesinin temel özelliği, karşıtlıkların (antinomies) ancak tarihte çözülebileceği iddiasıdır. Buradaki çatışkı, Descartes’ın iki maddeyi ayırt etmesiyle başlar. Bu karşıtlık özne ve nesne arasındaki boşluktur ve çözümü Hegel yoluyla gerçekleşecektir. Hegel, modern kültür sonucunda ortaya çıkan çelişkileri sınıflandırdı ve onların hem öznel hem nesnel boyutlarının dikkate alınacağı bir diyalektiğe dönüştürdü. Çatışkıların çözümü Hegel’e göre teoriktir ve belli tarihsel sahnelerde oluşabileceğini ifade eder. Lukács, çözümü praksis felsefesi içinde bulur ve işçi sınıfı kavramı radikal hale gelirken, tarihin öznesi görevini de bu mücadele içinde kazanır. Lukács’ın estetiği de tarihle yoğun ilişki içerisindedir; Alman İdealizmi’nden miras kalan bildung kavramının edebiyatın içerisindeki dönüştürme gücü, yazarın toplum ve piyasa ilişkileri karşısında alması gereken tavır, irrasyonalizm analizi ve tip analizlerinin edebiyattan sinemaya toplumun karşısına çıkması bazı konu başlıklarını oluşturur.

Estetik ve Politika. Her ikisinin de birbiri olmadan tamamlanamayacağı bir alan. Estetik, bütün dolayımları kırar ve pratiğe en fazla temsillerle bakar; politika ise siyasal iktidar karşıtlıklarının yeterli olmadığını fark edip imgelere başvurur. Her iki alanın ortak noktaları kenara dursun, estetik ya da politikanın kendi başına sorunları tersinden, neden-sonuç ilişkisinden bağımsız okunamaz mı?

Başka bir adıyla realizm ve modernizm arasındaki bu tartışma bir anlamda Lukács sayesinde yaşanmıştır. Bloch’un Dışavurumculuk ile ilgili cevabı, Brecht’in kızgın ifadeleri ve Adorno’nun “büyük uçurum oteli”nden Lukács’a yanıtı hemen hemen bu tartışmayı oluşturur. Macar eleştirmenin yaşamına biyografik olarak bakıldığında önce neo-kantçılık, ardından Enternasyonal ve en sonunda edebiyat vardı: felsefe, siyaset ve estetik. Yaşamının belli dönemlerine sabitlenmiş eleştiriler, bugün kendisi hakkındaki sayıklamaların kaynağını oluşturuyor. Oysa erken dönem metinlerinden sayılan Roman Kuramı’nda gerçekleştirdiği edebi türlerin tarihsel kategorizasyonundan vazgeçmiş midir?

Dışavurumculuk (Ekspresyonizm), 1910-1925 yılları arasında en yetkin eserlerini veren, dış dünya yerine insanın duygularıyla tasarladığı evreni esas alan sanat akımıdır. Lukács’ın eleştirileri ekspresyonizmin dış dünyayla ilişkisini yitirmesi dışında faşizme karşı aldığı tavırda yatar. Basitçe bir soru gelir akla: Dışavurumculuk realist bir bakış mı içermektedir yoksa faşizme hizmet edebilecek yönleri olan bir akım mı? Lukács’ın felsefi alandaki irrasyonalistlere (Nietzsche ve Heidegger) karşı sergilediği tavrın bir benzeri Bloch ve dışavurumculara karşı da devam eder. Natüralizmin kalıtsallığından başlayan statik tavır, modernizmi ayakta tutan ekspresyonizm ile devam ederken, irrasyonalizm de beraberinde gelir.

Bloch’un cevabı akımın gücünü kaybettiği bir dönemde gelir. Aslında sorun apaçık ortada durur: edebiyatın gerçeklikle ilişkisi. Lukács’ın, bir sanat akımının dolaysızca faşizme hizmet ettiğine dair bir beyanı yoktur; olsa olsa bir bileşeni olduğunu dile getirecektir. Bunun yanında faşistler, irrasyonalizme ait en ufak bir belirti gördükleri her alana adımlarını atıyorlardı. Goebbels, dışavurumculuk için “Bazı doğru fikirlerin tohumu” der. Lukács’ın eleştirilerinin, üslubu içerisinde saldırıya dönüştüğü yer, sanatın rasyonaliteden tamamen kendini arındırdığı, üstyapıya sırt çevirdiği ve bütünlüğün kaybolduğu aşamalardır. Bloch, Lukács’a karşı bazıları klişe olan eleştirileri yazısında sıralar: i) Lukács’ın resim ile ilgili bir ifadede bulunmaması ii) Lukács’ın mekanik bir gerçeklik anlayışına sahip olması iii) Lukács’ın gerçekliğinin nesnelliği iv) Gerçekliğin, klasiklerden kurtulması gerekliliği ve diyalektik bir görüş olarak kesintili bir realite dönemi.

Bloch, Lukács ve ikinci sınıf ardıllarının eleştirilerini cılız bir şekilde sorulardan kaçarak ya da edebiyat eserlerinin dışında bir yanıt ile gerçekleştirir. Oysa Lukács her ne kadar edebiyat eserlerinden örnekler verirse versin, amacı genel sanat ilkeleri ve irrasyonalist edebiyatın altında yatan pseudo-devrimci özellikleri, ideolojik-toplumsal yanları göstermekti. Madde sıralamak bu defa Lukács’a geçmiştir ve kapitalist dönemde toplumun karşısına üç farklı edebiyat ekolü çıkar: i) Mevcut edebiyata hizmet eden realizm karşıtları ii) Avangard hareketler iii) Thomas Mann gibi döneminin realist yazarları. Lukács aslında bu tartışmayı Mann’ın modern sayılmaması yakarışından çok döneminin ilerici olarak görülen sanatını gözler önüne sermek için sürdürür. Lukács’ın teoriye daha fazla önem verdiği eleştirisine karşı tavrı, sanatın teoriyle olan ilişkisini hiçbir şekilde kaybetmemesi üzerinedir.

Lukács, dışavurumculuk tartışması içinde sadece modernist eserlerin soy kütüğünü çıkarmakla yetinmez; ekonomi-politik ve estetiğin buluştuğu her adımı gösterir. Bloch’un gerçekliğin kesintili olabileceği eleştirisini reddeder ve Marx’ın her toplumda üretim ilişkilerinin bir bütün oluşturduğu bilgisini hatırlatır. İç benliği esas alan bir edebiyatın ekonomik gerçekliğin tarihsel bütünlüğü oluşturduğu noktaları görmemesi, Bloch’un da bu noktayı elinden kaçırması Lukács’ın eleştirisinin çok-katmanlılığını gösterir.  Ayrıca nesnel gerçeklikle ilişkisini yitiren bir edebiyatın da Lukács’ın eleştirilerine cevap vermesi söz konusu değildir.

Çağın edebiyatının, gelişim ve değişime uzak hareketler sergilemesi, içerik denilen kategorinin dahi reddedilip natüralist tiyatrolardan bozma kalıtsal natüralizmin soyutlamarına dönüşmesi sonucunda gerçeklik artık göz ardı edilen değil reddedilen bir alan haline gelir. Lukács’ın montaj ve biçimci tekniklerin merkeze alınmasından söz ettiğinde Joyce veya dışavurumculardan bahsettiği kadar burjuvanın felsefi dayanağına da eleştiri getirmesi sanat ve siyaseti “bütünlük” içerisinde düşünen bir eleştiri biçimini benimsediğini gösterir.

 

 

 

 

Exit mobile version