Site icon Terrabayt

Lucien Sève’in Dönüşü: Çağdaş Marksizmin Antropolojik Uğrağına Dair


Lisans-üstü eğitim aldığım üniversitedeyken, Lucien Sève hakkında bildiğim tek bir şey vardı ki ondan da pek emin değildim. Sève’i, Louis Althusser’in Komünist Parti’deki muhataplarından biri olarak tanımış ve sanırım onu o dönem kafamda bir tür apartçik olarak hayal etmiştim. Sève’e dair bu imgeyi çok yakın bir zamanda, Yves Schwartz ve tabi ki Isabell Garo ve André Tosel’i okuduktan sonra değiştirebildim. Bana öyle geliyor ki Balibar ve Virno’nun yapıtlarında görülen çağdaş Marksizm’in antropolojik uğrağıyla ortak özellikleri ve bu uğrağı öngörmesi okuduğum kadarıyla Sève’in çalışmasının en çarpıcı yanı.

Sève’in Marxisme et Théorie de Personalité [Marksizm ve Kişilik Teorisi] isimli çalışması, alışılmadık bir konum alarak Marksist, yani materyalist bir insan kişiliği ve yaşamı mefhumu sunmaktadır. Bunu her şeyden önce bizzat psikolojinin imkanını reddederek yapar. Söz konusu olan Feuerbach üzerine meşhur altıncı tezin bir okumasıdır, Marx bu tezde şunları yazmaktadır: “insan özü, tek tek bütün bireylere içkin bir soyutlama değildir. Gerçekte, sosyal ilişkilerin bütünüdür.” Bu, psikolojinin temelinde yatan o çürük önermeyi, yani “genel olarak ele alınan birey” önermesini bilfiil ortaya çıkarır. Önermenin öne sürdüğü gibi hem birey hem de genelleştirilebilir olmak bir tür oksimorondur. Sève’in dediği gibi “bu mantıksal garabet, soyut “genel birey”, kişilik psikolojisinin yüz kızartıcı sırrıdır”.

Marx’ın psikolojinin temellerine ilişkin dolaylı da olsa kapsamlı bir eleştiri sunması şaşırtıcı olmaz. Nihayetinde psikoloji, bireyci ve tarih-dışı, tek bir kelime ile ifade edersek burjuvadır. Belki de de daha ilginç olan şey ise Sève’in, Marx’ın insanın bireyselliğine ilişkin tarihsel ve maddeci bir kavrayışın temelini sunduğunu ileri sürmesidir. Bu genç Marx’ın çalışmalarında yer alan tür olarak varlığa ilişkin yazılarında değil, Kapital’de sosyal ilişkileri anlamlandırma çabasında bulunur. Sève’in bu yorumu, belli bir anlamda alışılmadık bir Marx okumasıdır, buna göre, iktisadi yapıların her birinin ve bütün iktisadi ilişkilerin kişilik üzerine etkide bulunan diğer bir yüzü olduğu görülmelidir. Sève şöyle yazar:

“İnsanların bu üretken etkinliği, sosyal bir etkinlik olarak, tamamıyla sosyal ilişkilerin nesnel diyalektiği tarafından idare edilir ve bu manada (yani iktisat teorisi bakımından), insanlar yalnızca ekonomik kategorilere dayanak olarak ele alınabilir; öte yandan, bir insan etkinliği olarak bu [üretimsel etkinlik] doğrudan bireysel yaşam süreçlerinin temel bir veçhesini teşkil eder. Bunlar aynı gerçekliğin iki ayrı yüzüdür”.

Burada daha uzun uzadıya tartışmaya girecek yerim yok ama çarpıcı olan şey, Lucien Sève’in, kendince, bugün genel manada post-hümanist antropoloji olarak adlandırılabilecek bir konuma gelmesi; (Virno ve Balibar’da görüldüğü gibi) her haliyle toplumsal ve tarihsel olanı, yani varoluşumuzun suni ve maddi temelini anlamaya dönük kendince bir anlayış geliştirmiş olmasıdır.

Sève’in kitabın ilerleyen sayfalarında söylediği gibi (ben de bir başka yazımda buna işaret etmiştim), emeğin bu iki yüzü (soyut ve somut emek) kapitalizmde emeğin kendine mahsus doğasını tanımlamakla kalmaz, somut özgüllüğü ve soyut üretkenliği arasında bölünmüş halde olan emeğin kendine mahsus yaşanma biçimini de tanımlar. Çalışma, kişinin emeğini satması bu iki veçhe arasında sıkışmış vaziyettedir; belli bir mesleğin, belli bir görevin talep ve detayları ile -daha soyut olsa da yine bir o kadar yaşama yansıyan- üretkenliğin iktisadi normlarını karşılama emri arasında kalır. Emeğin bu ikili yapısı, belli bir görev ya da işin somut özgüllüğüne saplanan birey ile emeğin genel sosyal normları arasındaki kesişim noktasına tekabül eder.

Belki de de daha ilginç olan şey ise Sève’in, Marx’ın insanın bireyselliğine ilişkin tarihsel ve maddeci bir kavrayışın temelini sunduğunu ileri sürmesidir. 

Öyle gözüküyor ki Sève üretim biçiminin mahremliği olarak adlandırılabilecek olan şeye farklı bir biçimde yaklaşır. Sermayenin ve herhangi bir ekonominin işlemesi için salt dışardan dayatılmak yerine mahrem bir şekilde yaşanması gerektiğini gösterir. Deleuze ve Guattari’den ödünç alarak başka bir şekilde ifade edecek olursak, “arzu altyapının bir parçasıdır.” Gelin görün ki Deleuze ve Guattari’nin aksine (bu manada Reich’tan Žižek’e uzanan Freudcu-Marksistlerin yanı sıra Lordon’un da aksine) Sève bu noktaya Spinoza, Freud ya da Lacan’dan herhangi bir teorik destek almadan, salt bir Marx okuması ile varır.

Şüphe yok ki pek çoklarımız, Marx’ın böyle bir teorinin temelini sağlayabileceğine kuşkuyla yaklaşacaktır. Oysa Sève, Penser avec Marx aujourd’hui Tome II: L’homme? [Bugün Marx’la Düşünmek Cilt II: İnsan?] isimli kitabında, Marx’ın düşüncesinin felsefe ve tarih için olduğu kadar antropoloji için de devrim niteliği taşıdığını ileri sürer. Bu devrim, bir ölçüde, bireyi tarihten, psikolojiyi toplumdan ayırmanın reddidir, zira ikisi de aynı şeylere farklı biçimde bakmanın yollarıdır. Marx’ın antropolojide gerçekleştirdiği devrim, öznelliğin ve bireyselliğin birey-ötesi olduğunu öne süren bu iddianın ötesinde, Marx’ın canlı ve ölü emeğin kesişimine ilişkin anlayışında da bulunabilir. Bu sadece özneler ve nesneler dünyasını düşünmenin başka bir biçimi değildir. Aynı zamanda insan dünyasının öznesizleştirilmiş psişik etkinlik biçimlerinden, yani tüm o konuşan eşyalar ve dans eden masalardan oluştuğunu, bizlerin de tarihsel bir tortu halinde pratiklerden ve düşüncelerden, yani ölü geleneklerin bütün o ağırlığından ibaret olduğumuzu anlamak demektir.

Burada daha uzun uzadıya tartışmaya girecek yerim yok ama çarpıcı olan şey, Lucien Sève’in, kendince, bugün genel manada post-hümanist antropoloji olarak adlandırılabilecek bir konuma gelmesi; (Virno ve Balibar’da görüldüğü gibi) her haliyle toplumsal ve tarihsel olanı, yani varoluşumuzun suni ve maddi temelini anlamaya dönük kendince bir anlayış geliştirmiş olmasıdır. Aynı zamanda ve başka bir açıdan Sève, dünyayı anlamlandırdığımız kavramları; onların yaşanma ve tekil yaşamlarımıza şekil verme biçimleriyle bağlantılandırma gereksinimini de vurgular (ki bunun adına sonlu Marksizm denilebilir).


Jason Read’in kişisel blogu unemployednegativity.com’dan Türkçe’ye H. İlksen Mavituna çevirdi, Öznur Karakaş çeviriyi redakte etti.

Exit mobile version