Site icon Terrabayt

Los Angeles Tezleri

Bu toplumda birliktelik tesadüfi, ayrılık ise sıradan görünmektedir.

Marx, Artı-Değer Teorileri

Temelde kapitalist bir biçimde örgütlenmiş toplumların krizini ifade eden, uzun soluklu bir toplumsal buhran çağında yaşıyoruz. Kapitalist toplumlarda üretim ve tüketimi yöneten istihdam ilişkileri şüphesiz çöküyor. Bunun sonucu, Marx’ın artı-nüfusun yanında artı-sermaye olarak adlandırdığı yapısal bir durumun yeniden ortaya çıkması olmuştur. Teknolojik dönüşümler, ekonomik durgunluğa rağmen gerçekleşmeye devam etmekte ve bu sayede çok fazla sayıda insan için çok az sayıda işin olduğu bir durum ortaya çıkmaktadır. Bütün bunlar olurken, devasa para yığınları kâr elde etmek için yeryüzünde cirit atmakta ve büyük ölçekli patlamalarla infilak eden balonların periyodik olarak şişmesine yol açmaktadır. Artan iş güvensizliği ve eşitsizlik, bu dünyanın giderek imkânsız hale gelişinin semptomlarıdır.

İçinde bulunduğumuz aşamada, daha önce kapitalist toplumlarca dizginlenen bu çelişkiler patlamaya hazırlanıyor. 2008 krizi bunun bir tezahürüydü ve etkisini bugün dahi sürdüren bir küresel mücadele dalgasına yol açmıştı. Kaynamakta olan krizi kontrol altına alabilmek için devletler, finansal ve benzeri şirketlerin koordineli bir şekilde kurtarılmasını organize ettiler. Devlet borçları İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana görülmemiş seviyelere yükseldi. Bu nedenle kapitalistlerin kurtarılmasına emekçiler aleyhine cezalandırıcı kemer sıkma politikalarının eşlik etmesi zorunluydu, çünkü devletler bir yandan bilançolarını yönetmeye çalışırken bir yandan da sermaye birikimi için gerekli koşulları yeniden yaratmaya çalışıyordu. Ancak bu devlet eylemleri ancak sınırlı ölçüde başarılı olmuş görünüyor. Zengin ekonomiler, her düzeyde büyük miktarlarda borç almalarına rağmen giderek artan bir yavaşlıkla büyümeye devam ediyor. Yoksul ekonomiler de aynı şekilde sendeliyor. Bu küresel durumu bir duraklama döngüsü olarak adlandırıyor ve daha fazla ekonomik türbülansın kapitalist bir çöküşle sonuçlanmasının muhtemel olduğunu iddia ediyoruz. 

Emekçiler bugün hala yaptıkları gibi yirminci yüzyılda da savunmaya yönelik savaşlar verdiler. Ancak o zaman, savunma amaçlı savaşları saldırı amaçlı geniş bir mücadelenin parçasıydı: işçiler kendilerini giderek daha da güçlenen bir emek hareketi içinde örgütlemeye çalışıyorlardı. Bu hareket er ya da geç mülksüzleştiricileri mülksüzleştirecek ve böylece emekçilerin kendi ihtiyaç ve isteklerine göre örgütlenmiş bir toplum inşa etmeye başlayacaktı. Fakat kapitalizmin 1970’ler sonrası krizi, pek çok kişi için kapitalizmin sonunu getirmesi gerekirken, bizzat emek hareketinin kendisinin derin bir krize girmesine yol açtı. Bu göz önünde bulundurulduğunda, eski emek hareketinin projesi artık işçilerin karşı karşıya olduğu koşullara uygun değildir. Bunun en temel nedeni, endüstriyel işin ekonomideki merkeziliğinin azalmasıdır. Ekonomide sanayisizleşmenin başlaması ve imalat sanayinin istihdamdaki payının azalmasıyla birlikte (ki bu da artı-nüfusun genişlemesinin temel nedenlerinden biriydi), sanayi işçisi artık sınıfın öncüsü olarak görülemez hale geldi. Ayrıca, artan sera gazı seviyeleri nedeniyle, sahip olduğumuz bu devasa endüstriyel aygıtın sadece daha iyi bir geleceğin koşullarını yaratmakla kalmadığı, aynı zamanda onları yok ettiği de açıktır. Fakat bunların hepsinden daha temel olarak, asıl mesele artık iş ve çalışmanın çoğu insanın kimliğinin merkezinde yer almamasıdır. Herkes olmasa da çoğu insan için iş, patronlar tarafından değil de işçiler tarafından kolektif olarak yönetilseydi tatmin edici olabilirmiş gibi görünmüyor artık.

İşçi kimliğinin gerilemesi aynı zamanda, o zamana kadar az ya da çok bastırılmış olan mücadelelerle bağlantılı olarak örgütlenen çok sayıda başka kimliği de ortaya çıkardı. Ortaya çıkan “yeni toplumsal hareketler”, geriye dönüp bakıldığında, homojen sandığımız işçi sınıfının aslında ne ölçüde çeşitlilikler içerdiğini açıkça ortaya koydu. Bu yeni toplumsal hareketler devrimin ekonominin yeniden düzenlenmesinden daha fazlasını içermesi gerektiğini de ortaya koymayı başardı: yani toplumsal cinsiyetin, ırksal, ulusal ve benzeri ayrımların ortadan kaldırılmasını gerekliliğini. Ancak, her biri kendi kesim çıkarları ile ortaya çıkan bu kimliklerin karmaşası içinde, bu devrimin tam olarak ne ve hangi şekilde olması gerektiği belirsiz gözüküyor. Bizim açımızdan ortaya çıkan bu artı-nüfus yeni bir devrimci özne değildir. Bundan ziyade, sınıfın hiçbir fraksiyonunun kendisini devrimci özne olarak sunamayacağı yapısal bir durumun göstergesidir.

Bu koşullar altında proletaryanın birleşmesi artık mümkün değildir. Bu karamsar bir sonuç gibi görünebilir, ancak iyimser olan ters bir anlamı da içerir: bugün birleşme sorunu devrimci bir sorundur. Bugün, çağdaş hareketlerin doruk noktalarında, işgal edilen meydanlarda ve fabrikalarda, grevlerde, ayaklanmalarda ve halk meclislerinde, proleterler bu toplumun gerçek üreticileri olarak güçlerini değil, nasıl çok sayıda kimlik çizgisi (istihdam durumu, cinsiyet, ırk, vb.) boyunca ayrıldıklarını keşfediyor. Bu çizgiler ise devletlerin ve işgücü piyasalarının parçalanan entegrasyonu tarafından durmandan belirleniyor ve birbirine örülüyor. Bu sorunu bir kompozisyon, yani bir bileşim sorunu olarak tanımlıyoruz: bir taraftan farklı proleter fraksiyonların birleşmesi gerekirken, diğer taraftan çözülmekte olan bu toplumun koşulları içerisinde kullanıma hazır bir birlik bulunamıyor. Bu nedenle aktüel mücadelelerin gelişimlerini etraflıca incelemenin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Günümüzün devrimci ufku ancak bu devam eden çatışmalar aracılığıyla çizilebilir. Proleterler mücadeleleri sırasında bileşim sorununa periyodik olarak doğaçlama çözümler üretirler. Kapitalist toplumun terimlerinin ötesinde bir kurgusal birliği (örneğin son zamanlarda: kara blok, gerçek demokrasi, %99, siyah yaşamlar hareketi gibi isimleri) bu topluma karşı savaşmanın bir aracı olarak adlandırırlar. Bu doğaçlama birliklerin her biri kaçınılmaz olarak parçalanırken, onların kümülatif başarısızlıkları, sermayeye karşı bir devrimin kaotik kargaşasında bir komünist hareket tarafından üstesinden gelinmesi gereken ayrılıkların bir haritasını çıkartıyor. 

Bugün sınıf bilincinin yalnızca sermayenin bilinci olabileceğini söylerken kastettiğimiz budur. Proleterler yaşamları için mücadele ederken, kendilerini ayrıştıran şeyleri yok etmelidir. Kapitalizmde, onları ayıran şey aynı zamanda onları birleştiren şeydir: piyasa hem onların atomizasyonunu hem de birbirlerine olan bağımlılıklarını vurgular. Ayrılık-içinde-birlikteliğimiz olarak sermayenin bilinci, insanlığın komünizme olan kapasitesini mevcut koşulların içinden- sadece fotografik bir negatif olarak bile olsa- ortaya koymamızı sağlar. 


Endnotes, Los Angeles, 2015

Çeviren: Ege Çoban

Metnin Orijinali: https://endnotes.org.uk/posts/endnotes-la-theses  

Ana Görsel: Julie Mehretu, Among the Multitude VI, 2020-2022.

Exit mobile version