Sınırların geçirgen olduğu, fiziksel duvarlardan çok yaşayan zarlara benzediği, birbirine eklemlenmiş bir dünyada yaşıyoruz.
Giderek tam teşekküllü bir pandemiye dönüşme tehdidi taşıyan yeni koronavirüsü (COVID-19) küresel ölçekte kargaşa yaratmaya çoktan başladı, çeşitli ülkelerde tehlike çanları çalıyor, hatta panik yaşanıyor, mali piyasalar spazm geçiriyor ve en acısı can kaybı var. Bu esnada derinlemesine düşünmek için pek fırsatımız olmadı, çok azımız durup bu krizin, bedenlerimiz, topluluklarımız, politik sistemlerimiz ve her geçen gün genişlemekte olan sınır ötesi karşılıklı eklemlenmenin doğası hakkında – yani kendimiz hakkımızda neler söyleyebileceği üzerine düşünme fırsatı bulabildi. Ama ben inanıyorum ki, bu durumun bize söyleyeceği çok önemli şeyler var.
Şu an yaşamakta olduğumuz salgından çok önce – Amerika Birleşik Devletleri ve Meksika, İsrail ve Filistin, Macaristan, Sırbistan ve Hırvatistan gibi örneklerden de görebileceği gibi – duvarlar örme ve ulusal sınırları kapatma yönünde küresel bir eğilim dünyada halihazırda yer etmiş vaziyette idi. Yeniden dirilen milliyetçiliğin kışkırttığı bu eğilim kendini göçmen korkusu ve “toplumsal salgın”la diri tutarken, bir yandan da duvarlarla çevrelenmiş bir yönetim içerisinde kurulmuş imkansız bir saflık idealini de besliyordu.
Yeni koronavirüsü, sınırların her zaman, tanımları gereği, geçirgen bir yapı arz ettiğini gösteriyor; ne kadar sağlamlaştırırsan sağlamlaştır, sınırlar cansız duvarlardan ziyade yaşayan zarlara benzer. Başarıyla kendini dışarıya kapatan kişi veya kurum olsa olsa ölüdür.
Virüslere cevaben sınırların kapanması, seyahat etmenin önüne konan engeller ve şu an uygulanan karantinalar, görünüşte tıbbi önemler olsa da aynı zamanda politik nedenlerden ötürü örülen fiziksel duvarların ardında yatan mantıkla yakından alakalı sembolik önlemlerdir. İki eylemin de amacı vatandaşlara güvence vermek ve sahte bir güven hissi aşılamak. Öte yandan aynı zamanda, esas sorunu gözden kaçırıyorlar: iklim ve göçmen krizleri, pandemiler ve vergi kaçırma gibi ekonomik suçlarla mücadele, son derece hayati bir öneme sahip olan ulus-ötesi yönetimselliğin ve karar-alma mekanizmanın içinde bulunduğu hazin hal.
Hayatta kalmaktan ibaret bir düşünce tarzı, her zaman, zehirli bir milliyetçilik ile paralel bir güzergah izlemiştir. Bu fikrin merkezinde, kendini ve muhtemelen ailesini kurtarabilecek kadar akıllı ve güçlü, herkesten ve her şeyden bağımsız, özerk, Robinson Cruso-vari bir “erkek” kurgusu yer alır. Yalnızca seçilmiş birkaç kişiyle kısıtlı ilahi kurtuluş doktrinine dayanan bu tavır insanı içinde bulunduğu çevresel, toplumsal, ekonomik ve diğer bağlamlardan soyutlamaktadır.
Hayatta kalmaktan ibaret bir düşünce tarzı, her zaman, zehirli bir milliyetçilik ile paralel bir güzergah izlemiştir. Bu fikrin merkezinde, kendini ve muhtemelen ailesini kurtarabilecek kadar akıllı ve güçlü, herkesten ve her şeyden bağımsız, özerk, Robinson Cruso-vari bir “erkek” kurgusu yer alır.
Dünyanın çeşitli mecralarında panik yükseldikçe, tek tek sınırları kapama, kendiliğinden ve düşünmeksizin yapılmış politik hareketleri taklit ediyor: bir yandan bir grup zengin kıyamet günü için lüks sığınaklarını hazırlarken, gıda stokları ve tıbbi stoklar yağmalanıyor. Fakat sırf hayatta kalmaya dayalı bütün bu kurguların aksine, yeni koronavirüsü, sınırların her zaman, tanımları gereği, geçirgen bir yapı arz ettiğini gösteriyor; ne kadar sağlamlaştırırsan sağlamlaştır, sınırlar cansız duvarlardan ziyade yaşayan zarlara benzer. Başarıyla kendini dışarıya kapatan kişi veya kurum olsa olsa ölüdür.
Virüsler, görünüşte sakin bir şekilde uzanmakta olan küresel ufukta zaman zaman ortaya çıkan tehditkar feveranlar değildir; onlar aynı zamanda, günümüzün sosyal ve politik dünyasının aldığı halleri temsil eder (ironik bir şekilde söylemek gerekirse: arıza (bug), sırf hata değil aynı zamanda bir vasıftır. Bu durumda duvardan daha ince bir sembol ortaya çıkar: taç (korona) sembolü.
COVID-19 insan ve hayvan arasında buluşabilen bir RNA virüsü grubuna ait. Bu özelliğinin ortaya koyduğu üzere, COVID-19 doğal sınıflandırmaları ve türler arası sınırı tanımıyor. Korona virüsü adını, küre şeklindeki yüzeyinden uca doğru genişleyerek ilerleyen dikenli yapıdan alıyor. Latince corona, yani “taç” sözcüğünden türetilmiş olan bu kelimenin kökeni, Antik Yunanca’da “servet” veya “çelenk” anlamına gelen korōnē’ye dayanıyor. Egemenliğin bu mükemmel simgesi, çeşitli varlık sınıfları arasındaki ayrımlar kadar yaşam ile ölüm arasındaki ayrıma da meydan okuyan bu mikroskobik varlığa bahşedilmiş. Eski sınırları ihlal eden virüs, bu sayede, iktidarın dağınık bir yapıya sahip olduğu bir çağda, egemenliğin simgesi olarak ortaya çıkıyor.
Korona virüsü adını, küre şeklindeki yüzeyinden uca doğru genişleyerek ilerleyen dikenli yapıdan alıyor. Latince corona, yani “taç” sözcüğünden türetilmiş olan bu kelimenin kökeni, Antik Yunanca’da “servet” veya “çelenk” anlamına gelen korōnē’ye dayanıyor. Egemenliğin bu mükemmel simgesi, çeşitli varlık sınıfları arasındaki ayrımlar kadar yaşam ile ölüm arasındaki ayrıma da meydan okuyan bu mikroskobik varlığa bahşedilmiş.
Genel olarak viral etkinliğin vasıflarından biri de konak hücrelerin ve bilgisayar programlarının metinlerine sızarak onları deşifre etmek. Bir diğeri ise kendini olabildiğince fazla sayıda kopyalamak. Sosyal medya evreninde, bu iki eyleme de aslında gıpta ile bakılmaktadır: paylaşılan bir fotoğrafın, videonun, şakanın veya hikayenin büyük bir hızla internet ve cep telefonu kullanıcıları arasında yayılmasına “viral olmak” denir. Viral içeriğin fazla sayıda tekrarlanması da yetmez, aynı zamanda, sızdığı sosyal metin üzerinde bir etkiye sahip olmalı, onu adeta deşifre etmelidir. Burada esas amaç, kişinin kendi etkisini, geniş bir kesime yayılan bir görüntü veya hikayeyle ortaya koyması ve bu şekilde o gücü ele geçirebilmesidir. Viral olma hali, virüslerle olan duygulanımsal ilişkimizi oldukça karmaşık bir hale çevirir : onların hedefi ve muhtemel konakları olduğumuzda korku, geniş bir kitleye ulaşmak için onlar bizim enstrümanlarımız olduklarında arzu uyandırırlar.
Hoşumuza gitsin gitmesin, varoluşumuzun hemen her düzeyinde, bize yabancı olan unsurlara ev sahipliği etmekteyiz. Dahası, ev sahibinin her zaman evini açtığı unsurlar tarafından zarar görme riski vardır. Oturup da egemen ulus-devlet ve özerk birey vesveseleri icat etmektense, iletişim teknolojileri üzerinden sadece uçucu ve ideal değil, doğrudan bedenli temasla maddi olarak birbirine eklemlenmiş bir dünyada yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor.
Bir şeyin internette viral olma durumunu koronavirüsü salgınıyla karşılaştırmak hiç de zoraki değildir. Son günlerde yaşanmakta olan salgının küresel bir boyut kazanmasının nedeni, dünya nüfusunun geniş bir kesiminin kitlesel turizm, eğitim ve iş etkinlikleri, uzun mesafe ilişkiler, uluslararası kültürel etkinlikler ve spor faaliyetleri vs. süreçlerle daha da mobil olması ve fiziksel olarak birbirine daha da eklemlenmesidir. Virüs, ilk ortaya çıktığı aktif noktadan öteye Diamond Princess gibi yolcu gemilerinin güvertelerinde, uçaklarda, trenlerde ve otellerde seyahat etti, başka bir deyişle, insanın yalnızca görüntüsünü veya mesajını değil, bizzat kendini bir yerlerde taşıdığı durumlar bunlar.
Hoşumuza gitsin gitmesin, varoluşumuzun hemen her düzeyinde, bize yabancı olan unsurlara ev sahipliği etmekteyiz. Dahası, ev sahibinin her zaman evini açtığı unsurlar tarafından zarar görme riski vardır. Bu risk ortadan kaldırılamaz. Oturup da egemen ulus-devlet ve özerk birey vesveseleri icat etmektense, iletişim teknolojileri üzerinden sadece uçucu ve ideal değil, doğrudan bedenli temasla maddi olarak birbirine eklemlenmiş bir dünyada yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Kısacası, her an viral olma ihtimali olan bir gerçeklikte yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor.
The New York Times’da yayımlanan yazıyı, Firat M. Hacıahmetoğlu (Husserl-Archives, KU Leuven) İngilizce’den Türkçe’ye çevirdi, Öznur Karakaş metni redakte etti ve son okumasını yaptı.