Site icon Terrabayt

Kognitaryanın Özneleşmesi

Son yıllar çağdaş özneleştirmenin yeni bir tekno-sosyal yapısına tanıklık etti. Ben de içinde bulunduğumuz çağda otonom ve kolektif bir öz-belirleme sürecinin mümkün olup olmadığını sormak istiyorum.

1990’larda İtalyan post-operaist düşüncesiyle (Paolo Virno, Maurizio Lazzarato, Christian Marazzi) ilişkilendirilen “genel zekâ” kavramı, emek ve dil arasındaki etkileşimi vurgular: toplumsal emek, göstergeleri ve her türden enformasyonel birimi üreten, onları karmaşıklaştıran, dağıtan ve çözen sayısız fragmanın sonsuz yeniden birleşimidir. Enformasyon işçisi tarafından üretilen her semiyotik parçanın, enformatik topluluğun, gösterge-kapitalizminin birleşimsel çerçevesini oluşturmak için diğer semiyotik parçalarla sayısız kez karşılaşması ve bu semiyotik parçaların birbiriyle uyumlu olması gerekir.

Gösterge-kapitalizmi nöro-ruhsal enerjileri işe koşar, onları mekaniksel bir hıza teslim eder ve bilişsel etkinliği ağ tabanlı verimliliğin ritmini izlemeye zorlar. Sonuç olarak, bilişselliğe bağlı olan duygusal alan kendi sınırlarına baskı uygular. Siber-uzay sanal zamanla aşırı yüklenir çünkü siber-uzay hızı sınırlanmaksızın artabilen sınırsız bir alandır. Bu esnada sanal zaman (dikkatin, belleğin, hayal gücünün organik zamanı), belli bir noktadan öteye hızlanamaz ya da çöker. Gerçekten de yüksek verimliliğin gerilimi altında çökmekte, göçmektedir. Şimdi bir panik ve depresyon salgını toplumsal beynin devreleri yoluyla yayılıyor. Küresel ekonomideki güncel kriz bu sinirsel yıkımla daha fazla ilgileniyor. Marx, aşırı üretimden, sosyal pazar tarafından soğurulamayan erişilebilir malların fazlalığı olarak söz etmişti fakat bugün onun yerini dikkat-talep eden ürünlerin ezici miktarınca saldırıya uğramış toplumsal beyin almış, toplumsal fabrika da bir mutsuzluk fabrikası haline gelmiştir: ağ tabanlı üretimin montaj hattı bilişsel sınıfın duygusal enerjisini doğrudan sömürmektedir.

Teknolojinin sınırsız potansiyeline yapılan vurguyla sıklıkla gölgede kalmış organik sınırlar probleminin gerçek nedenini tanımlamak istiyorum. Burada teknolojiye bağlamında işaret etmemiz gerekiyor ve mevcut bağlamı kültürel olarak ekonomik rekabete kaymıştır. Enformasyon üreticileri nöro-üreticilerdir. Sinir sistemleri aktif alıcı terminaller gibi davranır. Gün boyunca semiyotik aktivasyona duyarlıdırlar. O halde, sürekli bilişsel elektrokusyona tabi kılınmaktan kaynaklanan stresin, bilişsel gerilimin duygusal, ruhsal ve varoluşsal bedeli nedir? Ağ teknolojilerindeki hızlanma, güvencesizliğin genel durumu ve bilişsel emeğe bağlılık, hepsi, toplumsal akılda patolojik etkilere neden olmakta, dikkat süresini doyurmakta ve psikiyatristlerin son kuşak işçiler arasındaki gözlemledikleri manik- depresyon ve şiddette aşırı artışın gösterdiği gibi, duygu ve duyarlılık alanını kısıtlamaktadır.

Zamanın sömürgeleştirilmesi, çağdaş kapitalist gelişmenin tarihinde temel bir mesele olagelmiştir: kapitalizmin insan zihninde yarattığı antropolojik mutasyon ve hepsinden öte günlük hayatta zaman algısının dönüşmesi. Şimdi ise bir bilinmeyene sıçrıyoruz: dijital teknolojiler mutlak hıza yolaçtı ve dikkat süresinde kısa devre yarattı. Enformasyon işçileri yoğun zevk ve bilgi kipleriyle ilgisi olmayan giderek artan yoğun uyarıcı çokluklarına maruz kalırken, hızlanma deneyim yoksullaşmasına sebep oldu. Dolayısıyla, daha çok bilgi, daha az anlam, daha az zevk demektir.

Duyarlılık zamanla harekete geçer. Duygusallık ise yavaş oluşur. Derin ve yoğun ayrıntı, uyaran çok hızlı olduğunda imkânsızlaşır. Bir duyarsızlaş(tır)ma süreci tam da elektronik siber-uzay organik sanal zamanla kesiştiği noktada meydana gelir. Bireysel ve toplumsal özneleştirme olasılığı bu bağlamda yeni bir çerçeveye oturtulmalıdır, ve ortaya bir dizi radikal soru çıkar: Kolektif bir özneleştirme süreci ve toplumsal dayanışma tasavvur etmek hâlâ mümkün mü? Bir ‘hareketi’, gerçekliğin kolektif zihinsel süreci ve politik dönüşümü olarak düşünmek hâlâ mümkün mü? Gösterge-kapitalizminin psiko-ekonomik çerçevesinden bakarak kapitalist egemenlikten toplumsal otonomi yaratmak hâlâ mümkün mü?

Genel Zekânın Parçalanması

Canlı zamanın yabancılaşması ve sömürülmesinin reddi şeklinde daha iyi tanımlanabilecek olan işin reddi, yeniliğin, teknolojik gelişmenin ve bilginin ana motoru olmuştur. Sermayenin organik bileşimi (ölü emek ve canlı emek arasındaki ilişki olarak) yirminci yüzyıl boyunca işçilerin direnişiyle devamlı olarak değişti. İşçilerin sabotajları ve itaatsizlikleri kapitalistlerin insan emeğini makinelerle değiştirmek için mühendis istihdam etmeye zorladı. Benzer bir şekilde, hangi perspektiften olursa olsun insan etkinliğinin entelektüelize edilmesi, işçilerin sömürüye başkaldırışı ve direnişinin bir sonucudur. Kapitalistler, 1960’lar ve 70’lerdeki gibi, emek ücretinde artış olduğunda işçinin yerine, uzun vadede daha az maliyetli olduğu için makineyi koyar. Büyük endüstri işçileri direnişi dalgasından beri bilgi teknolojisi, akıllı makinelerin insan emeğinin yerine geçmesine hizmet etti, bu da değer üretimine bağlı zihinsel emek ve bilişsel etkinlik alanının artışına neden oldu.

90’lar, bilişsel emek ve girişim sermayesinin buluştuğu ve internet şirketine katıldığı bir on yıllık ittifaklar dönemiydi. Beklentiler yüksekti. Yatırım miktarına bakılıyordu, yaratıcılık da toplumsal emeğin doğal niteliği haline gelmişti. Fakat dot-com balonunun 2000 baharında patlamasının ardından neoliberalizm, bilişsel emek ve girişim sermayesi ittifakını bozdu. Neoliberalizm, teknolojinin kendisini kullanarak emek ve sermaye arasındaki toplumsal ve politik güç dengelerini altüst etmeyi başardı. Şimdi görebildiğimiz kadarıyla neoliberal politikaların bir sonucu, emek ücretindeki genel düşüş ve kognitarya[i]nın yoksullaştırılmasıdır. Güvencesizleştirme parçalanırken ve sonunda toplumsal dayanışmayı yok ederken dünyanın periferik alanlarını yerel olmaktan çıkaran hem endüstriyel, hem de bilişsel emeğin değeri düşürülmüş ve hak ettiğinden daha az ücretlendirilmiştir. Bilişsel emeğin güvencesizleştirilmesi olarak tanımlanan bu yeni bağlamda özneleştirme meselesini yeniden ele almalıyız.

İnternet şirketi iflasının yaşandığı ve Enron ve WorldCom gibi büyük şirketlerin dağıldığı 2000 baharı finansal krizinin hemen sonrasında, finansal krizlerin toplumsal çıkarımlarında keskin bir analist olan İsviçreli filozof ve ekonomist Christian Marazzi, genel zekâyı özelleştirmenin tehlikeleri üzerine bir makale yazdı. Marazzi bu makalede araştırma finansmanındaki azalma, devlet tarafından finanse edilmiş araştırmanın tahrifi ve militerleşmesi ve bilişsel emeğin yoksullaşması ile güvencesizleştirilmesi açısından sonraki on yılın en yoğun dönemini geçireceğine dair tahminlerde bulunuyor.

Avrupa neoliberal egemen sınıf politikalarına bakarsak eğer, tam olarak şunu yaptıklarını görürüz: İtalya gibi ülkeler okul ve araştırma finansmanını azalmakta, devlet okullarını özelleştirmekte ve -genel bir umursamazlık ve fanatizm üretiminin göstergelerini sergilemeye başlayan- büyük çapta, eğitimli kesimden yoksunluğa neden olmaktadır. Fransa gibi ülkeler de, araştırmanın kamu finansmanını, hızla ekonomik büyüme politikasına çevirebilecek bir şekilde giderek sınırlamakta ve araştırmanın rolünü değersizleştiren acil ekonomik çıkarlar uğruna, devlet ve toplumsal etkinliğin mevcut yapısının tekrarı adına araştırmayı kendine tabi kılmaktadır. Bilişsel işçiler güvencesizliğe zorlandığında aynı zamanda kendi araştırmalarının kapsamını sınırlamak durumuna zorlanmaktadırlar. Bu açık bir biçimde, yeni adımlar ve teknolojideki ilerlemenin yanı sıra, bilgi işçilerinin çalışmalarındaki yaratıcılığı azaltmaktadır.

Bu eğilim uzun vadede kapitalizmin ilerici niteliklerini ortadan kaldırmaktadır. Emek maliyeti son derece düşerken bir işçinin fiziksel gücünü kullanma işçinin teknolojiyle yer değiştirilmesinden daha az maliyetli olur, bu da yeniliği durma noktasına getirir. Doğrudan çıkara gösterilen ilgi uzun vadede üretim gücünün gelişimine baskın gelir. Bununla beraber, neoliberal ekonomi alanında miyop fikirler hüküm sürmekte; emek maliyetindeki düşüş kapitalizmin ilerici gücünün zayıfladığını öne sürüyor; kapitalizm entelektüel ve teknolojik gerileme ile medeniyetsizleşmenin bir faktörü haline geliyor.

Kognitarya Bedenini Arıyor

Kognitarya genel zekâyı birçok biçimde cisimleştiren kişilerdir: Mal ve hizmet üretmek amacıyla bilgiyi işlerler. Toplumun bilişsel fonksiyonu sermaye değerlenmesi sürecine dahil olmuş, bilişsel etkinliğin sonsuz parçalı mozaği emek ve sermaye biçimini yeniden tanımlayarak evrensel telematik bir ağ içinde akıcı bir işlem haline gelmiştir. Emek, her birinin bir diğerine bağlandığı sayısız semiyotik-failin aklının sürekli etkinleştirilmesi iken, sermaye de küresel ekonominin damarlarından geçen genelleştirilmiş semiyotik akış haline gelmektedir.

Kognitarya gösterge-kapitalizminde iş başındaki ruhun toplumsal bedenidir fakat bu beden, ötekinin bedeninden izole, uzamda ikiye bölünmüş bedendir. Kognitaryanın yaşam alanına yayılmakta olan yabancılaşma biçimi, nevrozun Freudyen tanımından kaçan bir ruhsal ızdırap halidir. Eğer Freud’un nevrozun tanımı arzunun bastırılmasından ayrı düşünülemiyorsa, gösterge-kapitalizmi de “yap gitsin” gibi tüketici bir hiper-ifade istemeye itilir. Panik, depresyon ve empatinin etkisizleşmesi –işte kognitaryanın problemini burada bulabiliriz.

Güvencesiz bilişsel işçiler rekabet terimleri içinde düşünmeye zorlanıyor. Facebook’da biriyle arkadaş olabilirsiniz fakat gerçek dostluk, sanal izolasyon ve yoğun ekonomik rekabet şartları altında zordur. Eğer otonom kolektif özneleştirme yolunu bulmak istiyorsak, genel zekânın erotik ve toplumsal bedeni dikkate alarak kognitaryaya özgü bir farkındalık geliştirmek zorundayız. Otonom ve kolektif özneleştirme, beden arayan genel zekâdan başlar.

Asıl politik görevimiz, siyasetin dili ve modern politik bilimin kavramsal araçlarından çok, psikoterapi ve şiir dilinin kavramsal araçlarıyla ele alınmalıdır. Kognitaryanın politik kuruculuğu, panik ve depresyonla başedebilmeli, duyarlı bir biçimde bir paradigma değişimini ve toplumsal alanın yeniden göstergeleştirmesini sahneye koyabilmeli ve toplumsal beklentiler ile kişisel algıda bir değişim yaratabilmelidir. Bizler bir bedenimiz, toplumsal, fiziksel ve sosyo-ekonomik bir bedenimiz olduğunu kabullenmeye mecburuz.

Siber-optimistler 1990’larda rağbetteydi ve girişimci kapitalistler ile sanatçılar ya da mühendisler arasındaki ittifak ruhunu yorumlayabiliyorlardı. Fakat ittifak, teknolojinin savaş kanunlarının hizmetine sunulduğu ve finansal kapitalizmin modern uygarlığın yıkımına öncülük edecek bir çöküşe neden olduğu Bush yıllarında bozuldu. Bugün siber-optimizm tıpkı çürümüş bir üretim olan reklamcılık gibi kulağa sahte geliyor. Jaron Nalier, You’re Not a Gadget isimli son kitabında – sanal gerçekliğin araçlarını tasarlayan aynı kişidir- şöyle yazar:

“Aynı kovandaki gerçek inananlar, adeta finansal sitem içerisindeki hiçbir soyutlama katman sayısının sistemin etkililiğini köreltemeyeceğine inanıyor. Siber-bulut ile neo-Milton Friedman ekonomisinin bir harmanlanması olan yeni ideolojiye göre, pazar yalnızca yapabileceğinin en iyisi yapmayacak aynı zamanda daha az insanın anlayabileceği bir şekilde daha iyisini yapacaktır. Buna katılmıyorum. 2008 yılında Amerikan mortgage sisteminin çökmesiyle oluşan finansal kriz, birçok insanın fazlasıyla hayal aleminde yaşadığı bir meseleydi.”

Yönetim ve Bilişsel Tabi Kılma

Mevcut kahredici neoliberalizm safhasında (eski safhalardan daha şiddetli ve yıkıcı bir ısdırap), Avrupalı devletler aslında bilişsel emeği kendine tabi kılmayı hedefleyen bir savaşın bir parçası olarak, eğitim sistemine –ve bilhassa bilimsel araştırmaya- karşı bir saldırı sahneye koyuyor. Bütün bir Avrupa eğitim sistemi muazzam bir güvencesiz, düşük ya da ücretsiz emek miktarına dayanıyor. Bu eğilime karşı araştırmacılar ve öğrenciler dogmatik olmayan bilgi ve kültürün kamusal paylaşım yeri biçiminde eğitim sistemini gerçek görevine iade etme girişiminde bulunan protestolar sahneye koydu. Araştırma kısıtlayıcı hiçbir işlevsellik kıstasına tabi olmamalıydı çünkü her ne kadar mevcut paradigmanın işlevsizliği yeni paradigmatik manzaralar ortaya çıkarabilse de, araştırmanın asıl fonksiyonu çözüm yolları bulmaktı. Bu özellikle, kapitalist paradigma içinde çözülemeyecek gibi duran açmazlarla yüz yüze olduğumuzda bilimsel araştırmanın görevidir.

Fakat Avrupa egemen sınıfı araştırmanın itibarını bir karmaşa yönetimi metodu olarak düşürmeyi hedeflemektedir. Yönetim ideolojisi ekonomik mantığın doğallaştırılmasına (Hegelci tabirle söyleyecek olursak; cisimleştirme) dayanır. Ekonomi, diğerleri arasında bilginin bir dalı olması gerektiği için evrensel bir dil, nihai bir seçim standardı durumu olmayı başarmıştır. Ekonominin epistemolojik bakış açısından asılsız ve sosyal düzeyde yıkıcı bir kazanım elde etmiş olması onun normatif görevidir. Eğer araştırma ekonomik kavramsallaştırmaya tabi ise, o araştırma değil, teknik yönetimdir. Avrupa eğitim sisteminde 1999 yılında başlatılan sözde reform (Bologna Sözleşmesi yılı), uygulamalı araştırmayı, ekonomik değerlendirme tarafından verilen araştırma standartlarının tabi kılınmasına eşlik eden bilimsel bilgiyi, gerçek dayanak ve kesinliklerinin sorunsallaştırılmasından ayırmayı hedeflemektedir.

Ve bu hamlenin epistemolojik sonuçları muazzam boyuttadır: Araştırmayı, Thomas Kuhn’un ‘paradigmatik’ işlev dediği bilginin en önemli amacını ortadan kaldıran ekonomik büyümenin yasalarının hizmetine sunmak. Bilgi ve deneyim alanında paradigma değişimleri yaratma yeteneği, değerlendirme standartlarından oluşan araştırmanın özerkliğine bağlıdır. Araştırma sadece, yerleşik toplumsal çıkarları dikkate almayarak işler ve ancak o zaman tekrarın ötesinde bilgi üretebilir, keşfedebilir, kavramlar yaratabilir ve hayal gücü ile teknolojinin yeni imkânlarını başlatabilir.

‘Yönetim’, bu süreçte anahtar kelimedir. Anlam olmaksızın saf işlevsellik, fikir ve irade otomasyonu üretir. Canlı organizmalar arasındaki ilişkiye soyut bağlantılar katar ve teknolojik olarak seçenekleri mantıksal bir ardışıklığa tabi kılar. Uyum içindeki (uyumlu kılınmış) bilgi fragmanlarını yeniden birleştirir. Yönetim, politik iradenin, gerçekliği sorunsallaştıramayacak mantıksal bir çerçeveye zorlayan bir otomatik teknik ayrıntılar sistemiyle yer değiştirmesidir. Finansal durağanlık, rekabet gücü, iş gücünde azalma ve verimlilikte düşüşe karşılık gelen AB’nin sistematik mimari iktidarı, yönetimsel alt sistemlerin teknik fonksiyonuna gömülü olduğu için, bir tür karşı çıkılamayacak ya da tartışılamayacak dogmatik temellere dayanmaktadır. Günlük değişimin tekno-linguistik dispozitiflerinin ilkeleriyle uyumlu bir şekilde bütünleşmediği takdirde hiçbir ifade ya da eylem işlevsel değildir.

Yönetim, yönetmek için çok karmaşık olan bir sistem yönetimidir. “Yönetim” kelimesi toplumsal dünyayı ve insan iradesini (despotik, demokratik ve benzerleri) anlamaktır (rasyonel bir modele indirgeme olarak). Amacı, toplumsal bütünün ilgili bir parçasını etkili bir şekilde kontrol etmek için bilgi akışını denetlemektir. Yönetim olasılığı, toplumsal bilgi hususunda daha az karmaşıklığa gereksinim duyar. Fakat bilgi karmaşası geç modern çağ boyunca arttı ve dijital ağ çağında patladı. Dolayısıyla, toplumsal bilginin genel bilgiye dönüştürülmesi ve politik kontrol imkânsız bir görev haline gelmekte. Şöyle ki, bilgiyi kontrol etmek şans işi, belirsiz hatta imkânsız ve giderek artan olaylar organize iradeden kaçmakta.

Bu noktada kapitalizm bir yönetim tarzına dönüşür. Bilgi akışının bilinçli işlenmesi yerine teknolojik fonksiyonların soyut birleştirilmesini işe koşar, söyleşimsel ayrıntılar yerine göstergesel olmayan parçaları birbirine bağlar, diyalog ya da anlaşmazlıkla sonuçlanan paylaşılan anlamı değil ama teknik dili kullanarak, ortaya çıkan konsensüs yerine otomatik olarak adaptasyon sürecine girer, planlama yerine parçalanmayı yönetir, çelişen politik çıkar ve projelere arabuluculuk etmek yerine toplumsal oyuna giren aktörlerin uyumluluğunu tayin eder ve son olarak, tarihsel diyalektik retoriği yerine sistematik karmaşa retoriğini işletir.

Otonomiyi Aramak

Yönetim modeli eksiksiz bir biçimde görevini yerine getirirken aslında toplumsal bedeni yıkıma uğratır. Norbert Wiener sibernetik alanını kavramsallaştırırken şöyle der, bir sistem sapmalara yanıt olarak pozitif geri bildirimlerde bulunur ve sapmaların büyüklüğünü azaltır. Bunun tersine, sapmalara yanıt veren sistem kendi etkisini azaltan bir tarzda davrandığında buna negatif geribildirimde bulunduğu söylenilir.

Pozitif geri bildirimin mantığı, dijital teknoloji ile finansal ekonomi arasındaki bağlantıda kurulur çünkü bu bağlantı, teknolojik otomatizme ve de yıkıcı eğilimlerin yükselmesine neden olan psiko-otomatizmlere yol açmaya meyillidir. Avrupa politik sınıfın söylemine bakalım (neredeyse istisnasız): Eğer deregülasyon, şimdi küresel ekonominin yüzleştiği küresel sistematik çöküşü üretmekteyse, o zaman daha fazla deregülasyona ihtiyacımız var demektir. Yüksek gelirlerdeki düşük vergilendirme talepte düşüşe yol açıyorsa, öyleyse yüksek gelirde vergilendirmeyi düşürelim. Eğer hiper-sömürü, aşırı düzeyde elde kalmış ve gereksiz sayıda araba üretiyorsa, öyleyse araba üretimini yoğunlaştıralım.

Bu insanlar deli mi? Sanmıyorum. Sanırım sadece geleceğin terimleriyle düşünme konusunda yetersizler, panikliyorlar, kendi kudretsizlikleriyle terörize oluyorlar; korkmuş haldeler. Modern burjuvazi güçlü bir biçimde maddi varlığa bağlı yerli-yurtlulaşmış bir sınıftı, toprak ve topluluk arasındaki ilişki olmadan var olamıyordu. Modern sahneye egemen olan finansal sınıfın bir toprağa ya da maddi üretime bağlılığı yok; çünkü kendi gücü ve zenginliği kusursuz bir biçimde dijital olarak çoklu finans soyutlaması üzerine kurulu.

Ve bu dijital-finansal aşırı-soyutlama, gezegenin yaşayan bedenini ve toplumsal bedeni tasfiye etmekte. Sadece genel zekânın toplumsal baskısı makineyi sıfırlayabilir ve bir paradigma değişimi başlatabilir fakat bu, genel zekânın otonomisine, kognitaryanın toplumsal dayanışmasına ve kolektif zekânın otonom bir özneleştirme sürecine bağlıdır.


İlk Olarak Dünyanın Yerlileri’nde yayınlanmıştır. Nalan Kurunç çevirmiştir.

[i]  Kognitarya çağdaş bilişsel kapitalizmin öznesidir. (ç.n.)

Bifo Berardi’nin tanımı: “Kognitarya iki ayrı kavramdan oluşan bir sözcüktür: bilişsel emek (lavoro cognitivo) ve proleterya. Kognitarya bilişsel emeğin toplumsal bedenselliğidir. Bilişsel emeğin toplumsal tanımında beden, cinsellik, ölümlü fiziksel yapı ve bilinçdışı devreye girer. Kognitarya kendi toplumsal bedenselliği nazarında değerlendirildiğinde, toplumsal anlamda yaygın ve parçalı, semiyotik emek akışıdır.” (Bifo).

Exit mobile version