Site icon Terrabayt

İsrail’de Demokrasi (Ruh Sağlığı) Mücadelesi

January 14, 2023, Tel Aviv, Israel: A woman holds a placard with photos of Israeli Prime Minister Benjamin Netanyahu C, Minister of Justice Yariv Levin L and Interior Minister Arieh Derei at Habima Square in Tel Aviv. Less than three weeks in office Netanyahu s right-wing government has launched proposals to weaken the Supreme Court by giving parliament the power to overturn court decisions with a simple majority vote, to give parliament control over the appointment of judges and reduce the independence of legal advisers to the government. Tel Aviv Israel - ZUMAs197 20230114_zaa_s197_436 Copyright: xEyalxWarshavskyx

İsrailli ruh sağlığı uzmanları siyasal ve toplumsal gerilim hatları konusunda seçici bir tutum takınıyorlar. Yahudi Devleti’nin Filistinli veya göçmen çocuklara karşı akıl almaz gaddarlığına, bu süregiden işgalin hem Filistinlilerin hem Yahudilerin zihinlerinde uzun dönemde yarattığı etkiye dair mesleki ve ahlaki bir duruş sergilemek yerine, İsrailli çocukların bombalara karşı sığınaklara tıkılmaya zorlanmasına tepki göstermek onlara daha kolay geliyor.

Ancak bu sefer ruh sağlığı çalışanları maruz kalınan tehlikenin farkına vardılar ve İsrail demokrasisinin özüne yapılan saldırıdan gözlerini kaçırmamaya niyetliler. “Demokrasi yoksa, ruh sağlığı da yok” sloganının altında binlerce ruh sağlığı çalışanı hükümet sistemimize yapılmakta olan bu darbeye karşı mücadele etmeye başladı. Onların bu seferberliğine yönelik eleştiriler de gecikmedi; danışanları terapistlerinin kişisel ve politik görüşlerine maruz kalmaktan koruduğu sanılan “terapötik yansızlık” gibi bilindik ve kutsanmış eski değerleri geri getirme talepleri çoktan duyulmaya başladı.

Adalet, özgürlük, insan onuru, güçler ayrılığı, ifade özgürlüğü ve azınlık hakları sağlam demokrasinin aşikâr değerleridir ancak bu kavramlarla “ruh sağlığı” (bu da tartışmalı bir terim aslında) arasındaki bağ o kadar açık değil. Danışanların cinsel istismarına ve kişisel bilgilerinin gizliliği ihlaline dair önemli mahkeme kararları, hatta Yüce Divan’ın psikiyatri hastalarının haklarını baltalayan hükümet kararlarına müdahale etmesi bile ruh sağlığının işleyen bir liberal demokrasiye ne derece bağlı olduğunu göstermek için yeterli kuvvette örnekler değiller. 

Bilimsel çalışmalar insan hakları ihlali ile psikiyatrik hastalıklar arasındaki doğrudan bir bağ olduğunu gösterdi fakat ruh sağlığı tedavisinin her tür zaman ve koşulda mümkün olup olmayacağı sorusuna tatminkâr bir yanıt üretemedi. Freud’ün yazıları şehir meydanlarında yakılmadığı ve rejim muhalifleri zorla kapalı psikiyatri servislerine yatırılmadığı müddetçe ruh sağlığı uzmanları rahatça işlerini yapabilirler, diyebilir miyiz?

Nazi Almanyasında vatan hainliğinin yasal tanımı Yahudilere yapılan zulüm resmi politika haline gelmeden çok öncesinde genişletilmişti. Yeni yasaya göre komünistlerin çıkardığı gazeteyi okumak dahi hainlik anlamına geliyordu. Bu yüzden terapistler seanslarının notlarını tutmayı bırakmışlardı. Psikanalist Edith Jacobson, kliniğinde yapılan aramada Berlin Psikanaliz Cemiyeti’ndeki bir dersin davetiyesi bulunduğu için Gestapo tarafından tutuklanmıştı. Sebep ise, yasalarla zorunlu tutulmasına rağmen dersin sonunda Hitler’e hürmetler sunulmamasıydı. Başka bir deyişle, totaliter bir ülkenin tıbbi uygulama ve etik üzerindeki yozlaştırıcı etkisi düşündüğümüzden de erken yol alır ve beklemediğimiz şekillerde gelişir.

Bu sebeple, ruh sağlığı çalışanlarının demokrasi mücadelesini, danışanın bilgilerinin gizliliği veya ifade özgürlüklerinin korunması gibi pratikteki etik formalitelerle sınırlamamak gerek. Bu mücadeleyi bağımsız yargı, özgür basın, düzgün işleyen devlet kurumları, sendikalar ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarının mevcudiyeti olarak özetleyebileceğimiz siyasal / toplumsal yapılarla tüm İsraillilerin iç dünyaları ve ruh sağlıkları arasındaki karşılıklı ilişkinin geniş bağlamına oturtmak daha önemli. 

İyi bir terapi aklından geçenleri birbirine açmaya hazır iki kişiden fazlasını gerektirir. Hemen hemen 120 sene önce Freud cinselliğin toplum ve meslektaşları tarafından gözardı edilmesinin kadın ve çocukların, yalnız ruh sağlığıyla kalmayıp iyi bir yaşam sürme haklarına da nasıl zarar verdiğini açıklamıştı. Bugünkü görevimizse İsrail’in delirme noktasına geldiğini ve kimsenin bu delilik ve ölüm arzusundan yara almadan çıkamayacağını duyurmaktır.  

Toplumsal haklarına eksiksiz erişebilenler, sabit bir işi ve evi olanlar, hatta hiçbir ruhsal sıkıntı çekmeyenler, dahası dini yasakları gözetip Şabat mumlarını yakanların bile -esasen, iç dünyası İsrail tarafından etkilenen herkesin- Benjamin Netanyahu ve Itamar Ben-Gvir tarafından yönetilen bir İsrail’de eskisine nazaran daha az normal hissetmelerini bekleyebiliriz. Ve bütün bir literatür bu denli aklını kaçırmış bir ülkeden göç etmenin de ayrılığı kolaylaştırmadığını bize kanıtlıyor. 

Biraz daha tarihten konuşalım. 19. yüzyılın başlarında Yahudi psikiyatristler Yahudi danışanlarındaki fiziksel ve ruhsal şikayetlerin ikinci sınıf vatandaş olmakla ve kötü yaşam koşullarıyla ne denli alakalı olduğunu göstermişlerdi. 

Kimileri Doğu Avrupalı Yahudilerdeki psikolojik farklılaşmaları yaşadıkları zor koşullara bağlamış, kimileriyse Batılı Yahudilerinde fazlaca görülen depresyon ve intihar vakalarını Hristiyan toplumlara uyum sağlama çabasıyla kendi öz kimliklerinden vazgeçmek zorunda kalışlarıyla ilişkilendirmişti. Her iki açıklama da o devirlerde Yahudilerin “fıtratlarında olan hastalıklar” gerekçelendirilirken başvurulan genetik, biyolojik ve ırksal açıklamaların ötesine geçerek sosyolojik, politik ve kültürel bir bakıştan beslenmişti.

Psikiyatristlerin de yardımıyla Siyonizm ruhsal ve terapötik amaca hizmet eden bir ulusal harekete evrildi. Hem sağ hem sol görüşlü entelektüeller Siyonist devrimin bu “terapötik” yanında hemfikir oldular. Freud’ün bazı halefleri de bu akıma dahil oldu ancak Freud Siyonizmi, Yahudi halkının problemlerine çare olmaktan çok bir sanrı olarak görme eğilimindeydi.

20. yüzyılı şekillendiren katil totaliter rejimler ve onların yönetimi altındaki Yahudilerin kaderi, bireyin korkuları ve arzuları ile yıkıcı kapitalizmin aracılık ettiği ve hiçbir kısıtlama getirilmeyen liderler tarafından yönetilen bir toplumsal grubun veya modern devletin kolektif deliliği arasındaki karşılıklı ilişki üzerine yapılan araştırmaların ana itici gücüydü. Bireysel duygusal alan ile kamusal politik alan arasındaki bağlantı noktası, hakikate, müphemliğe ve bilgiye yönelik tutumlarımızda kendini gösterir. Salt formal bir demokrasinin aksine liberal demokrasi “terapötik” olarak nitelenebilecek evrensel değerleri de bünyesinde barındırır. 

İyi bir ruh sağlığı tedavisi hastanın etrafında olup bitenlere yönelik hakikat, adalet ve sorumluluk algısını geliştirerek ruhun gücünü, yani sevgiyi ve yaratıcılığı serbest bırakır. Poliklinik alanının hem bireyce hem toplum olarak iyiyi, doğruyu ve güzeli arama isteği ve yetisi, bu arayışın doğurduğu acı ve endişeyle başa çıkma ve hakikatin sonuçlarına katlanma yolunda büyük bir etkisi vardır. 

Ciddi bir psikolojik tedavi kişinin kendini anlamasını hedefler; korkularını yatıştırmasını değil. Bu, demokratikleşme projesiyle oldukça paralellik taşır çünkü düşünebilme ve hissedebilme, düşünceleri duygularla, mantığı ise arzuyla bağdaştırma yeteneği insanlığın demokrasi yolunda büyük gayretlerle elde ettiği hayli hassas zihinsel ve kültürel kazanımlardır.

Politikaya kayıtsız kalamayız çünkü insanın gelişimi için sadece iyi ebeveynlere, iyi bir eğitim ve sağlık sistemine ihtiyacı yoktur; doğruyu arayan ve o anki arzu ve çıkarına hizmet etmese bile o doğruya göre yaşamaya çalışan bizlerin çabalarını baltalamayan bir politik ortam da aynı şekilde gereklidir. Politika aynı zamanda fiziksel şiddete ve kitlesel psikoza başvurmadan toplumdaki çeşitli bakış açılarının ve hakikatlerin varlığını kabul etmemizi sağlayan veya bunu kabul etmekten bizi alıkoyan şeydir.

Liberal demokrasi, birden fazla bakış açısını duygusal ve sosyal dünyamıza entegre etme isteğimizi geliştirir. Rüyalar üzerine çalışan psikodinamik yönelimli terapistler, danışanlarının hükümetin yargıya yönelik saldırısını iç dünyalarında nasıl da kendi duygusal alanlarına düzenlenmiş sapkınca bir saldırı olarak yorumladıklarını şimdiden görebiliyorlar. 

İnsanlar demokrat olarak doğmazlar. Herkesin iç dünyası çarpışan ihtiyaç, arzu, beklenti, endişe ve dürtülerle çalkantılıdır. İnsanlar otonomi ve bağımsızlığı arzuladıkları kadar kaygılarını yumuşatmak için ruhunu satma, bunu başaracak herhangi bir şeyle bütünleşme ve kaynaşma eğilimi içindedir. Merakları ve dünyayı tanıma arzularının yanı sıra acı, kaygı ve belirsizlik durumlarında yeni ve yabancı olan herhangi bir şeyden çekinmeye meyilli, iç ve dış gerçekliklerinin diğer bütün katmanlarını yadsımaya ve bunlardan nefret duymaya teşnedir.

Otoriter ve narsisist bir lider insanların, doğuştan gelen, dünyayı siyah ve beyaz olarak görme eğilimini parlatmayı iyi bilir. Popülist liderlerin yaratmakta uzman olduğu türden şüpheci, dışlayıcı bir siyasi iklim insanların yalnızca öteki veya farklı olandan değil kendi duygusal gerçeklikleriyle karşılaşmaktan korkmalarına da zemin hazırlar. Sonuç, diktatörlük yönetimi altında yaşamış herkesin çok iyi hatırlayabileceği gibi körelmiş hassasiyetler, daralmış ufuklar ve kayıtsızlıktır. 

Popülist liderler ve medya kuruluşları gerçeği yalan söylemek için kullanıyor. Hayatın gerçekleri ve dünyaya dair herhangi bir şeyler bilebilme ihtimalimize karşı kaos ve kafa karışıklığı yaratma hedefiyle, üstümüze bağlamından koparılmış yarı-gerçekler ve “çoğulculuk” kılığına girmiş “alternatif gerçekler”i boca ederler.

Herhangi bir şey hakkında bir şey bilmenin görünüşte imkansız hale geldiği ve her şeyin öznel yoruma açıldığı bir düşünce ve medya ikliminde araştırmaya, düşünmeye ve fikir değiştirmeye yönelik ilgi de azalıyor. Kolay ulaşılan hazlar, kaygı ve endişeyi en kısa sürede ortadan kaldıran şeyler çoğumuzun iyi hissetmek için yöneldiği yegâne kaynaklar haline geldi. Demokratik olmayan rejimlerde heyecan ve duygusallık samimiyete daima galebe çalacak; fevri ve şiddet yüklü eylemlerse düşüncenin önüne geçecektir. Demokratik olmayan toplumlarda utanca, pişmanlığa, vicdan azabına yer yoktur. 

Ciddi bir ruh sağlığı tedavisi insanların ruhlarında gömülü olan, demokratik olmayan arzuları besleyen bilinçdışı arzularının, korkularının ve fantezilerinin farkına varmalarına yardımcı olur. Demokrasi için ve diktatörlüğe karşı “ruh sağlığı” noktasından mücadele etmek, bilim, kültür ve din alanlarındaki çeşitli akımların yanısıra, demokratik olmayan yönetim biçimlerinin de öne sürdüğü kendini kandırma, idealleştirme, tek tip düşünce, kayıtsızlık ve “iç huzuru” ayartmalarına karşı durmak anlamına gelir. Faşist bir rejimde sanat da simgesel ve yıkıcı değerlerini yitirir, boş, bağımlılık yapan bir gevezeliğe dönüşür.  

Bütün bunlar demokrasinin neden karmaşık siyasi ve toplumsal sorunlara “nihai çözüm” getirme iddiasında olmayan, sinir bozucu ve hiç bitmeyen bir proje olduğunu da açıklar. Demokratik olmayan rejimlerde baskıcı kolektif deneyime katılma ve yansıtma / inkara dayalı stratejiler benimseme baskısı, ruhsal olarak sağlıklı olanların bile içsel ve dışsal gerçeklikleri arasında ayrım yapmasını zorlaştırır.

Medyaya duyulan güvensizlik ve açık bilgi kaynakları, en basit bir bilgi edinme ve öğrenme işini bile yıkıcı şekilde deneyimlenen bir eyleme çeviriyor. Şefkatin, kusurluluğumuzu kabullenmenin ve karşılıklı bağımlılığımızın yerini kötülük, muktedirlik, küçümseme ve dar görüşlülük aldı. Üstelik bunların yarattığı kültürel kodla, hükümet vatandaşına yasanın kuru dilini gölgede bırakacak alternatif bir sosyal sözleşme sunar oldu. Yozlaşmış devlet ve onun yozlaşmış kurumları topluma gerçek yaşamın yasaların dışında yaşandığı fikrini aşıladı. Başkasına bağımlı olma, yetersizlik, kusurluluk, bilgisizlik, belirsizlik ve yalnızlık korkusunu püskürtmek adına nefret etmek, çalmak, göz koymak ve ulaşabildiğini koparmak hoş görülüyor.  

Yönetim sistemimize yapılan darbenin, son haftalarda İsrailli ruh sağlığı çalışanları arasında oluşan politik enerjiyi baltalamasına izin verilmemelidir. Tarih bize demokrasi olmadan ruh sağlığı diye bir şeyin söz konusu olamayacağını öğretti. Ve yine tarihten biliyoruz ki ruh sağlığı çalışanları, ancak ve ancak toplum faşizmin ölüm arzusu pençesinden kendisini kurtarmayı başardığında ve bir kez daha akıl sağlığı yerinde bir demokraside yaşamak için mücadele ettiğinde onu düzeltmek ve iyileştirmekteki muazzam rolünü gerçekleştirebilir.


Haaretz‘de yayınlanan bu yazıyı İdil Atabinen çevirdi.

Ana Görsel: IMAGO / ZUMA Wire

*İsrail, 2023 yılına Benjamin Netanyahu’nun 6. kez başbakanlık koltuğuna oturmasıyla girdi. Kurulan yeni hükümetin İsrail tarihinin en sağcı hükümeti olduğu söyleniyor. Netanyahu’nun oluşturduğu koalisyonda aşırı milliyetçi, ultra-ortodoks, LGBTİ+ karşıtı, Filistin düşmanı partiler bulunuyor. Arap karşıtlığıyla tanınan, aşırı sağcı politikacı Itamar Ben-Gvir ise dönemin Ulusal Güvenlik Bakanı olarak atandı. Hükümetin Yüce Divan üyelerinin belirlenmesinde öncelikli söz sahibi olması ve Başkanı belirleyebilmesi gibi düzenlemelerin yer aldığı yargı reformunu 27 Mart’ta meclisten geçirme hazırlığı yapan Netanyahu aylarca süren protestolar sonucunda yasa tasarısını Parlamento’ya sunmayı erteledi. On binlerce İsrailli Netanyahu hükümetini ve yargı sisteminde yapılması planlanan revizyonu protesto etti.

*Dr. Eran Rolnik; psikanaliz ve psikiyatrist. Son kitabı “Healing through speech – 13 psychoanalytic conversations” Resling Yayınevi tarafından basıldı. 

Exit mobile version